Pek çok zaman pek çoğumuz deneysel kanıtlarla ve mantıksal akıl yürütmeyle çok az ilgili olan, çeşitli nedenlerle inançlarımıza sahip oluruz. Nadiren herhangi birimiz bir masa dolusu gerçeğin önüne otururuz, artı ve eksilerini değerlendiririz ve daha önce inandığımız şeyden bağımsız olarak en mantıklı ve akla uygun olan inancı seçeriz. Bunun yerine, dünyanın gerçekleri bize, yaşamımız boyunca biriktirmiş olduğumuz teorilerin, hipotezlerin, önsezilerin, ön yargıların ve peşin hükümlerin renkli filtresi içinde gelir. Sonra bilgi kütlesini sıralarız ve zaten inandığımız şeyleri en çok onaylayanları seçeriz ve onaylamayanları görmezden gelir ya da bahane buluruz.
Saçma şeyler pornografi gibidir – tanımlaması zordur ama onu gördüğünüz zaman anlarsınız. Her iddia, olay ya da kişi bireysel olarak incelenmelidir. Bir kişi için saçma olan diğeri için sevilen bir inanç olabilir. Bunu kim söyleyebilir ki?
Tony Robbins, çıplak ayakla, ayaklarını yakmadan sıcak kömürler üzerinde yürüyebilir mi? Kesinlikle yürüyebilir. Ben de öyle. Siz de öyle. Ama siz ve ben bunu, meditasyon yapmadan, ilahi söylemeden ya da bir seminer için yüzlerce dolar ödemeden yapabiliriz çünkü ateşte yürümenin zihin gücüyle hiç ilgisi yoktur.
İlgisi olduğuna dair inanç, benim saçma dediğim şeydir. Ateşte yürüyenler, medyumlar, UFOloglar, uzaylılarca kaçırılanlar, cryonicistler, ölümsüzlükçüler, Objektivistler, yaratılışçılar, soykırım inkârcıları, aşırı uçta Afro merkezciler, ırksal teorisyenler ve bilimin Tanrı’yı kanıtladığına inanan kozmologlar – birçok saçma şeye inanan birçok insanla karşılaştık.
Ve sizi temin edebilirim ki, böyle insanları ve inançları yirmi yıl izledikten sonra bu kitapta sadece yüzeyi kurcaladım. Bunları ne yapacağız?Kültürümüzde ve düşüncemizde, böyle inançlara yol açan neler oluyor? Kuşkucular ve bilim adamları tarafından önerilen teoriler çoktur: hiç eğitim olmaması, yanlış eğitim, eleştirel düşünce yokluğu, dinin yükselişi, dinin çöküşü, geleneksel dinin yerini mezheplerin alması, bilim korkusu, Yeni Çağ, Karanlık Çağlar’ın yenilenmesi, çok fazla televizyon, yeterli okuma olmaması, yanlış kitapları okuma, yoksul ebeveynler, kötü öğretmenler, basit eski cahillik ve aptallık.
Kanada, Ontario’dan bir gazeteci bana, “karşı olduğunuz şeyin en aşağılık somutlaşması” dediği bir şeyi gönderdi. Bu, yerel kitapçısından aldığı, üzerine, YENİ ÇAĞ BÖLÜMÜ BİLİM BÖLÜMÜNE TAŞINMIŞTIR yazılmış olan parlak turuncu renkli bir karton işaretti.
“Toplumun kolayca, sorgulama ve eleştirel incelemenin yerine büyü ve batıl inancı koymasından gerçekten korkuyorum” diye yazıyordu. Bir kültür olarak bilimi sahte bilimden, tarihi sahte tarihten ve duyguyu saçmalıktan ayırmakta sorunumuz var gibi görünmektedir. Ama sorunun bundan daha derinde yattığını düşünüyorum. Bunu anlamak için kültürün ve toplumun katmanlarını bireysel insanın aklı ve kalbine kadar kazmalıyız. İnsanların neden saçma şeylere inandığı sorusuna verilecek tek bir cevap yoktur ama altta yatan, hepsi birbirine bağlı olan bazı güdüleri, bu kitapta tartışmış olduğum ayrı örneklerden toparlayabiliriz:
Teselli İnancı. İnsanların saçma şeylere inanmalarının nedeni, diğer herhangi bir şeyden daha fazla inanmak istemeleridir. İyi hissettirir. Rahatlatıcıdır. Teselli edicidir. 1996’da yapılan bir Gallup anketine göre, yetişkin Amerikalılar’ın yüzde 96’sı Tanrı’ya, yüzde 90’ı cennete, yüzde 79’u mucizelere ve yüzde 72’si meleklere inanmaktadır.
Kuşkucular ve bilim adamları dokunulmaz değildir. Modern kuşkucu hareketin kurucularından ve tüm saçma inanç biçimlerini yok edenlerden biri olan Martin Gardner, kendini, Tanrı’ya inanan bir filozof ya da daha geniş bir kavramla bir fideist olarak sınıflandırmaktadır. Gardner şöyle açıklamaktadır:
Fideizm, bir şeyi inanca ya da akli nedenlerden daha çok duygusal nedenlere dayanarak inanmaya gönderme yapmaktadır. Bir fideist olarak Tanrı’nın varlığını ya da ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlayan herhangi bir delil olduğunu düşünüyorum. Dahası, daha iyi kanıtların ateistlerden tarafa olduğunu düşünüyorum. Eğer metafizik inanç için kuvvetli duygusal nedenlere sahipseniz ve bu, bilim ve mantıksal akıl yürütmeyle keskin bir şekilde çelişmiyorsa ve eğer bu yeterli tatmini sağlıyorsa bir inanç atılımı yapmaya hakkınız vardır (1996).
Benzer şekilde sık sık sorulan “ölümden sonra yaşam konusunda tutumunuz nedir?” sorusuna verdiğim stardart yanıt, “Kuşkusuz ondan yanayım” demektir. Ölümden sonraki yaşamdan yana olmam gerçeği onu elde edeceğim anlamına gelmez. Ama onu kim istemez?
Ani memnuniyet. Birçok saçma şey, ani memnuniyet önerir. 900’lü numarası olan psişik yardım hattı klasik bir örnektir. Sihirbaz/mentalist olan bir arkadaşım böyle bir yardım hattı işletmektedir. Arayanlar yanlışları unutur ve doğruları hatırlar ve en önemlisi onlar medyumun haklı olmasını isterler.
Kuşkucular, medyum yardım hatlarında dakikada 3.95 dolar harcamazlar, inananlar harcarlar. Konuşacak birisine en çok gerek duyarak, gece ve hafta sonları ararlar. Geleneksel psikoterapi resmîdir, pahalıdır ve zaman alıcıdır. Derin anlayış ve gelişme, aylar ya da yıllar alabilir. Memnuniyetin gecikmesi ilkedir, çabuk tatmin istisnadır. Tersine medyum, sadece bir telefon uzaklığındadır (Arkadaşım da dâhil olmak üzere birçok 900’lü numarası olan medyum bunu, ‘zavallı insanlara öğüt vermek” olarak haklı çıkarmaktadır.)
Basitlik. Bir insanın inançlarının ani memnuniyeti, çoğunlukla karmaşık ve belirsiz nedenlere dayanan bir dünya için basit açıklamalarla daha kolaylaştırılır. İyi ve kötü şeyler, görünüşte rasgele bir şekilde hem iyi hem kötü insanlara olmaktadır. Bilimsel açıklamalar çoğunlukla karmaşıktır ve eğitim ile birlikte çalışma çabası gerektirmektedir. Batıl inanç, kadere inanmak ve doğaüstü, yaşamın karmaşık labirentinde daha basit bir yol sağlar.
Ahlak ve Anlam. Şu anda, ahlak ve anlamın bilimsel ve seküler sistemlerinin pek çok insan için göreceli olarak tatmin edici olmadığı kanıtlanmıştır. İnsanlar, daha yüksek bir güce inanç olmadan neden ahlak olacağını sormaktadırlar. Etiğin temeli nedir? Yaşamın nihai amacı nedir? En önemli olan nedir? Bilim adamlarının ve seküler hümanistlerin bu güzel sorulara güzel cevapları vardır ama birçok nedenden dolayı bu cevaplar büyük ölçüde halka ulaşmamıştır. Pek çok insan için bilim, sonsuz, umursamaz ve amaçsız bir evreni gösterirken sadece soğuk ve zalim bir mantık öneriyor gibi görünmektedir. Sahte bilim, batıl inanç, efsane. Büyü ve din, basit, ılımlı ve teselli edici ahlak ve anlam yasaları önerir.
Ümit Sonsuza Kadar Sürer. Tüm bu nedenleri bir araya getirmek, bu kitabın son bölümünün başlığıdır. Bu, benim insanların doğal olarak her zaman daha büyük mutluluk ve tatmin olma düzeyleri arayarak ileriye bakan bir tür olduğu konusundaki kanaatimi ifade etmektedir.
Ne yazık ki, bunun doğal sonucu, insanların hepsinin daha iyi bir yaşam için gerçekçi olmayan beklentilere sarılmaya ya da daha iyi bir yaşamın sadece diğerlerinin yaşamlarını azaltarak, hoşgörüsüzlük ve cehalete tutunarak elde edilebileceğine inanmaya çok istekli olmalarıdır. Ve bazen, bir yaşamın olmasına yoğunlaşınca bu yaşamda sahip olduklarımızı kaçırırız. Bu, farklı bir ümit kaynağıdır ama ne olursa olsun ümittir: İnsan zekâsının merhametle birleşerek sayısız sorunumuzu çözebileceği ve her yaşamın kalitesini arttırabileceği konusunda ümittir; tarihsel ilerlemenin tüm insanlar için daha büyük özgürlükler ve kabul edişe doğru yürüyüşüne devam ettiği konusunda ümittir ve aşk ile empati kadar, mantık ve bilimin de bize evrenimizi, dünyamızı ve kendimizi anlamamıza yardım edebileceği konusunda ümittir.
Akıllı İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır?
Daha etkileyici olan, Lehigh Üniversitesi biyokimya profesörü ve “Akıllı Tasarım” hareketinin kutsal kitabı hâline gelen 1996 yılında yazılan “Darwin’in Kara Kutusu” adlı kitabın yazarı olan Michael Behe’dir. Ve ikisi de, William F. Buckley tarafından evrim ve yaratılış konusunda PBS televizyonundaki bir tartışmada takımına katılmaları için davet edildikleri zaman tutucu aydınlar zümresinin nihai kabulünü elde ettiler.
Ama bahse girerim ki, Saçma bir şeye inanan akıllı bir insanın en mükemmel örneği, Tulane Üniversitesi’nde teorik matematik profesörü ve dünyanın önde gelen kozmologlarından ve global genel relativistlerinden biri olan Frank Tipler’dır. Tipler, Stephen Hawking, Roger Penrose ve Kip Thorne gibi tanınmış kişilerle yakın arkadaş olmaktan hoşlanmaktadır. Önde gelen fizik dergilerinde yüzlerce teknik makale yayınlamıştır ve geleneksel fizik yaptığı dönemde meslektaşları arasında düşünceleri saygı görüyordu. Yine de Tipler, aynı zamanda 1996 yılında, Tanrı’nın var olduğunu, sonraki yaşamın gerçekliğini ve hepimizin evrenin uzak geleceğinde kendimizden sanal olarak ayırt edilebilir bir gerçekliği yeniden yaratmaya yetecek büyüklükte bir belleği olan süper bir bilgisayar yoluyla diriltileceğimizi kanıtladığını ileri sürdüğü “Ölümsüzlüğün Fiziği: Modern Kozmoloji, Tanrı ve Ölülerin Diriltilmesi” adlı kitabı yazmıştı. Bu, Uzay Yolu dizisinin holodeck’inin[1] büyük iradesidir.
Bu inancı, Tipler’ın çok yüksek zekâsıyla nasıl uzlaştırabiliriz? Bu soruyu onun bazı meslektaşlarına yönelttim. Bir UCLA kozmoloğu, Tipler’ın paraya gereksinmesi olmuş olması gerektiğini yoksa neden böyle bir saçmalık yazılacağını düşündüğünü söyledi. Diğerleri, daha az yazılabilir değerlendirmelerde bulundular. Hatta (şimdi ayıplanan ses üreten aletiyle) şunu söyleyen Stephen Hawking’e bile sordum: “Benim düşüncem hakaret içerecektir.”
Ona, Hawking’in değerlendirmesini anlattığım zaman Tipler, “fizik yasalarına hakaret edemezsiniz” diye yanıtladı. Ama burada amacım, bu iddiaların geçerliliğini değerlendirmek değildir (Dembski ile Tipler’ı tanıyorum ve onları arkadaş olarak görüyorum, yine de Dembski’nin düşüncelerini “Nasıl İnanıyoruz” adlı kitabımda eleştiriyorum ve Tipler’ın teorisini bu kitabın sondan bir önceki bölümü yapıyorum). Amacım daha çok, zekâ ve inançlar arasındaki ilişkileri incelemektir.
Saçma Şeyler, Akıllı İnsanlar
Skeptic dergisinin genel yayın yönetmeni, Kuşkucu Derneği’nin yetkili müdürü ve Scientific American’ın “Kuşkucu” köşe yazarı olarak görevim sırasında, belirsiz bir şekilde “saçma şeyler” diye bahsettiğimiz şeylerin analiz ve açıklaması günlük, rutin bir iş olmaktadır. Ne yazık ki saçma bir şeyin, pek çok insanın üzerinde anlaştığı resmî bir tanımı yoktur çünkü o, onu çevreleyen bilgi üssü ve onu duyuran birey ya da topluluk bağlamında yapılmakta olan özel iddiaya çok fazla bağımlıdır. Bir insanın saçma inancı, diğerinin normal teorisi olabilir ve belli bir zamandaki saçma bir inanç sonunda normal hale gelebilir. Gökten düşen taşlar, bir zamanlar birkaç kaçık İngiliz’in inancıydı; bugün kabul edilmiş bir meteor teorisine sahibiz.
Büyük ölçüde “saçma bir şeyle” kastettiğim şudur:
Özel çalışma alanında pek çok insan tarafından kabul edilmeyen bir iddia,
Ya mantıksal olarak olanaksız olan ya da yüksek derecede olanaklı olmayan bir iddia ve/veya
Kanıtın büyük ölçüde anekdotları dayandığı ya da doğrulanmadığı bir iddiadır. Başka bir örnek vermek gerekirse, soğuk füzyon neredeyse tüm fizikçiler ve kimyacılar tarafından kabul edilmedi, yüksek derecede olanaklı değildi ve olumlu sonuçlar doğrulanmamıştı. Yine de soğuk füzyonun geleceği için ümidini yitirmeyen bir avuç akıllı insan vardı (Arthur C. Clarke en dikkate değer olandır).
Saçmalıkları çürütme ve açıklanmayan açıklama işinde olan bizler için bu, Zor Soru dediğim şeydir: Akıllı insanlar neden saçma şeylere inanır? Benim Kolay Cevabım ilk önce biraz paradoksal görünecektir: Akıllı insanlar saçma şeylere inanır çünkü onlar akıllı olmayan nedenlerden dolayı ulaştıkları inançları savunmada yeteneklidirler.
Yani, pek çok zaman pek çoğumuz deneysel kanıtlarla ve mantıksal akıl yürütmeyle çok az ilgili olan, çeşitli nedenlerle inançlarımıza sahip oluruz. Nadiren herhangi birimiz bir masa dolusu gerçeğin önüne otururuz, artı ve eksilerini değerlendiririz ve daha önce inandığımız şeyden bağımsız olarak en mantıklı ve akla uygun olan inancı seçeriz. Bunun yerine, dünyanın gerçekleri bize, yaşamımız boyunca biriktirmiş olduğumuz teorilerin, hipotezlerin, önsezilerin, ön yargıların ve peşin hükümlerin renkli filtresi içinde gelir. Sonra bilgi kütlesini sıralarız ve zaten inandığımız şeyleri en çok onaylayanları seçeriz ve onaylamayanları görmezden gelir ya da bahane buluruz.
Kuşkusuz bunu hepimiz yaparız ama akıllı insanlar hem yetenekli hem eğitimli olduğu için bunda daha iyidirler.
İnancın Psikolojisi
İnanç psikolojisinin, Zor Soruya Verdiğim Cevabın yapısının özüne giden, bazı ilkeleri vardır.
1. Zekâ ve İnanç
Zeki insanların bazı batıl ve doğaüstü inançlara inanmasının daha az olası olduğu konusunda bazı kanıtlar olmasına rağmen, genel sonuçlar kuşkulu ve sınırlıdır. Örneğin, 1974’te Georgia’da lise son sınıf öğrencileriyle yapılan bir çalışma, bir IQ testinde daha yüksek puan alanların düşük IQ puanı alan öğrencilerden önemli ölçüde daha az batıl inançlı olduklarını gösterdi.
Birçok durumda, zekâ, inanca dikey ya da ondan bağımsızdır. Geometride dikey, “bir şeye dik açı yapan” demektir; psikolojide dikey, “istatistiksel olarak bağımsızdır. Deneysel bir tasarımı vardır, öyle ki inceleme altındaki değişkenlere istatistiksel olarak bağımsız davranılabilir” demektir, örneğin, yüksek zekâ düzeylerinde, yaratıcılık ve zekânın göreceli olarak dikey olması (yani istatistiksel olarak ilgisiz olması) kavramı gibi (OED).
Sezgisel olarak, daha zeki olan insanlar daha yaratıcı olacaklar gibi görünmektedir. Aslında neredeyse önemli ölçüde zekâ tarafından etkilenen herhangi bir meslekte (ör. Bilim, tıp, yaratıcı sanatlar) uygulamacı nüfusun arasında belirli bir düzeye geldiğinizde (ve bu düzey 125 puanlık bir IQ derecesi olarak ortaya çıkar) o meslekteki en başarılı olan ve ortalama arasında, zekâ olarak hiçbir fark yoktur. O noktada yaratıcılık ya da başarı motivasyonu ve başarıya yönelmek gibi diğer değişkenler zekâdan bağımsız olarak yönetimi ele alır. (bkz. Hudson 1966; Getzels ve Jackson 1962).
İki kere Nobel alan ve bilimsel bir deha olan Linus Pauling’in gözlemlediği gibi insan, “birçok düşünceye sahip olmalı ve kötü olanları fırlatıp atmalı… Birçok düşünceye ve bir çeşit seçme ilkesine sahip olmazsanız iyi düşüncelere sahip olmazsınız.” Örneğin bilimde, Nobel ödülünü almanın bir numaralı belirleyicisi, kısmen bir insanın üretkenliğinin ölçüsü olan dergilerde alıntı yapılma oranıdır.
Simonto’nun belirttiği gibi, Shakespeare sadece iyi olduğu için değil ama “belki de İngilizce konuşulan evlerde sadece İncil’in Shakespeare’in tüm eserlerini içeren bir ciltten daha fazla bulunması olası olduğu” için de bir edebiyat dehasıdır.
Aslında modern zamanlarda icra edilen tüm klasik müziğin neredeyse beşte biri, sadece üç besteci tarafından yazılmıştır: Bach, Mozart ve Beethoven.” Başka deyişle, bu yaratıcı dehalar çok fazla akıllı değildir ama onlar üretken ve seçicidir (Aynı zamanda bkz. Sulloway, 1996).
Böylece zekâ, aynı zamanda bir insanın inançlarını biçimlendiren değişkenlere de dikeydir…
2. Cins ve İnanç
Aslında bazı çalışmalar, kadınların batıl inançlara daha fazla sahip olduğunu ve erkeklerden daha çok doğaüstü olayları gerçek olarak kabul ettiklerini bulmuştur. Örneğin, New York Şehri’nde 132 erkek ve kadınla yapılan bir çalışmada, bilim adamları, erkeklerden daha fazla kadının tahtaya vurmaya ya da merdivenin altından geçmenin kötü şans getireceğine inandığını buldu.
Başka bir araştırma, erkeklerden daha fazla kolejli kadının önceden bilmeye inandığını açıkça söylediğini göstermekteydi.
Böyle çalışmalardan çıkan genel sonuç zorlayıcı görünse de bu yanlıştır. Burada sorun, sınırlı örneklemedir. Örneğin, yaratılışçıların, soykırım “revizyonistlerinin” ya da UFOlogların herhangi bir toplantısına katılırsanız, neredeyse hiç kadın görmezsiniz. Konu ve akıl yürütme şekliyle ilgili çeşitli nedenler dolayısıyla yaratılışçılık, revizyonizm ve UFOloji erkek inançlarıdır. Geleceği görmek kadınların işidir, hayalî canavarları izlemek erkeklerin işidir. Erkekler ve kadınlar arasında inanç gücü açısından hiçbir fark yoktur, sadece inanmayı seçtikleri şey farklıdır.
3. Yaş ve İnanç
Otuz yaşın altındaki insanların, daha yaşlı gruplardan daha batıl inançlı olduğunu gösteren 1990 yılındaki bir Gallup araştırması gibi çalışmalar, daha yaşlı insanların daha genç insanlardan daha kuşkucu olduklarını göstermektedir. Başka bir çalışma (dolunay sırasında suç oranlarının daha yüksek olduğunu ileri süren) daha genç polis memurlarının, dolunay etkisine daha yaşlı polis memurlarından daha fazla inandıklarını gösteriyordu. Son olarak , Frank Sulloway ve ben, dindarlık ve Tanrı’ya inancın yaşla birlikte tekrar eskisi gibi yükselmeye başladığı yetmiş beşe kadar düzenli olarak azaldığını bulduk.
4. Eğitim ve İnanç
Psikolog S. H. ve L. H. Blum (1974), eğitim ve batıl inanç arasında olumsuz bir bağıntı buldu (eğitim arttıkça batıl inançlar azalıyordu).
Başka bir çalışma (Pasachoff ve diğerleri 1971), şaşırtıcı olmayacak şekilde, doğa ve sosyal bilimcilerin sanat ve insani alanlardaki diğer meslektaşlarından daha kuşkucu olduklarını buldu; çok uygun olarak bu bağlamda psikologlar hepsinin (belki de inancın psikolojisini ve kandırılmanın ne kadar kolay olduğunu en iyi anladıkları için) en kuşkucusuydular.
Son olarak, Richard Walker, Steven Hoekstra ve Rodney Vogl (2001), üç farklı kolejdeki üç bilim öğrenci grubu arasında, bilim eğitimiyle doğaüstüne inanma arasında hiçbir ilişki olmadığını keşfettiler. Yani, “kuvvetli bir bilimsel bilgi temeline sahip olmak bir kişinin mantıksız inançlara karşı izole edilmesi için yeterli değildir.
5. Kişilik ve İnanç
Açıkçası, insan düşüncesi ve davranışı karmaşıktır ve böylece yukarıda bildirilen çalışmalar nadiren basit ve tutarlı bulguları gösterir. Örneğin, mistik deneyimlerin nedenleri ve etkileri karışık bulguları gösterir.
Ama zekâ, cinsiyet, yaş ya da eğitim tarafından belirlenen herhangi bir grup içinde, saçma şeylere inanma ya da inanmamayla ilgili herhangi bir kişilik özelliği var mıdır? İlk önce kişiliğin, en iyi özelliklerle ya da göreceli olarak kararlı olan eğilimlerle tanımlandığını belirtelim. Frank Sulloway ve benim yönettiğimdin ve inanç konusundaki çalışmada, deneyime açıklığın dindarlığın ve Tanrı’ya inancın daha düşük düzeyleriyle ilgili olarak daha yüksek açıklık düzeyleriyle birlikte en önemli gösterge olduğunu bulduk.
6. Kontrol Yeri ve İnanç
İnanç psikolojisi konusundaki en ilginç araştırma alanlarından biri, psikologların kontrol yeri dedikleri alandır. Dış kontrol yeri konusunda yüksek puan alan insanlar, koşulların kontrollerinin ötesinde olduğuna ve olayların sadece onların başına geldiğine inanma eğilimindedirler. İç kontrol yeri, bir kimseyi yargılarında daha güvenli olmaya, yetki konusunda kuşkucu olmaya ve dış etkilere daha az itaatkâr ve uyumlu olmaya iterken, dış kontrol yeri, dünya konusunda daha büyük kaygıya yol açar. İnançlarla ilgili olarak çalışmalar, inananlar dış kontrol yerinde yüksek puan alırken, kuşkucuların iç kontrol yerinde yüksek puan aldığını göstermektedir.
İnanç konusunda kontrol yeri etkisi aynı zamanda, çevrenin belirsizliği ve batıl inanç düzeyi arasında bir ilişkinin olduğu çevre tarafından azaltılmaktadır (belirsizlik arttıkça batıl inançlarda artmaktadır). Beyzbol oyuncularının batıl inançlarını düşünün. Bir beyzbol topuna vurmak son derece zordur, sopayla yapılan her on vuruşta, güç bela üç tanesine vurmak en iyi başarıdır. Ve vurucuların onlara iyi şans getireceğine inandıkları törenlere ve batıl inançlara çok güvendikleri bilinir. Ama aynı batıl inançlı oyuncular sahaya çıktıkları zaman, pek çoğu yüzde 90 oranında topu yakalamayı başardıkları için batıl inançları bırakırlar. Böylece inancı biçimlendirmeye gelen kendileri, zekâya dikey olan diğer değişkenlerde olduğu gibi insanın bağlamı ve inanç sistemi önemlidir.
7. Etki ve İnanç
Mezhepleri inceleyen bilginler, “Kim mezheplere katılır?” sorusuna verilecek hiçbir basit cevap olmadığını açıklamaktadırlar. Araştırma, mezhep üyelerinin üçte ikisinin normal işlevleri olan ailelerden geldiklerini ve mezhebe katıldıkları zaman hiçbir psikolojik anormallik göstermediklerini ortaya koymaktadır (Singer, 1995). Akıllı insanlar da akıllı olmayan insanlar da mezheplere katılırlar ve kadınların, J. Z. Knight’ın “Ramtha’ya” dayanan mezhebi gibi gruplara katılması daha olasıyken erkeklerin, milislere ve diğer hükümet karşıtı gruplara katılmaları daha olasıdır.
Saçma Şeyleri Savunmada Akıllı Ön Yargılar
Sulloway ve ben deneklerimize, neden Tanrı’ya inandıklarını ve neden diğer insanların Tanrı’ya inandıklarını düşündüklerini sorduğumuz (ve onların yazılı cevaplar vermelerini sağladığımız) zaman, düşünceli ve uzun tezlere boğulduk ve onların değerli bir veri kaynağı olabileceklerini keşfettik. Cevapları kategorilere ayırdığımızda verilen başlıca nedenler şunlar oldu:
Prof. Dr. Michael Shermer
İNSANLAR NEDEN SAÇMA ŞEYLERE İNANIR?