DİPLOMASIZ DÜŞÜNÜR NURULLAH ATAÇ – CAHİT IRGAT

    Nurullah Ataç (1898-1957)

    Çağımız Türk şiirini, hikâyesini, tiyatrosunu yapanların ya karşısında, ya yanındaydı. Bu tür sanat eleştirmenlerinin en önde’lerinden, belki de en büyüğüydü. Şu anda bu satırları yazarken tüm şair dostlarım, oyuncular, karşıtları, sevenleri, dizi dizi karşımda.

    Örneğin, onun 1937’de bile Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı [1936] için, bugün dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Nâzım Hikmet için yazdığı şu sözleri ele alalım: “Konuştuğu gibi, konusuna, fikirlerine de hâkim. Sözlerinin gayet açık olması bence bundan geliyor. Şüphesiz ki bu şairde bir musiki gücü var, koşuklarını birer senfoni haline getirmek istiyor ve buna çoğunlukla ulaşıyor; fakat kulak gibi gözü de işliyor, anlatmak istediği şeyi görüyor ve gördüğü için de anlatabiliyor. Destanı okurken bir ses duymakla kalmıyoruz, gözlerimizin önünden sürekli bir görünüm ırmağı akıyor.”
    Ataç yaşadığı sürece günümüz şairlerini şair etmiş, şairliklerini saydırmıştır.

    Şair, şairi kıskanıyor bugün, oyuncu oyuncuyu. Eleştirmeci dudak büküyor çok şeye. Ama o şiir yazıp şair olamadığı, aktör olmak isteyip olamadığı, hikâyeci olmak isteyip olamadığı halde, kimseleri kıskanmadan, yapamadıklarını yaptırmak isteyen, büyükce bir insandı bence.
    Aşk gibi bir şeydi bu onda, âşık olmak gibi.

    Uzun bir avlusu olan Vaniköy’deki Kadınefendi Yalısı’nda oturuyorduk kışlı yazlı. Şıngır mıngır ederdi avlu kapısındaki çıngırak.
    “Ben geldim işte,” demişti. İşte o gün görmüştüm onu ilk.
    Hiç durmadan, nefes alarak zor’dan, konuştu da konuştu, şiirden, hikâyeden, romandan. Ben hep susmuş dinlemiştim. Orhan Veli’den kötü laf etmişti o gün: “Şakuli Solucan” demişti.
    – Doğru değil böyle demek, demiştim.
    – Sen de, sen de, iyi şairsin ama, kötü de yazdıkların var, demişti.
    Sonra birden kalkıp gitmişti.
    Aradan yarım saat geçmemişti, bizim avlu kapısı gene şıngır mıngır. (Denizden rıhtıma tekneleriyle Fikret Adil, Bedri Rahmi ve başkaları gelirdi. Avlu kapısından da Ulvi Uraz gibi birtakım oyuncular).
    Gelen gene Ataç’tı.
    – Mayomu unutmuşum, dedi.
    Oysa ne denize girdiği vardı, ne de mayosu.
    – Bir şiir oku, dedi.
    – Okumam, dedim.
    – Neden? dedi.
    – Şiir göz için, dedim.
    – Sen Max Jacob’çusun dedi.
    – Ben Irgat’çıyım, dedim.
    Ama “şıp” diye anlamıştım: Sol yanımızdaki yalılardan birinde oturan, bugün adını açıklayamayacağım bir kadına âşıktı. Ve o gün Ataç bize dört-beş kere geldi.
    Ataç âşıktı. Ben onu böyle tanıdım.

    Tiyatro üzerine dedikleri Metin And’ın Ataç Tiyatroda [1963] kitabında tüm gerçekçiliği ve doğruluğu ile var. Tiyatrocular için yazdıkları, yerli tiyatro yazarları, eleştirmeciler için yazdıkları, adaptasyon için yazdıkları, tiyatro üzerine tüm düşünceleri var.
    O gün için yazdıkları bugün için de gerçek.

    Hiçbir okuldan diploması olmayan Nurullah Ataç, 23 Ağustos 1898’de İstanbul’da doğmuş. Ataç olmuş. 17 Mayıs 1957’de ölmüş.

    15.07.1968
    Cahit Irgat
    Çok Yaşasın Ölüler

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz