Ana Sayfa Edebiyat “Ama”nın Akıl Almaz Maceraları – Aykut Emre

“Ama”nın Akıl Almaz Maceraları – Aykut Emre

Sevgili sırdaşlarım ve yer yer kendini sağanak şeklinde belli eden dertdaşlarım. Ortalığı şerbeti fruktoz şurubundan yapılma mevlit evine çevirmek istemem ama yine de sizlere bazı dertlerimi açmak sizi değilse bile bizzat beni rahatlatacak gibi görünüyor.

Şu “ama” kelimesiyle ilgili düşünüyorum bazen. Nazım’ın Galip Usta’sı kadar olmasa da tuhaf şeyler düşündüğüm oluyor bazen. Boşta kalmaktan mıdır bilmiyorum ama kendimi durduramıyorum.

“Ama” güzel bi’ kelime aslında. Kendine aynada baksa da yine aynısını görüyor. “İki” gibi, “sis” gibi… Bazen yıllardır birlikte yiyip içtiğiniz insanla aynı lavaboda el, yüz yıkarsınız, aynadan yılların arkadaşına, sevgilisine bakarsınız da söz konusu şahsı hafiften bi’ yamuk görürsünüz ya işte bu kelimelerde o yamukluk olmaz. Fakat çoğu kişi özellikle “ama”da hep bir yamukluk bulur. Kendisine acı itiraflardan önceki es verme noktası muamelesi yapılır. Kıvırma ifadesinin has hali gözüyle bakılır. Yapılan bir davetin üzerine “gelirdim ama çok çalışmam lazım”daki “ama” sabıkalıdır. Kendisinden sonra gelen kısma inanılmaz. Ne yaparsanız yapın, inanılmaz. En iyi ihtimalle sorgulanır. O kadar. Ya da mesela “Can’ı çok severim çok iyi çocuk ama…”daki tersi düzü aynı kelimelerimizden olan “ama”dan sonraki her şeyeyse ölümüne inanılır. Büyük bir itiraf hatta gaf yaptırtan itiraf anlamında itirgafların hası geliyordur. Hazır olunmalıdır. Can ve çevresindekilerin ilişkisi bu “ama”dan sonra gelecek olan patlıcan acılığı kıvamındaki cümleyle yeniden yazılacaktır. Aynı zamanda bu durum bir mıknatıs gibi Canseverler ve Canagıcıklar’ı ayrı kutuplara doğru at sineği gibi toplar. Bazıları gariban “ama”dan sonrakileri Can’a yetiştirmek için harekete geçerler. Telefonlarında gerçekte olmayan tuşlara bastıklarını düşünerek mesajlar yazıp baz istasyonlarını,  uyduları, atmosferdeki iyonları bir süreliğine meşgul ederler. Öyle çok mesaj yazarlar ki mesaj kelimesine sadece Türkçe‘deki çoğul ekini eklemek yetersiz gelir gözünüze. Adeta yazdıkları şeylere “mesajlarsss” diyesiniz gelir. Diğerleriyse itiraf ishaline tutularak cümleyi kuranın kulağına boşaltırlar içlerindekileri. Allahtan bir süreliğine uydular muydular meşgul olmaz da çilekeş hücreler radyasyondan uzak kalır. Bunun farkında olan bazı kişi ya da kişilerse, kıvırmakla suçlanmamak veya gerçek hislerini kusuyor gibi görünmemek için “ama” yerine başka bir kelime ararlar; ararlar da bulamazlar. Bazen vücut dilleri devreye girer ve bu kıvranma sonucunda göz, baş ayrı oynar ama boşuna! Evet, bu kelimenin bir başka ikiz karşılığı vardır tabi. O daha bi’ yazı kelimesidir. Öyle ağızlarda pek dolaşmaz. Dolaşsa da dolaştığı ağzı klavyenin tuşlarına çevirecek kadar yazı dünyasına aittir, ağızdan klavye sesi çıkartır: “Fakat” diye çağırıyorlar onu. Kendini kıvırganlıktan ve itirgafçılıktan korumaya çalışan faniler “fakat”ı hiç kullanmazlar. Akıllarına gelir de kullanamazlar. Çünkü “fakat” fena halde fıstıkçı şahap’ın tornudur. Gözleri, alnı; ay o sesi yok mu o sesi, aynı fıstıkçı şahap’a benzer. Bu yüzden serttir, fazla hissettirir kendini. Zaten millet o ceberrut hissiyatı silmeye çalışırken şahap’ın tornuna bulaşmamak gerekir.

Suratı, Yedikule’de sur dibinde kırmızı tuborg içip kimi soyacağını düşünen “Allahsız Necmi” kadar façalı olan “ama”nın tek hali bu mudur? Başka bir numarası yok mudur bu kelimenin? “Fakat” da onu zaten yalnız bırakmıştır. Soğan kokan, nikotinden kararmış, temiz, ferah, küfürbaz, nazik her çeşit ağızda ordan oraya dolaşan “ama” sadece bundan mı ibarettir?

Bunun bir de çift “m”lisi vardır. Daha bi köylüdür o. Soğanlı gözleme yer, ekşi ayran içer. “Amma” diye çağırırlar adını. Nüfusu 10.000’nin üzerinde olup tarım ve hayvancılık sektörü dışında sanayi ve hizmet sektörlerinin de bir nebze gelişim gösterdiği yerleşmelerde yavaş yavaş kenar mahallelere çekilmiştir. Metropollerdeyse daha bir seyrektir. Bununla beraber yayılmıştır. Bazen takside, bazen apartman görevlisinin ağzında çıkar karşınıza. Kasaba politikacılığının ve koylü gurnazlığının bıçağıdır o. Keser atar. Geride soğanlı gözlemenin kokusu kalır. “Yav evladım yardım ederdim amma..”

Bazen bunun son “a”sı da çift olur. İşte o zaman işler çirkinleşecek demektir. Allahsız Necmi bile bunun yanında şair ruhlu kalır. Bunu da ne iştir anlaması zor ama her kelimenin sonuna -ing eki koymuş gibi konuşan Orta Anadolulular çok kullanır: “Beng sening yanıga gelecem, gelecem ammaa..” Muhtemelen sonu şöyle bağlanacaktır: “ağzıngı burnungu gıracaam, bunu da bilesing..”

Sonunda “velakin”le gelirse karşınıza, en aşağısı klasikleri okumuş gözlerin ait olduğu bir kafadaki aynı yemek yeme yerinden çıkıyordur bu ses. Allahsızın gaspına uğrayınca korkudan buz kesecek kadar naiftir kendisi. “Türkiye ekonomisi son dönemde gelişme kaydetmiştir amma velakin bunun bedelleri bizi daha çok ilgilendirmez mi?”

Bütün bu façalı, koylü, naif yanlarının dışında gariban “ama”nın çok değerli bir yanı vardır. Diyalektiğin ana kelimesidir aslında. Bir olguyu, bir olayı etkileyen birden çok etkenin olduğunu gösterir. Doğru olduğu zannedilen bir durumun tersinin de pekala en az onun kadar doğru olduğunu kanıtlar. Zıtlıkları bir arada tutar. Etraflı düşünmeye yarar. Zayıf etkenleri eler, etkisini toplar ve ana etkene doğru yönlendirir. Haşlaması kızartmasından daha makbuldür. Kalaba ortamlarda çok işlevseldir. Tok karnına çayla ya da hafif açlıkla birlikte, genizdeki malt kokusuyla iyi gider.

İtirazın, kabul etmemenin başlama düdüğüdür o. Her şeye razı gelmemenin, etraflıca düşünebilmenin ve ezber bozmanın köprüsüdür.

Söz konusu bu “ama”nın cümledaşları kendisi hakkında fikir verir. Bu kelimeler öyle yere gazete serip, ucuz çekirdek çıt çıtları eşliğinde tam demlenmemiş çayı iki şekerle içen tipler değillerdir. Bunlar “gerçi”lerdir, bunlar “öte yandan”lardır, “beri taraftan”lardır. Basit bir meseleyi bile değerlendirirken havada uçuşurlar. Bir çay bile alırken adeta paragraf değiştirmeye, yeni bir etkenden bahsederken ilk cümle boşluğu bırakmaya sebep olurlar. Konuşma uzun sürer ama mesele her ne ise artık, altından girilip üstünden çıkılmış olur. Tartışmadan ya da konuşmadan alınacaklar alınarak beynin yeni açılmış nöronlarından bazılarına ziplenir. Tartışa yeterliliği, uzun bir es’ten sonra “ayhhhh, eee başka ne var ne yok”la verilir. “Amma velakin”in çıktığı ağızların gençlik halleridir. Konuşulacak yığınla mesele vardır daha. Anlaşılması gereken, anlaşılması zor karman çorman bir dolu meselede hep yanımızdadır o.

Dilimiz bizi “ama”sız, “fakat”sız bırakmasın.

Aykut Emre

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version