Ana Sayfa Edebiyat Sevgili, Acımasız Vatan: Aşırılar ve Casuslar – Pablo Neruda

Sevgili, Acımasız Vatan: Aşırılar ve Casuslar – Pablo Neruda

Eski anarşistler sıkışık anlarında kapitalizmin rahatlığına kaçıp sığınırlar. Günümüzün anarşist dostları da yarın böyle davranacaklar. Bu rahat yapıya, politika çetecileri, sola göz kırpanlar ve yalancı bağımsızlar da sığınır. Şiddetten yana kapitalizm, komünistleri baş düşmanı bilir ve onların nişancılığı hedefi hemen hemen hiç şaşmaz. Bütün bu bireyci başkaldırılar, şu ya da bu yoldan, gericilerin keskin aklı ya da yaltaklanmalarıyla okşanırlar, şımartılırlar. Gericilik, onlara kutsal ilkelerin kutsal savunucuları gözüyle bakar. Gericiler, bir toplumda değişme tehlikesinin bireyci başkaldırılardan değil, örgütlenmiş yığınlardan, yerleşmiş sınıf bilincinden geleceğini bilir.

Bütün bunları İspanya İç Savaşı sırasında apaçık gördüm. Belirli antifaşist gruplar, Hitlerci ve Francocu kuvvetlerin Madrid’e yürüyüşleri sırasında, karnavalların maskeli oyunlarına benzer davranmaktaydı. Barselona’da aslanlar gibi dövüşen Durutti ile Katalonyalıları bu yargı dışında bırakıyorum elbette.

Fakat casuslar, aşırılıktan yana olanlardan bin kez daha zararlıdır. Devrimci partinin mücadelecileri arasına karşı ajanlar, gerici partilerin ya da yabancı hükümetlerin parayla tutulmuş polis ajanları gizlice sokulur. Bunlardan kimisi olağanüstü kışkırtıcılık görevlerini yerine getirir, ötekiler de büyük bir sabırla gözlemcilik yapar. Azeff’in hikâyesi bu konuda klasik bir örnektir. Azeff, çarlığın devrilmesinden önce teröristlerin pek çok suikastına katılmış, birçok kez tutuklanmıştı. Devrimden sonra yayımlanan çarlık gizli polis şefinin anılarında, Azeff’in her an bir Ochrana ajanı olarak nasıl çalıştığı bütün ayrıntılarıyla görüldü. Bir grand dükün de ölümüne yol açan birçok suikasta karışmış bu tuhaf insanın kafasında terörist ile ajan yan yanaydı.

Tuhaf bir başka olay da, Los Angeles, San Francisco ve bir başka Kaliforniya şehrinde geçti. McCarthy saldırganlığı sırasında komünist partinin o civardaki bütün eylemci üyeleri tutuklanmıştı. Yetmiş beş kişiydiler. En küçük özelliklerine kadar numaralanmış, adları kataloğa geçirilmiş ve sayımları yapılmıştı. Fakat lafı uzatmadan söyleyelim, sonra bu yetmiş beş kişinin polis ajanı olduğu anlaşılmıştı. FBI, kendi hesabına küçük bir “komünist parti” kurma lüksünü göze almıştı. Birbirlerini tanımayan polis ajanları, aslında var olmayan bir düşman üzerine heyecan uyandırıcı raporlar yazabilmek için birbirlerini izlemişlerdi.

Uzun bir tarihi olan ve sadece proleter kökenli insanlarca kurulmuş Şili komünist partisi örgütüne böyle ajanların girmesi her zaman pek güçtü. Ne var ki, Latin Amerika ülkelerinin gerilla örgütleri her çeşit ajana bütün kapıları açtı. Çok yeni olan ve hiçbir aracı olmadan girilebilen bu örgütler, casusların ortaya çıkarılmasını, maskelerinin düşürülmesini güçleştiriyordu. Kendi gölgelerinden bile korkan gerilla önderlerinin hep kuşkuda yaşaması bundan ötürüydü. Tehlikeleri göze almak eğilimi, Latin Amerika ülkelerini sarmıştı. Sadece romantik ve düzensiz gerilla kuramcılarını yüreklendiriyordu. Bu dönem, Ernesto Guevara’nın katledilmesi ve kahramanca ölümüyle belki de sona ermiştir. Fakat kuramcılar, yarının devrimci halk hükümetini kapitalizmin sömürdüğü yığınların değil, ayaklanacak silahlı kuvvetlerin gerçekleştireceği görüş ve kanıtlarıyla beslediler. Bu yargının kötü sonucu politikada zayıf düşmeler oldu. Büyük gerilla hareketleri kimi zaman Che Guevara gibi çok güçlü bir politik öndere sahip olsa da, böylesi, bir rastlantıdan ya da bir istisnadan öteye geçmez. Bir gerilla örgütünden hayatta kalanlar, sadece aşırı yürekli oldukları, ölüm karşısında daha mutlu olabildikleri için bir proleter devletini yönetemezler.

