Tarihçi için çok güç bir konu Sokrates. Onunla ilgili olarak çok şey mi biliyoruz, az şey mi, doğrusu kesinlik dışı. Sokrates’in orta halli bir Atina yurttaşı olduğu ve gençlere, Sophistler gibi parasız dersler verdiği kuşkusuz; yargılanıp ölüme mahkûm edildiği, İ.Ö. 399’da öldürüldüğü doğrudur.
Atina’da tanınmış bir kişi oluşu da su götürmez. Aristophanes’in Bulutlar adlı yapıtında gülünç bir kılıkta betimlediği kişi Sokrates’tir. İşte bu noktadan ötesi tartışmalı. Öğrencilerden ikisi Xenophon ve Platon, onun hakkında çok, fakat ayrı ayrı şeyler yazmışlardır. Burnet’ye göre Xenophon, Platon’u kopya etmektedir. Uzlaşmadıkları yerlerdeyse birtakım kişiler birine, birtakım kişiler öbürüne inanır, bazısı da hiçbirine inanmaz. Böylesine tehlikeli bir tartışmada yan tutmaya girişmeyecek ve değişik görüş noktalarını kısaca ortaya koyacağım.
Zekâsı biraz kıt ve dünya görüşünde bütünüyle gelenekçi bir asker olan Xenophon’la başlıyalım işe: Sokrates’in tersine, dine saygılı olduğunu ve etkisi altına aldığı gençleri olumlu yönlere yönelttiğini söyler. Xenophon’un düşünceleri kandırıcı olmaktan uzak, yavan ve sıradan görünüyor. Bu savunma, Sokrates’e karşı gösterilen düşmanlığı açıklamadığından, gerçek savunma değil. Burnet’nin dediği gibi, “Xenophon’un Sokrates’i savunması çok başarılıdır. Eğer durum Xenophon’un sözünü ettiği gibi olsaydı Sokrates, ölüme mahkûm edilmezdi.” (“Thales’ten Platon’a, s. 149)
Doğru olmıyan herhangi bir şeyi düşünecek zekâya sahip bulunmadığı Xenophon’un her dediğini doğru sayma yolunda bir eğilim doğmuştur. Çok geçersiz bir kanıttır bu. Zeki bir adamın söyledikleri konusunda aptal bir adamın anlattıkları hiç de kesin değildir. Çünkü aptal adam, duyduğunu anlıyabileceğine, çevirir de söyler. Filosoflar arasındaki can düşmanımın hakkımda konuşmasını, felsefeden habersiz bir dostumun konuşmasına yeğ tutarım. Dolayısıyla Xenophon’un söylediklerini, ister içinde felsefeyle ilgili güç bir noktayı bulundursun, isterse, Sokrates’in haksız yargı giydiğini kanıtlamanın bir parçası olsun kabul edemeyiz.
Bununla birlikte, Xenophon’un anımsamalarından birtakımı çok kandırıcıdır. Onlardan biri, Sokrates’in, Platon gibi, yetenekli kişileri iktidar mevkilerine geçirme sorunuyla, sürekli olarak nasıl uğraştığını hikâye eder. Şu tür sorular sorarmış Sokrates: “Bir ayakkabının onarılmasını istesem kime giderim?” “Ayakkabıcıya” karşılığı verirmiş bir kısım akıllı gençler. Ardından Sokrates, marangoz, demirci v.ö. kişilere kadar soruyu genişletir ve en sonra,” “Ya devlet gemisini kim onaracak?” diye sorarmış. Otuz Tiranla anlaşmazlığa düşünce, tiranların başı Kritias, (Sokrates’ten ders almıştı.) Sokrates’in ders vermesine engel olur: “Ayakkabıcılarını, marangozlarını, demircilerini bir yana bıraksan iyi edersin. Adlarını çıkardığın için onlar, ayaklar altında ezilseler yeri var şimdi” (Xenophon, Memorabilia, Kitap I, Bölüm II) Peloponnesos savaşı sonunda Spartalılarca kurulan kısa oligarşik yönetim sırasında olmuştur bu olay. Hâlbuki Atina çoğunlukla, generalleri bile oyla ya da kurayla seçecek ölçüde demokratikti. Sokrates general olmak isteyen bir gence rastlamış bir gün, ve onu savaş sanatından bazı şeyler bilmenin iyi olacağı konusunda inandırmış. Genç de gidip, taktik dersi almış bir süre, dönüp Sokrates’e gelmiş. Sokrates, onu alaylı bir biçimde övmüş ve daha çok öğrenmeye göndermiş (Xenophon, Memorabilia, Kitap III) Başka bir genci de maliye ilkelerini öğrenmeye yöneltmiş. Aynı planı, bir savaş bakanı dahil, çok kişi üzerinde denemiş. Fakat sonunda, kendisini baldıran otuyla susturmanın, onun yakındığı kötülükleri sağaltmaktan (tedaviden) daha kolay olduğu anlaşılmış.
Platon’un Sokrates hakkındaki sözleri sonucunda Xenophon’daki durumdan tümüyle ayrı bir güçlükle karşı karşıya kalırız. Platon’un ne ölçüye değin tarihsel Sokrates’in portresini çizmek istediğini ve ne ölçüye değin, tartışmalarında “Sokrates” adını verdiği kişinin, salt kendi kanılarının sözcüsü olmasını düşündüğünü kestirmek güçtür. Platon, filosofluğuna ek olarak, büyük bir deha ve çekiciliğe sahip, hayal gücü geniş bir yazardı. Tartışmalarındaki konuşmaların tam yazıldığı gibi olduğunu kimse var sayamaz, kendisi de böyle bir şeyi ciddilikle ileri sürmüş değildir. Bununla birlikte ilk tartışmalarda konuşmalar oldukça doğal ve karakterler bütünüyle ikna edicidir. Onun tarihçiliğine kuşku katan, düzyazı yazarı olarak üstünlüğüdür. Sokrates, yaradılması, pek çok insanın gücünü aşan doğal üstü ilginç bir karakter. Platon, yaratmış olabilir onu. Böyle bir durumun olup olmadığı, doğallıkla ayrı soru.
Genellikle tarihsel sayılan tartışma Savunma’dır. Sokrates’in yargı- yerindeki savunması olduğu ileri sürülür bunun. Doğallıkla Savunma, stenografik bir not değil, olaydan bilmem ne denli yıl sonra Platon’un usuna kalmış olanların bir araya getirilip edebi bir sanatla işlenmiş olanları. Platon da yargı yerindeydi. Sokrates’in neyi söylediğini anımsamışsa o ortaya konmuştur. Niyet tarihseldir açıkça. Savunma bütün sınırlamalarıyle, Sokrates’in karakterinin oldukça aydınlık bir betimlemesini vermeye yeter.
Sokrates’in yargılanmasının ana olguları kuşkuya açık değil. İddia, “Sokrates’in, kötülük işleyen, yeraltında ve gökyüzündeki şeyleri araştıran, kötüyü iyiye neden gibi gösteren ve bütün bunları başkalarına öğreten acayip bir kişi” olduğu suçlamasına dayanmaktaydı. Sokrates’e karşı duyulan düşmanlığın gerçek temeli, hemen kesinlikle, onun soylular zümresiyle ilişkili olduğunun var sayılmasıydı. Öğrencilerinin çoğu siyasal bir gruptandı. Kimi mevkilerinde çok zararlı olduklarını kanıtlamış kişilerdi. Çıkarılan bir genel af, sözünü ettiğimiz temeli açığa vuramadı. (Asıl zararlıların, o kişiler olduğunu halkın öğrenmesi engelledi. Ç. N.) Çoğunluk Sokrates’i suçlu buldu. Atina yasalarına göre, ölümden daha hafif bir ceza isteme yolu açıktı kendisi için. Yargıçlar, suçlanan kişiyi suçlu bulurlarsa, iddia makamı yönünden istenen cezayla davalı yönünden istenen ceza arasında bir seçim yapmak durumundaydılar. Bu, bakımdan, yargı yerinin yeterli sayacağı bir ceza istemek Sokrates’in çıkarına olacaktı. Fakat o, Platon dahil, dostlarından kiminin ödenmesine kefil olmak istedikleri otuz minalık bir ceza istedi. Bu, yargı kurulunu kızdıracak denli küçük bir cezaydı. Sokrates, kendisini suçlu bulanların üstünde bir çoğunluk kararıyla ölüme hüküm giydi. Bu sonucu kuşkusuz önceden görmüştü. Suçu kabul etmiş gibi davranarak vereceği ödünlerle ölüm cezasından kaçınmak düşüncesinde olmadığı açıktı.
Savcı durumundakiler, demokrat politikacı Anythos, “gençlik dolu, tanınmamış, saç ve sakalı seyrek, kanca burunlu” tragadeia şairi Meletos ve tanınmayan retorikçi Lykon’dur (Burnet, Thales’ten Pluton’a, s. 100). Onlar, Sokrates’i, devletçe tanınan tanrılara tapınmadığı, yeni yeni tanrısal varlıklar ileri sürdüğü ve bu düşünceleri gençlere de öğreterek onların baştan çıkmalarına yol açtığı için suçlu buluyorlardı.
Platon’un Sokrates’inin, gerçek bir kişiye ilişkisi türünden çözümlenemiyecek bir soruyla yorumlıyalım da, bu suçlama karşısında Platon’un ona ne söylettiğime bakalım.
Sokrates kendisini suçlayanları güzel konuşmayla suçlayarak ve güzel konuşma suçunu, kendisine uygulanan biçimiyle hayırlayarak (reddederek) işe girişir. Onun yetenekli olduğu tek güzel konuşma, kendisine göre, doğruluk konusundadır. Eğer, alışkın olduğu gibi, “Söz ve söz öbekleriyle gereğince süslenmemiş, düzme olmayan biçimde konuşursa kızmamalı savcılar. Kendisi artık yetmişinin üstündedir ve o zamana değin yargı kurulu karşısına çıkmamıştır. Yargı yerine uygun düşmiyecek konuşma biçiminin eksiğine bakmamak gerekir.
Sokrates, kendisini resmen suçlayanlara ek olarak; daha yargıçların çocukluğunda, yukarki gökleri düşünmüş, yeraltını araştırmış, kötüyü iyi gibi göstermiş bilge bir Sokrates’ten söz ederek, “sağı solu dolaşan ‘gayri resmi’ bir suçlayıcılar takımının da bulunduğunu” belirterek sözlerini sürdürüyor. “Bu gibi kişilerin -der Sokrates-, tanrıların varlığına inanmadığı varsayılır”. Kamuoyunun bu eski suçlaması resmi suçlamadan daha tehlikelidir. Çünkü, Aristophanes dışında, o suçlamanın geldiği kişiler bilinmektedir. Eski suçlama temellerine karşılık olarak Sokrates bilim adamı olmadığını (“fiziksel düşüncelerle alışverişim yok” der) ve sözgelimi bir öğretmen olmadığını, öğretim için para almadığını ileri sürer. Düzenekçilerle (Sophist’lerle) eğlenir, onların sahip olduklarını ileri sürdüğü bilgiye kendisinin sahip bulunmadığını anlatır. O halde, “bana bilge denmesinin, kötü bir ün yüklenmesinin nedeni nedir?” diye sorar.
Anlaşılan, Delphoi kâhinine bir kez, Sokrates’ten daha bilge adam bulunup bulunmadığı sorulmuş ve “yoktur” karşılığı alınmış. Sokrates, çok şaşırdığını açığa vurur. Çünkü bir şey bilmemektedir. Eh, bir tanrı da yalan söyleyecek değil ya. Filosofumuz bunun üzerine, tanrıyı yanlışlık yapmakla suçlayıp suçlayamayacağını anlamak için bilge olarak tanınmış kişileri dolaşmaya çıkar. Önce, “çok kişinin bilge sandığı, kendisine göreyse daha da bilge olan” politikacıya gider. Onu hiç de bilge bulmaz ve bulmadığını da nazik fakat kesin bir dille anlatır. “Sonuç, onun benden nefret etmesi oldu” diyor Sokrates. Sonra şairlere gidip, onlardan yazılarında olup bitenleri açıklamalarını ister. Şairler böyle bir işi başaramazlar, “Onların şiirlerini bilgelikle değil bir tür deha ve esinle yazdıklarını anladım,” biçiminde konuşur. Ardından sanatçıları dolaşır, onları da eş ölçüde umut kırıcı bulur. En sonra şunu söyler: “Yalnızca, tanrılar bilge olan. Benim bilge olup olmadığım sorusuna verdiği karşılıkla, insanların bilgeliğinin ya çok az değerli olduğunu ya da hiç değer taşımadığını göstermek istemiştir. O Sokrates’ten söz etmiyor. Benim adımı sadece bir örnek vermiş olmak için kullanıyor, ‘ey insanlar, Sokrates gibi, bilgeliğinin gerçekte beş para etmediğini bilen en bilge ‘kişidir’ diyor sanki.” Bilgeliğe sahip çıkanları açığa vurmak Sokrates’in bütün zamanını alır. Bu iş onu, ileri aşamada bir yoksulluğa sürüklemiştir. Fakat, kâhini haklı çıkarmanın görevi olduğunu hisseder.
Bertrand Russell
Batı Felsefesi Tarihi 1 – Antikçağ