Ana Sayfa Edebiyat Albert Caraco: İnsanlar evrene cüzam gibi yayılıp evrenin doğasını bozuyor

Albert Caraco: İnsanlar evrene cüzam gibi yayılıp evrenin doğasını bozuyor

Tüccarları ve papazları onların doğurganlığını onaylıyor, tüccarlar bu sayede zenginleştikleri için, papazlar ise kendi saygınlıkları artıyor diye onaylıyorlar. Bilginler bize tehlikeyi belirtiyor ama onların sesi neredeyse her zaman boğuluyor, ahlakın ve ticaretin çıkarları bozulmaz bir ittifak oluşturuyor, para ve tinsellik hareketin durmasına tahammül edemezler, tacirler tüketici ister, papazlar aile ister; savaş onları nüfusun azalmasından daha az korkutuyor: Ölüm düzeninin en sağlam destekleri tacirler ve papazlar. İnsanlık bu komployu hatırlamak zorunda; ve facia gündelik yaşamın bir parçası olduğunda, yalnızca kendi yaşamları adına insanlığı kaosa teslim edenleri cezalandırmalıdır.

Tutarsızlık özgürlüğü diğer özgürlüklerin yerini altlı, bundan da vazgeçmeyeceğiz, sanat bunu açıklıyor, edebiyat buna gönderme yapıyor, sadece bunlar mı, bilim tutarsızlığı itiraf ediyor, en büyük bilginler bil o sentez fikrinden vazgeçiyorlar. Oysa, sentez fikri bir yana bırakıldığında tutarlılık imkânsız olur ve Hümanizma da boş bir laftan başka bir şey olmaz; ölçülülük artık uzun süredir moda değil, kimse ölçülülüğü korumayı düşünmüyor, ama onunla birlikte Hümanizma ikinci öğesinden de mahrum kalmış uluyor; üçüncü kavram olan nesnellik karşısında gemken mesafeye sahip değiliz ve hiç olmadığı kadar nesnel olan bilimlerden çıkan derse rağmen bugünün insanları arasında öznelliğin zaferi de bir başka paradokstur. İşte bu yüzden bizim gerçekliğimizin imgesi labirenttir, çünkü bize zamanın özetini veren şey labirent imgesidir, labirent sürüdür, artık kendimizle buluşamayız, ortak paydamız yoktur arlık, biz gerçekdışıyız ve gerçekdışı olmayı onaylıyoruz. Ortaklık sorun olmasaydı iletişim sözcüğü hiç moda olur muydu? Aslında, biz bir yığın yalnızız, yine de karmakarışık bir halde yuvarlanıyoruz, bizi birbirimize katarak tek başımıza bırakmaya devam eden şeyin kurbanıyız.

Ancak öfkemiz yardım ederse yanlıştan çıkarız, ama geri döndüğümüzde yeniden yanlışın içine düşeriz; umutsuzluğa ve büyük öfkeye kapılmadan doğruya gidemediğimizden sahicilikten söz ediyoruz, hâlâ yalan söylediğimizi itiraf etmemek için. İki düzlemde yalan söylemeyi başardık ve nesnelliğin kendi haklarını koruduğuna kendimizi ikna etmek için bunları karşı karşıya getiriyoruz; hatta düzlem değiştirme ânı geldiğinde diyalektikten bile söz ediyoruz, çabamızın püf noktası bizi harekete geçirmek yerine ajite etmesidir ve karşılaştırma yapmak yerine bizi bundan kurtarmasıdır. Böylece kapalı bir küre içinde kaynayıp coşuyoruz, kendimizi gösteriye veriyoruz, boş laflar zafer kazanıyor her seferinde, ama bu küreyi taşıyan mukadderat halini almış ve bizim giderek daha az belirleyebildiğimiz bir Tarih’tir; yaptığımız işlerin, biz istemesek de kesin bir itilim kazandırdığı ama fikirlerimizin hakim olamadığı bir kasırga. Artık kendimizi tahayyül edemiyoruz, kendi sorumluluğumuzu üstlenemiyoruz ve hoşumuza giden bir durumun içine gömülüyoruz, bizi ancak bir felaket çıkarabilir bunun içinden, kendi gerçekliğimiz karşısında erkekliğimizi yitiriyoruz, yazgı karşısında kadınız.