Şimdi, kendi başımdan geçen bir olayı anlatacağım: Meksika’dan Şili’ye yeni dönmüştüm. Katıldığım politik toplantılardan birinde bir adam yanıma yaklaşıp selam verdi. Orta boyluydu ve bir centilmen örneğiydi. Çok özene bezene giyinmişti. Gözlüğü vardı. Daha bir saygı uyandıran çerçevesiz bir gözlük. Çok sevimli bir kişiliği var izlenimini uyandırıyordu.

“Don Pablo, size yaklaşmayı hiçbir zaman göze alamadım. Hayatta kalmamı size borçlu olmama rağmen. Bir tarihte Winnipeg vapuruyla Şili’ye göndererek toplama kamplarından ve gaz odalarından koruduğunuz göçmenlerden biriyim. Katalonyalıyım ve örgüttenim. Burada kendime sağlam bir iş edindim. Falan şirket adına, sağlık tesisleri satıcılığı yapıyorum. Şili’nin en önemli şirketlerinden biridir.”

Santiago’nun merkezinde güzel bir apartmanda oturduğunu anlattı. Komşusu olan ünlü tenis şampiyonu İglesias benim okul arkadaşımdı. Sık sık benimle ilgili konuşurlarmış aralarında. Beni davet edip tanışmamızı kutlamaya geçenlerde karar vermişler. Bu nedenle bugün gelmişti toplantıya.

Katalonyalı, bizim küçük burjuvaziye özgü gerçekten rahat ve iyi döşenmiş bir apartmanda oturuyordu. Mobilyalar çok güzeldi. Tatlı kahverengi bol tüylü bir Paella vardı yerde. Öğle yemeğine İglesias da katılmıştı. Temuco’nun eski lisesini anımsayıp güldük. Okulun bodrumunda, yarasaların kanatları sürünürdü başımıza. Konuksever Katalonyalı, yemeğin sonlarına doğru, kısa bir konuşma yapıp bana çok güzel iki fotoğraf armağan etti. Birisi Baudelaire’indi, ikinci resim de Edgar Poe’nun. O pırıl pırıl şair başlarını bugün de kitaplığımda saklıyorum elbette.

Günün birinde bizim Katalonyalıya inme indi. Ne konuşabiliyor, ne de kımıldayabiliyordu yatakta. Sadece gözleri korkuyla hareket ediyordu; karısına ya da komşusu ve benim yakın dostum tenis şampiyonu İglesias’a bir şey söylemek ister gibi. Karısı, temiz bir geçmişi olan ve önde gelen bir İspanyol cumhuriyetçisiydi. Ne var ki, adam hiçbir şey konuşamadan, biraz olsun kımıldayamadan öldü.

Apartman, gözyaşları, dostlar ve çelenklerle dolduğunda, komşu tenis şampiyonuna esrarlı bir telefon geldi:

“Ölen Katalonyalıyla yakın dostluğunuzu biliyoruz. Sizi her zaman pek överdi. Dostunuzun anısına önemli bir hizmette bulunmak isterseniz, kasayı açın ve orada duran bir çekmeceyi alın. Üç gün içinde yine telefon edeceğim.”

Dul kadın böyle şeylerle ilgilenecek durumda değildi. Dinlemek bile istemedi. Pek üzgündü. Apartmandan ayrılıp Calla Santo Domingo’da bir aile pansiyonuna taşındı. Pansiyon sahibi, direniş örgütünden bir Yugoslav’dı ve politikacı yanı çelik gibi sağlamdı. Dul kadın, kocasının kağıtlarını gözden geçirmesini ondan rica etti. Yugoslav, madeni çekmeceyi kasada buldu ve kolayca açtı. Çekmeceden çıkanlar pek şaşırtıcı şeylerdi. Kilit altında korunanlar, ölü Katalonyalının bir faşist ajanı olduğunu gösteriyordu. Mektup kopyalarında, İspanya’ya gizlice döndükten sonra tutuklanmış ya da öldürülmüş bir sürü göçmenin adı vardı. Francesco Franco’nun yaptığı hizmetlerden ötürü ona teşekkür eden Franco’nun el yazısıyla bir mektup bile vardı. Şili kıyılarından ayrılan yük vapurlarının Nazi donanmasınca batırılması için yazılmış raporlar da vardı. Bu kurbanlardan biri de bizim o güzel eski savaş gemimiz, Şili donanmasının gözbebeği, Lautaro’ydu: Tocopilla Limanı’nda güherçile yüküyle ayrıldığı sırada batırılmıştı. Bu yüzden on yedi genç deniz subayı canını yitirmişti. Boğularak ya da yanarak.

Bütün bu cinayetleri beni bir öğle yemeğine davet etmiş olan o güler yüzlü Katalonyalı işlemişti.

Pablo Neruda
Yaşadığımı İtiraf Ediyorum

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version