Ana Sayfa Felsefe Yunan Felsefesinin İlk Dönemi: Evren Üzerine Düşüncenin Başlangıcı – Karl Vorlander

Yunan Felsefesinin İlk Dönemi: Evren Üzerine Düşüncenin Başlangıcı – Karl Vorlander

Suyun ilk ilke olmasını Thales’in hangi kanıtlara dayandırdığını bilemiyoruz. Aristo bile, zamanında Thales’in yazılarından hiçbir parça olmadığından, onun kanıtları hakkında ancak bazı tahminlerde bulunabiliyor: Bitkilerin ve hayvanların gıdaları ve tohumlar nemlidir, rutubet olduğunda ondan sıcak buharlar çıkar. Aristo’ya ek olarak denebilir ki, sıvı unsurun sınırsız değişmelere yetenekli olması Thales’in dikkatini çekmiştir.
Thales, “evren şeytanlarla doludur” görüşünü ileri sürdüyse, tanrıların çokluğuna inanan kendi kavminin görüşüne uygun olan bu deyimden amacı, maddenin dışında bulunan ve onu harekete getiren tanrısal bir neden değildi, belki doğrudan maddenin canlı ve ruhlu olduğunu, örneği demiri çeken mıknatısı işaret etmek istiyordu; kuvveti maddede yerleşmiş görüyordu.

Milet okulunun doğa felsefesi

lyonya şehirlerinin en eskisi ve en güçlüsü Milet’ti. Bu şehir, uygun olan konumundan dolayı olağanüstü zenginleşmiş ve seksen kadar koloninin anası olmuştu. Milet’te deniz ticaretinden ve sanayiden başka, bunlar sayesinde gelişen ilmi araştırmalar da görünüyordu. Uygarlığın bu çiçeklenişi birçok nesiller devam etti, sonunda şehir İranlıların eline geçerek tahrip edildi.
Milet’te yetişmiş olan en eski doğa filozoflarından yalnız üç kişinin adı gelenek yoluyla zamanımıza kadar bilinegelmiştir. Bunlar Thales, Anaximandros ve Anaximenes’tir.
1. Thales
Aristo’nun felsefenin atası ve piri adını verdiği Thales’in kişiliği halen kısmen menkıbelerin karanlığı içinde bulunuyor. Bu olağanüstü düşünürün hayatı ve felsefe sistemi hakkında bize güvenilir olarak ancak çok az bilgiler kalmıştır. Thales, Kroisos ve Solon’un çağdaşıydı, 624 ile 545 yıllan arasında yaşıyordu. Aslını Kadmos’a kadar geri götüren Miletli büyük bir ailedendi. Vatanı olan şehre de büyük siyasi hizmetlerde bulunmuştu. Geometri, astronomi ve genel biçimde fiziğe ilişkin bilgilerini Fenike ve Mısır’a yaptığı ticaret seferleri sayesinde kazanmış veya artırmıştı. Eskiler Thales’in ilmini çok fazla övmüş ve yüceltmiştir. Söylendiğine göre Thales, Mısır rahiplerine ehramın ölçülmesi için bir yol göstermiş, bir mikrometre yapmış, gökyüzünü içi oyuk bir küre kabul etmiş, fakat daha önemlisi M. ö. 585 yılının güneş tutulmasını önceden haber vermiştir. Herhalde Thales’te felsefenin pozitif bilimlerle bağlantılı olduğu apaçıktır.
Thales’e bir filozof kimliğini veren yön, evrenin oluşmasını artık mitolojik değil, belki ilmi bir yönde açıklamaya girişmesidir. Aristo’ya göre Thales, maddeyi eşyanın ilk ilkesi olarak kabul eden felsefenin kurucusudur. Thales, bu ilk ilkenin su olduğu kanısındaydı. Bu düşüncenin Thales’te, Yunan mitolojisinde Okyanus adlı tanrının bütün canlı varlıkların babası sayılmasından dolayı oluşmuş olması mümkündür. Fakat vatanının yaşam koşulları arasında suyun sahip olduğu üstün yerin kendini ilham etmiş olması daha ihtimale yakındır. Çünkü Milet’te, gemicilikle ilgisini taşıdığı ünvanla gösteren bir parti vardı ve bu partinin toplantıları gemide gerçekleşirdi.
Suyun ilk ilke olmasını Thales’in hangi kanıtlara dayandırdığını bilemiyoruz. Aristo bile, zamanında Thales’in yazılarından hiçbir parça olmadığından, onun kanıtları hakkında ancak bazı tahminlerde bulunabiliyor: Bitkilerin ve hayvanların gıdaları ve tohumlar nemlidir, rutubet olduğunda ondan sıcak buharlar çıkar. Aristo’ya ek olarak denebilir ki, sıvı unsurun sınırsız değişmelere yetenekli olması Thales’in dikkatini çekmiştir.
Thales, “evren şeytanlarla doludur” görüşünü ileri sürdüyse, tanrıların çokluğuna inanan kendi kavminin görüşüne uygun olan bu deyimden amacı, maddenin dışında bulunan ve onu harekete getiren tanrısal bir neden değildi, belki doğrudan maddenin canlı ve ruhlu olduğunu, örneği demiri çeken mıknatısı işaret etmek istiyordu; kuvveti maddede yerleşmiş görüyordu.
Bu görüşe de Hilozoizm (Hylozoisme) denildi. Thales’in bu görüşü gerçi henüz incelmiş bir düşünce eseri değilse de, doğanın mitolojik bir tarzda tasvirine oranla büyük bir ilerleme oluşturur, zira düşüncelerde ilkenin değiştiğini ifade eder. Böylece başlayan ve evrenin materyalizme uygun bir tarzda düşünülmesinden ibaret olan bu yolda Anaksimandros bir diğer ilerleme ortaya koymuştur.
2. Anaksimandros
Anaksimandros, Thales’in hemşehrisidir, fakat ondan gençtir (610547), Thales gibi matematik ve astronomiye, özellikle de coğrafyaya vukufuyla tanınmıştır. Söylendiğine göre ilk kez olarak madeni bir levhada yeryüzünün meskûn kısmını çizmiş, aynca gök küresinin üç boyutlu bir suretini yapmış ve Yunanistan’a güneş saatinin kullanılmasını öğretmiştir. Anaksimandros’un bir eseri vardır ve buna, bütün ilk doğa filozoflarının yazılarına yaptıkları gibi, daha sonra “Fizik Üzerine” adı verilmiştir. Ne yazık ki bu yazıdan ancak çok az bir kısmı zamanımıza kalabilmiştir.
Bununla birlikte Anaksimandros’un evrenin oluşumuna ilişkin teorisi hakkında daha açıkça bir düşünce edinebiliyoruz. Thales’e göre önemli olan ilerleme şu noktadadır: Anaksimandros arkhe (ilk ilke) olarak Thales gibi belidi ve duyularla kavranır bir unsuru değil, belirlenmemiş, tasarlanmış (mutasavver) bir tözü ortaya koyar. Bütün eşyanın ilk ilkesi “apeiron”, yani sınırsız (ya da belirlenmemiş) olandır. Bu ilke ölümsüz, bozulmayan ve yaratılmamış (öncesiz) olarak tasvir ediliyor. Anaksimandros bu ilkeyi çeşitli bilinen unsurların bir karışımı olarak mı tasvir ediyordu, yoksa bize daha muhtemel gözüktüğü üzere, onun niteliğini bütünüyle belirlenemez mi bırakmıştı? Bu konu henüz tartışılmaktadır. İşte bu belirlenmemiş ilk ilkenin kendinde parçalara ayrılmasıyla Anaksimandros ondan, önce sıcak ve soğuğun doğduğunu kabul ediyor, bundan da su (sıvı) oluşuyor, ondan da kuruma yoluyla toprak, sonra hava ve kabuğun ağacı kuşatması gibi toprak ve suyu kuşatan bir ateşten küre meydana geliyor. Bu ateşli kürede yarıklar ortaya çıkıyor, ondan ayrılan parçalar bir halka oluşturuyorlar. (Bu düşünceler daha sonra Pythagoras’ın açıklayacağı düşüncelerin müjdecisidir. Bkz. | 3). İşte güneş, ay ve yıldızlar, sıcak küreden bu şekilde ayrılmış oluyorlar. Plutarkhos’un verdiği bilgilere inanmak gerekirse, Anaksimandros bir silindir şeklini alan ve ateş denizinin her noktasından aynı uzaklıkta yerleşmiş bulunduğuna inandığı yeryüzünü oluşturan asli çamurdan, ilk calı varlıkların oluştuğunu kabul ediyor. Bunlar derece derece yükselmişler, yavaş yavaş tekamül etmişlerdir. Başlangıçta balık cinsinden olanlar, sonra yeryüzünün kuruması ilerleyince, balıktan toprakta yaşayan hayvanlar ortaya çıkmıştır. İnsanın evrimi en uzun sürendir. Her münferit derece, aynı zamanda geçim şartlarının değişmesine bağlı bulunuyordu. Görülüyor ki Anaksimandros’un düşünceleri ilgimizi son derece harekete geçirecek niteliktedir, çağdaş evrim teorisinin daha o zamandan çizilmiş kaba bir taslağıdır.
Evrenin geleceğine gelince: Anaksimandros’tan bize aynen ulaşmış olan yegane parça bizi bu konuda aydınlatır. “Eşyanın oluşması her neden meydana gelmişse, bozulması da zorunlu olarak ona geri dönme tarzında olur. Varlıklar zamanın (dehr) düzenine uyarak suçlarını ceza ve kefaret ile öderler”. Bu sözlerde önümüze karanlık, eski Doğu düşüncelerini hatırlatan, dini bir rengi bulunan ahiret anlayışı çıkıyor. Oluşma ve bozulma hallerini gösteren alemlerden oluşan bir sınırsız silsilenin sonsuz bir değişim tarzında akıp gittiği kabul olunuyor.
Böylece Anaksimandros, evrenin açıklamasını özellikle doğal bir tarzda, mekanik bir ilkeden çıkarmak için meydana gelen ve bizce bilinen ilk girişimi yapmıştır. Çünkü Anaksimandros “sınırsız ve belirlenmemiş” ilk ilke hakkında, bir defa onun her şeyi kuşattığım ve her şeyi idaresine bağladığım söylüyor ve bundan dolayı ona “ilhi” adım veriyorsa da, felsefesine dair verilen diğer bilgilerde kendisinin lem cevherinden (lem ruhu) farklı bir ilhi ruhu kabul etmiş olduğu yargısına vardıracak hiçbir temel yoktur. Bu düşünceyi ortaya çıkarmak Yunan felsefesinin daha sonraki bir dönemine mukadderdi.
3. Anaksimenes
Anaksimenes de Miletlidir ve Thales’le Anaksimandros’tan yaklaşık bir nesil sonradır: 588524 yılları arasında yaşamıştı. O, ilk ilke olarak tekrar belirli bir unsuru, “bava”yı koyuyor; yani bir bakıştan Anaksimandros’tan geriye dönüyor demektir. Bununla birlikte, bu unsuru hava olarak seçmesiyle Anaksimandros’un “apeiron”unun en temelli nitelikleri olan sınırsız olmak, akışkan olmak nitelikleri korunmuş oluyor, ihtimal Anaksimenes’i bu ilkeyi kabule götüren yön, soluğun (nefesin) hayat başlangıcı olarak gözlemlenmesidir. Anaksimencs’in yazılarından korunabilmiş olan tek parça, bu mütalaada bulunmuş olmasının imkanını gösterir: “Havadan ibaret olan ruhumuz (burada açıktır ki ruhtanpsykhe, onun asli anlamı olan canlı hayatın başlangıcı kastediliyor) bizi koruyup kolladığı gibi, soğuk hava da bütün dünyayı kuşatır”. Bununla birlikte Anaksimenes’in ilk ilkesinin yalnız maddi olarak tasavvur edilmesi gerektiği de, filozofun onun için belirlediği evrim sürecinden anlaşılır: Havanın seyrekleşmesiyle (rarefaction) ateş, yoğunlaşmasıyla rüzgar, bulut, su, toprak meydana gelir. Anaksimenes’in astronomiye ilişkin bilgileri de büyük bir İlerlemeyi
gösterir. Ayın güneş tarafından aydınlatıldığını anlamış ve gezegenleri sabit yıldızlardan ayırmıştı. Anaksimandros’la görüş birliği içinde, evrenin oluşma ve bozulmasının sonsuz bir şekilde birbirini izlediğini de kabul etmişti.
4. Hippo, Ideus, Diogenes
M. Ö; 5. yüzyılda yaşayan Rhegium’lu veya Sisamlı Hippo ve Himeralı Ideus, Milet’li doğa filozoflarının, Aristo’nun deyimiyle “Iyonya filozoflarının” sonuncuları, artçıları sayılmalıdır. Aristo tarafından neredeyse kıymeti yokmuş gibi söz edilen Hippo, Thales gibi bütün varlığın ilk ilkesi olarak “su”yu (rutubeti) ileri sürüyordu. Ideus ise tamamen meçhuldür, ‘ anlatıldığına göre Anaksimenes’in ilk ilke hakkındaki görüşüne katılmıştır. Miletli filozoflardan esinlenen Apollonialı Diogenes hakkında §8’e bakılabilir. Milet düşünürlerinin ardından Yunan felsefesi, başka bir yerde ve diğer bir İstikameti izleyerek gelişti.

Pythagoras’ın sayılar teorisi

Daha M. ö. 6. yüzyılın ikinci yarısında, Orta Asya İyonyalıları milli varlıklarını korumak için İranlılarla çarpışmaktayken Batı’da, Güney İtalya ve Sicilya kıyılarını süslü bir çelenk gibi kuşatmakta olan Yunan kolonileri uygarlık kudretlerinin olgunluk aşamasında bulunuyorlardı. Orada gerçek anlamıyla bir “Büyük Yunanistan”, anavatandan daha zengin bir hayata sahip olarak meydana gelmişti. Bu bölgelerde de çeşitli Yunan ırklarının rekabeti gözleniyordu, yalnız şu farkla ki, Doryalılar üstünlüğü ele geçirmiş bulunuyorlardı. İşte Sisamlı Pythagoras 540 ile 530 yıllan arasında bu Dorya şehirlerinden birine göç etti.

1. Pythagoras ve öğrencileri
Pythagoras ve okulu hakkında bilgiler bulunmuyor değil, fakat bunların gerçek aslı daha sonraları o derece çok tahrifata uğratılmış ve olağanüstü masallar haline konulmuştur ki, gerçeği ortaya çıkarmak çok zordur. Bununla birlikte Pythagoras’ın yazmış olduğu tek satır yazı bile bulunmamaktadır. Milttan sonra 3. ve 4. yüzyıllardaki Yeni Pisagorculuk gözünde bu dindar bilge nihayet bir kadir değil, mûcizeler sahibi, biri değil gayb keşifçisi, Apollon’un bir oğlu niteliklerine sahip oldu. Pythagoras hakkında anlatılan menkıbeler, Ortaçağın evliya menkıbelerini hatırlatır. Ancak aşağıda vereceğimiz bilgilerin tarihi gerçeklerden olduğu temin edilmiş sayılabilir:
580 tarihlerinde Sisam adalarında doğmuş olan Pythagoras, araştırma ve geziler sayesinde zengin bir bilgi hazinesi elde etmişti. Onun karşın olan Herakleitos bile bunu istemeyerek kabul eder. Pythagoras tam olgunluk yaşındayken, ihtimal Polykrates’in baskısından kendini kurtarmak için Güney Italya’daki Kroton şehrine göçtü ve orada bir topluluk (tarikat) kurdu. Bunlar Antikçağda Yunanistan’da bulunan mistik teşkilat kılığına girdi. Topluluğa kabul edilerek onun kutsallık sırrına ortak edilenler, din ve ahlakı tatmin edici ciddi bir hayat sürmeyi taahhüt ediyordu. Şüphesiz Dorya ırkının özelliklerine uyarak ılımlılık, sadelik, zorlukla ülfet, beden ve ruhun sağlığı, tanrılara, ana babaya, dostlara ve kanuna karşı kayıtsız şartsız bağlılık ve vefa, geniş bir şekilde nefse egemenlik ve boyun eğme Pisagorcu hayatın” temel erdemi sayılırdı. Topluluğun her ferdi, her gün nefsini sınava çekmekle yükümlüydü: Ne yaptım? Hangi noktada hata ettim? Teorik yönden özellikle müzik ve matematikle uğraşmak emredilmekteydi. Gerilmiş olan tel üzerinde ses aralıklarının keşfi Pythagoras’a dayandırılmıştır. İhtimal bu keşif, matematiğe ilişkin düşüncelerine ilk vesileyi oluşturdu. (Bu düşünceler git gide akla uygunluk sınırım aştı ve taştı). Din yönünden esaslı inanç tenasuha (ruhgöçü) ve ölümden sonra ödül ve cezaya inanmaktı.
Aralarındaki sıkı dostluk bağlantısı bilinen Pisagorcuların topluluğu, az zamanda bütün Güney İtalya’da siyasi önem kazandı. Kendilerinin dışında tuttukları kimselerle, özellikle demokrat fırkayla aralarında çok kez çekişmeler oldu. Bu türden mücadeleler, ihtiyar Pythagoras’ın, yaşlılık halinde, komşu bir şehir olan Metapontion’a göçüne neden oldu. Pythagoras orada 500 tarihlerinde ölmüş olmalıdır. Pisagorcular Büyük Yunanistan’ın şehirlerinde daha uzun süre önemli bir nüfuza sahip oldular. Bu durum 440 yıllarına kadar (?), Kroton’da Pisagorcuların toplandıkları binanın yakılmasının, onların her tarafta takibata uğramalarına bir işaret teşkil ettiği ana kadar devam etti Bu takipler yüzünden birçoğu öldü, diğerleri Yunanistan’a kaçarak orada, özellikle teorik bir şekilde hocalarının görüşlerini yaydılar. Fakat daha genç ve bağımsız bu Pisagorcular, artık üstadın adını anarak “o söyledi” deyip heyecan içinde yemin etmiyorlardı. Bunların en önemlisi gözüken Philolaos, Lysis ile Teb şehrinde yerleşti Philolaos’un öğrencisi, Eflatun’un Pbaidon’un adı geçen Sinuıs Kebes idiler. Lysis, genç Epaminondas’ın öğretmeni oldu. Bundan bas? Eflatun döneminde bir Pisagorcu (Archytas), güçlü Tarent Cumhuriyetinin (Gemeinwesen) başında olarak görülüyor. Ondan az zaman sonra Pythagonts ekolü ölmüş gibidir, fakat beşyüz yıl sonra yeni bir kılığa bürünerek tekrar dirilir (Bkz. § 47).

  1. 2. Pythagoras’ın öğretisi
    Pythagoras’ın görüşü hakkında az çok güvenle bildiğimiz çok az bilgilet, doğrudan üstadın görüşleri şeklinde değil, belki biraz önce andığımız Philolaos’un eserlerinden bazı parçalar halinde bize ulaşmıştır. (Bunlar Boeckh tarafından düzenlenmiş ve Berlin’de 1819’da yayınlanmışın. Bu yazılardan bir kısmı güvenilir olmaktan uzaktır). Bazı bilginler (Brandis, Windelband) bundan dolayı Pythagoras’ın kendisini, Pisagorcu felsefeden ayırmışlar ve bu ekolden daha sonra, doğrudan doğruya Sofistlerden önce söz etmişlerdir. Bunun için Metajİsgk inde (1. Kitap, 5) yalnız Pisagorcu denilenlerden söz eden Aristo’yu delil kabul ediyorlar. Oysa bu ayırma hakkında kesinlikle bir yargıya varmak mümkün olmadığından ve hele sonraki ekollerden hiç birisi Pisagorcular tarafından dikkate alınmış gözükmediğinden, bu ekolü burada söz konusu ediyoruz.
    a) Asli ilke: Pythagoras’ın asli ilkesi, arkhe’si sayıdır: Yani önceki filozoflar gibi duyumlanır bir madde değil, zihni bir şeydir. Onların sayılan ilişkin görüşlerinin çıkış noktası olarak (Aristo’yla birlikte) matematikle ciddiyet ve hararetle uğraşmış olmalarım düşünmeye ve kabul etmeye mecburuz. Aristo Metafizik’inde diyor ki: “Onlar ilk olarak matematikle uğraşıyorlardı, matematiği ilerletiyorlar, bu zihinsel eğitim ve disiplini kazandıktan sonra, matematiksel ilkeleri bütün varlıkların ilkeleri olarak sayıyorlardı… ve sayılarda ahengin niteliklerini ve uyuşmalarını görüyorlardı. Onların gözünde diğer herhangi bir şey, mahiyeti itibariyle sayılar örnek alınarak meydana getirilmiş gözüktüğünden, sayılar ise bütün doğada “ilk” olduklarından, sayıların unsurlarının da bütün varlıkların unsurları olduğu ve bütün evrenin de sayı ve ahenk olduğunu kabul ediyorlar * Matematiğin ve özellikle onun bölümlerinden aritmetiğin araştırılmasıyla bu ilme özgü olan mutlak kesinliğin farkına varmışlardı. Philolaos diyor ki “Sayı, niteliği bakımından hiçbir hatayı kaldırmaz… Yalan, hiçbir zaman sayıya ulaşamaz; gerçeklik onun türüne özgü ve fıtridir”. Matematik yasaların bu anlaşılma tarzının parlak bir destekleyicisi de, onların mûsiki ve astronomiye ilişkin araştırmalarıyla ortaya çıkıyordu. Pisagorcular, her olgunun bir yasa tarzında ifade edilen şeklinin sayılardan ibaret olduğunu ve sayılardan hareket edilince bütün olgular dünyasının açıklanabilmesi gerekeceğini düşünüyorlardı.
    b) İlkenin uygulanması: Böylece tek ve çift sayıların zıtlığından sınırsız ile sınır’ın (sınırlayan) zıtlığını çıkarıyorlardı. Sınır ilkesi, tek sayılan ifade eder, çünkü onlar ikiye bölme işlemine bir sınır koyar. Pisagorcuların düşünceleri derece derece genişletilince, bu sınmış ve sınır karşıtlığı, baştanbaşa bütün doğaya egemen olur. Çünkü “sayıların niteliği bize vukuf kazandırır, her bilinmeyen veya şüpheli şey hakkında bize yol gösterir, bizi aydınlatır. Eğer sayı ve onun niteliği olmasaydı, eşyanın kendisinden veya onların oranlarından kimseye en küçük yön bile malum olmazdı. Oysa sayı, ruha uygunluk sağlayarak (intibak ederek), sınırsız veya sınırlayıcı eşyanın her oranım ayırarak her şeyin idrakle bilinmesini mümkün kılar”1. Sayı ile doğa arasında orta çizgi, Pisagorculann gözünde geometrinin simgesi olan gönyedir (gunomon) fakat sayı yalnız doğada değil, belki bütün insani alanlarda, özellikle estetik alanda egemendir. “Böylece yalnız şeytani ve ilahi işlerde değil, belki bütün insan işlerinde ve sözlerinde, ayrı şekilde bütün teknik sanatlarda ve mûsikide sayının egemen olduğunu görebilirsin”. Büyük ihtimal daha genç olan Pisagorculardan bazıları tarafından düzenlenmiş on karşılığı içeren bir levha, asli karşılığa paralel olan diğer karşılıkların nasıl tasavvur edildiği hakkında bize bir fikir verir. İlk anılan daima (sınırlayıcı, belirleyici türünden olmak bakımından) mükemmel sayılmaktadır”:

1. Sınır-Sınırsız
2. Tek-Çift (sayılarda)
3. Bir-Birkaç
4. Sağ-Sol
5. Erkek-Dişi
6. Durgun-Hareketli
7. Düz (çizgi)-Eğri
8. Işık-Karanlık
9. İyilik-Kötülük
10. Kare-Dikdörtgen

Dünya, buna benzer karşıtlıklardan meydana gelir. Fakat nasıl tek ve çift olan asli sayıda, “yarana bir”de tekabüller kaynaşırsa, aynı şekilde evrenin karşıtlıkları da bir “düzen” halinde birleştirilmişlerdir. (Pisagorcular “kosmos” kavramım başta evren için kullanmış gibi gözüküyorlar). Evrendeki uyuşma ve karşıtlıkların bağlantısı hem ahengi, hem de olayların yasalara uymasının fiziki ifadesini oluşturur.
c) Pisagorcular, haklarında çoğunlukla şüpheli ve eksik olarak elde ettiğimiz bilgilerden çıkarabildiğinize göre, bütün fantazileri arasında bilime hayli hizmet etmek meziyetini kazanmışlardır, özellikle 32+42=52 gibi, sayıların kareleri arasındaki orantıyı keşfetmişler ve aritmetiğe ait bu gibi görüşlerden hareket ederek geometri teoremlerine, örneği Pythagoras’ın adını taşıyan tanınmış teoreme ulaşmışlardır. Ancak Atomculuk (Atomistik) okulunda (§ 9) tam bir gelişmeye ulaşan boşluk (hal) kavramına da dikkati çekmişler ve onu sesler arasındaki fasılaya ve dörtlü sayılar arasındaki sayılara kullanmış ve uygulamışlardır. Bundan başka mûsiki ahenginin matematik bir temele dayandırılmasını onlar bulmuşlardır: Ses yüksekliğini (Tonhoehe) ve güzel ahenklerle dolu sesi (Wohlklang) ortaya çıkaran tel uzunluklarındaki sayısal oranları açıklıkla belirlemişler ve daha o zamandan ahenkli seda (Klang) türleriyle (Ton) ses türlerini ayırmış ve seçmişlerdir. Üçüncü olarak astronomide, dönemlerine öncülük etmişlerdir. Yeryüzünün ve diğer yıldızların ışıklı küreler olduklarını, “Zeus’un Kalesi”, “Evrenin Ocağı” adını verdikleri mukaddes merkezi ateş etrafında sayısal olarak belirli aralıklarla dairesel devirlerini yaptıklarını öğretiyorlardı. Hatta Siraküzalı Hiketas veya Ekphantos gibi (M. Ö. 4. yüzyıl) sonraki Pisagorcular, yeryüzünün kendi ekseni etrafında döndüğünü öğretmişlerdir.
d) Gerçekte bu bilimsel keşifler araşma, bir hayli çocukça veya zoraki ve yapay düşünceler de karışmaktadır. Çünkü, Aristo’nun ifadesini kullanarak diyebiliriz ki, onlar olgulara değer verdiklerinden dolayı açıklamalar veya teoriler aramıyorlar, belki belirli bazı teorileri ve sevdikleri düşüncelerini dikkate aldıklarından, olguları zorlayarak tahrif ediyorlar ve sanki evrenin düzenleyicisi tavrım takınıyorlardı. Örneği, mukaddes “on” M kamını tamamlamak için dünya, ay, güneş, beş gezegen ve hareketsiz yıldızlar aleminden sonra onuncu “küre” (sphairossfera, gezegenfelek) olarak bir de “karşı dünya” (Gcgenerdc:Antiterre) tahayyül edildi. Yıldızlar arasındaki mesafeler, mûsikideki tonların (seslerin) aralıklarına göre hesaplandı ve hızla deveran halinde bulunan her şey bir ses meydana getirir denilerek semavi bir yıldızlar uyumu (küreler ahengi) bulunduğu varsayıldı: Bunlarda düşünce inceliğini, çocukluğu ve yüksek şairane tasavvurları bir araya gelmiş görüyoruz. Nitekim en soğukkanlı zeka şiddetiyle, hayalperver sırriliğin (Mystik) birbiriyle birleştiği görülmüştür. (Eski ve yeni zamanlardan örnekler: Araplar, Kepler, Fechner, Zoellner, Bruno, ve Auguste Comte).
Böylece Pisagorcularda, en şaşırtıcı hayal fantezilerine rastlıyoruz. Sayılar üzerine yürütülen bu hayali düşünceler (Spekulation) çoğunlukla en verimsiz sayılar sembolizmine, en keyfi sayı oyunlarına döner. Yedi ve yediden çok on, (1+2+3+4 asli sayılarının toplamı olması bakımından) mukaddes sayılar olarak görülür, onlar üzerine yemin edilirdi. Bundan başka Pisagorculara göre “1” noktayı, “2” çizgiyi, “3” üçgeni, “4” ise dört yüzlüyü (tetraedre) ifade eder. Bunun dışında Pisagorcularca aynı zamanda 4 (ilk çift sayının kendisiyle çarpımı olması bakımından) adaleti, 5 evlenmeyi (çünkü 3+2=5’tir ve ilk erkek sayının, ilk dişi sayıyla birleşmesidir), 6 nefsi, 7 aklı, sağlığı veya ışığı, 8 sevgiyi veya İhtiyat ve tedbiri simgeler vs… Bu fikirlerde de aşırı derecede yapaylık bulunduğunu duymamak mümkün değildir.
e) Psikolojiye Pisagorcuların hizmeti azdır. Ruhsal görevleri ihlal (Localiser) etmiş olmaları (aklı kafada, duyarlılığı kalpte, embriyon halindeki hayatı göbekte, üremeyi tenasül organlarında ihll ediyorlardı) oldukça ilkel bir tasavvurdur3. Aristo’ya göre Pisagorcular, güneş aydınlığında görülen toz parçacıklarım veya onları harekete getireni ruh sayıyorlardı. Ruhgöçü (tensuhu ervh) inançları, felsefi ilkeleriyle ilişkili değildir. Gerek bu inanç, gerek genel olarak bütün varlıkların ve olguların tekrar tekrar meydana geleceği düşüncesi (ki Nietzsche’yi hatırlatıyor), Pisagorcuların ilk anlarından itibaren Orpheus ekolündeki Dionysos ayinleriyle karışmış ve derin hayallerle kaynaşmış batıni bir mezhep şeklini almıştır. Bu yönlerin incelenmesi felsefi ilim tarihinin hedefi değildir. (Buna ilişkin Gomperz’in Yunan Düşünürleri adlı eserinin 1. cildinde, s. 100123’te Orpheusçular ve Pisagorcularda ruh inanana ayrılmış olan güzel konuya bkz). Daha önce ahlaki-ülküsel ve politik-toplumsal niteliğinden söz etmiş olduğumuz dini-ahlaki mezhepleri de bu cümledendir. Pisagorcuların dini-ahlki meselelere ilişkin bu düşünceleri türlü pratik hayat kuralları ve simgesel (Symbolique) vecizelerle varlıklarım sürdürdü. Fakat Pisagorcular bu fikirlere bilimsel bir temel kazandırmadılar.
insan bilgisinin kesinliği meselesi hakkında da Pisagorcuların, düşünce dünyasında hiçbir izi yok gibidir veya çok zayıf izleri vardır. Onların başlıca hizmeti, matematiğe ilişkin araştırmalarındadır.

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version