Eski Yunan’da aşk, cinsellik ve üreme – Hasan Aydın

Aşkın ortaya çıkışı ve kadının yaratılış öyküsü ve ilk insanî aşkın ortaya çıkışıdır. Öyküye göre, zekâ ve ateş tanrısı olan Prometheus, gökten ateşi insanlara vermek için çalınca, Zeus ona kızar ve insanlara ceza olsun diye kadını yaratır. Pandora adını verdiği bu kadının içine her türden kötülüğü sokar ve onu insanların başına bela eder.

Acaba genel olarak aşk, özel olarak da cinsel aşk, felsefenin gündemine nasıl girmiş, ne türden tezler ileri sürülmüştür? İleri sürülen tezler, aşk bağlamında mitos’tan logos’a geçişi sağlayabilmiş midir? Eski Yunan felsefesinde cinsel aşkın evrimi nasıl olmuştur? Tarihsel veriler, birer doğa filozofu olarak Herakleitos, Empedokles, Pythagoras ve Demokritos’un bu konuda kimi görüşler geliştirdiklerini gösteriyor. Felsefede köklü değişimi temsil eden Sokrates “Hiçbir şey bilmiyorum, eros hakkında olmak dışında” der. Eski Yunan felsefe yazını, yazılı materyaller açısından değerlendirildiğinde, aşk bağlamında gerçek temsilcisini Platon’da bulur.

Kuşkusuz, tüm kültürlerde olduğu gibi, eski Yunan kültüründe de aşkın en temel yorumu, onun cinsellikle bağlantılı yorumu olsa gerektir. Bu yorumu, aşk için kullanılan sözcüklerin kökenleri ile toplumların erken dönemlerindeki evren algılarını yansıtan mitolojilerinden de çıkarsamak olasıdır. Nitekim pek çok dilde aşkı ifade eden sözcüklerin kökeninde tutku, arzu, özlem ve libido/cinsellik gibi insanın fizyolojik ve psikolojik yaşantısında köken bulan duygular yer almaktadır ve Yunancadaki eros’ta bu oldukça açıktır.  Batı kültürlerinde tarihsel olarak aşk kavramını inceleyen R. May’e göre, Batı dillerinde aşk, “arzulama”, “özleme”, “doyum” ve “libido” ile ilişkilidir.  Aynı durum, Arapça kök olarak sarmaşmak ve sıkı bir biçimde sarılmak anlamına gelen aşk’ta ve Türkçedeki “sevi” kökünden türetilen sevgide ve “amırmak” kökünde türetilen amır’da da görülür.  Bu nedensiz değildir; bunun hem fizyolojik hem de psikolojik köklü nedenleri bulunmaktadır. Zira aşk diye nitelenen arzu ve tutku, hem insanın tensel-cinsel ve tinsel-ruhsal gereksinimlerini sağlamaktadır, hem de bir tür olarak insanın varlığını sürdürmesinin temeline oturmaktadır.  Öte yandan, Sümer, Babil  ve Mısır  mitolojilerinde olduğu gibi Eski Yunan mitolojilerinde de teogonik ve kozmogonik doğumlardan söz edilmesi ve varlığın oluşumunda cinsel içerikli motiflerin kullanılması , aşk ve cinsellik arasında kurulan kadim bağı göstermesi açısından anlamlıdır. Ayrıca bu durum, önemsenen insani bir duygunun teogonik ve kozmogonik bir düzeye nasıl yansıtıldığına önemli bir örnek oluşturur. Bu kozmogonilerde, tüm varlıklar, erkek ve dişinin birleşmesinden doğmuş gibidir. Sözgelimi, Hesiodos’a baktığımızda, insan biçiminde tasarlanan Ouranus ile Gaia’nın başlangıçta birbiriyle sarmaş dolaş olduğu, sonunda Kronos’un onları zorla birbirinden ayırdığı anlatılır.  Buradaki birleşme ve ayırma motifi, yer ve okyanusla bunların içerisindeki her şeyi, şahsi varlıklar arasında gerçekleşen bir dizi cinsel birleşmenin ve doğumun sonucu olarak tasarlandığını gösterir. Bu doğumlarda, ontik bir varlık atfedilen ve ölümsüz tanrıların en güzeli sayılan eros, aşkın, cinsel üreme gücünün, çiftleşme ve doğuma giden sürecin başlatıcısı konumundadır.  Orpheus’a mal edilen teogoni ve kozmogonilerde insani üreme motifi yerine, hayvanlar dünyasında görülen yumurtanın döllenmesi yoluyla üreme motifi kullanılır. Buna göre, dünyanın başlangıçta yumurta biçiminde olduğu ileri sürülür; yumurta kırılınca, eros ortaya çıkmış ve yumurtanın üst yarısı gökyüzünü, alt yarısı ise yeri oluşturmuştur. Bu geleneksel öykünün değişik formlarıyla karşılaşmak olanaklıdır.  Cinsel içerikli motiflerin kozmogoni ve teogonilerdeki rolü, Europides’in Bilge Melanippe oyununda da gündeme getirilir. Euripides, Melanippe’yi şöyle konuşturur: “Bu öykü benim değil; yerle göğün nasıl tek bir biçim olduğunu annemden duydum: Birbirinden ayrılınca her şeyi doğurmuşlar; ağaçları, uçan varlıkları, hayvanları, tuzlu denizin beslediklerini ve ölümlülerin soyunu gün ışığına çıkarmışlar.”  Yunan mitolojilerinde, her şeyin şahsi ve ontik bir açıklaması vardır; sadece yağmur ve fırtına, gök gürültüsü ve gün ışığı, hastalık ve ölüm gibi dışsal ve fiziksel olayların değil, insanın kendi denetiminin ötesinde bir gücün altında olduğunu hissettiren baskın psikolojik dürtülerin de şahsi bir açıklaması bulunur. Sözgelimi, yasak aşk, bir tanrıça olan Aphrodite’nin işidir; birinin bir durumda delice davranması baş tanrı Zeus onun aklını başından aldığı içindir; savaş anında olağanüstü yiğitlikler, kahramana kudret üfleyen savaş ve kahramanlık tanrısı sayesindedir.  Bu tür deyişler, tıpkı dışsal olaylar gibi, psikolojik kökenli olayların da dışsal bir varlıktan kaynaklandığı, bu açıdan kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu hatıra getirir. Şu haliyle, aşk ya da yasak aşk iradi bir etkinlik değil, tanrı ya da tanrıçalardan kaynaklanan zorunlu bir etkinliktir. Eski Yunan mitolojilerinde, teogonik ve kozmogonik doğumların yanında, aşk ve cinsellik ilişkisi gündeme geldiğinde, dört ana hususla daha karşılaşılmaktadır. Bu hususlar mitolojik gelenekte cinsel aşkın nasıl kavrandığına ilişkin önemli ipuçları sunar.

Kadının yaratılışı ve aşkın ortaya çıkışı ilki, kadının yaratılış öyküsü ve ilk insanî aşkın ortaya çıkışıdır. Öyküye göre, zekâ ve ateş tanrısı olan Prometheus, gökten ateşi insanlara vermek için çalınca, Zeus ona kızar ve insanlara ceza olsun diye kadını yaratır. Pandora adını verdiği bu kadının içine her türden kötülüğü sokar ve onu insanların başına bela eder. Öykü şöyledir: “Prometheus çaldı Zeus’un ateşini insanlar için, Sakladı onu nartheks içinde. Kızdı bulut devşiren Zeus, dedi ki ona: İapetos oğlu, sivri akıllı kişi, Seviniyorsun ateşi çaldın, beni aldattın diye, Ama bil ki, dert açtın kendi başına da: Aldığın ateşe karşılık bir bela öyle bir bela salacağım ki insanlara sevmeye, okşamaya doyamayacaklar bu belayı. Böyle dedi ve kah kah güldü insanların ve tanrıların babası. Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen: Bir parça toprak al, suyla karıştır, dedi, İçine insan sesi koy, insan gücü koy, Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrılara benzesin, Bedeni güzelim genç kızlara. Athena, sen de ona el işlerini öğret dedi, Renk renk kumaşlar dokumasını öğret. Nur topu Aphrodite, sen de büyülerinle kuşat onu, İstekler, arzularla tutuştur gönlünü. Yüz gözlü devi öldüren Hermeias, sen de Bir köpek yüreği, bir tilki huyu koy içine. Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar dediğini: Koca Hephaistos, topal tanrı hemen Bir kız biçimine soktu toprağı. Gök gözlü Athena süslü kuşağını salıverdi beline. O canım Kharitler ve o güzelim Peitho Altın gerdanlıklar taktılar boynuna. Horalar bahar çiçekleriyle donattılar saçlarını, Hermeias doldurdu göğsüne yalanı dolanı, Uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu isteği.

Ses koydu içine o tanrılar kılavuzu Ve Pandora adını taktı. Pandora demek bütün tanrıların armağanı demekti, Çünkü bütün Olymposlular insanların başına bela etmişti onu. Tanrıların babası kurunca bu düzeni, Epimetheus’a gönderdi Pandora’yı Kılavuz tanrı Hermeias’la. Epimetheus unuttu Prometheus’un dediğini: Zeus’tan armağan alma demişti ona Prometheus, Alırsan ölümlüleri derde sokarsın demişti. Armağanı aldı ve alınca anladı Başına bela aldığını. Eskiden insanoğulları bu dünyada Dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı. Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları. Pandora açınca kutunun kapağını, Dağıttı insanlara acıları, dertleri. Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık Kapağı açılan dert kutusundan. Umut tam çıkacakken Pandora kapamıştı kapağı. Böyle istemişti, bulutlar devşiren Zeus. O gün bugündür insanların başı dertte, Toprak bela doludur, deniz bela dolu, Geceler dert doludur, gündüzler dert dolu, Belalar başıboş dolaşır sessizce Ölümlülerin çevresinde.”  Hesiodos’un hem Theogonia hem de İşler ve Günler adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı bu efsane, İşler ve Günler’deki bağlamıyla birlikte ele alındığında, köylülere insan emeğinin gerekliliği ve bereketi hakkında öğüt vermeyi, dünyada çalışma ve meşakkat sorununun nasıl ortaya çıktığını açıklamayı amaçlar. Açıklanmaya çalışılan sorun felsefi bir sorundur; ancak yanıt mitolojik bir temelde ortaya konur. Mitolojik yanıta göre, başlangıçta insanın çalışma ve zahmetin söz konusu olmadığı bir cennet hayatı yaşadığı anlaşılmaktadır. Ancak Prometheus tarafından tanrılardan ateşin çalınması ile yeni bir süreç başlar; çalma işine kızan tanrılar, bu duruma bir ceza olarak Pandora’nın, bir diğer deyişle kadının yaratılmasına karar verirler. İşte bu andan itibaren dünya, çalışma yükümlülüğünün olduğu, hastalık, acı ve kederlerin eksik olmadığı bir sahneye dönüşür. Bu motif, özü itibariyle İbrani geleneğindeki cennetten düşüş mitini anımsatır. Mitolojide kadının varlık nedeni, Prometheus’un cezalandırılmasına bağlansa da, ironik bir biçimde hediye olarak gönderildiği, erkeğin sevmeye ve okşamaya doyamadığı, erkeği kandırmak için güzel bir biçimde süslenmiş bir ceza olarak sunulduğu görülür. Bela ve ceza olarak nitelenen kadının, yüzünün güzel tanrılara benzetildiği, gönlünün, yalan dolan, istek ve arzularla doldurulduğu, köpek yüreği ve tilki huyuyla donatıldığı belirtilir. Pandora’nın kimliğinde temsil edilen kadın denilen bu bela ve cezanın, alımlılığını artırmak için süslenerek armağan kılığında sunulması, umudun dışında tüm kötülüklerin nedeni olarak konumlandırılması ilgiye değerdir. Buradaki arzu, tutku, güzellik, umut gibi unsurlar kadının tüm olumsuzluklara rağmen bir aşk nesnesi olarak sunulduğunu ima eder. İzleğin emek ve çalışma bağlamında sunulması, örtük bir biçimde üremenin ve insanların çoğalmasının doğurduğu ekonomik sıkıntılara gönderme yapıyor olabilir. Azra Erhat, Hesiodos’un hem Theogonia hem de İşler ve Günler adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı bu efsanenin, Ortadoğu, özellikle Sami kaynaklı olduğunu ileri sürmektedir. Benzer bir kanının Werner Jaegar tarafından da dile getirildiği, özellikle ilk kadınla, günah ve kötülüğün dünyaya nasıl girdiği ile ilgili anılan mitte, Doğu’nun teolojik düşüncelerine verilen belli tepkilerin izlerinin sürülebileceğini söylediği görülür.

Azra Erhat’a göre, bu efsane, adeta Adem ve Havva efsanesinin Yunan mitosuna aktarılmış bir kopyasıdır. Kadını her kötülüğün, her dert ve belanın başlangıcında görmek, Yunan görüşlerine pek uymaz; nitekim Hesiodos’tan sonra bu efsaneyi işleyen pek olmamıştır. Yunan yazınında, Homeros şiiri ve onun dile getirdiği iyimser, gülümser dünya görüşü ağır basmış, karamsarlığı olduğu kadar kadın düşmanlığını da silip süpürmüştür.  Azra Erhat, bu mitin Yunan geleneğinde çok etkili olmadığını söylese de, Platon’un Devlet’inde kadına verdiği önemi son yapıtı olan Yasalar’da tersine çevirmesi  ve Aristoteles’in kadını sürekli ikincilleştiren söylemi, onun Yunan kültüründe kadına bakışla ilgili olumlu yargısının ihtiyatla karşılanması gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki, Yunan kültürü araştırmalarıyla ünlü Egon Friedell’ın deyişiyle, eski Yunan toplumunda kadının yeri hemen hiç yoktur ve hayattaki asıl görevi evliliğe önce para sonra da çocuk vermektir.  Evlilik için kadının drahoma vermesi, kadının nasıl erkek karşısında değersizleştirildiğinin ve aşağılandığının bir göstergesi olarak yorumlanmaya açıktır.

Güzellik ve aşkın tanrılaştırılması Eski Yunan mitolojisinde aşk bağlamında karşılaştığımız ikinci husus, güzellik ve aşkın kişilikleştirilmesi ve tanrılaştırılmasıdır. Burada Aphrodite ve Eros’un var oluşu ön plana çıkar. Aphrodite’nin doğuşu ile ilgili iki mitostan biri Hesiodos’a, diğeri Homeros’a aittir. Hesiodos, Thegonia’da bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Bu öykü Aphrodite’nin kelime kökü olan aphros’a dayalı olsa gerektir; çünkü kelime köpük anlamına gelmektedir.  Öyküye göre, Ouranos, Gaia’dan doğan çocuklarını doğar doğmaz toprağın bağrına soktuğu için Toprak Ana şişmekte ve korkunç sancılar içinde kıvranmaktadır, bu yüzden son oğlu Kronos’a bir tırpan verir, Kronos da o tırpanla babasının hayalarını keser ve denize atar. Hayalar denizde giderken ak köpükler çıkarır; bu ak köpüklerden güzel bir kız türer ve denizle çevrili Kıbrıs’ta karaya çıkar.  Hesiodos şöyle der: “Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar, Bir köpükten doğduğu için. Sevmek ve sevişmenin büyüsü Aphrodite’den kaynaklandı.”  Hesiodos’un Aphrodite’nin doğuşuna ilişkin bu anlatısı, onu, erkeğin hayalarından ve denizin köpüklerin
den türetmesi oldukça ilgi çekicidir ve aşkta erkek egemen bakışı yansıtır. Homeros’a göre ise Aphrodite, Zeus ile Okeanos’un kızı Dione’den doğmadır. Öyküye göre, yiğit Diomedes’le çarpışıp yaralanan Aphrodite’yi anası Diona kollarına alır, sever, okşar ve bileğinden akan kanı silerek yarasını iyileştirir. Dert yanan kızını avutmaya çalışan Zeus, “cenk işleri sana göre değil yavrum, sen evliliğin gönül açan işlerine ver kendini” der.  Mitolojide, güzelliği, zarafeti ve bereketi simgeleyen Kharit’ler, Hora’lar ve düğün alaylarının başında giden Hymenaios da Aphrodite’nin çevresindeki tanrılardır. Efsanede, aşk tanrıçasının kişiliği çelişkili ve belirsiz olarak canlandırılır. Savaş tanrısı ile birleşmesinden Phobos (bozgun) ve Deimos (korku), bir de Harmonia (uyum) doğar. Erhat’a göre, ahenk ve uyum anlamına gelen Harmonia’nın yanı başında korku ve bozgunun anılması Aphrodite’nin kişiliğindeki olumlu ve olumsuz yanları ve çelişkileri simgeler. Ona göre bu ikilik, Platon’un Şölen/ Symposion diyaloğunda, daha sonra irdeleyeceğimiz Pausanias’ın konuşmasında da güçlü bir yankı bulur.  Buradaki harmonia yani uyum, hem aşk güzellik ilişkisine hem de aşkın kökeninde çiftler arasındaki karşılıklı uyuma gönderme yapsa gerektir.

Botticelli’nin Kadının yaratılışı ve aşkın ortaya çıkışı İlki, kadının yaratılış öyküsü ve ilk insanî aşkın ortaya çıkışıdır. Öyküye göre, zekâ ve ateş tanrısı olan Prometheus, gökten ateşi insanlara vermek için çalınca, Zeus ona kızar ve insanlara ceza olsun diye kadını yaratır. Pandora adını verdiği bu kadının içine her türden kötülüğü sokar ve onu insanların başına bela eder. Öykü şöyledir: “Prometheus çaldı Zeus’un ateşini insanlar için, Sakladı onu nartheks içinde. Kızdı bulut devşiren Zeus, dedi ki ona: İapetos oğlu, sivri akıllı kişi, Seviniyorsun ateşi çaldın, beni aldattın diye, Ama bil ki, dert açtın kendi başına da: Aldığın ateşe karşılık bir bela Öyle bir bela salacağım ki insanlara Sevmeye, okşamaya doyamayacaklar bu belayı. Böyle dedi ve kah kah güldü insanların ve tanrıların babası. Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen: Bir parça toprak al, suyla karıştır, dedi, İçine insan sesi koy, insan gücü koy, Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrılara benzesin, Bedeni güzelim genç kızlara. Athena, sen de ona el işlerini öğret dedi, Renk renk kumaşlar dokumasını öğret. Nur topu Aphrodite, sen de büyülerinle kuşat onu, İstekler, arzularla tutuştur gönlünü. Yüz gözlü devi öldüren Hermeias, sen de Bir köpek yüreği, bir tilki huyu koy içine. Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar dediğini: Koca Hephaistos, topal tanrı hemen Bir kız biçimine soktu toprağı. Gök gözlü Athena süslü kuşağını salıverdi beline. O canım Kharitler ve o güzelim Peitho Altın gerdanlıklar taktılar boynuna. Horalar bahar çiçekleriyle donattılar saçlarını, Hermeias doldurdu göğsüne yalanı dolanı, Uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu isteği.

Ses koydu içine o tanrılar kılavuzu Ve Pandora adını taktı. Pandora demek bütün tanrıların armağanı demekti, Çünkü bütün Olymposlular insanların başına bela etmişti onu. Tanrıların babası kurunca bu düzeni, Epimetheus’a gönderdi Pandora’yı Kılavuz tanrı Hermeias’la. Epimetheus unuttu Prometheus’un dediğini: Zeus’tan armağan alma demişti ona Prometheus, Alırsan ölümlüleri derde sokarsın demişti. Armağanı aldı ve alınca anladı Başına bela aldığını. Eskiden insanoğulları bu dünyada Dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı. Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları. Pandora açınca kutunun kapağını, Dağıttı insanlara acıları, dertleri. Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık Kapağı açılan dert kutusundan. Umut tam çıkacakken Pandora kapamıştı kapağı. Böyle istemişti, bulutlar devşiren Zeus. O gün bugündür insanların başı dertte, Toprak bela doludur, deniz bela dolu, Geceler dert doludur, gündüzler dert dolu, Belalar başıboş dolaşır sessizce Ölümlülerin çevresinde.”  Hesiodos’un hem Theogonia hem de İşler ve Günler adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı bu efsane, İşler ve Günler’deki bağlamıyla birlikte ele alındığında, köylülere insan emeğinin gerekliliği ve bereketi hakkında öğüt vermeyi, dünyada çalışma ve meşakkat sorununun nasıl ortaya çıktığını açıklamayı amaçlar. Açıklanmaya çalışılan sorun felsefi bir sorundur; ancak yanıt mitolojik bir temelde ortaya konur. Mitolojik yanıta göre, başlangıçta insanın çalışma ve zahmetin söz konusu olmadığı bir cennet hayatı yaşadığı anlaşılmaktadır. Ancak Prometheus tarafından tanrılardan ateşin çalınması ile yeni bir süreç başlar; çalma işine kızan tanrılar, bu duruma bir ceza olarak Pandora’nın, bir diğer deyişle kadının yaratılmasına karar verirler. İşte bu andan itibaren dünya, çalışma yükümlülüğünün olduğu, hastalık, acı ve kederlerin eksik olmadığı bir sahneye dönüşür.  Bu motif, özü itibariyle İbrani geleneğindeki cennetten düşüş mitini anımsatır. Mitolojide kadının varlık nedeni, Prometheus’un cezalandırılmasına bağlansa da, ironik bir biçimde hediye olarak gönderildiği, erkeğin sevmeye ve okşamaya doyamadığı, erkeği kandırmak için güzel bir biçimde süslenmiş bir ceza olarak sunulduğu görülür. Bela ve ceza olarak nitelenen kadının, yüzünün güzel tanrılara benzetildiği, gönlünün, yalan dolan, istek ve arzularla doldurulduğu, köpek yüreği ve tilki huyuyla donatıldığı belirtilir. Pandora’nın kimliğinde temsil edilen kadın denilen bu bela ve cezanın, alımlılığını artırmak için süslenerek armağan kılığında sunulması, umudun dışında tüm kötülüklerin nedeni olarak konumlandırılması ilgiye değerdir. Buradaki arzu, tutku, güzellik, umut gibi unsurlar kadının tüm olumsuzluklara rağmen bir aşk nesnesi olarak sunulduğunu ima eder. İzleğin emek ve çalışma bağlamında sunulması, örtük bir biçimde üremenin ve insanların çoğalmasının doğurduğu ekonomik sıkıntılara gönderme yapıyor olabilir. Azra Erhat, Hesiodos’un hem Theogonia hem de İşler ve Günler adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı bu efsanenin, Ortadoğu, özellikle Sami kaynaklı olduğunu ileri sürmektedir. Benzer bir kanının Werner Jaegar tarafından da dile getirildiği, özellikle ilk kadınla, günah ve kötülüğün dünyaya nasıl girdiği ile ilgili anılan mitte, Doğu’nun teolojik düşüncelerine verilen belli tepkilerin izlerinin sürülebileceğini söylediği görülür.  Azra Erhat’a göre, bu efsane, adeta Adem ve Havva efsanesinin Yunan mitosuna aktarılmış bir kopyasıdır. Kadını her kötülüğün, her dert ve belanın başlangıcında görmek, Yunan görüşlerine pek uymaz; nitekim Hesiodos’tan sonra bu efsaneyi işleyen pek olmamıştır. Yunan yazınında, Homeros şiiri ve onun dile getirdiği iyimser, gülümser dünya görüşü ağır basmış, karamsarlığı olduğu kadar kadın düşmanlığını da silip süpürmüştür.  Azra Erhat, bu mitin Yunan geleneğinde çok etkili olmadığını söylese de, Platon’un Devlet’inde kadına verdiği önemi son yapıtı olan Yasalar’da tersine çevirmesi  ve Aristoteles’in kadını sürekli ikincilleştiren söylemi, onun Yunan kültüründe kadına bakışla ilgili olumlu yargısının ihtiyatla karşılanması gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki, Yunan kültürü araştırmalarıyla ünlü Egon Friedell’ın deyişiyle, eski Yunan toplumunda kadının yeri hemen hiç yoktur ve hayattaki asıl görevi evliliğe önce para sonra da çocuk vermektir. Evlilik için kadının drahoma vermesi, kadının nasıl erkek karşısında değersizleştirildiğinin ve aşağılandığının bir göstergesi olarak yorumlanmaya açıktır.

Güzellik ve aşkın tanrılaştırılması Eski Yunan mitolojisinde aşk bağlamında karşılaştığımız ikinci husus, güzellik ve aşkın kişilikleştirilmesi ve tanrılaştırılmasıdır. Burada Aphrodite ve Eros’un var oluşu ön plana çıkar. Aphrodite’nin doğuşu ile ilgili iki mitostan biri Hesiodos’a, diğeri Homeros’a aittir. Hesiodos, Thegonia’da bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Bu öykü Aphrodite’nin kelime kökü olan aphros’a dayalı olsa gerektir; çünkü kelime köpük anlamına gelmektedir.  Öyküye göre, Ouranos, Gaia’dan doğan çocuklarını doğar doğmaz toprağın bağrına soktuğu için Toprak Ana şişmekte ve korkunç sancılar içinde kıvranmaktadır, bu yüzden son oğlu Kronos’a bir tırpan verir, Kronos da o tırpanla babasının hayalarını keser ve denize atar. Hayalar denizde giderken ak köpükler çıkarır; bu ak köpüklerden güzel bir kız türer ve denizle çevrili Kıbrıs’ta karaya çıkar.  Hesiodos şöyle der: “Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar, Bir köpükten doğduğu için. (…) Sevmek ve sevişmenin büyüsü Aphrodite’den kaynaklandı.” Hesiodos’un Aphrodite’nin doğuşuna ilişkin bu anlatısı, onu, erkeğin hayalarından ve denizin köpüklerin
den türetmesi oldukça ilgi çekicidir ve aşkta erkek egemen bakışı yansıtır. Homeros’a göre ise Aphrodite, Zeus ile Okeanos’un kızı Dione’den doğmadır. Öyküye göre, yiğit Diomedes’le çarpışıp yaralanan Aphrodite’yi anası Diona kollarına alır, sever, okşar ve bileğinden akan kanı silerek yarasını iyileştirir. Dert yanan kızını avutmaya çalışan Zeus, “cenk işleri sana göre değil yavrum, sen evliliğin gönül açan işlerine ver kendini” der. Mitolojide, güzelliği, zarafeti ve bereketi simgeleyen Kharit’ler, Hora’lar ve düğün alaylarının başında giden Hymenaios da Aphrodite’nin çevresindeki tanrılardır. Efsanede, aşk tanrıçasının kişiliği çelişkili ve belirsiz olarak canlandırılır. Savaş tanrısı ile birleşmesinden Phobos (bozgun) ve Deimos (korku), bir de Harmonia (uyum) doğar. Erhat’a göre, ahenk ve uyum anlamına gelen Harmonia’nın yanı başında korku ve bozgunun anılması Aphrodite’nin kişiliğindeki olumlu ve olumsuz yanları ve çelişkileri simgeler. Ona göre bu ikilik, Platon’un Şölen/ Symposion diyaloğunda, daha sonra irdeleyeceğimiz Pausanias’ın konuşmasında da güçlü bir yankı bulur.  Buradaki harmonia yani uyum, hem aşk güzellik ilişkisine hem de aşkın kökeninde çiftler arasındaki karşılıklı uyuma gönderme yapsa gerektir.

Botticelli’nin ya çıkınca Eros’un da doğduğuna inanılır.  Bu söylemde Eros, androgyne, yani hem erkeğin hem de dişinin cinsiyetine sahip hünsa bir tanrı olarak betimlenir ve onun Zeus dahil ilk tanrılar kuşağına yaşam verdiği ileri sürülür.  Eros’a ilişkin androgyne nitelemesi, Platon’un Symposion’undaki Aristophanes’in konuşmasında farklı bir bağlamda yeniden ele alınıp işlenir. Başka efsanelere göre, Eros’un Aphrodite ile Hermes’in oğlu, ya da Eileithyia veya İris’in çocuğu olduğu söylenir. Ouranus’lu Aphrodite’nin Hermes’le birleşmesinden Eros doğmuş, Dione’nin kızı Aphrodite’den de Anteros doğmuştur.  Platon Symposion adlı yapıtında, onu ölümsüz bir tanrı olarak değil, bir cin (daimon) olarak ele almakta, yoksulluk tanrıçası Penia ile bolluk tanrısı Poros’un oğlu olduğunu ileri sürmektedir.  Erhat’ın deyişiyle, bu efsaneler, Eros’un çok boyutluluğunu dile getirmek için sonradan uydurulmuş gibi görünmektedir.  Aşk ve ruh ilişkisi Eski Yunan mitolojisinde aşk bağlamında ortaya çıkan üçüncü husus, aşk ve ruh arasındaki ilişkidir. Miletos efsanesine göre, Psykhe, Miletos kralının kızıdır, üç kız kardeşin üçüncüsü ve en güzelidir. Bu güzelliği yüzünden, Aphrodite’nin hışmına uğramıştır. Tanrıça onun tek başına bir dağa bırakılmasını, kendisine koca olacak ejdere varmasını emreder. Oğlu Eros’tan da dileğini yerine getirmesini ister. Ama Eros, Psykhe’yi görür görmez ona aşık olur, kızı bir saraya yerleştirip geceleri gizlice yanına gider. Sevgilisine görünmez, kendisini görmek için herhangi bir girişimde bulunmamasını da öğütler. Ama Psykhe dayanamaz, bir gece Eros kanatlarını yaymış uyurken yağ kandilini yakar ve yanına gidip ona bakar. Sevgi Tanrısı Eros olduğunu görünce, elleri titrer ve bir damla kızgın yağ Eros’un omzuna düşer. Tanrı uyanır
uyanmaz sevgilisini bırakıp gider. Sonunda Aphrodite ikisine de acır; Psykhe’nin bir sürü olamayacak işler yapmasını emreder. Cinler, periler, kıza yardım ederler ve sonunda Psykhe, Eros’a, yani can sevgiye kavuşur.  Öykü, simgesel bir dille, sevgi ile ruhun birbirinden ayrılamayacağı, ama bu birliğin ancak birçok engeli aşmak, birçok düşmanı alt etmekle gerçekleşebileceği mesajını vermeye çalışmaktadır.  Dolayısıyla öykü, gerçek aşkı hem ruha yönelik hem de emek isteyen bir aşk olarak tanımlamaktadır. Bu anlamda aşk emek ister özdeyişini bu öyküye değin geriye götürmek olanaklıdır. Tanrılar arası karmaşık cinsel ilişkiler Eski Yunan mitolojisinde aşk bağlamında karşımıza çıkan dördüncü husus, daha önceki çözümlemelerimizden de anlaşılacağı gibi tanrılar arası karmaşık cinsel ilişkilerdir. Yunan mitolojileri irdelendiğinde, kozmogonilerde olduğu kadar, teogonilerde de tanrılar arası ilişkilerde cinsellik söz konusudur ve hatta ensest ilişkiden, aşk yüzünden tanrılar arası kıskançlık, kavga ve tanrıların birbirini ayartmasına değin olağan ahlaki durumu hiçe sayan pek çok olaydan söz edildiği görülür.  Bilindiği gibi daha sonraları felsefî yazından halk dinini eleştiren Ksenophon, Herakleitos ve Eros, Hesiodos’un dilinde en eski tanrılardan birisi olarak konumlandırılır ve kalplerin, akılların ve isteklerin yönlendiricisi olarak belirir.
Psykhe, sonunda Eros’a, yani can sevgiye kavuşur. Efsanede gerçek aşk, hem ruha yönelik hem de emek isteyen bir aşk olarak tanımlanır.

Platon bu türden tasarımlara köklü bir eleştiri yöneltir. Ksenophon  ve Herakleitos’un  eleştirisi daha çok teolojik, Platon’unki ise hem teolojik hem de pedagojik bir temele dayanır.  Sözgelimi Ksenophon şöyle der: “Hepsini tanrılara yüklediler Homeros ve Hesiodos, Ne kadar alçaklık ve yüzkarası varsa insanlarda: Çalıp çırpma, zina ve birbirini aldatma. Oysa ölümlüler vehmediyor tanrıların doğduğuna, Kendileri gibi giysileri, sesleri ve kişilikleri olduğuna.”  Konuyu nesnelleştirmek, mitolojik bağlamda tanrılar arası cinsel aşka ilişkin kimi örnekler vermek aydınlatıcı olacaktır. Sözgelimi, bir tanrıça olan Hera, Zeus’un eşi ve ablasıdır; mitolojide en güçlü, en cesur ve en güzel tanrıça olarak nitelendirilir, hatta söylendiğine göre güzelliği Aphrodite’yi dahi aşar. Zeus, Hera’yı aldatınca, Hera çok kıskanç olduğu için Zeus’u cezalandırır ve onu bir boğaya çevirir.  Yine Zeus, yılan kılığına girerek öz kızı Persophone ile cinsel ilişkiye girer.  Bir başka mitolojiye göre, annesinin çektiği acıyı gören Artemis evlenmemeye ve bakire kalmaya yemin eder; fakat Nenfler’den oluşan hizmetçileriyle ormanda avlandığı bir gün karşısına çıkan Orion’a aşık olur ve onunla evlenmek ister. İşveli, cilveli ve gönül alıcı olarak nitelenen Aphrodite’in kocası Hephaistos’tur ve tanrıça kocasını Ares ile aldatır. Ayrıca Hermes ile birlikteliğinden Hermaphroditos doğar. Bunun yanı sıra Adonis ve Ankhises ile ilişkileri vardır.  Tüm bunlara ek olarak mitolojilerde, güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite’nin kadın; kanatlı ve oklu olarak betimlenen Eros’un ise erkek olarak tasarlanması ilgi çekicidir.  Mitolojik yazında, Aphrodite’den çok Eros rol oynar ve pek çok mitoloji ona daha öncelikli bir yer verir. Bu durum, Eski Yunan’da sevgide erkek egemen bakışın örtük bir dışavurumu olarak yorumlanabilir. Eğer mitolojilerin, toplumsal olanın tanrısal olana bir tür yansıtılması olduğu tezini kabul edecek olursak, Eski Yunan mitolojilerinde cinsel aşkın oldukça karmaşık ve çarpık ilişkiler ağı oluşturduğunu, günümüz etik değerleri ışığında söylersek ahlakdışı eğilimlerin yaygın olduğunu ve erkek egemen bir bakışın bulunduğunu kaydetmek anlamlı olacaktır. Mitolojilerde gündeme gelen bu cinsel aşkın felsefi yazın içerisinde oldukça etkili bir biçimde işlenmiş olduğu gözlenmektedir. Ancak Eski Yunan’daki felsefe yazınında cinsel aşk, erkeğin kadına olan ilgisinden daha çok erkeğin, genç ve güzel erkeklere arzusunu ya da homoseksüellik olarak nitelenen bir durumu içermektedir.  Lewinson’a göre, homoseksüel ilişki, mitolojilerde karşımıza çıkmaz; bu Yunan kültüründe MÖ 6. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır. Tarihsel değerlendirmesi ilgi çekici olduğu için sözü ona bırakalım: “Doryenler Yunanistan’a İyonyalılardan çok önce gelmişlerdi; ama ilk zamanlarda homoseksüellikten söz edilmemektedir. Cinsiyet konusunun ikide bir geçtiği Homeros’un eserlerinde, erkekler arası özel bir bağdan söz edilmez. Aeskhikos’un, Patroklos’un kulanparası, Platon’u oğlanı gibi gösterdiği Achilles, biricik esir-kız sevgilisi Briseis’ten yoksun kalınca, bütün Yunan ordusunu tehlikeye attığını anlatır. Akha ordusunun önderleri, Lakedemonya prensleri homoseksüel değildir; uğruna savaştıkları kadınları vardır. İliada’dan yüz yıl sonra yazılan, Hesiodos’un büyük tanrısal destanı Theogonya’sında bile homoseksüelliğe hemen hemen hiç işaret yoktur. Hesiodos’un Olympos’u karşı cinse yönelmişti, muhtemelen gününün Yunanlıları da öyleydi. Ancak altıncı yüzyılda değişiklik belirtileri başlıyor, Peisistratos’un oğulları homoseksüeldi, Tiranların (zorbaların) katilleri Harmodios ile Aristegeiton açıktan açığa sevişiyorlardı. Solon’un pedofili (küçükseverlik) konusundaki sözlerinin dostça olduğu açıktır. Yüz yıl sonra iki devlet adamı, erdemli Aristides ile cesur Temistokles, Stesilaos adlı yakışıklı bir genç yüzünden kıskanıp darıldılar. Homoseksüellerin kutsal kitabı olan Şölen’de Platon, Aristophanes’e bedenen ve manen homoseksüel aşka kendilerini adayan delikanlılar Zeus ancak devlet adamı olurlar, dedirttiğinde, gene de büyük mübalağada bulunuyordu.”  Acaba genel olarak aşk, özel olarak da cinsel aşk, felsefenin gündemine nasıl girmiş, ne türden tezler ileri sürülmüştür? İleri sürülen tezler, aşk bağlamında mitos’tan logos’a geçişi sağlayabilmiş midir? Eski Yunan felsefesinde cinsel aşkın evrimi nasıl olmuştur? Bu soruların yanıtını bulabilmek için çözümlememizi tarihsel bir perspektifte sürdürmemiz gerekiyor.

Hasan Aydın
Mitos’ta Logos’a: Eski Yunan Felsefi Yazınında Aşk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial