Krishnamurti: Hırslı insanlar sevginin ne olduğunu bilmezler ve ortalık hırslı insandan geçilmiyor

Jiddu Krishnamurtiİstediğimiz şeyi elde edemeyince neden mutsuz oluruz? İstediğimiz şeyi neden mutlaka elde etmeliyiz? Bunun bizim hakkımız olduğunu düşünürüz, değil mi? Fakat milyonlarca insan muhtaç oldukları şeylere bile sahip olamazken biz istediğimiz şeye neden sahip olmalıyız diye kendimize hiç sorduk mu? Ayrıca onu niye istiyoruz? Yiyecek, giyecek ve barınak gibi ihtiyaçlarımız var ama biz bunlarla tatmin olmuyoruz. Daha fazlasını istiyoruz. Başarı istiyoruz, saygı görmek, sevilmek, sayılmak, güçlü olmak istiyoruz Neden? Bu soruyu kendinize hiç sordunuz mu? Bütün bunları niçin istiyoruz?
Eğer kendi ıstırabınızın ötesine geçerseniz çok küçük, boş, sınırlı biri olduğunuzu ve başarmak, falanca veya filanca olmak için çırpındığınızı görürsünüz. Bu başarı mücadelesi, bir şey olma çabası ıstırabın kaynağıdır.

Sevgi nedir?

Hepimiz için büyük önem taşıyan sevgi sözcüğün ve bu duygunun arkasında yetişkin insanların yalnızlık diye bildiği garip bir korku, endişe unsurunun yer alıp almadığına bakalım.
Sevginin ne olduğunu biliyor musunuz? Babanızı, annenizi, kardeşinizi, öğretmeninizi, arkadaşınızı seviyor musunuz? Sevmek ne demektir biliyor musunuz? Anne babanızı sevdiğinizi söylediğinizde bunun anlamı nedir? Onlarla birlikteyken kendinizi güvende ve rahat hissediyorsunuz. Onlar sizi koruyor, size para, barınak, yiyecek ve giyecek veriyor ve onlarla yakın bir ilişkide olduğunuzu hissediyorsunuz, değil mi? Ayrıca onlara güvenebileceğinizi de seziyorsunuz. Muhtemelen onlarla arkadaşlarınızla konuştuğunuz kadar rahat ve mutlu bir halde konuşmuyorsunuz. Fakat onlara saygı duyuyorsunuz, size yol göstermelerini bekliyorsunuz, onlara itaat ediyorsunuz, onlara karşı belli bir sorumluluk duygusu taşıyorsunuz, yaşlandıklarında onlara destek olmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Buna karşılık onlar da sizi seviyor, sizi korumak, yönlendirmek, size yardım etmek istiyorlar, en azından böyle olduğunu söylüyorlar. Sıkıntılardan uzak durup sözde ahlâklı bir hayat yaşayasınız diye, size bakacak bir kocanız veya yemeğinizi pişirecek ve çocuklarınızı yetiştirecek bir karınız olsun diye sizi evlendirmek istiyorlar. Bütün bunlara sevgi deniliyor, değil mi?
Sevginin ne olduğunu hemen söyleyemeyiz, çünkü sevgi sözcüklerle kolayca açıklanabilecek bir olgu değil. Sevgi bizi kolayca bulmaz. Ne var ki sevgisiz bir hayat çok boştur; sevgi olmayınca ağaçlar, kuşlar, insanların gülümsemesi, nehrin üzerindeki köprü, denizciler ve hayvanlar hiçbir anlam ifade etmez. Sevgisiz hayat sığ bir gölet gibidir. Derin bir nehirde zenginlik vardır ve pek çok balık orada yaşayabilir; fakat sığ bir gölet yakıcı güneş ışığının altında çok geçmeden kurur ve ondan geriye sadece çamur ve pislik kalır.
Çoğumuz için sevgi hayatlarımız çok sığ olduğu için anlamakta son derece güçlük çektiğimiz bir şeydir. Hem sevilmek hem de sevmek istiyoruz ve sevgi sözcüğünün ardında gizli bir korku var. Dolayısıyla bu olağanüstü şeyin gerçekte ne olduğunu keşfetmek her birimiz için çok önemlidir. Ve ancak diğer insanları nasıl gördüğümüzün, ağaçlara, hayvanlara, yabancı birine, aç bir insana nasıl baktığımızın bilincinde olduğumuzda sevgiyi keşfedebiliriz. Arkadaşlarımıza nasıl davrandığımızın, eğer varsa gurumuzu nasıl değerlendirdiğimizin, anne babamızı ne gözle gördüğümüzün farkına varmalıyız.
“Anne babamı seviyorum, bakıcımı seviyorum, öğretmenimi seviyorum” dediğimizde ne kastediyoruz? Birisine büyük saygı göstermeniz, ona itaat etmeyi görev saydığınızda ve sonuçta o da bu itaati beklediğinde, sevgi midir bu? Sevgi kaygı barındırır mı? Kuşkusuz birine saygı duyarken, aynı zamanda bir başkasını horlarsınız, değil mi? Ve sevgi midir bu? Karşı tarafı üstün ya da hor görmek veya onu kendine boyun eğmeye zorlamak sevgiyle bağdaşır mı? Birisini sevdiğinizi söylediğinizde, o kişiye içsel olarak bağlanmış olmuyor musunuz? Henüz çocukken doğal olarak babanıza, annenize, öğretmeninize, bakıcınıza bağlanıyorsunuz. Zira ilgiye ve bakıma ihtiyacınız var. Yiyeceğe, giyeceğe ve barınağa muhtaçsınız. Güvenlik duygusunu, birisinin sizin bakımınızı üstlendiğini hissetmeniz gerekiyor.
Peki, genellikle ne olur? Yaşımız ilerledikçe bu bağımlılık duygusu devam eder, değil mi? Bunu yetişkinlerde, anne babanızda, öğretmenlerinizde hiç fark etmediniz mi? Onların eşlerine, çocuklarına ya da ebeveynlerine duygusal olarak bağlandıklarım hiç gözlemlemediniz mi? Yetişkin olduğunda çoğu insan hâlâ birine sarılır, bağımlı olmayı sürdürür. Yetişkinler sırtına yaslanılacak, güvenlik ve rahatlık hissi verecek biri olmayınca yalnızlık çekerler, değil mi? Kendilerini kaybolmuş hissederler. Başka birine duyulan bu bağlılığa sevgi denilmektedir ama çok yakından bakıldığında söz konusu bağlılığın sevgi değil korku olduğunu görebilirsiniz.
Çoğu insan tek başına ayakta durmaktan korkar, olan bitenleri kendi başına düşünmekten korkar, hayatın tüm anlamım derinden hissetmekten, araştırıp keşfetmekten korkar. Bu nedenle Tanrı’yı sevdiklerini söylerler ve Tanrı adını verdikleri varlığa bağlanırlar; oysa Tanrı değildir o, zihnin uydurduğu bilinmeyen bir şeydir.
İdealler veya inançlar alanında da aynı şeyi yapıyoruz. Bir şeye inanıyorum ya da bir ideale bağlanıyorum ve bu bana büyük bir rahatlık veriyor ama ideali ya da inancı kaldırdığımda kendimi kaybolmuş hissediyorum. Aynı şey gurur konusunda da geçerli. Kabul etmek istediğim için bağlanıyorum, dolayısıyla bunda bir korku duygusu yer almaktadır. Anne babanıza ya da öğretmenlerinize bağlandığınızda da aynı şey geçerlidir. Gençken bunu yapmanız doğal ve yerindedir ama yetişkinliğe adım attıktan sonra bağlanmaya devam etmeniz sizin düşünme yetinizi köreltir ve özgürlüğünüzü elinizden alır. Bağımlılığın olduğu yerde korku da olur ve korku varsa otorite de mutlaka vardır ama sevgi yoktur. Anne babanız size itaat etmelisin, belli gelenekleri izlemelisin, sadece falanca işi veya mesleği yapmalısın dediğinde, bunda sevgiden eser yoktur. Ayrıca hiç sorgulamadan toplum yapısını olduğu gibi kabul ederek topluma bağlandığınızda da kalbinizde sevgi yer etmez.
Hırslı insanlar sevginin ne olduğunu bilmezler ve ortalık hırslı insandan geçilmiyor. İşte bu yüzden dünyada mutluluk yok ve yine bu yüzden yetişkin bir insan olarak bütün bunları görüp anlamanız ve sevginin ne olduğunu kendi başınıza keşfetmeniz çok önemlidir. İyi bir mevkiye, çok güzel bir eve, muhteşem bir bahçeye, zarif kıyafetlere sahip olabilirsiniz; başbakan olabilirsiniz ama sevgi olmadan bunların hiçbir bir anlam ifade etmez.
Öyleyse yaşlanmayı hiç beklemeden şimdi, anne babanızla, öğretmenlerinizle, gurunuzla ilişkilerinizde sahiden neler hissettiğinizi gözden geçirmelisiniz. Sevgi sözcüğünü veya başka bir sözcüğü kabul etmekle yetinmeyip gerçekliğin -hissetmeniz beklenen değil de sahiden hissettiğiniz gerçekliğin-ne olduğunu görmek için sözcüklerin anlamının ötesine geçmelisiniz. Eğer sahiden kıskançlık veya öfke duyuyorsanız, “Kıskanç olmamalıyım, öfkeli olmamalıyım” demek bir dilekten ibarettir ve hiçbir gerçekliği yoktur. Önemli olan çok dürüst ve çok açık bir biçimde şu an tam olarak ne hissettiğinizi görmektir, ne hissetmeniz gerektiğini söyleyen ideali veya gelecekteki bir zamanda ne hissedeceğinizi araya sokmadan, çünkü ancak o zaman çözüme yönelik bir şeyler yapabilirsiniz. Fakat “Annemi ve babamı sevmeliyim, öğretmenlerimi sevmeliyim” demenin hiçbir anlamı yoktur, değil mi? Zira sizin gerçek duygularınız bundan oldukça farklı ve bu sözler sizin arkasına saklandığınız bir perdeye dönüşüyor.
O halde sözcüklerin kanıksanmış anlamının ötesine bakmak aklın yolu değil midir? Görev, sorumluluk, Tanrı ve sevgi gibi sözcükler geleneksel anlamlarla yüklüdür, ama zeki bir kişi, sahiden eğitimli bir insan bu sözcüklerin geleneksel anlamlarının ötesine bakar. Sözgelimi eğer birisi size Tanrı’ya inanmadığını söylese, çok şaşırırsınız değil mi? “Aman Tanrım! Ne kötü!” dersiniz çünkü siz Tanrı’ya inanıyorsunuz-dur, en azından inandığınızı düşünüyorsunuzdur. Fakat inanç ve inançsızlığın pek bir anlamı yoktur.
Sizin için önemli olan şey, gerçekten anne babanızı sevip sevmediğinizi ve anne babanızın da gerçekten sizi sevip sevmediğini görmek için sevgi sözcüğünün ötesine geçmektir. Hiç kuşkusuz eğer siz ve anne babanız birbirinizi sahiden seviyor olsaydınız dünya tamamen farklı bir yer olurdu. Ne savaşlar ne açlık ne de sınıf farklılıkları olurdu. Ne zengin ne de yoksul olurdu. Gördüğünüz gibi sevgiye yer açmadan toplumu ekonomik açıdan ıslah etmeye çalışıyoruz, işleri yoluna koymaya çabalıyoruz ama kalbimizde sevgi olmadığı sürece çatışma ve sefaletten uzak bir toplumsal yapı kuramayız. İşte bu nedenle bu meseleleri çok dikkatli ele almalıyız ve belki o zaman sevginin ne olduğunu bulabiliriz.

Dinleyici: Dünyada neden ıstırap ve sefalet var?

Krishnamurti: Bu gencin kullandığı sözcüklerin anlamlarını bilip bilmediğini merak ediyorum. Herhalde sırtına çok ağır bir yük yüklendiği için ayakları neredeyse kırılacak olan bir eşeği ya da ağlayan bir genci veya çocuğunu döven bir anneyi görmüş olmalı. Belki de birbiriyle kavga eden yaşlı insanları gördü. Ve ölüm var, beden taşınıp yakılacak. Dilenci var; yoksulluk, hastalık ve ihtiyarlık var; yalnızca dışarıda değil içimizde de ıstırap var. Bütün bunları gören genç “Neden ıstırap var?” diye soruyor. Siz de bu sorunun cevabını öğrenmek istemiyor musunuz? Istırabınızın sebebim hiç merak etmediniz mi? Istırap nedir ve nasıl oluşuyor? Bir şeyi isteyip onu elde edemediğimde kendimi sefil hissederim; daha çok sari, daha çok para istediğimde veya daha güzel olmayı istediğimde, isteğimi yerine getiremezsem mutsuz olurum. Eğer bir insanı sevdiğim halde o insan beni sevmezse yine kendimi üzgün hissederim. Babam ölünce ıstırap çekerim. Neden?
İstediğimiz şeyi elde edemeyince neden mutsuz oluruz? İstediğimiz şeyi neden mutlaka elde etmeliyiz? Bunun bizim hakkımız olduğunu düşünürüz, değil mi? Fakat milyonlarca insan muhtaç oldukları şeylere bile sahip olamazken biz istediğimiz şeye neden sahip olmalıyız diye kendimize hiç sorduk mu? Ayrıca onu niye istiyoruz? Yiyecek, giyecek ve barınak gibi ihtiyaçlarımız var ama biz bunlarla tatmin olmuyoruz. Daha fazlasını istiyoruz. Başarı istiyoruz, saygı görmek, sevilmek, sayılmak, güçlü olmak istiyoruz Neden? Bu soruyu kendinize hiç sordunuz mu? Bütün bunları niçin istiyoruz? Neyse o olmakla yetinmemiz gerektiğim söylemiyorum. Bunu kastetmiyorum. Bu çirkin ve ahmakça olurdu. Öte yandan hep daha fazlasına özlem duymak niye? Bu özlem bizim tatminsiz, hoşnutsuz olduğumuzu gösteriyor ama bize yetmeyen şey nedir? Gerçekte olduğumuz hal mi? Ben falancayım ama falanca olmayı sevmiyorum ve filanca olmak istiyorum. Yeni bir paltonun veya sarinin içinde daha güzel görüneceğimi düşündüğümden onu istiyorum. Bu da demektir ki ben şu anki halimden memnun değilim ve daha fazla kıyafet, daha fazla güç ve benzeri şeyler elde ederek bu tatminsizliğimden kaçabileceğimi düşünüyorum. Fakat bir türlü tatmin olamıyorum, değil mi? Sadece kıyafetlerle, arabalarla, güçle tatminsizliğimi örtbas ederim.
Öyleyse gerçekte neysek o halimizi nasıl anlayacağımızı bulmak zorundayız. Sadece mal mülkle, güç ve mevkiyle kendimizi örtmenin bir anlamı yoktur, çünkü yine mutsuz olacağız. Bunu gören mutsuz kişi, ıstırap çeken kişi gurulara sığınmaz, mal mülk ve mevkiyle kendini gizlemez, aksine ıstırabının ardında neyin yattığını bilmek ister. Eğer kendi ıstırabınızın ötesine geçerseniz çok küçük, boş, sınırlı biri olduğunuzu ve başarmak, falanca veya filanca olmak için çırpındığınızı görürsünüz. Bu başarı mücadelesi, bir şey olma çabası ıstırabın kaynağıdır. Ama gerçekte ne olduğunuzu kavramaya başlarsanız, daha derinlere inerseniz, o zaman oldukça farklı bir şeyin gerçekleştiğine tanık olursunuz.

Dinleyici: Şayet bir adam açlık çekiyorsa ve ben ona yardım edebileceğimi düşünüyorsam, bu hırs mıdır yoksa sevgi mi?

Krishnamurti: Her şey sizin ona hangi dürtüyle yardım edeceğinize bağlı. Yoksul insanlara yardım etmek için siyaset yaptığım söyleyen siyasetçi Yeni Delhi’ye gider, büyük bir evde kalır ve hava atar. Sevgi midir bu? Anlıyor musunuz? Sevgi midir bu?

Dinleyici: Eğer yardımseverliğimle onun açlığını giderir-sem, sevgi değil midir bu?

Krishnamurti: O açlık çekiyor ve siz de ona yiyecekle yardım ediyorsunuz. Sevgi midir bu? Ona neden yardım etmek istiyorsunuz? Ona yardım etme arzusunun dışında bir dürtünüz, bir amacınız yok mu? Bundan kendinize hiç fayda temin etmeyecek misiniz? Bunu iyice düşünün, hemen evet ya da hayır demeyin. Eğer kendinize siyasi veya başka türlü bir çıkar, içsel ya da dışsal bir çıkar temin etmeyi gözetiyorsanız, o zaman onu sevmiyorsunuz demektir. Daha çok sevilen biri olmak için ya da arkadaşınızın Yeni Delhi’ye gitmenize yardım edeceği umuduyla onun karnım doyuruyorsanız, sevgi değildir bu. Oysa onu seviyor olsaydınız, gizli bir amacınız olmaksızın, sonuçta bir karşılık beklemeksizin onun karnını doyururdunuz. Eğer onun açlığını giderdiğiniz halde size nankörlük ederse gücenir misiniz? Gücenirseniz, onu sevmiyorsunuzdur. Eğer size ve köylülere müthiş biri olduğunuzu söylediğinde bu gururunuzu çok okşuyorsa, demek ki siz sırf kendinizi düşünüyorsunuz ve elbette sevgi değildir bu. O halde insanın yardımseverlikten bir çıkar umup ummadığı ve kendim aç insanları doyurmaya iten dürtünün ne olduğu konusunda çok uyanık olması gerekir.

Dinleyici: Varsayalım ki ben eve gitmek istiyorum ama öğretmen hayır diyor. Eğer ona itaatsizlik edersem, bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırım. Öte yandan eğer ona itaat edersem incineceğim. Bu durumda ne yapmam lazım?

Krishnamurti: Sorunu öğretmenle konuşamayacağını, onun güvenini kazanıp sorunu ona anlatamayacağım mı söylemek istiyorsun? Eğer o mesleğinin hakkım veren bir öğretmense ona güvenebilir, sorununu anlatabilirsin. Eğer öğretmenin yine de gidemezsin derse sana belki de inatçı biridir, yani sorunlu bir tarafı vardır, ama hayır demesinin geçerli nedenleri de olabilir ve senin o nedenleri öğrenmen gerekir. Dolayısıyla bu durum karşılıklı güveni gerekli kılıyor. Senin öğret-mene, öğretmenin de sana güvenmesi lazım. Hayat salt tek taraflı bir ilişki değildir. Sen bir insansın, öğretmen de bir insan ve o da hata yapabilir. Öyleyse her ikinizin de mesele üzerinde konuşmaya istekli olmanız gerek. Eve gitmeyi çok isteyebilirsin ama bu istek yeterli olmayabilir; belki de ebeveynlerin seni eve göndermemesi için öğretmene yazı yazmışlardır. Bu durumda karşılıklı araştırmaya ihtiyaç var, değil mi? Böylece sen kendini incinmiş hissetmezsin, sana kötü muamelede bulunulduğunu, insafsızca bir kenara itildiğini düşünmezsin ve bu da ancak senin öğretmene, öğretmenin de sana güvenmesiyle gerçekleşebilir. Başka bir ifadeyle, gerçek sevginin, olması gerek ve okulun bu sevgi ortamım sağlaması şarttır.

Sora: Niçin puja yapmamalıyız?

Krishnamurti: Yetişkin insanların neden puja yaptıklarım hiç merak ettin mi? Onlar taklit ediyorlar, değil mi? Ne kadar toysak o kadar çok taklit etmek isteriz. İnsanların üniformaları ne denli sevdiklerini hiç fark ettin mi? Öyleyse neden puja yapmamamız gerektiğini sormadan önce neden puja yaptıklarım yetişkin insanlara sormalısın. Onu yapmalarının sebebi öncelikle gelenek olduğu için; büyükbabaları da aynı şeyi yaptıkları içindir. Bununla beraber sözcükleri tekrarlamak onlara belli bir huzur duygusu veriyor. Bunu anlıyor musun? Sürekli tekrarlanan sözcükler zihni durgunlaştırır ve size bir dinginlik hissi verir. Özellikle Sanskritçe sözcükler kendinizi çok dingin hissetmenizi sağlayan kimi titreşimlere sahiptir. Yetişkin insanların puja yapmalarının diğer bir sebebi de herkesin puja yapmasıdır ve siz gençler onları taklit etmek istiyorsunuz. Başkaları yapılmasının doğru olduğunu size söylediği için mi puja yapmak istiyorsunuz? Kimi sözcükleri tekrarlamakta hoş hipnotik bir etki yaşadığınız için mi puja yapmak istiyorsunuz? Herhangi bir şeyi yapmadan önce onu niçin yapmak istediğinizi sorgulamanız gerekmiyor mu? Milyonlarca insan pujaya inanmış olsa bile onun gerçek anlamım keşfetmek için kendi zihninizi kullanmanız gerekmez mi?
Gördüğünüz gibi, kimi Sanskritçe sözcükleri veya hareketleri salt tekrarlamak aslında sizin hakikati bulmanıza yardım etmez. Puja yapan insanlar yaratıcı mı? Yaratıcı olmak demek inisiyatifle, sevgiyle, nezaketle, duygudaşlıkla ve anlayışla dolu olmak demektir. Eğer bir genç olarak puja yapmaya başlar da onu tekrarlamayı sürdürürsen sonunda bir makineye dönüşürsün. Fakat eğer sorgulamaya, şüphelenmeye, araştırmaya başlarsan sonra belki meditasyonun nasıl yapılacağını öğrenirsin. Ve eğer onu layıkıyla yapmayı öğrenirsen meditasyonun en büyük lütuflardan biri olduğunu anlarsın.

Krishnamurti
Yeni Bir Yaşam

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz