Mihail Aleksandroviç Şolohov’dan bir öykü ‘Güneyde’ | “O taş yürekliler bunlardı işte”

Karanlık dumanlar çıkararak tüten cüruf yığını piramidinin üzerinde yükseliyor gün. Kar üzerine düşen açık mor gölgeler olağanüstü hızlarla yer değiştiriyor; birden küçük madenci kulübelerinin damları, kırağılanarak resimlenmiş tek camlı pencereler, yol kıyılarındaki çınarların karlanmış dalları, ve uzak gök mavisi, yokuşların karlı dorukları ve kızakçıların pürüzsüz cilaladığı yolun parıltısı, dayanılmaz bir güzelliğe bürünüyor.
Doğudan batıya uzanan geniş anayol boyunca siyah insan dizileri ilerliyor. Dizilerden birinin en son sıralarından biriki adam yavaşlıyor, yürürken ev malı tütünlerini sarıp yakıyorlar. Yol arkadaşım soruyor:
” Kim bunlar? Savunma siperleri kazmaya mı gidiyorlar ?”
Evişi tütününden derin bir nefes çekerek, tıknaz, geniş omuzlu, yağlıyamalı bir ceket giymiş biri yanıtlıyor:
“Bizi sorarsan, Don Havzasının ustalarıyız biz, bombalanmış ve sel basmış ocakları düzene koymaya gidiyoruz. Anladın mı şimdi ?”
Diziyi geçmek için koşuyorlar, donmuş kar üzerinde adımları, ocaklarını yeniden açmaya giden Don havzasının bu gerçek ustalarından yüzlercesinin adımlarının çıkardığı gizemli gümbürtüde yitiyor.
Sıralarda kocamış ocak işçileri, yaşlı adamları ve çocuklar da var. Üretimi başlatmak için dönen şu hafif kambur orta yaşlı usta Don Havzasının geçmişini canlandırırken, diğer genç maden işçileri ve henüz olgunlaşan şu çocuklar onun bugününü ve geleceğini temsil ediyorlar. Ama gençliklerinin en parlak çağlarını yaşayanları burada yürüyenlerin arasında göremiyoruz : genç ve güçlü olanlar çok uzakta, batıdalar; Provalov tümeninde, Kızılordunun sayısız kollarında doğup büyüdükleri Don Havzasının kurtuluşu için dövüşmekteler, kendi ülkelerinin utkusunu kazanmaktalar.
italyanların ağır topları gümbürdüyor. Topçumuz yanıtlıyor onları. Gece boyunca tümüyle dinmedi çatışmalar, sabahleyin de daha güçlü yenileniyor. Don Havzasındaki italyanlar ve Almanlar öfkeli bir çaresizlikle direniyorlar şimdi. Sıcacık kulübeleri bırakıp gitmek , yerleşim bölgesindeki bol yakıttan ayrılmak, alçak esen meltemlerin uğursuz ıslıklar çaldığı, iliklerine dek işleyen vahşi yellerin ateş gibi yaktığı karlı bozkırlara kaçmak zor geliyor onlara.
Ama yararı yok, kaçmaları gerek. Birliklerimizin yarattığı kasırgada konumlarını gittikçe daha sık değiştiriyor, kaçarken yollar boyunca top ve erzak bırakarak apar topar batıya doğru gidiyorlar.
Güney cephesinde, diğer cephelerden daha çok belki, çeşitli yapıda, çok değişik diller kullanan insanlara oldukça sık raslanıyor Faşist Ordu içinde. Güçlerimizce tutsak edilenler hangi ülkeleri temsil etmiyordu ki ? Daha kısa zaman önce Ukranya’nın sıradan halkına işkence etmiş olan bu silahları alınmış pislik yığınlarının içinde Almanlar İtalyanlar ve Romenler ilk sıralarda , Macarlar ve Finliler de var aralarında.
…Kulübelerden , hücrelerden, karanlık yerlerden
bir oymaklar, diller, koşullar
giysiler ve yüzler karışımı
akıp gelmişlerdi yağmaya…
Gerçekten de, o eğri büğrü kollu faşist gamalı haçın altında biraraya gelen bu leş kargası çetelerinin tek amaçları var soygun ve yağma, insanlıkdışı eylemleriyle gülbahçesi beldelerimizi vahşet alanına çeviren bu katiller, kundakçılar ve yağmacıları anmış dizelerinde Puşkin.
Bu korkunç aileyi birbirine bağlayan
Tehlike, kan, sahtekarlık ve namussuzluktu
O taş yürekliler bunlardı işte
Suçluluğun tüm sınırlarını aşanlar
Onlar ki soğukkanlılıkla boğazladılar
Dulları ve umarsız yetimleri
Onlar ki eğlendiler bebelerin iniltileriyle
Acıma nedir bitmediler
Bir delikanlı nasıl giderse sevgilisine
Öyle gittiler katletmeye
Tutsak edildiklerinde dış görünüşleri, gözle görülür biçimde değişiyor. Burada, bu geniş odalarda soğuktan tüyleri diken diken kızaran ellerine hortluyorlar. Sakalları uzamış kirli yüzleriyle bitkin görünüyorlar. Gözleri öylesine bir üzünç dışa vuruyor ki, bir an insan sanıyorsunuz bunları .Uzun yıkanmamış bedenleri ve yağlı üniformalarından ekşi bir köpek kokusu yayılıyor, italyan Bersaglileri’nin şapkasının üstündeki çamura batmış horoz teleği halsizleşmiş, sarkıyor. Siperlerinde otururken bitlenen bu Faşistlerin dahaönceki mat, küstah özgüvenlerinden iz yok, yel alıp gitmiş gibi. Kimbilir hangi kollektif çiftçinin karısında aldığı yün çoraplar giyinmiş bir italyan subayı ellerini uzatmış sigara dileniyor, beş gündür sigara içmediğini geveliyor karışık bir sesle.
Şimdi böyle görünüyorlar işte. Ama gelin bir de onlara değişik koşullarda tanık olmuş birine bırakalım sözü. Kısa zaman önce faşistlerin tutsaklığından kaçmış olan yaşlı kollektif çiftçi kalisniçenko, ağır ağır anlatırken, açık yakası kendisini boğuyormuş gibi, sürekli parmaklarıyla genişletmeye çalışıyor:
“… öğle sonrası geç saatte birtakım motorsikletliler girdi köye. Onları altı tank izledi, onların ardından da cemselerle ve yaya piyadeler. Bunlar geçip gitti. Gecenin çökmesine az kala özel bir müfreze geceyi geçirmek için kaldı. Her bir miğferlerinin yan tarafında kara kıvılcım imleri vardı, hepsi de dev birer şeytan gibi görünüyordu.
” Sonra öyle şeyler olmaya başladı ki, nasıl anlatayım ? o denli acı anlatamam belki. Kızlarımızı sürüp okula götürdüler; kimisi karlarda sürüklediler. Diledikerince eğlendiler onlarla, sonra üçünü öldürdüler: Marta Solokhina, Dünya Filipenko ve komşu bir köyden genç, evli bir kadın. Onları okulda öldürüp avluya sürüklediler, sonra tam verandanın altına çaprazlama üstüste yığdılar.
“Bütün gece kuduz köpekler gibi köyün altını üstüne getirdiler, tavukları ve davarları boğazlayarak kadınlara zorla pişirttirdiler, kilerleri, kadınların göğüslerini aradılar. Köyde yangın çıkmış gibiydi. Sığırlar Doğuruyor, köpekler uluyor, kızlar can verircesine ağlaşıyordu. O denli ölümcüldü ki gürültü, avluya çıkmaya bile korkardınız, inanın bana.

” Sabah a doğru yavaş yavaş kesildi sesler. Şafakta bahçe kapısından dışarı çıktım. Baktım, komşum Trofim Ivanoviç yanında devrilimş bir kova , ölü yatıyor. Geceleyin su getirmek için dışarı çıktığında vurmuşlar, onların yasalarına göre köy sakinlerinin işemek için bile dışarı çıkması yasak. Sabahleyin başka birini, oniki yaşında bir çocuğu vurdular.
Bir motosiklete bakmak için yaklaştı çocukların her zaman ilgisini çeker böyle şeyler ve faşistin biri verandadan tabancasıyla nişan alarak vurdu çocuğu. Ölüyü gömmeye izin vermemişler. Annesi yerde yatan oğlunu gördü. Pencereden bakıyordu, ve birden ölü gibi yığılıp kaldı. Evdekiler üzerine su dökerek ayılttılar. Hepimiz toplanmak üzere dışarı çıkarıldığımızda da çocuk orda öylece duruyordu. Geçerken görünce onu… Öylece yatıyordu, büzülmüş, donarak toprağa kaynamıştı. Kızlar okulun önünde yatıyordu; etekleri telefon telleriyle başlarına bağlanmış, bacakları tümden yara bere içindeydi: Okulu geçmek için uzun bir yolu dolanmak gerekiyordu.
Ancak bu müfreze gittikten sonra ölüleri toparlayabildik.” Yaşlı adam uzattğımız sigarayı dalgın dalgın aldı, bir süre döndürüp durdu elinde, kısa bir suskudan sonra öyküsünü sürdürdü :”Benim kulübeye dört adam yerleştirdiler, ilk gün bir domuz , iki de koyun boğazladılar. Birazını hemen orada yediler, kalanını da birlikte götürdüler. Koyunların postlarını da aldılar. Sabah olunca göğüsleri ve kilerleri aradılar. Gözlerine kestirdik, leri her şeyi alıyorlardı. Bir yığın şey aldılar, son gün kürklü çizmelerimi bile aldılar. Tümü gitmek için giyinmişti, motorları çalışıyordu, birden yenlerinde şeritler olan genç bir oğlan kürklü çizmelerime bakıp eliyle imledi :” Çıkar, onları !” Son çift çizmemden ayrılmaya gönlüm elvermiyordu ; nolur almayın gibi birşeyler mırıldandım; ama kancığın oğlunun kuduz gibi beyaz kesti yüzü, bir mavzer kapıp süngüsünü boğazıma dayadı, birşeyler bağırdı havlar gibi. Gözyaşlarına boğulan yaşlı kadınım bana bağırdı:
“Çıkar şunları! Çabuk çıkar şunları, seni öldürür yoksa !” ” Ama ben korkuyordum; susmuş, eğilemiyordum. Tüm düşünebildiğim şuydu :” Evet., sonum geldi.” Faşist böğrüme bir tekme vurdu, sertçe geriye devrildim, zor soiuk alıyordum. Ağzım alabildiğine açılmıştı, ama soluk alamıyordum, gözlerimin önünde herşey karardı. Yaşlı kadınım koşarak geldi ve genç bir kadın çevikliğiyle kürklü çizmelerimi çekip çıkardı ve faşiste uzattı. Yine süngüsüyle gövdemi nişanlamıştı.Ama karımın ellerinde çizmeleri görünce nedense bıraktı beni. Botları aldı, yüzüme tükürdü ve giymeye başladı. Kapıda dikilmiş duran diğerleri gülüyorlardı. Uzun oğlan kürklü çizmelerimi giydi, kendininkileri bir çantaya yerleştirdi. En önde kalkıp giderken ağzının kenarlarında hoşnutsuz bir gülümseme vardı.
” Diğerleri de çıktılar, ama az sonra başka bir güç girdi köye. Ve tümü de aynı biçimde davrandılar, birkaç gün içinde köyümüz çırılçıplak soyulmuş, kaynak yumurta gibi kabuksuz kalakalmıştı.”
” Tam bir ordu !” Birden söze karışan genç, çilli ve neşeli görünümlü bir teğmendi.
” Orduları yok onların !” dedi yaşlı adam öfkeyle.” Belki eskiden vardı, ama şimdi yok. Ben ordu falan görmedim. Ben kendim de orduda hizmet verdim, Japon savaşında da dövüştüm, bu Almanların babalarına karşı da; Ordu disiplinini bilirim ben, sözlerime gücenmeyin ama, ben böylesini hiç görmedim.
“Eskiden askerler soygun yapıp topbalarını çapulla doldurup götürebilir miydi ? inkarın anlamı yok, biz de yiyecek alırdık. Ama bebelerin kundaklarına dokunmazdık, yaşlıların giysilerin ve çizmelerini çekip almazdık, küçücük çocuklarla dövüşmezdik, kadınların ırzına geçmezdik. Ama onlar bugün çekinmeden herşeyi yapıyorlar. Herşey mubah onlara, kafalarına eseni yapıyorlar. Sonra , bir ordunun düzenli giysileri olmalı. Oysa bunların giysilerine bakın : biri palto giymiş, bir diğeri komşunun elinden çekip aldığı bir koyunderisi yelek, bir üçüncüsü gri kumaştan sıradan bir kadın ceketi geçirmiş üniformasının üstüne. Doğallıkla tümü silahlı; yol kesen eşkiyaların da silahları yok muydu ?
” işte böylece sürekli pansiyonerlerim oldu kulübemde. Bir gün birileri, öbür gün başkaları; tümü de değişik ülkelerden. Biri ” ben Polonyalıyım” der, bir diğeri” ben Macarım” der, Kimi hiçbirşey söylemez. Ama ben bunların gizli kapaklı davranışların
62
dan açıkça Nazi olduklarını anlardım. Evet, söylediklerine inanmazdım. ” Yalan söylüyorsunuz” derdim kendi kendime ” iblis sürüsü sizi ! Siz Polonya’lı değilsiniz, siz Macar değilsiniz. Polonyalı olsaydınız Polonya için dövüşürdünüz, Macar olsaydınız Macaristan için. Oysa siz bir gübre yığını üzerinde büyüyen adi bir mantar türüsünüz , tümünüz aynı boktan havayı soluyorsunuz.
” Bir gün gedikli subaylarından biri benim kulübeye gelip kendini Macar olarak tanıtan bir askere hızlı hızlı birşeyler söyledi. Tek söz bile anlamadığını görebiliyordum; omuz silkip ellerini yana açtı, gözlerinde tam bir aptal bakışı vardı. Sonra macar kendi dilinde birşeyler takırdadı, gedikli de ayağa fırlayıp kızgınlıktan deliye döndü. Yüzü kıpkırmızı oldu.
” Nerdeyse burun burunaydılar keçi gibi : ikisi de birbirlerini anlamadan fanfinfon edip durdu. Kendi aralarında ortak bir dilleri yoktu. Ama iş yağmaya geldiğinde tek bir dili vardı tümünün: ekmek, süt, yumurta, patates,” ver şunu”, “kaput” diyebiliyordu tümü. Her biri de süngüsüyle ölüm tehdidi savuruyor, ya da bir kutu kibrit salyarak yakıp yıkacağını söylüyordu. Ve siz buna ordu diyorsunuz ! Tümü aynı hapishaneden çıkmış gibi görünen bu heriflere nasıl ordu denir ?
Dışarıda, donan gece büzülüyor. Sobadaki, kömür korlaştı. Yaşlı adam’yatağın baş ucunda eskipüskü bir koyun derisi ceket aldı, gürültüyle inleyerek giymeye başladı. Bir kolu yenin içinde durarak inatla yineledi:
” Ordusu yok onların, size söyleyeyim !”
Teğmen dönerek saygıyla konuştu :” doğallıkla, haklısın baba; ama onların da uğruna dövüştükleri bir düşünceleri var.”
Yaşlı adam üzerinde deri ceketiyle kaldı bir an. Sonra şaşkınlığından kurtulmak ister gibi kızgınlıkla sordu :
” Ne düşüncesi ? Düşünceleri falan yok onların, uymuyor onlara bu söz.”
” Bir düşünceleri var ama” diye açıkladı teğmen, gözlerinde zor algılanabilen bir parıltıyı gizleyerek.
Yaşlı adam yatağa oturup , konuşmaksızın teğmenin yüzüne baktı, grikızıl kaşlarını çattı :” Öyleyse anlat bakalım, teğmen yoldaş , neymiş düşünceleri ? Biliyorsun ki iyi bir eğitim görmedim ben, belki de sözcüğü tamamıyla anlamıyorum.”
” Kızma baba” dedi teğmen gönül alıcı bir tonla .” Onların düşünceleri tam senin söylediğin gibi. Beş gün kadar önce bir kamplarını sardık onların; otuzu aşkın kağnı vardı yanlarında. Kağnıların çevresine yatıp ateşe başladılar, işleri bitmişti, kaçamazlardı, teslim de olmuyorlardı ama. Yanıbaşında az zaman önce destek güçlerimizin bir parçası olan bir güce katılmış genç bir asker yatıyordu . Kendilerini umutsuzca savunduklarını görünce bana dedi ki:” Onların faşist düşünceli olduklarını söyleyebiliyorsun , teğmen yoldaş. Bak, teslim olmayı yadsıdılar.” .” Tamam” dedim,” duman edeceğiz onları, sonra nemene düşünceleri olduğunu görürürüz.
” Evet, dediğim gibi duman ettik onları, son adamlarına kadar öldürdük onları ve bohçalarını balyalarını inceledik. Bu grup geri çekilmekteydi, yaralılar dışında cephe gerisine ne gönderdiklerini de biliyoruz hepimiz. Balyanın birini çözdük, çocuk çizmeleri, metrelerce kumaş ve diğer malzeme, kumaş ya da kürklü kadın ceketi , çantalarda buğday ve daha bir yığın şey. Açtığımız ikinci bir balyada da aynı türden eşya vardı. Nazilerin düşüncelerinden kuşku duyan askeri çağırttım : ” Balyalarında ne olduğunu gördün mü ? “dedim. “Evet”, “iyi öyleyse” dedim, “Uğruna savaştıkları tüm düşünceleri bunlar işte. Tüm düşünceleri işte bu içlerinde kumaş doldurulmuş torbalar, anladın mı ?” ” Şimdi anladım “dedi Kızılordu adamı gülerek.
Yaşlı adam teğmeni dikkatle dinlemişti; şimdi konuşurken sesinde gizlemediği bir üstünlük tonu vardı :
” Sen bir subaysın ama, oğlum, böyle değil bu iş. sen düşüncenin ne demek olduğunu bilmiyorsun, sana ben söyleyeyim. Bizim kollektif çiftliğin başkanı Ivan Ivanoviç Çerepitsa dedi ki” Yurttaşlar, bir düşüncem var, kurudere’nin önüne bir bent yapalım ki sazanlar gölette toplansın.” Tüm köy işe girişti, ve savaştan hemen önce, kendimize ayırdıklarımızı saymazsak, birbuçuk ton sazan taşıdık pazara.
” Ya da şöyle dedi :” Evet, kollektif çiftlik yurttaşları, türbinli bir değirmen kurma düşüncesine ne dersiniz ?” Ve zamanı geldiğinde değirmen hazırdı, komşu kollektif çiftlikler bile tahıllarını öğütmeye bize getiriyordu. Aynı şey bir arıevi düşüncesi için de, Silezya koyunları için de. Çiftliğimizin daha bir yığın işi için de gerçekleşti.
” Şimdi anladın mı düşünce sözcüğünün ne demek olduğunu ? Sevgili oğlum, o halka yarar sağlayan bir şey demektir. Ama sen bu sözü götürüp yağma’ya bağlıyorsun. Yağma , buna yağma denir ancak ! Faşistler yağma yapıyor mu ? Çok mu yapıyor bunu ? Demek ki” düşünce” sözcüğü onlara uygulanamaz, faşistlerden sözederken bunu kullanmak da doğru değil, bu köpoğulları ancak kirletir onu. Siz gençsiniz, bazı şeyler vardır ki asla anlayamazsınız. Söyleyeyim sana!”
Düşman henüz umutsuzca tutunmaya çalışıyor, bir taarruzundan bile sözediyorlar. Ama bahar geldiğinde düşman geçen yıl topraklarımızı çiğneyen Nazilerin aynısı olmayacak. Onlar Kızılordunun amansız kasırgası karşısında eridiler, toparlanma ümitleri kalmamacasına eridiler. 60. motorize tümen 160. komando taburu üçüncü alayından tutsak çavuş Wilhelm Wojzik söyle diyor:
” ‘Eve dön ve ‘Almanya’ya geri dön’ sözleri tüm askerlerin parolası oldu.”
Birazcık gözlem yapabilmiş olan bu çavuşa , taburuna verilen yedeklerin durumu hakkında sorular soruldu. Ve açıkladı :” ihtiyat askerlerinde yeni bir durum çıktı ortaya: sürekli suskunlar ve bir sürü tütün içiyorlar.”
ilginç bir durum!

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz