Her hayat renkler ve zevkler uğruna verilen bir kavgadır – Jean-François Groulier

‘Zevk’ kavramı felsefi düşünce tarafından özellikle terk edilmiştir. Oysa Nietzsche onu, en değişik alanlarda, dinsel, sanatsal ya da felsefi alanlarda, değerlendirmenin kurucu öğesi olarak kullanır.

Değerlendirme ya da değer yargısına karşın, zevk sorunu Nietzsche yorumcularınca pek ender olarak çözümlenmiştir. Yorumcuların çekingenliklerinin pek çok nedeni var. Zevk kavramı, Hegel’den beri, estetik alanda çözülmemiş bir sorundur ve güzellik ve öteki estetik kategoriler gibi, her belirgin anlamsal (sémantique) içerikten boşalacak derecede kuramsal geçerliliğin önemli bir kısmını yitirmiştir. Bununla birlikte, zevk ve tiksinti Nietzsche’nin düşüncesinde eleştirel sorunlar olarak, dinsel ya da sanatsal, felsefi ya da bir çağın kültürüne özgü olayların değerlendirme biçimleri olarak sürekli yer alırlar. Birçok aldatıcı idealizm, entelektüel hile biçimleri ya da kaba ve bayağı düşünme üslupları karşısında kavram ve kanıt (argument) yetersiz ve güçsüzdür. Pek çok durumda, Nietzsche daha kurnaz, daha kavrayışlı ve daha güvenilir bir kılavuza çağrı yapar: Zevk. “Zevk duyusu, doğru aracı duyudur.”

Nietzsche zevk, “Geschmack” [Bu sözcük aynı zamanda ‘lezzet’, ‘tat’ ve ‘çeşni’ anlamlarına da gelmektedir.] sözcüğünü kullandığında, bu çoğu zaman Alman estetik düşüncesinden uzak bir anlamdır. Onun Geschmack’ı Balthasar Gracian’ın gusto’su ve özellikle Fransız ahlakçılarının işlediği gibi zevk tarafından oluşturulmuştur. Zevk (goût) gibi gusto da, yaşamın en değişik koşullarına uygun olarak ayırt etme sanatında en yetkin yoğunluğun ifadesidir: Onlar estetik’i belirlediği kadar bir yaşam ethik’ini de belirler. Oysa, Nietzsche’nin sözcüğün bu anlamına neredeyse başdöndürücü bir yoğunluk verdiği apaçık: Bu anlam bütün varoluş biçimlerine, kültürlere olduğu gibi uluslara uygulandığı kadar, sanat deneyimlerine de uygulanır. “Değer veren –yarar değil– zevk olduğu” için, bu anlam, kurucu bir değerlendirme ögesi olur. Bu gücün ya da yetinin, bir şeyin değerini veya değersizliğini belirlemek için yeterli bir koşul olduğu anlamına kesinlikle gelmez bu durum ama bazı estetik ya da felsefi sorunları çözmek için ayrıcalıklı bir araç olarak her değerlendirmenin özünde bulunması sıfatıyla yeniden güçlenmesi gerektiği anlamına gelir. “Hıristiyanlığa karşı karar veren bizim zevkimizdir” (Şen Bilim) ya da “Her şey konusunda sağbeğeniyi belirlem hakkı öteki düşünürlerden çok bize aittir” (Tan Kızıllığı). Her ne kadar bu cümleler kışkırtıcı, hatta küstahça bir şekilde çınlıyorsa da, bu eleştirilen nesne nedeniyle olmadığı gibi, Nietzsche’nin, yani zekâya ya da akla karşıt gibi görünen bir yeteneğin başvurduğu eleştiri aracı nedeniyle de değildir.

Kant’ın ve daha tuhafı, Wittgenstein’ın dışında, felsefi ve özellikle estetik düşünce zevk’i (beğeniyi) ve özellikle sağbeğeniyi (bon goût) anımsatabilecek her şeye karşı açık bir tiksinti gösterdi genellikle. Her ayırt etme yetisi böylece estetik yüklem analizlerinde yani genellikle bir apori (çözümsüzlük) dizisinde erimeye ya da antropolojik veya sosyolojik bir esin göreceliğinde yok olmaya adanmıştır. Oysa, Nietzsche Zerdüşt’e şunu söylettiğinde içinde olduğumuz bu durumu önceden sezer: “Ve siz bana, ey dostlar, ‘renkler ve zevkler tartışılmaz,’ diyorsunuz ama her hayat renkler ve zevkler uğruna bir kavgadır! Zevk, aynı zamanda ağırlık, terazi ve tartıcıdır; ağırlık, terazi ve tartıcı yüzünden kavgasız yaşamak isteyecek olan her canlı şeyin vay haline!” “Ağırlık, terazi ve tartıcı yüzünden kavgasız yaşamak” yani kişisel değerlendirme olmadan, bilimin ya da etik zorunlulukların nesnelliği ve yansızlığı adına yaşamak, bugün en büyük güçle ve çoğunlukla kör bir biçimde kendini benimsetmek isteyen şeydir açıkça. Ancak bu üçlü ağırlık, terazi ve tartıcı eğretilemesi, aşma istencinden başka basit zevk öznelliğini de ifade eder. Nietzsche bu duyuş tarzını bir kişisel tepki, gerçek bir duyma ve algılama biçimi olarak tanımladığında, bu tanım keyfi ve geçici bir estetik duyguya hiçbir şekilde atıfta bulunmaz. Zevkten söz eden, yorumdan, değerlendirmeden ve tartışmadan yani enerji niceliklerinin, güçün ve nihayet erkin varoluşundan söz ediyor demektir. Bedenin kendisi önceden gösterir bunu: Duyum, algı, zevk, bütün bunlar yorumlayıcı ve değerlendirici bir etkinliği içeren fizyolojik olarak koşullanmış birtakım işlevlerdir. Değerlendirmek, bir fenomenin, bir yapıtın ya da bir insanın hiyerarşik bir düzene göre değerini veya değersizliğini belirlemek değildir sadece; değer biçen varlığın bütünlüğünü bağlayan gerçek bir edimdir de.
Nietzsche kuşkusuz, bir önermenin doğruluğu ya da düzmeceliği sorununun değer sorununa göre ikincil olabileceğini dile getirmeye cesaret eden tek filozoftur. İster din ister ahlak isterse idealizmin ve doğal olarak sanatın birçok formu söz konusu olsun, eleştirel yöntem ve düşünce tarzı olarak değerlendirmenin önceliğini ortaya koydu. Her hakikat kararı üzerine bu değerlendirme üstünlüğünün, değerin bir yaşamı koruma koşulu olmasıyla ilgili olduğunu, onun nihilizmin olumsuz ve tehlikeli güçlerine karşı estetik bir yaşam uyaranı olduğunu biliyoruz. Zevk ve tiksinti ancak güç ilişkileri ve sürekli çatışmalar içinde anlamı olabilen kavramlardır. Sanatsal nitelikler ya da kültür formlarıyla ilgili her hiyerarşik ayrımcılık fikrinden korkmayı fobik bir şekilde işin içine sokan bizimki gibi bir çağ için, değerlendirme her zaman daha utanılası bir edim gibi görünür. 18. yüzyıl Fransızlarının klasik ülküsünü anımsatan Nietzsche onların ölçütlerini şöyle tanımlar: “Tat duyumlarından, ani bıkkınlıklarından, yabancı olan her şeye karşı ikircimli ihtiyatlarından, zevkten yoksun kaygılarından vb. çok emin bir şekilde, evet ve hayır.”

“Nietzsche’nin usdışılığı” hakkında eski eleştiriyi yeniden işleyen Habermas’ın işin içinde olması, kesinlikle “tat duyumuyla ilgili evet ve hayır”a karşı olmaktır. Habermas’ın kanıtlaması, zevk yargısının bizim filozofta aklın yerini almaya yöneleceğini ve düşüncesinin önemli tutarsızlıklardan zarar göreceğini söylemekten ibarettir. Nietzsche ile ilgili bir usdışılık fikri, birbirine indirgenemeyen iki düşünce tarzının birbirine karışmasına dayanır gerçekten: Birincisi; edim olarak, nihilizmin ve çökmekte olan yaşam biçimlerinin karşısında değerin (valeur) zorunlu bir olumluluğunun onaylanması olarak değerlendirmenin üstünlüğünü ortaya koyarken, ikincisi; en azından ilke olarak, bizzat değerlendirmenin mantıksal çözümlemesinin ussal gerekliliğine dayanır. Kant’tan çağdaş analitik felsefeye kadar, ikinci düşünme tarzı ussallık adına estetik alanda ayrıcalıklı oldu. Zevkin öznel usdışılığı ile doğru ussal yöntem arasında, estetik ile mantık arasında bu karşıtlık gerçeklikte tümüyle yapaydır. Buna karşın Nietzsche bu karşıtlıklar oyununda, sertliği ve tutarlılığıyla eşsiz bir bilinçlilik, tam da örnek bir tutum gösterir gibidir bize. Gerçekten, onun konumu ilkin yüksek düzeyde stratejiktir. O her ne kadar değerlendirmelerini geçerli sayıp onaylayacak olan her kanıtlamayı veya her mantıksal yöntemi dışlamaya bunca dikkat ediyorsa da bu hiçbir şekilde mantığın ve discursif [Mantıkta, yargılanmaya dayanan, önermeden önermeye geçerek sonuca varan düşünce yöntemi] bir düşüncenin “aristokratça” bir küçümsenmesinden dolayı değildir. Bu, her şeyden önce değerlendirmenin, değerlendirme zevkinin sadece bir kiplik olmasından, bir aciliyet durumuna, esasa değin bir önceliğe, örneğin, olan ve zorunlu olarak her mantıksal söylem çözümlemesini ikinci plana atan şeyle ilgili kendi bıkkınlığımıza karşı bir kavganın önceliğine yanıt vermesinden dolayıdır. Analitik araştırmaların değer yargısının doğruluğunu ve geçerliliğini göstermesini beklemek gereksiydi, sonunda sessizliğe gelip dayanmak ya da daha kötüsü, bugün pek çok kez salık verilen ve tüm görecelik biçimlerini doğrulamaya yönelik bir bilgibilimsel (épistémologique) maskaralıktan başka bir şey olmayan bu “değersel (axiologique) yansızlık”ı uygulamak gerekirdi. Analitik estetiklerin ve öteki mantıksal araştırmaların, değer yargısı olarak bir değer yargısının ussal açıklamasını bize sağlayamadıkları bir olgudur. Nietzsche demek ki Kant’tan sonra, yargının değer verici yapısı ile ancak tasarısının saygınlığını düşürebilen her mantıksal yöntem arasında bir karşılaştırmayı yeniden gündeme getirmekten iyice sakınmıştır.

Çeviri: Kenan Sarıalioğlu
Kaynak: Nietzsche – Say Yayınları – 2011

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial