Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor… “
Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.
İnsanlara inanmak
Yalancının en büyük azabı, ona kimsenin inanmaması değil, kendisinin kimseye inanmaması imiş.
Ne kadar doğru.
Kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen, dünyada, bütün varlıklarını, kendi hasis emellerini doyurabilmeye harcayan zavallılar, bu dünyada, sadece rahat gönülle yaşayabilmek için de olsa, bazı insanların rahatlarından, saadetlerinden, hatta selametlerinden fedakarlık etmeyenlerin başka insanların hayrına çalışabileceğine akıl erdiremiyorlar.
Ruhlarını ve yediklerini, hoş bir hayat, birkaç lokma nefis yemek, üç beş bardak keskin içki ve bir miktar cep harçlığı mukabilinde, insanlığın ve bu meyanda kendilerinin içeride ve dışarıdaki düşmanlarına satmış veya kiralamış bulunan biçareler, bütün bu nimet saydıkları şeylerin, bir fikir uğruna insanlığın hayrına serpilebileceğine, insanın kendini hakikatlere gönüllü vermesinin yalanlara satmasından daha mesut edici olabileceğine inanamıyorlar.
Ama biz, akrep gibi kendi kendilerini zehirleyen bu adamlara kızmıyor, aksine, onları bu hale getiren sakatlıkları ortadan kaldırmak için savaşıyoruz.
Çünkü hayattaki bütün doğru ve güzel varlıklara inanmayan gözlerle bakan bu insanların ruhlarındaki hazin boşluk, bu günkü insanlığın ibret verici bir aynasıdır. İnsanların insanları seveceği ve insanlara inanacağı günü yaklaştırmak için çalışmakta devam edeceğiz.
2 Aralık 1947
Sabahattin Ali
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler
Sabiha Sertel: “Sabahattin Ali’yi kahpeler gibi tuzağa düşürdüler, uyurken arkasından vurdular”>>