Oya Baydar: “Açlık grevleri şantaj ise idam tehdidi nedir?”

Üç beş yıl önce Başbakan Tayyip Erdoğan, yurtdışındaki bir konuşmasında üniversitelerdeki örtünme yasağına karşı çıkarken, “Başörtüsü yasağıyla genç kızlarımızın yüksek öğrenim hakkı ve özgürlükleri kısıtlanıyor. başörtüsünün ve yasağa karşı eylemlerin siyasî olduğu iddia ediliyor. Velev ki siyasî olsun…” gibisinden sözler söylemiş, o günlerde muhalefet cephesinden, özellikle de CHP’den, laiklik elden gidiyor salvolarıyla karşılaşmıştı.
O zaman da, tıpkı şimdi açlık grevleri karşısında düşündüğüm gibi, siyasî mücadele amaçlı da olsa haklı bir talep uğrunda demokratik yoldan mücadele meşrudur ve engellenemez diye düşünmüştüm. Şimdi de “Açlık grevi yapanların talepleri masum değil, hapishane koşullarıyla ilgili değil, örgütün siyasî dayatması” denildiğinde, velev ki siyasî olsun, kulak verilmesi, yerine getirilmesi gereken haklı talepler diyorum.

 

 Tayyip Bey’in hitap ettiği ve oy beklediği halk kitlelerini aşağılaması ve onlara cellatlığı yakıştırması gibi geliyor banaHapishanelerdeki PKK, KCK, BDP’li tutukluların 57. gününü dolduran açlık grevleri, Başbakan Tayyip Erdoğan ve çevresi tarafından Kürt hareketinin hükümet ve devlete yönelik şantajı olarak görülüyor. En sert açıklamalar bu cenahtan gelse de, AKP siyasal şantaj yorumunda yalnız değil, MHP de ondan geri kalmıyor. MHP sözcüleri ve bu çizgide yer alan bir alay ekran ağası, devlete şantaj yapılmaz diye yağıp gürlüyor, yetmedi AKP’yi PKK şantajına boyun eğmekle suçluyor. Artık ezberlediğimiz yorum: yer yer ölüm orucuna evrilmeye başlayan açlık grevlerinin örgüt talimatıyla girişilen siyasal bir zorlama olduğu, bu yüzden de demokratik ve meşru bir eylem sayılamayacağı.

Velev ki siyasî olsun…

Üç beş yıl önce Başbakan Tayyip Erdoğan, yurtdışındaki bir konuşmasında üniversitelerdeki örtünme yasağına karşı çıkarken, “Başörtüsü yasağıyla genç kızlarımızın yüksek öğrenim hakkı ve özgürlükleri kısıtlanıyor. :aşörtüsünün ve yasağa karşı eylemlerin siyasî olduğu iddia ediliyor. Velev ki siyasî olsun…” gibisinden sözler söylemiş, o günlerde muhalefet cephesinden, özellikle de CHP’den, laiklik elden gidiyor salvolarıyla karşılaşmıştı.

O zaman da, tıpkı şimdi açlık grevleri karşısında düşündüğüm gibi, siyasî mücadele amaçlı da olsa haklı bir talep uğrunda demokratik yoldan mücadele meşrudur ve engellenemez diye düşünmüştüm. Şimdi de “Açlık grevi yapanların talepleri masum değil, hapishane koşullarıyla ilgili değil, örgütün siyasî dayatması” denildiğinde, velev ki siyasî olsun, kulak verilmesi, yerine getirilmesi gereken haklı talepler diyorum.

Kendimizi de birbirimizi de kandırmaya çalışmayalım. Bu yazı yazıldığı sırada hâlâ binlerce tutukluya yaygınlaşarak sürmekte olan açlık grevleri, evet, siyasal amaçlıdır. Kimilerinin iddia ettiği gibi, başka ülkelerde örneği görülmemiş falan da değildir. Duvarlar, parmaklıklar arasına kıstırılmış olan, kendilerini ifade olanakları bulunmayan, özgürlüklerinden yoksun insanlar, bağlı bulundukları siyasal örgütün, grubun, cemaatin çizgisi doğrultusunda, siyasî taleplerini açlık grevi yoluyla da dile getirirler. Burada uzun uzun hapishane psikolojisinden, oralardaki ruh halinden söz etmeye olanak da, gerek de yok. Yaşayanlar bilir. O koşullarda kişi daha da militanlaşır, örgüt veya cemaat bağımlılığı daha da pekişir, çünkü ister dinsel, ister ideolojik ve/veya siyasal olsun, inancı ve örgüt aidiyeti onun tek sığınağıdır. Açlık grevi veya benzeri pasif direniş biçimleri, örgüt kararıyla olduğu kadar, hatta daha fazla koğuşlarda, bazen bir kişinin önermesiyle alınır, sonra dalga dalga yaygınlaşır. Bu dalganın önünde durmak da güçtür gerçekten.

İnsan hayatının değerine inanılıyorsa; örgüt talimatıdır, zorlamadır, siyasîdir gerekçelerine sığınmadan haklı talepler doğrultusunda vakit geçirmeden atılacak adımlar, daha da önemlisi kullanılacak yapıcı dil (ki bu insani dilin örneğini Hükümet Sözcüsü Arınç verdi) sorunun çözümüne doğru önemli bir adım olur. Üstelik, örgüt çözümsüzlük ve çatışma siyaseti güdüyorsa, bunun açığa çıkmasını da sağlar.

Kim Kime Şantaj Yapıyor?

“Bu açlık grevleri siyasî amaçlı, devlete şantaj yapılıyor” korosunun iki as solisti Başbakan Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’ye sorulması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum: Örgüt, taleplerinin hayata geçirilmesini sağlamak için ölüm oruçlarıyla şantaj yapıyorsa, sizin tepemizde yağlı urgan sallayarak, idam cezasının geri getirilebileceği izlenimi yaratarak yaptığınız nedir? Sadece Kürt hareketine, Kürt halkına değil hepimize, bütün topluma, demokratik gelişme umuduna, insan yaşamına değer veren çağdaş devlete karşı, çok daha ağır ve iğrenç bir şantaj değil mi bu?

“Fazla ileri gitmeyin, kafamızı kızdırmayın, bizim ihsan ettiklerimiz dışında talepler ileri sürmeyin, size ne kadar özgürlük, ne kadar hak lazım bizler biliriz, istediğimiz kadarını veririz, fazlasını istemeyin yoksa idamı yeniden yasalara koyar, liderinizi de, hepinizi de asarız demek şantajın en kanlısı, en kötüsü değil mi?

Bu ülkede yakın tarihte gerçekleştirilebilmiş en önemli adımlardan biri olan idamın kaldırılması kararıyla övünmek yerine, sanki suçmuş gibi, sen kaldırdın, hayır sen kaldırdın, diye dalaşanlar gerçekten de insanın midesini bulandırıyor. Şimdi yargılar gibi yaptığınız, sözde karşı olduğunuz darbeciler de, Ergenekoncular da pek kızmışlardı idam cezasının kaldırılmasına. “Asmayalım da besleyelim mi sözü” kara bir leke olarak geçti tarihe. Şimdi, Başbakan’ın ağzından çok daha kötülerini duyuyoruz. İdam cezasının yasalardan kaldırılmasının “maalesef” dış baskıyla gerçekleştirilmiş kötü bir şey olduğunu öğreniyor halkımız. Başbakan, “Araştırma yaptırdık, halk idamın geri gelmesini istiyor” derken bu sözlerin sorumluluğunun farkında değil. İdam kararları ve infazlar açısından zengin olan siyasal tarihimizde, idam sehpalarında can verenlerin gün gelip devran dönünce nasıl kahramanlaştıklarını hatırlamayı bile beceremiyor.

Doğu despotizminin “Asacaksın şöyle birkaç kişiyi” zihniyetiyle yetiştirilmiş, demokratik kültürle henüz tam buluşamamış insanlar, idam cezası geri gelsin mi gibi sorular karşısında evet, gelsin diyebilirler. Bu yüzden de temel insan hakları, en başta da yaşama hakkı referandumlara konu olamaz, çünkü bu siyasi bir tercih değil insan yaşamının oylanmasıdır. Ayrıca, halkın çoğunluğunun idamdan yana olduğunu söylemek de, Tayyip Bey’in hitap ettiği ve oy beklediği halk kitlelerini aşağılaması ve onlara cellatlığı yakıştırması gibi geliyor bana. Gerçek bir lider, kitlesini caniyane duyguların esiri saymak ve onların bu ilkel yönünü sıvazlamak yerine, etik olarak da, siyasî vicdan açısından da onları yükseklere taşımayı amaçlar. İdam cezasını kaldırmakla övünür, geri getirme tehditleriyle değil.

Yakında bu ülkede, devlet marifetiyle cinayet işlemek olan ölüm cezasının asarak mı, zehirli iğneyle uyutarak mı, yoksa idam yanlısı çevrelerin pek meraklı oldukları atalarımızın yöntemleriyle kazığa oturtarak mı infaz edilmesinin daha fazla oy sağlayabileceği tartışılmaya başlanırsa, hiç şaşmayacağım.

t24

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial