Hikaye anlatıcılarına bir övgü: Hüseyin Karabey’in yeni filmi “Were Dengê Min (Sesime Gel)

sesime gel
Hüseyin Karabey’in yeni filmi “Were Dengê Min (Sesime Gel)” İstanbul Film Festivali’nde bugün 19.00 seansında sinemaseverlerle buluşuyor. Karabey, filmde 90’lı yıllarda yaşanan Berfê ana ve Jiyan’ın trajik hikayesini, Kürt kültürünün önemli bir parçası olan, köyden köye gezerek hikâyeler anlatan ve şarkıcılık yapan dengbêjler üzerinden aktarıyor.

‘Bu benim ayıbım değil’
Hüseyin Karabey tarafından çekilen ve çoğunluğu Kürtçe olan “Were Dengê Min” adlı filmin yönetmeni Kürt sinemacı, fakat Kürtçe’yi bilmiyor. Bu duruma ve filme dair Deutsche Welle Türkçe Servisi’nin sorularını cevaplayan filmin yönetmeni Karabey, “Bu benim ayıbım değil. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtleri asimile etme politikasının bir sonucudur. Ne yazık ki benim gibi binlerce insan var. Ama bunun özellikle belirtilmesi gerekir ki, gelecek kuşaklar için bir tür önlem olsun. Nasıl Almanya’dakiler geçmişte onların dedelerinin işledikleri suçları genç kuşaklara ısrarla anlatarak bir daha olmamasına çalışıyorlar, bize de aynısı gerekiyor. Yani şöyle: Üzerini kapatma da olmamalı; bu en az iki üç kuşak anlatılmalı, bu kuşaklar bu gerçekle büyümeli ki, bu ülkede insanlar artık acı çekmesin; insanlar artık birbirine zulüm etmesin ya da o zulüm yaşanırken bazılarımız susmasın” şeklinde konuşuyor.

Sesime Gel Fragman | sinemalar.com

‘Geri dönmek dönmek isteyen anlayabilirsin’
Filmin geçtiği yerler ise doğal güzellikleriyle, dağları, bitki örtüsü, gölüyle bir cenneti andırıyor. Karabey, filmlerde insan hakları ihlalleriyle ilgili hikayelerin genelde kötü koşullar altında yaşayan insanların başına geldiğini hatırlatıyor ve kendi filmiyle bu klişeyi değiştirmek istediğini söylüyor: “Bu filmi seyrettikten sonra köyüne dönmek isteyen insanların neden geri dönmek istediğini anlayabilirsin. Ama televizyondaki o aptal dizileri ya da o saçma sapan haber programlarını izlersen ‘Ya ne gerek var işte, şehirdeler zaten, burada kalsınlar’ dersin doğal olarak. Bu manipülasyonun en basit yolu.

‘Fark etmediğimiz gücü fark etmek zorundayız’
Karabey, filminde anlattığı acı hikayeye rağmen Türkiye’nin geleceğinden umutlu. “Biz değişime inanmak zorundayız. Fark etmediğimiz gücü fark etmek zorundayız” diyen yönetmen, “Eğer bu ülkede barış isteyenler çoğunlukta olmasaydı, biz defalarca bölünmüştük. Nefret tohumları çok ekilmeye çalışıldı. O yüzden çok iyimserim bu konuda. Yeter ki unutmayalım” diye ekliyor.

Düğün salonunda kameramanlık
Hüseyin Karabey, sinema yapmaya karar verdiğinde üniversitedeki iktisat eğitimini bırakmış ve sinema öğrenmek için yaptığı ilk iş, bir düğün salonunda kameramanlık olmuş. Sonra Mezopotamya Kültür Merkezi’nde sinema bölümünü kurup, oranın hem öğrencisi hem de organizatörü olmuş. Ardından da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nden mezun olmuş. Oyuncu yönetimini öğrenmek için dört yıl tiyatrolarda çalışmış. İnsanlarla, insan hakları ihlalleriyle ilgili belgeseller çekmiş. Filmde birlikte çalıştığı amatör oyuncuları yönlendirmeyi çok iyi başarıyor Karabey. Ancak Berfê rolünde harikalar yaratan Feride Gezer, onun için ayrı bir talih olmuş. “Feride Anne” diye hitap edilen Gezer’in eşi, Wan İnsan Hakları Derneği’nin 15 yıldır başkanlığını yürütüyor. Yönetmen, “Hakkari’den bu yaşanan olaylardan dolayı Wan’a göçen bir aile. Ailede bedel ödemiş çok insan var. Aslında Feride Anne biliyor her şeyi. Zaten senaryoyu kendisi okumadı. Ben anlatıyordum, o, ‘Tamam, oğlum, bunlar zaten bizim yaşadığımız şeyler. Fazlası var ama eksiği yok’ diyordu. Ama ekstradan çok da şanslıymışım. Gerçekten Feride Anne’nin içine bir oyuncu kaçmış. Marlon Brando’ya eşit görüyorum onu” diyor.

Gündem Gazetesinden Önder Elaldı’nın, Hüseyin Karabey ile yaptığı “Sinemanın dengbêjleriyiz” başlıklı söyleşisinden bir bölüm

– Senaryoyu yazarken nasıl bir yöntem izlediniz. Hikaye gerçek hayatla mı ilgili yoksa kurgusal mı?
Gözaltında silah istenmesi hikâyesini defalarca duydum. 80’lerden bu yana yaşanan bir süreç. Daha korkunçları da yaşandı. Bizzat bu durumu yaşamış insanlardan dinledim. Askerler köye geliyor, köylülerde olmayan silahları istiyor, bulamıyor. Silah getirmeleri karşılığında onları rehin alıyor. Köylüler de çaresizlikten askerden silah alıp tekrar onlara veriyor. Daha sonra hikaye başka bir yöne kaymaya başladı. Askerlerin halka çektirdiği azabı göstermeye çalıştım. Bunu da nine ve kız torunu üzerinden anlatmak istedim. Silah orada başka bir objeye dönüşüyor. Öldürmek için aranan bir şey değil de kurtarmak için kullanılıyor. Dengbêj hikayeleri konusunda Abidin Parıntı ile çalıştık. Aynı zamanda senaryoyu beraber yazdık. Bazı tarihsel hikayeleri o getirdi. Tilki hikayesini ise Mizgin Müjde Aslan buldu. Masal bizim hikayeye çok uydu. Senaryo 3 yıl içerisinde hem yaşanmışlıklar hem araştırma hem de başkalarının katılımı ile ortaklaşa bir süreçte gelişti. Yine en başından bana bu fikri veren Hüseyin Yıldız’ı da unutmamam gerek.

– Film, biraz silah üzerinden yürüyor. Hikayede barışın üstüne silahların gölgesi düşmesin denilip silahların gömülmesine değiniyorsunuz. Bu meselede bugüne göndermeleriniz var mı?

Dünyanın her yerinde silahı toprağa gömmek barışı temsil eder. Silahı toprağa gömerseniz günü gelirse yine çıkarılabiliriz mesajını verirsiniz. Sorun ortada var olduğu sürece o silah topraktan çıkacak. Onun çıkmaması için barışın tüm unsurlarıyla bu topraklara gelmesi lazım. Savaşın en büyük kahramanları bile silahı lanetler. Savaşın kendisi lanetlidir. Savaş bir mecburiyet. Biz savaşa aşık değiliz. Yok olmamak için direndik. Kürt halkı damarına basıldığında, aşağılandığında isyan ediyor. Bugün barış sürecinde görüyoruz zaten. Kürt tarafının yaptığı açıklamalar çok metanetli. Mümkün olsa da bu silahı gömsek türünde. 30 yıldır bunun ustası olsa dahi silaha aşık değil. Bu film barış sürecine ufak da olsa katkısı olursa amacına biraz olsun ulaşmış olacak.

– Kadim zamanlardan günümüzle buluşan bir hikayeyi anlatırken bununla birlikte Jiyan’ın öğrendiği hikayeyi diğer çocuklara anlatarak da bu geleneğin süreceğine şahit oluyoruz…

Sinemacılar olarak dengbêj geleneğini bir şekilde sürdürüyoruz. Burnumuzun dibinde olan kadim sanatı anlatma biçimini bir form olarak kullanma şansımızın olduğunu göstermek istedim. Sonuçta Jiyan anlatıyor, ben de hikaye anlatıcısına bir övgü olarak Jiyan’ı anlatıyorum. Aslında bütün film, hikaye anlatıcılarına bir övgü.

Kaynak. Ö. Politika, Gündem

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz