Ana Sayfa Edebiyat TOLSTOY: HALKI KÖLELEŞTİREN GÜÇ KULLANIMININ KÖKENİ NEDİR VE BUNU YAPAN KİMDİR?

TOLSTOY: HALKI KÖLELEŞTİREN GÜÇ KULLANIMININ KÖKENİ NEDİR VE BUNU YAPAN KİMDİR?

İşçi kesiminin durumunun düzelmesi için bir tek şey gereklidir: Gelecekteki düzeni düşünmeden, kendilerine hükmedenlerin arzusuyla bizatihi kendilerine uyguladıkları zorbalıktan kurtulmak. Halkı, azınlığın yararına olarak kendi kendilerine uyguladıkları zorbalıktan nasıl kurtarmak gerekir? Tek bir yanıt olabilir: İşçi kesimi zorbalıktan, ne türden ve hangi koşullar altında olursa olsun, bu zorbalığa katılmaktan vazgeçtiği takdirde kurtulabilir.

DEVRİMCİYE MEKTUP 
(Mektubun kime yazıldığı belli değildir.- y.n.)

İlginç mektubunuzu aldım ve yanıtlamak fırsatı doğduğu için de çok sevinçliyim.
İlk olarak, doğru anlaşılan bir bencilliğin herkesin yararına olduğunu, ve eski düzenin yıkılmasıyla insan bilincinde ortaya çıkacak ve çabucak yer edecek bir gerçeğin genel bir refahı doğuracağını söylüyorsunuz.

İkincisi, insan aklının ortak yaşam koşulları yaratabileceğini ve bu koşullardaki bir insan bencilliğinin başkasına zarar vermeyeceğini söylüyorsunuz.

Üçüncüsü ise, yaratılacak olan (bu) ortak yaşam koşullarında, belirli bir zor(lama) olgusunun meydana gelebileceğini, yani insanların, kuramcıların yarattıkları en iyi düzen talebini yerine getirmek için güç kullanabilecekleri ve güç kullanmanın gerekli olduğunu belirtiyorsunuz.

Bu üç sav, günümüzün tüm bilim adamları, siyasetçileri ve ekonomistleri tarafından aynen kabul ediliyor. Ama bunlar, kuramcı bilim adamları tarafından sizin gibi açık yüreklilikle dile
getirilmiyor. Kendilerini insanlığın yöneticileri kabul eden yüzlerce, binlerce insanın görüşleri bu üç sav üzerine kurulmuştur.

Bu arada, gerçekte bu üç sav, çok garip ve hiçbir şeye dayanmayan boş inançtan başka bir şey değildir. Bencilliğin, yani çekişme ve bölünmenin kaynağının uzlaşma ve birliğe yol açacağı görüşünün bir temele dayanmaması, büyük bölümü en iyilerin değil de en kötülerden oluşan milyonlarca insan için en iyi olabilecek yaşam düzeninin bir avuç insan tarafından kurulabileceğine dair yaygın, ama bir o kadar da boş olan inancın garipliği bir yana, yaratılacak düzenin gerçekleşmesi amacıyla güç kullanılmasına izin verilmesi bile – bu tür düzenlemelerin birbirine karşıt yüzlerce görüş içerdiği düşünülürse- bu garip ve boş inançların temelsizliğini açıkça ortaya koymaktadır.

İnsanlar, emekleriyle ürettiklerinden yararlanma olanağından yoksun olan ve ürettikleri de, azınlığı oluşturan kapitalistler ve yönetimdekiler tarafından ellerinden alınan işçi sınıfının durumunun kötülüğünü ve adaletsizliğini görmektedir. Dolayısıyla insanlığın büyük bölümünü oluşturan işçi sınıfının durumunun değişmesi ve düzelmesi için çareler aramaktadırlar. Ve işte farklı kişiler, bu durumun değişmesi ve düzelmesi için, farklı toplumsal yapılan içeren yöntemler önermektedir. Bazıları, toplumcu işçi düzenine dayanan anayasal monarşi önermekte, aralarından bazıları da sınırlı bir monarşiyi savunmaktadırlar; bir diğer bölümü ise Menşeviklerden, Bolşeviklerden, emekçilerden, maksimalistlerden ve sendikacılardan oluşan bir cumhuriyet önermektedirler. Üçüncü grubu oluşturanlar halkın doğrudan yasamaya katılmasını önerirken, dördüncü grup komünal düzeni ve anarşiyi savunmaktadır. Başka gruplar da mevcuttur. Kuşkusuz insanların refahı için neyin gerekli olduğunu bilen partiler: “Bana yalnızca yönetimi verin, genel refahı oluşturayım” demektedir. Bu üç partinin üyeleri, ya hali hazırda ya da daha önce yönetimdeydiler, ancak açıklanan genel refah düzeni bir türlü kurulamamış ve dahası işçilerin durumu giderek kötüleşmeye devam etmiştir.

Çünkü, adı ister sınırlı monarşi, anayasal düzen veya Fransa, İsviçre ve Amerika gibi cumhuriyet olsun; yönetimdeki azınlık yönetimi ele aldıktan sonra, insanlara özgü bencillikle davranmış ve doğal olarak da hakimiyetlerini, işçi sınıfının zararına olan üç avantajı, güç aracıyla elde tutmak için kullanmıştır.

Öyle ki, her devrimde ve yönetimlerin her değişiminde yalnızca hükmedenler değişmektedir: Birilerinin yerini başkaları almakta, fakat işçilerin durumu aynı kalmaktadır (işçinin durumunun gerçekte her yerde adaletsiz ve kötü olduğundan, iyileşmediği gibi kötüleştiğinden kuşku duyanların Lozinskiy’nin “Parlamentoculuğun Sonuçları” adlı güzel kitabını okumalarını öneririm). Bu durum İngiltere, Almanya, Amerika’da böyleydi, şimdi ise Rusya’da da çok belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Şimdi hakimiyeti despot bir parti ele geçirmiştir ve doğal olarak da tüm güçlerini karşıt partilerle mücadeleye yöneltecek ve halkın durumunun düzelmesi konusunda herhangi bir kaygı duymayacaktır. Eğer yönetim, anayasa yanlılarının eline geçseydi de aynı şey olur, tutucular ve sosyalistlerle savaşır, aynı biçimde, halkın durumunun iyileştirilmesi konusunda kaygı duymazlardı. Yönetim cumhuriyetçilerin eline geçse, Fransa’da “Büyük Devrim”den ve bunu izleyen devrimlerden sonra ve daha önce ve şimdi, her yerde olduğu gibi, aynı şeyler olurdu. Konu ancak güç kullanılarak çözümlenmekte, güç kullanmaya bir son verilmemektedir. Güç kullanılan, kendisine güç kullanana kin duymakta, fırsat buldukça tüm güçlerini kendisine zor uygulayanlara karşı mücadele için harekete geçirmektedir. Bunun nedeni, sorunların güç kullanılarak çözümünde, zaferi her zaman iyi insanların değil, daha bencil, kurnaz, vicdansız ve acımasız kişilerin kazanmasıdır. Bencil, vicdansız ve acımasız kişilerin de elde ettikleri ve yararlanmakta oldukları avantajlardan halkın yararına olacak biçimde vazgeçmeleri için hiçbir neden yoktur. Hükmedenlerin yararlanmakta oldukları avantajlar, her zaman halkın zararınadır.

Halkın içinde yaşadıkları aldatmaca ve zulümden kurtulmasını engelleyen şey, şu ya da bu düzenin önceden iyi düşünülmemesi değil, düzenlerin güç kullanılarak kurulması ve desteklenmesidir. Bunun içindir ki, halkın kurtulmasını isteyen insanların, köleleştirilmekten kurtarılan halk için en iyi yaşam düzenini yaratmaları değil, halkı köleleştiren bu güç kullanımından kurtulma yollarını aramaları doğaldır.

Halkı köleleştiren güç kullanımının kökeni nedir ve bunu yapan kimdir? Sayıları birkaç bin olan hükmedenlerin, yöneticilerin ve zenginlerin, milyonlarca işçiyi kendilerine baş eğmeye zorlayamayacakları, fakat şayet birkaç bin kişi, milyonlar üzerinde hakimiyet kuruyorsa, işçi-halkın üzerinde kurulan baskının doğrudan doğruya yönetenler tarafından değil, bizatihi halkın kendisi tarafından oluşturulduğu çok açıktır. Halk kendisi üzerinde; çok karmaşık, kurnaz ve ustaca yöntemlerle güç kullanılmasının zorunlu olduğunu hissedeceği bir konuma sürüklenmektedir. Dolayısıyla, halkın köleleştirilmekten kurtarılmasını isteyen insanların, her şeyden önce, halkın kendi kendine yaptığı zulmün nedenlerini araştırmaları ve onları ortadan kaldırmaya çalışmaları doğaldır. Bu arada, Marxlar, Joresler ve Kautskiler ve diğer kuramcıların keşfettiği tarihsel yasalara uygun olarak, insan toplumlarının nasıl olması, nasıl bir düzen kurulması gerektiği konusunda dağlar gibi kitaplar yazılmıştır ve yazılmaktadır. Ancak kötülüğün ana ve temel nedeni olan, işçilerin kendi kendilerine yaptıkları zorbalığın nasıl ortadan kaldırılacağı konusundan kimse söz etmediği gibi, aksine, işçi-halkın köleleşmesine neden olan bu zorbalığın gerekliliğine izin verilmektedir.

Sonuçta, ne denli tuhaf görünürse görünsün, bilgiçlik ve akıl yüklü sosyalist, siyasal ve ekonomik eserlerden oluşan ve insan düşüncesini doğal ve sağduyulu yoldan saptıran ve onu yapay, sahte ve yok edici bir yola yönelten bu kitap dağları, aslına bakılırsa, boş, tamamen gereksiz, ayrıca da çok zararlıdır. Tüm bu yazılanlar, ormanlık bir araziden başka toprakları olmayan insanların, toprağı köklerden temizlemek yerine beklemesi ve nihayettoprak, varsayılan tarihsel yasaya uygun olarak kendiliğinden ekilecek hale gelince, toprağa neyin ekilip dikileceğini tartışmalarına benzemektedir. Bilim adamları, gelecekteki düzenin tüm ayrıntılarını tartışarak, köleleştirilen insanların yaşamlarının gelecekte en iyi duruma nasıl getirilebileceğini düşünüyor, gelecekteki bu düzenin nasıl olması gerektiği üzerine ateşli tartışmalar yapıyorlar. Ancak var olduğu sürece, işçinin gelecekteki durumunun iyileştirilmesine dönük herhangi bir toplumsal düzenlemenin önünde engel olarak duran o mevcut zorbalıktan hiç söz etmiyorlar.

İşçi kesiminin durumunun düzelmesi için bir tek şey gereklidir: Gelecekteki düzeni düşünmeden, kendilerine hükmedenlerin arzusuyla bizatihi kendilerine uyguladıkları zorbalıktan kurtulmak.

Halkı, azınlığın yararına olarak kendi kendilerine uyguladıkları zorbalıktan nasıl kurtarmak gerekir? Tek bir yanıt olabilir: İşçi kesimi zorbalıktan, ne türden ve hangi koşullar altında olursa olsun, bu zorbalığa katılmaktan vazgeçtiği takdirde kurtulabilir.

Ancak insanların zorbalık uygulamaması veya hangi amaçla, hangi koşullarda olursa olsun bu zorbalığa dahil olmamaları için ne yapmak gerekir? Bunun için yalnızca tek çare vardır, o da insanların kendilerinin ne olduğunu anlamaları ve bunun sonucunda da hangi koşullarda neyi yapmaları ya da hangi koşullarda neyi yapmamaları gerektiğini kabul etmeleridir. Şartlar arasında insanın insana yaptığı her tür zorbalık da vardır ve bu, insanın kendisine saygısı açısından kişi bilinciyle bağdaştırılamaz.

İnsanların bizatihi kendilerinin ne olduklarını anlamaları ve bunun sonucunda neyi yapmaları, hangi koşullarda olursa olsun, insanın insana zulmü de dahil, asla neyi yapmamaları gerektiğini anlamaları için tek gerekli olan, sizin ve yönetici öğretmenlerinizin yadsıdığı ve zamanımıza en uygun şey, yani insanların akıl açısından gelişme derecesi olan dindir.

Sonuçta, işçi kesiminin zulümden kurtuluşunun ve durumunda bir değişime ulaşmanın yolu, daha iyi bir toplumsal düzen oluşturma projelerinde ve bu düzenin gerçekleştirilmesi için güç kullanılmasında değil, halkın öğretmenleri tarafından yadsınan şeydedir. Bu da kişilerde yakınlarına karşı, saygı ve birliğin her türlü ihlaline karşı olanaksızlığı, ne tür olursa olsun yakınlarına karşı güç kullanılmasının ahlaksal geçersizliğinin kabul edildiği bir dini bilincin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasıyla olur. Zor kullanma olasılığını dışlayan böyle bir din bilinci, eğer bir yandan din dışı boş inançlar, diğer yandan da daha zararlı olan yalancı bir bilime dayalı boş inançlar olmasa, kolayca benimsenir ve yalnızca Hıristiyanlar tarafından değil, günümüzdeki tüm insanlık tarafından kabul edilirdi; Siz, doğru anlamda bir bencilliğin herkesin iyiliğine olduğunu, toplum acı çekerken, insanın kişisel mutluluğundan tat alamayacağını, gelecekte arzulanan toplum düzeninin, emeğin ve tüm insanların dayanışması üzerine kurulması gerektiğini söylüyorsunuz. Tüm bunlar çok doğru, ancak bu düzen, böyle bir toplumun kurulmasını engelleyecek olan zorbalıkla değil, yalnızca temelini sevginin oluşturduğu dinsel duyguyla elde edilebilir.

Halkın, yönetenlerin arzularına bağlı olarak kendi kendisine yaptığı zulümden kurtulması için gereken şey, halkın arasında zamanımıza uygun bir dinin oluşmasıdır. Bu din, tüm insanların aynı Tanrısal kökenden geldiğini kabul etmeli, bu nedenle de insanın insana zulmetmesine izin vermemelidir.

Zorbalıktan kurtulduktan sonra halkın nasıl bir düzen kuracağına gelince; halk kurtuluş(u) gerçekleştikten sonra kuracağı düzeni kendisi düşünecek, bilgin profesörlerin yardımı olmadan kendisine uygun ve gerekli düzeni bulacaktır.
Sizin belirttiğiniz düşünceler, zamanımızda birçok insan tarafından paylaşılmıştır, bu yanıtı size gönderirken aynı zamanda da bunu hasıma vereceğini size bildirmek isterim.

Lev Tolstoy
Yasnaya Polyana, 30 Ocak 1909
Kaynak: Yurtseverlik, Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine
Derleyen ve Rusçadan Çeviren: Ö. Aydın Süer/ Epos Yayınları

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version