EŞİTSİZLİĞİN SÜRÜMÜNÜ YÜKSELTMEK – YUVAL NOAH HARARI

20. yüzyılda tıbbın hedefi hastayı iyileştirmekken, 21. yüzyılda bu hedef sağlıklıyı geliştirmeye dönüşmüş durumda. Herkesin standart bir fiziksel ve zihinsel sağlık seviyesine sahip olabileceği ve olması gerektiği varsayıldığı için hastayı iyileştirmek eşitlikçi bir projeydi. Doktorun görevi normun altına düşenlerin sorunlarına çare bulmak, onların da “herkes gibi” olmasını sağlamaktı. Sağlıklıyı geliştirmekse aksine elitist bir projedir. Herkese uyan evrensel bir standart olduğu fikrini reddederek bireylere diğerlerinden daha iyi olmalarını sağlayacak ayrıcalıklar vermeyi amaçlıyor. İnsanlar daha iyi bir hafıza, ortalamanın üstünde bir zeka, birinci sınıf cinsel yetenekler istiyor.

Şimdiye kadar liberalizmin karşı karşıya olduğu üç tehditten ikisini inceledik. İlk tehdit insanların değerlerini tamamen kaybetmesi üzerine kuruluydu. İkinci tehditse, insanların topluluk halinde değerlerini koruyacaklarını ancak bireysel otoritelerini yitirerek dış algoritmalar tarafından yönetileceklerini söylüyordu. Sistem senfoniler bestelemenizi, tarih öğretmenizi ya da bilgisayar kodları yazmanızı isteyecek, ancak bu alanlarda her zaman sizden daha yetkin olacak ve yine sizin için en önemli kararları verirken siz de bu durumdan hoşnut olacaksınız. Bizi mutlaka kötü bir geleceğin beklediğini söylemiyorum, ama nihayetinde liberalizm-sonrası bir dünyada yaşayacağız.

Gelelim liberalizm karşısında yükselen üçüncü tehdide. Bazı insanlar vazgeçilmez olmaya ve sırları çözülemez kalmaya devam edecek ve bu insanlar sürümleri yükseltilmiş dar bir süperinsan eliti oluşturacak. Bu süperinsanlar duyulmamış yeteneklerin ve görülmemiş bir yaratıcılığın keyfini sürerken, bu sayede dünyadaki en önemli kararların çoğunu almaya devam edecekler. Onlar sistemin hayati gerekliliklerini yerine getirirken, sistem onları anlayamayacak ve yönetemeyecek. Çoğu insanın sürümü yükseltilemediğinden çoğunluk bilgisayar algoritmaları ve süperinsanlar tarafından yönetilecek ve giderek daha alt bir sınıfa mensup olacaklar.

İnsanevladını biyolojik kastlara ayırmak liberal ideolojiyi köklerinden sarsacaktır. Liberalizm sosyoekonomik farklarla var olabilir, öyle ki eşitlikten önce özgürlük diyen liberalizm bu farkları zaten baştan kabul eder. Tüm insanların eşit değerde ve otoritede olduğu varsayımını koruyan liberalizm, bir milyarder şatafatlı bir şatoda yaşarken yoksul bir köylünün derme çatma bir kulübede idare etmeye çalışmasını sorun etmez. Liberalizme göre köylülerin özgün deneyimleri milyarderinki kadar değerlidir. O yüzdendir ki liberal yazarlar yoksul köylülerin deneyimlerine dair uzun romanlar yazarken milyarderler bile bu romanları hevesle okurlar. Broadway ya da Covent Garden’da Sefiller müzikalini izlemeye gittiğinizde, biletleri yüzlerce dolara satılan ön koltuklardaki seyircilerin toplam varlığının milyar dolarlara vardığını bilirsiniz ve aynı insanlar oyunu izlerken, açlıktan ölmek üzere olan yeğenlerine bir somun ekmek çaldığı için on dokuz yıl hapis yatan Jean Valjean’a yakınlık duyarlar.

Aynı mantık milyarderlerle yoksul köylülerin oylarının birebir aynı sayıldığı seçim günlerinde de işler. Sosyal eşitsizliğin liberal çözümü herkese aynı deneyimi sağlamaya çalışmaz, farklı insan deneyimlerini bir tutmayı tercih eder. Peki zenginle yoksul artık sadece varlıklarıyla orantılı olarak değil, biyolojik uçurumlarla da ayrılırsa bu çözüm işleyebilir mi?
Angelina Jolie New York Times’daki yazısında genetik testlerin pahalılığına dikkat çekmişti. Jolie’nin yaptırdığı ünlü test, bugün 3 bin dolara mâl oluyor (ve buna meme ameliyatı, estetik ameliyat ve yan tedaviler dahil değil). Bugün 1 milyara yakın insan günde 1 dolardan az, 1.5 milyar kadar insan da 1 ila 2 dolar arasında kazanıyor.36 Her geçen gün artan ekonomik uçurum bir yana, hayatları boyunca çalışsalar bile asla 3 bin dolarlık bir test yaptıramayacak milyonlarca insan var. 2016’nın başı itibarıyla dünyadaki en zengin altmış iki insanın varlığı en yoksul 3.6 milyarınkine tekabül ediyor! Dünya nüfusunun 7.2 milyar olduğu düşünüldüğünde, altmış iki milyarderin, toplam nüfusun yarısının varlığına sahip olduğu anlamına geliyor bu.

DNA testinin maliyetleri zamanla düşecek gibi görünüyor ancak bir yandan yeni ve daha pahalı prosedürler geliştirilmeye devam ediliyor. Eski tedaviler zamanla kitleler için daha ulaşılabilir hâle gelecek olsa bile elitler birkaç adım önde olmaya devam edecek. Tarih boyunca varlıklı kesim sosyal ve siyasi avantajlara sahipti ama hiçbir zaman zenginleri yoksullardan ayıran biyolojik bir ayrım olmamıştı. Ortaçağ aristokratları damarlarında üstün mavi kanın aktığına ya da Hindu Brahminleri herkesten daha zeki olduklarına inanırdı ama bunların hepsi kurmacaydı. Gelecekte üst sınıflarla toplumun geri kalanı arasında açılan fiziksel ve bilişsel yetenek uçurumlarına rastlayabiliriz.

Biliminsanları bu senaryo karşısında, 20. yüzyıldaki pek çok tıbbi gelişmenin de önce zenginlere hizmet ederek başladığını ama bir süre sonra bu gelişmelerin tüm nüfusa hizmet ettiğini ve sosyal ayrımların kapanmasına yardımcı olduğunu tekrarlayıp duruyor. Aşı ve antibiyotikler ilk başta sadece Batı ülkelerinin üst sınıflarına hizmet ederken bugün her yerde, herkesin hayatını iyileştiriyor.

Bu sürecin 21. yüzyılda da aynı şekilde seyredeceğini beklemek iki açıdan hayalperestlik olabilir, öncelikle tıp büyük bir kavramsal devrim yaşıyor. 20. yüzyılda tıbbın hedefi hastayı iyileştirmekken, 21. yüzyılda bu hedef sağlıklıyı geliştirmeye dönüşmüş durumda. Herkesin standart bir fiziksel ve zihinsel sağlık seviyesine sahip olabileceği ve olması gerektiği varsayıldığı için hastayı iyileştirmek eşitlikçi bir projeydi. Doktorun görevi normun altına düşenlerin sorunlarına çare bulmak, onların da “herkes gibi” olmasını sağlamaktı. Sağlıklıyı geliştirmekse aksine elitist bir projedir. Herkese uyan evrensel bir standart olduğu fikrini reddederek bireylere diğerlerinden daha iyi olmalarını sağlayacak ayrıcalıklar vermeyi amaçlıyor. İnsanlar daha iyi bir hafıza, ortalamanın üstünde bir zeka, birinci sınıf cinsel yetenekler istiyor. Eğer sürüm yükseltme herkesin erişebileceği kadar ucuzlayıp yaygınlaşırsa hızla yeni standartlar oluşacak ve yeni nesil tedaviler bu yeni standartları aşmaya çalışacaktır.

Sonuç olarak 2070’te yoksul bir insan, belki bugün olduğundan çok daha iyi sağlık hizmetlerine ulaşabilecek ama zengini ayıran çıta çok daha yükselmiş olacak. İnsanlar kendilerini bahtsız ataları yerine şanslı çağdaşlarıyla karşılaştırır. Baltimore’un varoşlarında siyahi bir Amerikalıya, Afrika ormanlarındaki atalarından ya da Virginia’daki plantasyonlarda çalışan büyükbüyükannesinden daha iyi sağlık hizmeti aldığını söylediğinizde pek de sevinmeyecektir. Aksine böylesi bir yorum son derece kendini beğenmiş ve küçümseyici karşılanacaktır. “Neden kendimi 19. yüzyıl köleleri ya da ortaçağ kabileleriyle karşılaştırayım?” diye tersleyecektir sizi, “Televizyonlardaki zenginler gibi, olmadı kalburüstü mahallelerdeki insanlar gibi yaşamak istiyorum.” Aynı şekilde 2070’te alt sınıflara 2017’den çok daha iyi sağlık hizmetlerine ulaşabildiklerini söylemeye kalktığınızda, rahatlamaktan çok kendilerini dünyaya hükmeden, sürümü yükseltişmiş süperinsanlarla karşılaştıracaklardır.

Dahası tüm tıbbi gelişmelere rağmen 2070’te muhtaç insanların bugünden daha iyi sağlık hizmeti alacağının garantisini veremeyiz çünkü devletin ve elitlerin gözünde yoksullara sağlık hizmeti sunmak önemini yitirebilir. 20. yüzyıl kitlelerin çağıydı, bu nedenle tıp kitlelere hizmet ediyordu. 20. yüzyıl orduları milyonlarca sağlıklı askere, ekonomisiyse milyonlarca zımba gibi işçiye muhtaçtı. Sonuçta devletler herkesin güçlü kuvvetli olduğunu garantileyebilmek adına halk sağlığı hizmeti sunmaya başladılar. En büyük tıbbi başarılarımız kitle çağında hijyen standartlarını yükseltmek, aşı kampanyaları düzenlemek ve salgınların önüne geçmek oldu. 1914’te Japon üst sınıfları yoksulları aşılamak, kenar mahallelere hastaneler kurmak ve kanalizasyon sistemleri yaptırmakla ilgilenmeye başladı; sonuçta Japonya’nın güçlü bir orduya ve güçlü bir ekonomiye sahip olabilmesi için milyonlarca sağlıklı askere ve işçiye ihtiyacı vardı.

Kitle çağının sonuyla beraber kitleler için tıbbın da miadı dolmak üzere. Askerlerin ve işçilerin yerini algoritmalar almaya başladıkça, en azından bazı elitler, işe yaramayan insanlardan oluşan kitlelerin durumunu iyileştirmenin, onlara standart sağlık koşulları sağlamanın bir anlamı olmadığında karar kılabilir, bunun yerine bir grup süperinsanı normun üzerine çıkarmaya odaklanmanın daha akıl kârı olduğunu savunabilirler.

Çocukların eğitimine ve yetiştirilmesine olağanüstü çaba harcayan ve çocuklardan hep daha fazlasını bekleyen Japonya ve Güney Kore gibi teknolojik açıdan gelişmiş ülkelerde doğum oranları hızla düşüyor. Hindistan, Brezilya ya da Nijerya gibi gelişmekte olan ülkeler Japonya’yla nasıl rekabet edebilir? Bu ülkeleri uzun bir tren gibi düşünecek olursak, birinci sınıf vagonlardaki elitler gelişmiş ülkelerle aynı seviyede sağlık hizmeti ve eğitim alabiliyor, o ülkelerin vatandaşları gibi yüksek gelire ulaşabiliyor. Ne var ki üçüncü sınıf vagonları dolduran yüz milyonlarca sıradan vatandaş hâlâ yaygın hastalıklar, cehalet ve yoksullukla boğuşuyor, Hintli, Brezilyalı ya da Nijeryalı elitler gelecek yüzyılda ne yapacaklar? Yüz milyonlarca ihtiyaç sahibinin sorunlarını mı çözmeye, yoksa birkaç milyon zengini daha da geliştirmeye mi yatırım yapmayı tercih edecekler?

Elitlerin askeri ve ekonomik açıdan vazgeçilmez olan yoksulların sorunlarını kendi çıkarları için çözdüğü 20. yüzyılın aksine, 21. yüzyılda (acımasız olmasına rağmen) en etkin yaklaşım, işe yaramayan üçüncü sınıf vagonları geride bırakmak ve birinci sınıfla geleceğe ilerlemek olabilir. Japonya’yla boy ölçüşebilmek isteyen Brezilya, milyonlarca sağlıklı ama sıradan işçi yerine belki de yalnızca bir avuç süperinsanla yoluna devam edecektir.

İstisnai fiziksel, duygusal ve entelektüel yetenekleri olan süperinsanların yükselmesiyle liberal inançlar nasıl hayatta kalabilir? Böylesi süperinsanların sıradan Sapienslerden çok farklı deneyimleri olduğu ortaya çıktığında neler olacak? Peki ya süperinsanlar yoksul Sapienslerin deneyimleriyle ilgili romanlar okumaktan sıkıldığında ve sıradan insanlar da süperinsanların aşk hayatlarını konu alan pembe dizileri anlaşılmaz bulduğunda ne yapacağız?

20. yüzyılın kıtlığı, salgınları ve savaşları alt etmek gibi büyük hedefleri, istisnasız herkese bolluk, sağlık ve barış gibi evrensel değerler kazandırmayı amaçlıyordu. 21. yüzyılın ölümsüzlük ve mutluluk kazanarak tanrı mertebesine yükselmek gibi yeni hedefleri de tüm insanlığa hizmet etmeyi umuyor. Ancak arada önemli bir fark var. Bu yeni hedefler normu sağlamaktan çok aşmayı amaçlıyor. Liberal köklerini geride bırakmış olan 21. yüzyıl idealleri, sıradan insanlara 19. yüzyılda Avrupalıların Afrikalılara davrandığı gibi davranacak yeni bir süperinsan sınıfının doğmasına neden olabilir.

Eğer bilimsel keşifler ve teknolojik gelişmeler insanlığı işe yaramayan kitleler ve bir grup gelişmiş süperinsan eliti olarak ikiye ayırır, ya da otorite insanların elinden zeki algoritmalara geçerse liberalizm çökecektir. Oluşan boşlukta hangi yeni dinler ya da ideolojiler doğacaktır? Tanrı misali kutsal nesillerimizin evrimine rehberlik edecek yeni söylem ne olabilir?

Yuval Noah Harari
Homo Deus/ Yarının Kısa Bir Tarihi
Türkçesi: Poyzan Nur Taneli

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial
Exit mobile version