Tolstoy’a ilişkin bir değerlendirme: Tolstoy Sosyalizme Nasıl bakıyordu?
I.
Büyük bir senyördü Tolstoy, ölünceye değin de öyle kaldı. Önceleri, imtiyazlı durumunun sağladığı nimetlerden bol bol yararlandı. Ama, sonraları, halkın kaderini ve mutluluğunu düşünen kimselerin etkisiyle şu kanıya vardı; Yararlandığı nimetlerin kaynağı halkın sömürülmesidir ve bu sömürme ahlaka aykırıdır. Bunun üzerine, kendisine hayat vermiş olan Tanrının halkı sömürmeğe izin vermeyeceğini düşündü. Gelgelelim, halkı sömürmekten çekinmenin yetmeyeceğini düşünemedi; bir sınıfın bir başka sınıfı sömürmesini ortadan kaldıracak toplumsal ilişkilerin yaratılmasına yardım etmek gerektiğini kavrayamadı. Bu yüzden de, öne sürdüğü ahlak öğretisi olumsuzluktan kurtulamadı.
«Darılma! Düşkünlüğe kapılma! Sövüp sayma! Savaş yapma! işte, bence, İsa’nın öğrettiklerinin özü budur.» (1).
Oysa, darlığıyla bu olumsuz ahlâk «her şeyden önce halkın mutluluğunu öngören ve onun kaderini düşünen» insanların düzenlediği olumlu ahlâk öğretiminden karşılaştırılamıyacak kadar aşağıda idi. Eğer bugün, aynı insanlar Tolstoy’un kişiliğinde kendi öğretmenlerini ve bilinçlerini buluyorlarsa, bunun bir tek nedeni olabilir: Demek ki, zorlaşan yaşama şartlarından ötürü onların kendilerine de, öğretim düzenlerine de inançları sarsılmıştır. Elbette böyle olması üzücüdür, ama yakında değişeceğini umuyoruz. Tolstoy’un günümüzde uyandırdığı ilgiden de bunu çıkarabiliriz. -Bu ilgi arttığı ölçüde, olumsuz ahlâktan hoşlanmayan kimseler Tolstoy’un kendilerine ahlâk hocalığı edemeyeceğini anlayacaklardır. Aykırı bir düşünce gibi görünüyorsa da, gerçek budur.
Bununla birlikte bana, «Tolstoy’un ölümü bütün uygar dünyayı üzdü» diyenler olacak. Onlara cevap vereyim: Evet, üzdü, ama örneğin Batı Avrupa’ya bir bakın, Tolstoy’u kimin «üstünkörü» olarak ve kimin «şuradan şuraya kadar» sevdiğini göreceksiniz. Onu «üstünkörü olarak» sevenler (yani az çok içtenlikle ve kuvvetle sevenler) üst sınıfların düşünürleridir. Başka bir deyişle, olumsuz ahlâkı tutan ve geniş toplumsal çıkarları, bağlantıları olmadığı için ruhlarındaki boşluğu dinsel özlemlerle doldurmağa çabalayan kişilerdir. Tolstoy’u «şuradan şuraya kadar» sevenler ise, çalışan halkın bilinçli temsilcileridir. Başka bir deyişle, olumsuz ahlâktan hoşlanmayan ve uzun süredir hayatın anlamım büyük bir toplumsal ülküye sevinçle gidişte buldukları için onu yeniden aramak zahmetine girmeyen kişilerdir. Acaba bu kişiler «nereden nereye kadar» seviyorlar Tolstoy’u? Bunu cevaplandırmak kolaydır. Gerçi Tolstoy toplumsal ilişkilerin değiştirilmesi yolunda yürütülen kavgayı anlamamış, ona ilgi göstermemiştir, ama günündeki kurulu düzenin kötülüklerini derinden duymuştur. Büyük sanatçılık gücünü -eklenti (episode) biçiminde de olsa- bu kötülükleri önemle belirtmek üzere kullanmıştır.
Sözü geçen kişiler Tolstoy’u bunun için beğenirler. Çağımızda gerçekten ileri insanların da Tolstoy’u «nereden nereye kadar» sevdikleri böylece açıklanmış oluyor.
II.
Kont Tolstoy sosyalistlerle ortak bir yanı bulunmadığını sık sık belirtir. Marx’ın bilimsel sosyalizmi karşısındaki tutumunu ise bir kez olsun belirlemediği düşünmez. Neden mi Açıklaması güç değil: Tolstoy adı geçen sosyalizmi çok az tanır da ondan. Nitekim, Olgun Başaklar adlı kitabında onun öğretisi ile Marx’mki arasında tam bir karşıtlık bulunduğunu gösteren su götürmez satırlar vardır.
“Sevinç ve eğlencenin dışında” görmekten çok uzaktı. Kutsal Aile adlı eserinde, sosyalizm ile genel olarak maddecilik ve özel olarak da maddeci «sevinç hakkı» arasındaki bağlantıyı ortaya koyar. Ne var ki, bu «ortaya koyuş» çoğu maddecilerde görüldüğü üzere idealist Tolstoy’un sandığı gibi «bencil» bir eğilim değildir. Tam tersine, Marx’ta bu, sosyalist hakların belirtilerinden biridir.
“Sağ yanağına vurana sol yanağını da çevirmek” Aziz Nesin’den Bir Hikaye – Hazreti İsa İle İki Kişi
Din karşısındaki davranışıyla da Tolstoy Marx’tan büsbütün ayrılır. Marx’a göre din, üst sınıfların halkı uyuşturmak için baş vurdukları bir afyondur. Din halkın yalancı mutluluğudur, halkın gerçek mutluluğa kavuşması onun silinmesine bağlıdır. Tolstoy ise dini insanların gerçek mutluluğunun ilk şartı sayar. Bu bakımdan, Kont Tolstoy’un dünya görüşü dinselleştiği ölçüde emekçi sınıfının sosyalist dünya görüşüyle çatışır.
Tolstoy’un öğretisinin önemi, din ya da ahlâk yönünden gelmez; halkın sömürülmesini “üst sınıflar onsuz yaşayamazlar” renkli olarak tasvir etmesinden gelir. Gerçi, sömürmeyi Tolstoy, sömürücüleri yaratan kötü ahlâkın bir sonucu diye alır, ama bu bile, sömürmeyi büyük bir yetenekle belirtmesini önlemez.
Tanrının Tahtı İçimizdedir adlı kitapta iyi ne var acaba Valinin köylülere yaptığı işkenceleri anlatan bir parça. Nasıl yaşıyorum neyi gösteriyor En suçsuz eğlencelerde dahi egemen sınıfla halkın sömürülmesi arasındaki sıkı ilişkiyi, “Artık Susmayacağım” başlıklı yazıda okurları coşturan nedir?
Her dini bütün Hristiyan gibi Tolstoy’a da iyi bir yurttaş denemez. Fakat, kurulu düzenin savunucularının ve temsilcilerinin ruhsal durumlarını var gücüyle bir kez çözümlemeğe, isteyerek ya da istemeyerek halka gösterdikleri ikiyüzlülüğü bir kez ortaya koymağa başlayınca iyi bir yurttaş olur. Gerçi, kötülüğe zora baş vurularak karşı konulmamasını salık verir; ama yukarda andıklarıma benzeyen sayfalar okurların ruhunda zorbalığa devrimci bir tutumla karşı koymak isteğini uyandırırlar. Gerçi, Tolstoy eleştiri silâhıyla yetinmeği öne sürer; ama sözü geçen ilginç sayfalar bunun tam tersini gösterirler, hem de kesinlikle: işte, Tolstoy’un öğretisinde değerli olan tek şey de budur.
Yazık ki, bu dikkate değer sayfalar, Tolstoy’un son otuz yılda yazdıklarının küçük bir parçasıdır. Geri kalan parçalar, yazarın din ve ahlâk eğilimleriyle dolup taşarlar; çağımızın, bütün ileri görüşlerine aykırı düşerler; özellikle bilinçli işçi sınıfının ideolojisiyle hiç bağdaşmazlar. Bundan ötürü, yüksek sınıfların ideologları Tolstoy’un vaazları önünde saygıyla eğilirler. Her ne kadar bu vaazlar günahlarını belirterek ayıplasa da onları, bunda büyük sakınca görmezler. Çünkü birçok Hristiyan vaizleri de yüksek sınıfların günahlarını kınadılar, ama bu, Hristiyanlığın çağımızda kapitalist toplumun dini olarak kalmasını önleyemedi.
Tolstoy kötülüğe zor kullanarak karşı konulmamasını salık verir, öğretisinin temeli budur. Grevleri kuvvetle bastıran Briandm önünde Fransız milletvekillerinin eğilmeleri de bundan gelir, yani Tolstoycu vaazların sömürücüleri aslâ ürkütmemesinden… Gerçekten de, sömürücülerin bu vaazlardan çekinmeleri için bir sebep yoktur, ama onları benimsemeleri için sayısız sebepler vardır. Vaazlar onlara hem Tolstoy’un önünde tehlikesizce eğilmek mutluluğunu sunar, hem de kendilerini elverişli bir ışık altında göstermek fırsatını sağlar. Yoksa, devrimciliğe kalktığı bir dönemde burjuvazinin, Tolstoy gibi bir vaizin önünde eğilmiyeceği açıktır. Böyle bir dönemde o, Tolstoy’a karşılık, yığınla ideolog çıkarır. Gelgelelim, durum değişiktir bugün. Burjuvazi, devrimci kimliğini çoktan yitirdi, geriliyor artık: Eskiyi tutucu bir eğilim taşıyan her düşünce akımını hoş karşılıyor. Hele, bu akım pratik hayatta kötülüğe zorla karşı çıkmamayı öğütülüyorsa, onu öpüp başına koyuyor. Tolstoy’un vaazları önünde eğilmesi de bundandır. (…)
Rusyadaki burjuva topluluğuna gelince, şimdi o, kendisini kont Tolstoy’un vaazı önünde eğilmek zorunda bırakan ruhsal durumu anlıyor. Nitekim, halkın devrimci direnişine artık gerici zorbalıkla karşı koyamayacağına inanmakla kalmıyor, böyle bir davranışın kendi çıkarlarına aykırı olduğuna da az çok inanmış bulunuyor. Derebeyliğin istibdadına karşı yürütmüş olduğu eski kavgayı barışçı bir anlaşmayla bitirmeği düşünüyor. Zaten onun sol temsilcilerinin, cadet’lerin(2) en etkili taktiği de budur. Aslında, kont Tolstoy’un din ve ahlâk öğütleri, günümüzün şartları içinde, «Milukovun gerçekçi politikası» nın mistik bir dile çevrilmesinden başka bir şey değildir.
İnsan temkinli kişilerle anlaşamaz belki, ama onların mantığını beğenmezlik de edemez. Bu bakımdan, cadetler gibi düşünenler, kont Tolstoy’un önünde eğilmekte haklı olabilirler. Fakat, cadetler’den daha çok «sol»a saygı gösteren, hatta arasıra tethişçilere yakınlık duyacak kadar ileri giden sözüm ona «bilgili» ve «namuslu» birçok baylar da, Yasnaya Polyana’ya kaçan Tolstoy’un gidişiyle coşmakta ve Çıkar yol adlı yazıdaki isyancı düşüncenin sözüm ona yüceliği karşısında duygulanmakta haklı olabilirler mi?
Yaşlı kadınlara yakışan bu üzücü elbise içinde onlar, gösterilere katılıyor, kendilerini enerjik kişiler diye satıyorlar. Sosyal demokratların onlara bundan vazgeçmek zamanının geldiğini anlatmaları gerek. Artık bu çalım satmalar yeter.
Heine doğru söylüyor: Yeni çağların yeni hareketler için yeni elbiselere ihtiyacı var.
(Ek – Günümüzde Tolstoy’u Rousseau ile karşılaştırmağa kalkışıyorlar. Oysa, böyle bir karşılaştırma olumsuz sonuçlara varır ancak. Rousseau bir diyalektikçi idi- hem de XVIII. yüzyılın eşine az rastlanır diyalektikçilerinden biri. Tolstoy ise ölünceye değin tipik bir metafizikçi olarak kaldı. Onu Rousseau ile karşılaştırmağa girişmek için, «İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temellerim adlı ünlü eseri hiç anlamamış olmak gerekir.) (3).
Georgi Plehanov
Çeviren: Asım Bezirci
Tolstoy: Biri tokat attı diyelim, öbür yanağını çevirdin ona da attı ne yaparsın?
(1) Tolstoy – Olgun Başaklar, s. 216.
(2) Cadet: Askerliği öğrenmek üzere gönüllü olarak orduya katılan genç asilzade Çar II. Nikola zamanında Rusya’da kurulan liberal, demokrat partinin üyesi. (Çev.).
(3) Bu iki metin, Plehanov’un iki yazısından alınmış parçalar^ dır. Bunlardan biri, Zvezda dergisinin 1. sayısında «Nereden Nereye Kadar» başlığıyla yayımlanmıştır (1910). Öbürü ise, Sosyal Demokrat dergisinin 19-20 no. lu sayılarında «Kari Marx Ve Leon Tolstoy» adıyla çıkmıştır (Ocak 1911). Yazıların Plehanov’un Toplu Eserleri (Oevres Completes)*? içindeki yeri şudur : C. XXIV, s. 192-194, 227-233.