Entelektüellerimizin tek bildiği oyun oynamak, tinselcilerimizin tek bildiği de yalan söylemek, hiçbiri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormuyor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkânı vermiyor, hepsi de kariyer peşinde; görgü kurallarını asla incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatındaki ustalıkları hayranlık verici! Giderek daha tutucu oluyoruz, en yıpranmış ve en utanç verici köhnelikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz, bizim devrimlerimiz yalnızca laftadır, şeyleri yeniden şekillendirdiğimiz yanılsamasını edinmemiz için sözcükleri değiştirmemiz yeter, her şeyden ve kendimizden korkuyoruz, cesaretin ötesine geçerek cesaretin içini boşaltmanın ve deliliği ifrata vardırarak delilikle uğraşmanın yolunu buluruz, hiçbir şeye karşı çıkmıyoruz ve her şeyin düşük yapmasına, başarısız kalmasına yol açıyoruz, güçsüzlüğe bağlı ölçüsüzlüğün zaferi bu. Bunlarla birlikte ölüme yürüyoruz; tekrar ediyorum, birkaç istisna hariç, herkesi kapsayacak ölüm, onu, Tarihi, sona erdirmekle görevli. Geleneklerimiz bize bu durumu vahyettiğinde tutarlıdırlar, bizse onları gülünç hale getirdiğimizde kötü niyetliyizdir, geleneklerin haber verdiği şeye hiçbir güvence baskın çıkamaz ve hiçbir olasılık bu olacakları önleyemez.

Geleneklerimiz yalan söylememişti, çünkü onlar insaniydi ve bu dünya hakkındaki cehaletlerine rağmen insanı biliyorlardı; bizler, bu dünyayı iyi bilen bizler, hatta giderek daha fazla kötüye kullanacak kadar iyi bilen bizler ise insanı bilmemeye başlıyoruz -imkânımız olmadığından değil, bizi kendimize dair kör eden bir hüner gösterisi nedeniyle. İnsan aşılmış olduğundan, acınacak bir halde ve sefil olmamasına imkân yoktur; ve biz bunu kabul etmek istemiyoruz, bu sefalet bizi rahatsız ediyor, niyetimizi aşıyor, onu kendimizden uzak tutuyoruz, ondan kaçıyoruz, geri püskürtüyoruz, çünkü bizim eserimizin iflasının habercisi bu. Bizim putumuz aşmak; artık tutarlılığı ona feda ediyoruz, ona olan sevgimizden dolayı sentez fikrinden vazgeçiyoruz, değerlerimizi ve yaşama nedenlerimizi birbiri ardına yakacağız, ama put doymak bilmez, sonunda bir insan kıyımına kalkışıp kendimizi sunmak zorunda kalacağız. Umutsuz gençliğimizin yapmayı öğrendiği şeyi yarın milyonlarcamız yapacağız; en büyük eylem somutlaştırma olacak, burada delilik ile bilgelik, yüce bir aşma içerisinde, kendi sentezlerini gerekleştirecekler, böylelikle tek yaşayan ölüm olacak ve düzen simgelerini tek başına kaos üzerine geçirecek.

Kaynağa geri dönüş temel görevdir, insanın işi budur. Bu yüzden, düşünür adına layık ender kimseler, bir metafizik oluşturmak amacıyla ontoloji ve etimolojiyle ilgilenirlerken, modadan kopmamayı dert edinmiş kıt zekâlılar, aşağı bir ayrıntı olan toplumsalı seyrede seyrede yok olup gidiyorlar. Çünkü toplum bir hiçtir, bir biçimdir, içeriği yitik kitleden ibarettir, spermatik uyurgezerlerin dalaşıdır toplum, son derece aşağılık bir şeydir, filozofu hiç ilgilendirmez. Tarih büyük adamların eseridir, seçkinlerin boy ölçüştüğü kapalı alandır, yığınlar gösteriye kabul edilir ve yıkıma sürüklendiklerinde ise ölülerine ineklerden daha fazla değer verilmez. Çağımızın i palalarından biri Meçhul Asker Mezarı’nı doldurmuş olmasıdır: Bunu yaparak, kaosun doğurduklarımı kalkan olan adsız sansızları bozguncuların en kölelerine rehin verdik; kaosun bizim aramızda sunaktın var ve bizler de şimdiden orada tapınıyoruz. Sunakların kapıları adsız putlardandır ve kaos bu kapılardan geçerek girer meydana; kapılar açık kalacak ki 1*1108 her şeyi istila edebilsin.

Felaket şart, felaket arzu edilir, felaket meşru, felaket tanrının lütfu, dünya daha ucuza yenilenmez ve eğer dünya yenilenmezse, kendisine mikrop bulaştıran insanlarla birlikte yok olmak zorunda kalacak. İnsanlar evrene cüzam gibi yayıldılar ve çoğaldıkça evrenin doğasını bozuyorlar, çoğalarak tanrılarına hizmet ettiklerini sanıyorlar, tüccarları ve papazları onların doğurganlığını onaylıyor, tüccarlar bu sayede zenginleştikleri için, papazlar ise kendi saygınlıkları artıyor diye onaylıyorlar. Bilginler bize tehlikeyi belirtiyor ama onların sesi neredeyse her zaman boğuluyor, ahlakın ve ticaretin çıkarları bozulmaz bir ittifak oluşturuyor, para ve tinsellik hareketin durmasına tahammül edemezler, tacirler tüketici ister, papazlar aile ister; savaş onları nüfusun azalmasından daha az korkutuyor: Ölüm düzeninin en sağlam destekleri tacirler ve papazlar. İnsanlık bu komployu hatırlamak zorunda; ve facia gündelik yaşamın bir parçası olduğunda, yalnızca kendi yaşamları adına insanlığı kaosa teslim edenleri cezalandırmalıdır.

Sefaletin tek çaresi sefil durumda olanların kısırlaştırılmasıdır, ama ölüm düzeni, tacirlerin ve papazların düzeni bu lafı ağzımıza almamıza bile izin vermiyor. Tacirler ve papazlar zenginleşmek ve tahakküm kurmak isterler, maddi kâr ve manevi itibar İsterler, bunları bizim salaklığımız sayesinde elde ediliyorlar, çünkü bizim gözümüzün açılması onların ve sefaletin sonu olacaktır. Geleneklerimizin zamanı geçti ve onları savunanların, hırsız ursuz takımının, İm. e itaat vaaz edenlerin niyeti, bizi öldürmek pahama da olsa kendi kurumlarını ebedileştirmektir, Onların büyük saygı gösterdikleri şeye hakaret etmek görevdir, çünkü kutsallığa hakaret etmeden değişim kök salamaz, değişmekte ne kadar gecikirsek kötülükleri ve ıstırapları o kadar fazla hissederiz.

Şimdi herkese sesleniyorum ve yüzü olmayan bir ı d hık oluşturmaya son vererek yitiminden kaçabileceğini söylüyorum yitik kitleye; onun çıkarı artık I m yal kaynaklarını kurutmaktadır, bu dünyada yoksul olmaktan başka bir kusur olmadığını anlamalıdır, her yoksul, bir başka yoksul doğurarak sefalete yeni bir rehin verdiği andan itibaren suçlu olur.

Devrimlerimiz birbiri ardına başarısız kaldı ve bu da adildir, hiç kimse işin özüne temas etmeye cesaret edemedi, kendi üzerine geri çekilerek, kaynağın içinde sönen bir geçmişin evrensel mirasçısı olma iddiasında herkes. Aslında eksen değiştirmemiz gerekiyor, bunu felaketten sonra yapacağımız kesin, öncesinde aynı yanılgılı gidişatı tekrarlayacağız ve hep yeniden aşacağımız yolda bir adım bile ilerleyemeyeceğiz. Günün birinde ailenin statüsünü tepeden tırnağa değiştireceğiz, çünkü tüm ahlakçıların övgü düzdüğü geleneksel aileler kalabalık nüfusludur. Bu ahlakçıların sözünü senet kabul ediyoruz ve üreme suç olduğundan, günün birinde, ailenin statüsünü altüst ederek bu suça karşı çok sert davranacağız. Kölelik okulunun kaynağının aileden başka yer olmamasını da buna eklemeli; zorbalar bu nedenle geleneksel aileleri severler, bu ailelerde kadın köledir ve çocuklar teba, ama baba -müstehcen, gülünç ve sefil olsa bile- kendi evinde hakimdir ve bizim hükümdarların arketipidir, evet, tanrılarımızın ve krallarımızın yaşayan modeli babadır! Bu düzenleme fazla sürmüş olmalı ki, ardından yitik kitle ortaya çıktı.

Otuz bir çekenlerle ve oğlancılarla dolu bir dünya bizimkinden daha az sefil olurdu, hakikat bu işte. Hayali bir görevi yerine getirdiğimiz ve zaman aşımına uğramış buyruklara uyduğumuz için sefiliz, ama görev bizi iğrenç durumumuzdan çekip çıkarmıyor ve buyruklar bizi orada sebat etmeye zorluyor. Yirmi yüzyıldır üzerimizde tahakküm süren ahlak düzeni miadını doldurdu bizse onun barbarlığını ölçüyoruz hala, o ayakta kalmaya çabalıyor biz ölüyoruz, hem do sayısızca, o düzen kurbanlarından daima reddetmiş olduğu hoşgörüyü talep ediyor şimdi, kardeşlik vaaz ediyor, kendi hiç aldırmamıştı oysa, başkalaşma klan söz ediyor, o ki hareketsiz olmakla övünürdü, eskimiş tulumlarına doldurmak için yenliklere ol koymak istiyor, gelmekte olandan tiksiniyor ve hiçbir şeyi engelleyemediğinden, kendini gösteriyor o bize olmayacak vaatlerde bulunuyor. Oluşmasında temel etken olduğu felaketten sonra, ahlak düzeni de sırası geldiğinde kurban olacaktır; ama bu düzenin kalıntıları korunacaktır ki, bizlerden biri canlı kalırsa onu kınama vesilesi olsun ve insanlar dünyanın kötülüğünün üzerinde toplandığı ve içinde dayanıklılık kazandığı insanlara çullanabilsinler diye.

Gecenin karanlığına giriyoruz ve buradan ancak cılız kalıntılarımız çıkacak, çok kalabalığız, daha da kalabalık olacağız ve giderek daha da kalabalıklaşacağız, böylece sonunda kaos galip çıkacak ve ölüm karnını doyuracak. Efendilerimiz bizim düşmanlarımızdır, tinselcilerimiz de bizi ayartanlar ve efendilerimizin suç ortaklarıdır, bizler öksüzüz ve bunu işitmek istemiyoruz, her yerde baba ve anne arıyoruz kendimize, Gökyüzünde bile bize bu vaat ediliyor ve bizler ahlak düzeninin bizi varlığımızı sürdürmeye mecbur ettiği bu uçurumların dibinden sesleniyoruz onlara. Gelecekteki evrende yitik kitle olmayacak; insanların hepsi mutlu olacağı için değil, kitle olmayacağından. Yüz milyon insanla yeryüzü cennet olur; yeryüzünü kemirip duran ve pisleten milyarlarla ise bir kutuptan diğerine uzanan bir cehennem olur, türün hapishanesi olur, evrensel işkence odası olur, kendi pislik ve süprüntüleri içinde hayatlarını sürdüren mistik delilerle dolu bir çirkef kuyusu olur. Kitle düzenin günahıdır, ahlakın ve imanın alt-ürünüdür, düzeni, ahlakı ve imanı mahkûm etmeye bu kadarı yeter, çünkü bunların tek yaptığı, insanları çoğaltmak ve onları böceğe çevirmek.

Ben kendi zamanımın peygamberlerinden biriyim ve söz hakkım olmadığından, söyleyeceğim şeyi yazıyorum. Çevremde, delilik, aptallık ve cehalet, yalan ve hesapla yer değiştiriyor, hepsi de aynı erdemlere dayanıyor, çünkü işin trajik yanı -ki ahlakçılar İmi konuda hemfikir değildir- dünyanın erdemden parçalandığıdır, bence hiç bu kadar çok erdem görmemiştir. Bunca erdeme rağmen kaosa doğru gidiyoruz, bunca erdem bizi evrensel ölümden kurtaramıyor; nesnelliğin ölçütü olan tutarlılık ile bizim aramızda erdemin bir fazlalık olup olmadığını sonunda kendime sorar hale geldim. Erdemler bizi düzenden kurtaramıyor ve düzen bizim yitimimiz için erdemlerden yararlanıyor, bizler artık bir sistemin kandırdığı kurbanlarız, çıkarlarımız konusunda bizi aldatıyor ve bizi kendi çıkarlarına kurban ederken bunların bizim de çıkarımız olduğu konusunda bizi ikna ediyor. Böylece hepimiz iyi bir şey yaptığımızı sanıyoruz ve birbirimizle yarışırcasına kanıyoruz, ödülümüz delilik, içinde yaşadığımız atmosfer aptallık, bu atmosferde birinci görevimiz cahillik sanki, böylelikle yalan ile hesabın eli kolu serbest kalacak. Bizler çocuk kaldık ve aile varlığını sürdürdükçe de çocuk kalacağız.

Albert Caraco
Kaos’un Kutsal Kitabı

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version