Yaşamının son dönemine kadar kabul görmeyen ve zamanının bir çok sanat eleştirmeni tarafından “beceriksiz” bir ressam olarak tanımlandı. Fransız post-empresyonist ressam Paul Cézanne, Empresyonizm ile kübizm arasında kurduğu köprü, 20. yüzyıla yeni bir pencere açan sanat anlayışı, modern sanatın gelişmesine yaptığı katkılar ve etkisi nedeniyle Picasso’nun “hepimizin babası” , Renoir’un “Hayran olunacak biri” olarak nitelediği ressam modern sanatın babası olarak anıldı. Yaşamı boyunca eserleri nadiren gösterime sunan sanatçı sakin bir hayat yaşadı. Belli başlı birkaç konuda resim yapmayı tercih etti. Hayattayken pek takdir görmemiş olmasına rağmen sonrasında yaşadığı döneminin en büyük ressamı olarak kabul gördü.
Cézanne’ın hayatının büyük bir bölümü üzerinde, çok güçlü ve ezici bir kişiliği olan babasının baskısı altında geçti. Resme olan düşkünlüğüne rağmen babasının zoruyla, 1856’da girdiği Aix Resim Okulu’nu iki sene sonra bırakıp Aix Hukuk Okulu’na girdi. İnsanlarla kolay kolay ilişki kuramayan ve bu yanını “Ben tek başıma kalmak için yaratılmışım” cümlesiyle özetleyen ressam sert, kaba, bilerek hoyrat davranışları ile kendisini koruyan bir kabuğa bürünerek yaşadı. Hayatta güvendiği tek insan, babasıyla olan çekişmelerinde ara buluculuk yapan annesi oldu.
Paul Cezanne online resim sergisi’ne buradan ulaşabilirsiniz.
“Kimseyi umursamadan çalışmak ve dolaysıyla güçlenmek, sanatçının temel amacıdır; gerisi önemli değildir”
Paris’teki Güzel Sanatlar Akademisi tarafından resmin temel bir öğesi olan rengi, çizgiye ve gerçekçi tasvire fazlasıyla tercih ettiği, yani “özünde bir ressam değil boyamacı” olduğu gerekçesiyle defalarca reddedildi. Cézanne izlenimcilikten yola çıkarak yepyeni sanatsal ifade biçimlerine ulaşarak geç-izlenimciliğin (Post-Impressionism) en büyük ustası haline geldi.
Aynı zamanda 20.yüzyıl resminin (kübizm, fovizm, dışavurumculuk ve soyut resimin) temellerini atan bireyci ve yenilikçi bir sanatçı oldu. Modern resmin en önemli temsilcileri Cézanne’ı kendi gelişimleri içinde en önemli öncü olarak gördüklerini belirtirler. Gerçekten de onun yeni mekân anlayışı ve geleneksel perspektif kurallarına karşı duruşu resim sanatını yenilemiş, “özerk” resmin ve resmi geometrik unsurlara ayıracak olan akımların temellerini atmıştır.
Paul Cézanne monografisinde, eserlerinde resim sanatının sınırlarını zorlayarak modern resmin yolunu açan bir sanatçının kendine özgü dünyası vardır.
Paul Cezanne’nın yaşamı
Cézanne Aix-en-Provence’da doğmuş ve orada okula gitmiştir. 1859-1861 arasında hukuk okurken resim dersleri almıştır. 1861 yılında resim sanatını öğrenmek için Paris’e, çocukluk arkadaşı Emile Zola’nın yanına gitmiştir. İsviçre Akademisi’nde ve Louvre’da çalışmıştır. Renoir, Pissaro, Sisley, Guillaumin gibi sanatçılarla tanışmıştır. Delacroix, Courbet, Manet’ye karşı hayranlık duymuştur. Güzel Sanatlar Akademisi’nin giriş sınavlarında başarılı olamamış ve bu sebeplede Aix’e geri dönmüştür. Bütün zamanını resme ayırmıştır ve Salon’a gönderdiği bütün tabloların geri çevrilmesine karşın resim çalışmalarını sürdürmüştür. Eski İtalyan ustalarının yapıtlarını kopya ederek, portreler, natürmortlar ve bazen de manzara resimleri yapmıştır. Paris Salon jürisi Cézanne’in eserlerini gösterime sunmayı 1864’den 1869’a kadar her sene reddetmiştir. Bu nedenle Cézanne tablolarını ilk kez, Paris Salon tarafından reddedilmiş eserlerin gösterime sunulduğu Salon des Refusés’de 1863 yılında gösterime sunmuştur. Yaşamı boyunca eserleri nadiren gösterime sunmuş, sakin bir hayat yaşamış, belli başlı birkaç konuda resim yapmayı tercih etmiştir.
Bu dönemde yaptığı çalışmalar arasında Ressamın Babası, Zenci Scipio (1865, Sao Paulo Müzesi), Louis-Auguste Cezanne’in l’Evenement’i Okurken Portresi (1866), Pamuk Takkeli Adam (1865-67), Ressam Achille Emperaire’ın Portresi (1866), Zola’yı Okuyan Paul Alexiş (1869), Hasır Şapkalı Boyer’ın Portresi (1869-70) ve Magdalen ya da Elem (1866-68) adlı resimleri, Siyah Mermer Saat (1869-70, özel kol., Amerika) ve Teneke Çaydanlıklı Natürmort (1869-70) adlı natürmortları ve Estaque’da Eriyen Karlar (1870) ve Şarap Pazarı (1872) adli manzaraları sayılabilir. Bu eserlerde kalın renk katları ve siyah gölgeler dikkati çeker. Siyah, kahverengi, gri ve Prusya mavisinin ağır bastığı köyü ve kasvetli renklere ek olarak alışılmadık bir beyaz renk kullandığı görülür.
Cezanne’in Empresyonistlerle ve özellikle İsviçre Akademisi’nde tanıştığı Pissarro ile olan dostluğu onun dönük renkleri bırakarak Empresyonistlerin parlak, açık tonlu renklerini kullanmasını sağlamıştır. Kalın renk katmanları tekniğinden vazgeçip hafif fırça vuruşlarıyla noktalama yöntemine yönelmiş, pıhtılaşmış gibi görünen yüzeyler kullanmıştır. 1872-82 yılları arasındaki bu dönem Cezanne’in Empresyonist dönemidir. Modern Bir Olympia (1873), Asılmış Adamın Evi (1873, Louvre Müzesi, Paris), Yidizciçekleri (1875), Kırmızı Koltuklu Madame Cezanne (1877, özel kol., Amerika), Victor Chocquet’nın Portresi (1876-77), L’Estaque (1878-79, Louvre), Pontoişe’da Cote dü Jalais (1879-82) Kavaklar (1879-82) ve Maincy Köprüsü (1879, Louvre) gibi birçok ünlü eseri bu döneme aittir.
Cezanne’in izlenimciliğin kurallarından ayrılan sanatı hızla, daha yalıncı ama daha çok işlenmiş ve yapıya daha çok önem veren bir tutuma doğru gelişti. Tarzını düş gücünden ve gözlemlerinden kaynaklanan ögelerle zenginleştirdi. Desen gücü ile renklerin anlatım duyarlılığını birleştirdi. Klasik perspektif kurallarına pek uymayan Cezanne’in tutumu sonradan büyük ölçüde etkilediği Kübistlere öncü oldu.
Bu arada 1886 yılında Emile Zola ile L’Oeuvre isimli romanı yüzünden araları açıldı. Hortense Fiquet ile evlendi. Karısının Portreleri, Mavi Vazo ve Sepetli Natürmort (Louvre) Kırmızı Yelekli Çocuk (18900-95), Cezveli Kadın (1890-95, Louvre) ve Kağıt Oynayanlar (1890 yıllarında çeşitli versiyonları), Gustave Geffroy’un Portresi (1895) ve Bir Soytarı adlı tablolarıyla sanatı dengeye ve yetkinliğe ulaştı.
Çalışmalarında derinliği kaldıran sanatçı katlama bir perspektif uyguladı. Peppermint Lisesi, Elmalar ve Portakallar (1895-1900, Louvre) gibi natürmortları bu yönelisi vurgulayan başlıca yapıtlardır.
Sanatçının son on yıllık dönemi lirik dönemi olarak bilinir. Bu dönemde belli bir lirizme ve daha özgür fırça vuruşlarına yönelerek gösterişli ve cüretkar yapıtlar verdi. Aynı zamanda daha hızlı bir yöntem olan suluboya tekniğini de kullanıyordu. Eserlerinde henüz başlamakta olan kübizme özgü kesin akılcı yaklaşımın belirtileri seçilir. Aynı zamanda renkleri ve biçimleri lirik bir anlayışla kullanan Fovist akımın özellikleri de göze çarpar. Sainte-Victoire Dağı, Annecy Gölü (1896), Bibemuş’daki Kayalar ve Dallar (1904) ve Kara Sato (1904-06) adlı tabloları bu tarz çalışmalardır. Yaşamının son yıllarında gerçekleştirdiği Les Grandeş Baigneuses-Yıkanan Kadınlar (1902-06) adlı tablosuyla Cezanne’in sanatı doruk noktasına ulaşti. Bu tablo, ritmik kompozisyonu, kesin hatlarla üst üşte konulmuş düzlemleri ve resmin bütününün taşıdığı uyumla görkemli bir eserdir ve Picasso’nun hemen hemen aynı zamanlarda yaptığı Avignon’lü Genç Kızlar adlı tablosunu anımsatır.
Yıkanan Kadınlar(1906)
Sainte-Victoire Dağı(1904)
Cezanne’in yapıtları, özellikle 1907’de Paris’te açılan Salon d’Automne’dan sonra XX. yy. resminin en önemli kaynakları arasında sayıldı. Cezanne, sonradan modern resmin doğmasına yol açacak olan fovlar, kübistler ve soyut sanatçılar gibi yeni kuşağı büyük ölçüde etkiledi.
Cézanne, 1906’da fırtına esnasında dışarıda resim yaparken rahatsızlanmış, bir hafta sonra, 22 Ekim’de zatürreden vefat etmiştir. 20. yüzyıl modernistlerine göre Cézanne modern resimin babasıdır.