Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz.
Emekten, yalnız kendinizi anladınız.
Susup kaldığınız olmadı hiç.
Arkanızı döndüğünüz, yoktu.
Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı.
Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı.
Ara sokaklara gitmediniz hiç.
Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir.
Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez.
Avlu Genişliği
Sizin evleriniz var, büyük.
Sıkıntı diye soyunduğunuz dünya, eşiklerde.
Çocuğunuz odalarda bir gün kapalı kalmadı.
Habersiz girmedi kapınızdan kimse.
o masal hâlâ uyumanız için.
Gittiğiniz hiçbir toplantı suç sayılmadı.
Başkası için itiraz etmediniz kimseye.
Üniforma son sözünüz, içinizden giydiğiniz.
Emekten, yalnız kendinizi anladınız.
Susup kaldığınız olmadı hiç.
Arkanızı döndüğünüz, yoktu.
Bir coğrafya bilgisiydi ülkeniz, sıkıcı mı sıkıcı.
Birinci erdeminiz görmemekse, ikincisi unutmaktı.
Ara sokaklara gitmediniz hiç.
Anneniz ne karakol, ne hapishane bilir.
Bir kadını topuklarından öpmediniz bir kez.
Akşam kötü bir duygu, bir türlü çözemediğiniz.
Kimsenin yalnızlığı düşmedi eşiğinize.
En büyük dil sizin konuştuğunuzdu.
Babanızı bir gün üzmediniz.
Gülmüyordunuz, küçümseme düğün ediyordu.
Turnalar uçmadı sesinizde bir kanat.
Utanan biz olduk uzaklığınızdan.
Bir kara leke halk, her adımda üstünüze sıçrayan.
Gençlik, büyüyen tehlike siz yaşlandıkça.
Sayılar ve sayılardı en büyük okumanız.
Sevinciniz öyle tenha ki üç kişi olamıyor.
Bir namludan içeriye bakmadınız hiç.
Hep bir şenlikti çarşılardan dönüşünüz.
Vurulmuş kimse yok aile fotoğrafınızda.
Biz çoktuk ama çıkan sizin sesinizdi.
Ve biz sizden bir avlu genişliği bekledik…
Size kim, neyi, nasıl
Aynı dilde mi kederlendik sahi
Aynı yüzyıl mıydı şu yaşadığımız…
Şükrü ERBAŞ
İtiraz
Ben gidip hayal kuracağım
Siz oturup gerçeğinizi sevin.
Kesildi sinema afişlerindeki rüzgâr
Meylettiğim aşk da evlilik sonunda.
Eriyen karlar gibi gülümseyenim
Geceden başka ışığı yok anıların.
Her iç çekişte biraz daha çoğalıyorlar
Yanlızlar bir daha bir daha pencerelerde.
İnsan bir mendille gezmeli hayatı
Ne zaman ağlayacağı bilinmez ki.
Yaz tarlam, basma entarim
Yoksul bütün aşklar kâküllerinden sonra.
Şükrü ERBAŞ
Senin korkularını benim inceliğimi
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Şükrü Erbaş
Deniz’e
“Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü. ”
Nazım Hikmet
Sen Deniz’ din. Uzun boylarımızdın. Evlerimiz yalnız düşmüş harflerdi. Üstümüzde bizim olmayan bir hayat. Kuyularda masaldık. Gecemiz yoksul güne unutma sürmesi. Dünyayı gören rüyamızdın.
Sen Deniz’din. Uyanan sesimizdin. Gözlerimiz ellerimizde biterdi. Uzağımız yine bizdik. Sözlerin birden kalabalıktı. Sözlerin şehre inmiş kenar mahalleler. İyiliğin sabahına mavi haritamızdın.
Sen Deniz’din. İpe değil yıldızlara çekilmiş onurumuzdun.
Ekmeğimiz korkuyla acıydı. Başkasını bilmezdik. Aklımız keçeleşmis bir geçmiş. Gövdemize gelecek zamanları düşür
dün. Karıncalaşmış özgürlüğümüzdün.
Sen Deniz’sin. Bize sonsuzluğu öğretensin. Kaç bin kadın, kaç bin erkek, kaç bin çocuk, muradından doğurdu seni. Ölümünü aldık, hayatını verdik. Parmaklarımız cesaretin mumları. Seni anladık, seni çoğaldık, seni ışıdık…
Şükrü ERBAŞ