Spinoza: “İnsanlarda kendi iradelerinin bilgisi olduğu için, kendilerini hür sanıyorlar”

Spinoza“Eğer havaya atılan taşın aklı/dili olsaydı mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi! “
Bütün şeylere bir gaye-neden vermek yetilerini ilân etmek isteyen bu gaye-neden doktrini güdenler varsayışlarını (hypothese) kanıtlamak için yeni bir akıl yürütme, ya da hüküm verme tarzı tasarladılar: bu da imkânsızlığa değil, fakat bilgisizliğe irca yolu idi.
Böylece bilgisizliğin gerçekten onların sistemlerinde temel olduğunu gösterdiler. Diyelim ki bir evin damından bir kiremit düşerek bir adamın başını yarsın ve onu öldürsün, onlar size gaye-nedenlerinin sistemiyle bu kiremitin bu adamı öldürmek için düştüğünü kanıtlayacaklardır; zira en sonra size diyeceklerdir ki, eğer bu kiremit gerçekten bu adamı öldürmek için Tanrının iradesiyle düşmemişse, rastgele (tesadüfi) olarak onun düşmesi için bunca şartlar nasıl bir araya geliyor? Siz onlara cevap vereceksiniz ve sadece ölmüş olan adam sözü geçen evin damı altından geçerken rüzgâr estiği için bu iğreti olayın olmuş olduğunu söyleyeceksiniz, fakat onlar bununla kanmayacaklar, o sırada niçin rüzgâr estiğini ve rüzgâr estiği sırada insanın niçin oradan geçtiğim size sormada ısrar edeceklerdir.

Fırsat düştükçe sırasıyla kanıtlamalarımın görülmesine engel olabilecek bütün peşin-hükümleri sileceğim; fakat birçok kimselerin, zihninde bazen bütün şeylerin zincirlenmesini açıkladığım sıraya göre kavramalarına engel olacak kadar daha birçok peşin-hükümler kaldığı için, onları burada hatırlatmak ve yeniden doğru aklın kantarıyla onları tartmak gerektiğine inandım.
Burada söz etmek istediğim peşin hükümlerden pek çoğu bir ilk peşin hükümden doğmaktadır ki, bu peşin hükme göre insanlar ortak bir gaye-nedenler konusunda yaşıyorlar; gerçekten, genel olarak kendileri nasıl bir gayeye göre hareket ediyorlarsa, bütün tabiatın da bir gaye için etki (ve hareket) ettiğini var sayarlar ve Tanrının bütün şeyleri insan için ve insanı da kendisi için, yani tapılmak için yapmış olduğunu söylerler.
Önce şu noktaları incelemeye girişmek isterim:
1° İnsanların pek çoğu neden dolayı bu peşin hüküm içinde böylece kalıyorlar ve her birinde niçin buna bağlanmak eğilimi vardır.
2° Bu peşin hükmün yanlışlığını ve
3° Bu peşin hükmün âlemde iyi ve kötü, erdem (sevap) ve günah, övmek ve yermek, düzen ve karışıklık, güzellik ve çirkinlik ve bu gibi daha birçokları üzerinde yapılmış olduğunu gördüğümüz bütün sanıları nasıl doğurduğunu göstermek isterim. Bütün bu sanıların zihnimizin tabiatından çıkmış olduklarını göstermenin yeri burası değildir. Hiç kimsece itiraz edilmeyen bir ilkeden, yani bütün insanların nedenler üzerin¬de tam bir bilgisizliğinden doğdukları; ve bundan başka hepsinin kendilerine refahlarını aratan bir iştaha sahip oldukları ve bunu duydukları noktasından hareket etmek yeter.
Buradan şu sonuç doğar ki: 1° insanlarda kendi iradelerinin, kendi iştahlarının bilinci ve yakın bilgisi olduğu için, kendilerini hür sanıyorlar ve bu iştahları kendilerinde meydana getiren ve istemelerine sebep olan nedenleri bilememek yüzünden, hatta rüyalarında bile, bunu asla düşünmüyorlar.
Yine buradan şu sonuç çıkar ki: 2° insanlar hep bir amaca göre, yani iştah duydukları faydalı olan şeye göre hareket ederler. Onların daima sırf yapılmış şeylerin gaye-nedenlerini bilmek için çabalamaları ve bunları öğrenince artık huzursuzluk için hiçbir sebep kalmadığından rahat etmeleri bundan ileri gelir.
Hiç kimse onları, bilinmesi meraklarının bütün konusunu meydana getiren gaye-nedenler üzerinde aydınlatamadığı zaman, ilk çareleri kendi kendilerine dönmek ve böyle bir halde hangi gaye-nedenin onları gerek¬tirmiş olacağını göz önüne almaktır, kendi kendilerine ait bu yargılama metodu ile (tabiattan aşkın olarak, Metinden fazla, Boulainvilliers’nin ilavesi) kendi ruhlarım bütün ruhların ölçüsü yaparlar.
Halbuki onlar, gerek kendilerinde, gerek kendi dışlarında meylettikleri rahatlığa onları götürmeye elverişli birçok araçlar buldukları için (görmekte göz, çiğnemekte diş, beslenmekte otlar ve hayvanlar, kendilerini aydınlatmakta güneş, balıkları beslemekte deniz v.s.) bütün bu şeylerin ve genel olarak bütün tabiatın rahat yaşamalarını sağlamaya yarayan araçlar olduğunu zannederler.
Ayrıca bu araçları bulduklarını, fakat kendileri meydana getirmediklerini bildikleri için, buradan, onları kullanmak üzere kendilerine tedarik eden başka biri olduğuna inanacak bir saik çıkarmışlardır. Vakaa da şeyleri araçlar gibi gördükten sonra onların kendi kendilerine yapılmış olduğuna inanamamışlardır.
Fakat tedarikine alıştıkları araçlardan sonuç çıkarmak üzere, beşerî hürriyete sahip bütün ihtiyaçlarına cevap veren kulla¬nacakları her şeyi yapan tabiatın bir ya da birçok idare edicileri olduğuna kanaat getirmeye mecbur olmuşlardır.
Başka bir yönden, bu varlık veya bu varlıkların düşünme tarzı ve zihinleri üzerine hiçbir türlü bilgileri olmadığı için, ona kendi düşünme tarzları ve zihinlerini yormuşlardır ve buradan hareket ederek, insanların sevgisini ve hediyelerini kendilerine çekmek amacıyla, Tanrıların bütün bunları onların hizmetine verdiklerini esaslı bir hakikat diye ileri sürmüşlerdir. Kendi fikirleri üzerinde ve Tanrıların tabiatını kendi tabiatlarıyla karşılaştırarak hüküm yürütmek suretiyle, insanların türlü düşünme tarzlarına, bunca farklı tapınışlarına göre tasarladıkları şey budur; onların hepsi Tanrıya en hoş görünen tapınma tarzına sahip oldukları ve bundan dolayı da Tanrının lütfunu ve güvencini kazandıkları kanısmdadırlar. O tarzda ki, bu varlık, onların her zaman anlamsız arzularını ve doymak bilmez hasisliklerini doyurmak işinde bütün tabiatı hizmetlerinde kullanmaya hazır idi. Böylece, bu peşin-hüküm bütün zihinlere derin kökler salan yanlış inanı doğurmuştur ve buradan insanların bütün çalışma güçlerini gaye-nedenleri öğrenmeye ve açıklamaya bağlamaları sonucu çıkmıştır.
Fakat tabiatın boşuna, (yani insan için elverişli olmayan) hiçbir şey yapmadığını göstermeye kalkıştıkları zaman, Tabiatın ve Tanrıların, insanlarla aynı hezeyana tutulmuş olduklarını göstermeden başka bir şey yapmaz görünüyorlar. Ve şimdi isterim ki bu sapkınlıkların sonucunun ne olduğunu fark edesiniz!
insanların kendileri için tabiatta buldukları bu faydalar arasında, kendilerinin rahat yaşamasına hizmet eder gözüyle bakamayacakları şeylere de rastlamadan geri kalmadılar. Fırtınalar, yer depremleri, hastalıklar ve buna benzer başka kötülükler bunlardandır ve bu türlü vakalara bir se¬bep bulmak için bütün bunların Tanrılarca insanlardan öç almak için olduğunu, yani bu bahtsızlıkların (12) ancak insanların Tanrılara kötü davrandıkları ve sanki tapınmalarını ihmal ettikleri zaman onlar kızacak olur¬larsa meydana geldiğini tasarladılar; deney durmadan dinlenmeden bu yanlış uslamlamaların eksikliğine karşı kendini gösterdiği ve günde milyonlarca örnekle iyilikler ve kötülükler sofu olanlarla olmayanların başına aynı derecede geldiği halde, insanlar her zaman inatla kendi peşin-hükümleri içinde kaldılar: zira nasıl kullanılacağını mutlak olarak bilmedikleri şeyler arasına Tanrıların bu garip davranışını koymak ve onları aynı zamanda hem iyi, hem kötü saymak, onlara ilk fikirlerinden vazgeçmekten ve daha akıl edilir bir sistem kurmaktan kolay geldi; bu onları, Tanrının hükümlerinin sonsuz derecede insan aklının kaplamı üstünde olduğunu kural olarak koymaya götürdü. Eğer şeylerin gaye-nedenlerinde durmak¬sızın onların özlerini ve özelliklerini göz önüne alan matematik bilimleri insanlara doğrunun bilgisine ulaşmak için başka bir yol göstermiş olma¬saydı, onları sürekli olarak bilgisizliğin karanlıklarına gömülmüş bırakmak’ıçin bundan başka şeye ihtiyaç var mıydı? Matematikten başka, insanlar, bu evrensel peşin-hükümlerin boyunduruğunu bükmede ve hakikati keşfetmede onlara çok yardımlar eden, burada uzun uzadıya incelenmesi lüzumsuz daha birçok yardımcılar buldular.
Sanırım ki, bu düşünceler önceden açıklamasına girişmiş olduğum şeyi göstermeye yetecektir: Bu da insanların hangi sebeple bütün tabiatın bir gayeye göre hareket ettiğine inanmakta inat ettikleri sorusudur. Şimdi bu peşin-hükmün gülünçlüğünü kanıtlamak ve tabiatın belirli bir gayeye göre asla hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu gaye-nedenlerin insan zihninin sırf kuruntularından ibaret olduğunu anlatmak için çok güçlük çekmeyeceğim. Gerçekten, hem açıklamış olduğum gibi bu peşin-hükmün kökü ve ilkesinin ne olduğunu göz önüne alarak, hem de,
12)Mutsuzlukların.
Hele hatırlatmayı unutmamalıyım ki, bütün şeylere bir gaye-neden vermek yetilerini ilân etmek isteyen bu gaye-neden doktrini güdenler varsayışlarını (hypothese) kanıtlamak için yeni bir akıl yürütme, ya da hüküm verme tarzı tasarladılar: bu da imkânsızlığa değil, fakat bilgisizliğe irca yolu idi. Böylece bilgisizliğin gerçekten onların sistemlerinde temel olduğunu gösterdiler. Diyelim ki bir evin damından bir kiremit düşerek bir adamın başını yarsın ve onu öldürsün, onlar size gaye-nedenlerinin sistemiyle bu kiremitin bu adamı öldürmek için düştüğünü kanıtlayacaklardır; zira en sonra size diyeceklerdir ki, eğer bu kiremit gerçekten bu adamı öldürmek için Tanrının iradesiyle düşmemişse, rastgele (tesadüfi) olarak onun düşmesi için bunca şartlar nasıl bir araya geliyor? Siz onlara cevap vereceksiniz ve sadece ölmüş olan adam sözü geçen evin damı altından geçerken rüzgâr estiği için bu iğreti olayın olmuş olduğunu söyleyeceksiniz, fakat onlar bununla kanmayacaklar, o sırada niçin rüzgâr estiğini ve rüzgâr estiği sırada insanın niçin oradan geçtiğim size sormada ısrar edeceklerdir. Ve siz bir gün önce, hava oldukça sakin olduğu sırada deniz kabarmaya başladığı için rüzgâr estiğini; sözü geçen insanın hayatının uğursuz bir anında oradan geçtiğini, çünkü bu yolun kendisini bekleyen bir dostuna gitmek için en kısa yol olduğunu söylemekle bundan kurtulmuş ve onlarla uyuşmuş olmayacaksınız. Onlar yine kendilerine denizin niçin kabarmış olduğunu ve bu bahtsızın neden dostu tarafından tam o günde çağırılmış bulunduğunu açıklamanız için size yükleneceklerdir. Zira onların soruları sonsuz olarak uzayacak ve gerçekten onlar bu suretle, sizi bilgisizliklerinin dayanağı olan Tanrının iradesini ileri sürmeye götürünceye kadar nedenlerin nedenlerini sorarak takip edeceklerdir.
Nitekim insan bedeninin yapısını gördükleri zaman budalaca bir hayrete düşerler ve şüphesiz o kadar güzel bir düzenlemenin sebeplerini bilmemelerinden dolayı bu bilgisizlikleri onları bütün bunun asla mekanik kanunlarına göre yapılmış olmadığını, tabiatüstü ya da Tanrıya ait bir sanatın eseri olduğu sonucunu çıkarmaya götürür. Bu tabiatüstü sanat onlara göre bütünü düzenlemeye o kadar elverişlidir ki, bu bütünün parçaları zarar vermeksizin birbirlerine uygun gelirler.
Böylece her kim bir budala gibi hayrete düşecek yerde, tabiat şeylerini bilgince bilmeye kendini verirse, çoğu kere bir müşrik ve dinsiz diye karşılanır ve halkın Tabiat ve Tanrının yorumlayıcıları gibi hayranlıkla bak¬tığı kimseler tarafından böyle oldukları ilân edilir. Onlar çok iyi bilirler ki bilgisizliği yıkmak budalaca hayreti yıkmaktır. Yani onların biricik akıl yürütme ve otoritelerini koruma amaçlarını yıkmaktır. Fakat bunu bir yana bırakalım ve bu gaye-nedenler peşin-hükmünden doğmuş olan ga¬rip sanılar üzerine haber verdiğim üçüncü noktaya geçelim:
Meydana gelen her şeyin kendileri için yapılmış olduğu kanısında ol¬duktan sonra, insanlar kendileri için en faydalı olduğuna hükmettikleri şeylere var olanların içinde en iyisi gözüyle bakmak zorunda kaldılar ve kendilerine en çok hoş görünen şeylere onlar en yetkin gözüyle baktılar; bu da onları her şeyin tabiatını açıklamak iddiasında bulundukları iyilik-kötülük, düzen-karışıklık, sıcak-soğuk, güzel-çirkin fikirlerine şekil ver¬meye götürdü. Başka yönden kendilerini hür görmeleri suretiyle övme ve yerme, erdem ve düşüklük (rezillik) fikirlerine ulaştılar ki, bunları insan tabiatından söz ettiğim zaman ilerde uzun uzadıya anlatacağım. Burada şimdilik bütün bu iyi-kötü, düzen ve karışıklık v.b. fikirleri üzerine bir¬kaç kelime söylemek istiyorum.
insanlar o halde sağlığa yarayan ve Tanrıya tapınmaya yardım eden her şeye iyilik derler ve bunların aksine de kötülük derler ve şeylerin tabiatını bilmeyenler hayal güçlerini akıl yerine aldıkları için, şeyleri tasarladıkları biçime göre âlemde bir Düzen olduğuna kuvvede inanırlar ve hem kendi tabiatlarını, hem âlemin tabiatını bilmedikleri için, bu tarzda akıl yürütürler. Zira şeyler, duyular aracılığı ile tasarlanınca hayal gücümüzle kolayca kavranacak bir tarzda hazırlanmış oldukları zaman ve bundan dolayı hayal gücümüz bize onları hatırlatmak kolaylığını verdiği zaman, biz onların düzeni olduğuna hükmederiz ve tersine hayal gücümüz onları asla kavramadığı zaman onların kötü düzenlenmiş ya da karışık olduklarına hükmederiz.
Zaten insanların zevki en kolaylıkla hayal edebilecekleri şeyi seçmeye götürdüğü ve (demin söylediğim gibi) hayal güçleri hafızalarına en kolay kazılan şeyler üzerine çevrildiği için, bundan şu sonuç çıkar ki, onların da gerçekten yaptıkları gibi sanki tabiatta bizim hayal gücümüzden bağımsız gerçek ve mutlak bir düzen varmış gibi, düzeni karışıklığa tercih ederler. Onlar aynı zamanda Tanrının her şeyi düzenle ve bundan dolayı bilmeden yarattığını söylerler, Tanrıya hayal gücü yorarlar. Ancak belki de Tanrının, hayal gücümüze ait ihtiyaçları önceden görerek, en kolay hayal edebilecekleri bir biçimde her şeyi düzenlemiş olduğunu söylemek isterler ve olabilir ki hayal gücümüzü çok aşan ve bu gerçek hafifliği yüzün¬den birçokları onunla karışan gösterişler bulunacağı şeklinde bir itiraz önünde duraklamaya kendilerini bırakmayacaklardır. Fakat bu nokta üze¬rinde yeteri kadar durduk.
Bir de hatırlatmak gerekir ki başka bütün kavramlarımız hayal gücümüzün tavırlarından, yani hayal gücümüzün dış objelerden türlü tarzda duygulanmış olduğu biçimlerden başka bir şey değildirler. Bununla birlikte bilgisizler onları şeylerin başlıca sıfatları gibi görürler, çünkü daha önce söylediğimiz gibi, her şeyin kendilerine göre yapılmış olduğuna inanır¬lar ve bir şeyin tabiatının ancak o şeyle duygulanışlarına göre iyi ya da kötü, sağlam ya da bozuk olduğunu söylerler. (Yani bu şeylerin kendilerini duygulandırış tarzına göre hükmederler.)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz