SOSYAL DUYGUNUN GELİŞİMİNDE BİREYSEL PSİKOLOJİ: VÜCUT VE RUH PROBLEMLERİ – ALFRED ADLER

    Madde adını verdiğimiz her şey bir bütün haline gelme eğilimini göstermektedir. Artık bundan şüphe edilemez. Genel olarak, atom, bu bakımdan canlı hücre ile mukayese edilebilir. Her ikisi de gizli ve gerçek güçlere sahiptir. Bu güçle kısmen maddenin şeklini ve sınırlarını, yine kısmen başka öğelerin meydana gelişini belirtir. Bunlar arasındaki asıl ayrılık, şüphesiz, atomun kendi kendine yetme olanağının tersine hücrenin beslenme değişikliğinde yer almaktadır. Hücrenin, atomun içindeki ve dışındaki hareketi büyük ayrılıklar göstermektedir. Elektronlar hiçbir zaman hareketsiz olmaz. Ve Freud’un ölüm arzusu ile ilgili anlayışında ileri sürdüğü gibi bir duraklama eğilimi, tabiatın hiçbir yerinde görülmez. Onları en açık şekilde birbirinden ayıran şey, büyümeye, şeklin muhafazasına, çoğalmaya ve kesin ideal şekline yönelen eğilime imkan veren hücrenin özümleme ve işe yaramayan maddeleri dışarı atma işidir.

    Varoluşu bizim için fazla önemli olmayan canlı hücre, kendisine zahmetsizce sürekli koruma sağlayan ideal bir çevrede bulunsaydı daima olduğu gibi kalırdı. Zorlukların baskısıyla, anlamadan hayat süreci adını verdiğimiz şey şu veya bu çareye başvurmak zorunda kaldı. Tabiatta yer alan sayısız değişiklikler arasında, daha iyi imkanlara sahip, en iyi şekli bulabilen ve böylelikle, çevreye en iyi tarzda uyabilen bireyler başarıya daha fazla yaklaşırlar. Hayatın yeryüzünde var olduğu yüzbinlerce yıldan beri, en basit hücrelerle insanları yaratacak ve aynı şekilde, çevrelerinin kuvvetli saldırılarına karşı koyacak durumda olmayan milyarlarca varlığın yok olmasına açacak kadar zaman geçti. Danvin’in ve Lamark’ın en önemli görüşlerini birleştiren bu anlayış hayat süreci, dış akım ve dış dünyanın isteklerine sürekli uyma amacını izleyen bir eğilim gibi düşünülmelidir.

    Bir amaca yönelen ve durmadan dinlenmeden devam eden bu çabada, görüş açısına göre, ruh veya zeka adı verilen ve diğer bütün “ruh melekelerini” kapsayan bir meleke gelişti. Deney üstü bir alanda hareket etmemize rağmen,hayat sürecindeki herşeye ait bulunan ruh, kendisini doğuran canlı hücrenin temel karekterini göstermektedir. Bu temel karakter, dış dünyanın istekleriyle sürekli ve elverişli bir anlaşmaya ulaşmak, ölümü yenmek, son ideal şekline yönelmek ve oluş esnasında bu amaçla hazırlanmış fiziksel güçle beraber, karşılıklı bir etki ve yardım ile, üstünlük, tamlık, güvenlik amacına kavuşmak çabasında yer almaktadır. Vücudun oluşundaki gelişmede olduğu gibi, ruh gelişmesinin yönü, dış dünyanın karşımıza çıkardığı problemlerin doğru çözümü ile zorlukları yenebilmek için sürekli istikamet almaktadır.

    Elverişsiz vücut gelişiminin sonucu olan her yanlış çözüm ve yolunu şaşırma, bireyin yok edilmesine yol açabilen başarısızlıkla zararlı olduğunu isbat etmektedir. Başarısızlık süreci bireyi aşabilir ve onunla bir arada bulunanlara, ondan meydana gelenlere zararlı olabilir. Aileleri, aşiretleri, milletleri ve ırkları en büyük zorluklarla karşı karşıya getirebilir. Oluşta daima olduğu gibi, bu zorluklar, yenildikten sonra, çoğu zaman büyük başarılara, büyük bir dayanma gücüne yol açabilirler. Fakat birçok bitkiler, hayvanlar, insanlar çoğu zaman bu merhametsiz kendi kendini temizleme sürecinin kurbanı olmuşlardır. Bu anlayıştan, dış dünyanın zorluklarını, avantajlarım ve sakıncalarını başarılı bir şekilde yenebilmemiz için fiziksel süreçte vücudu, faaliyetine göre, yaklaşık bir dengede tutmak çabasını göstermemiz gerekmektedir. Eğer bu süreçlerin yalnız bir yanı düşünülürse (tek yanlı olarak) bir vücut “bilgeliği” görüşüne ulaşılır. Fakat ruhsal süreç de bu bilgeliğe başvurmak zorundadır. Bu bilgelik ruhsal süreci dış dünya problemlerini daha elverişli bir şekilde çözebilecek ve vücutla ruh arasında sürekli faal bir dengeyi devam ettirebilecek bir duruma ulaştırır. Bir ölçüde, oluş derecesi bu dengeye yardım eder. Oysa ki çocuklukta görülen üstünlük amacı, hayat stili, bireyin dinamik kanunu faaliyetine yardım eder. Şu halde, hayatın dinamik kanunu, zorluklar karşısındaki zaferdir. Korunma içgüdüsü, vücut ve ruh dengesi ve tamlık eğilimi buna bağlıdır.

    Erken Çocukluk Dönemindeki Aşağılık Duygusu ve Saygınlık Çabası – Alfred Adler

    Korunma içgüdüsünde, tehlikeyi anlama ve tehlikeden uzak kalma yeteneği vardır. Ölümden sonra vücut bakımından devamlılığı sağlamak için birçok çocuk meydana getirme, insanlığın gelişmesi için işbirliğinde yer almaktadır. Oluş mucizesi, aynı zamanda varlığı için gerekli bütün öğeleri muhafaza etmek, tamamlamak ve değiştirmek için vücut tarafından yapılan sürekli çabada kendini göstermiştir. Yaralanma halinde kanın pıhtılaşması, su, şeker, kalsiyum, albümin maddelerinin dengesinin geniş ölçüde sağlanması, kanın ve hücrelerin dirilmesi, iç salgı bezlerinin ahenkli aksiyonu, oluşun eserleridir ve organizmanın dış saldırıları karşısındaki dayanma gücünü göstermektedir. Ruhsal denge sürekli tehlike ile karşılaşır. Tamlık eğiliminde insan ruhsal bir tansiyon içinde bulunur. Ve tamlık amacına ulaşmak için sahip olduğu zayıf imkanlardan haberdardır. Onda huzur, değer, mutluluk duygusunu oluşturan şey, sadece yükselme eğiliminde tatmin edici bir dereceye ulaştığı zamanki duygudur. Amacını izleyen an, onu yeniden daha uzağa sürükler. Burada şu gerçekliği görmekteyiz: İnsan olmak, sürekli olarak ödümlemeyi isteyen aşağılık duygusuna sahip olmaktır. Aranan ödümlemenin yönü, aranan tamlığın amacı kadar değişiktir. Hissedilen aşağılık duygusunun fazlalığı ölçüsünde ödümleme kuvvet kazanır. Heyecan nöbetleri şiddetli olur. Fakat duyguların, heyecanların ve duygusal hallerin saldırıları vücut dengesi üzerinde etkisiz kalmaz. Organizma değişikliklere uğrar. Kan dolaşımında, salgılarda, kan enerj isindeki bu değişiklikler bireyin hayat stiline göre farklılaşır. Devam ettikleri takdirde organik fonksiyon nevrozu kendini gösterir. Psikonevrozlar gibi, onlar da bir hayat sitilinden meydana gelir. Bu hayat stili, ilerlemiş bir aşağılık duygusu halinde, bireyi karşılaştığı problemden kaçmaya sevkeder ve bu kaçışı, oluşturulan organik veya ruhsal araz şoklarıyla sağlama eğilimini göstermektedir. Ruh süreci böylece organizmada dışarı vurur. Yine her türlü ruhsal başarısızlıklara, aksiyonlara ve topluluğun isteklerine karşı koyan vazgeçmelere yol açarak tamamıyla ruhsal alanda da ortaya çıkar. Tersine organik durum, ruh süreci üzerinde etki yapar. Hayat stili tecrübemize göre, ilk çocukluk çağında şekillenir. Doğasal organik hal bu sırada en büyük etkisini yapar. Çocuk tüm hayat kaderini ve dinamik kanunu, çevresiyle ahenkli olarak geliştirir. Bir başarı amacına doğru ilerleme, gidiş, her birey için değişiktir. Bireysel psikolojinin kendisine sağladığını bilmeden, birey yolunun alacağı yönü nadiren açık bir şekilde gösterebilir. Hatta çoğu zaman bu yönün aksini bildirir. Bizi ilk önce onun dinamik kanun bilgisi aydınlatır. Bunun sayesinde amacını, ifade şekillerinin anlamını buluruz. Bunlar kelimeler, düşünceler, duygular ve aksiyonlar olabilir. Vücudun hangi noktaya kadar bu dinamik kanuna tabi olduğunu fonksiyonlarının bazı eğilimlerini, çoğu zaman kelimeler açıklamaktadır. Fakat gece yatağını ıslatan bir çocuk böylelikle medeniyetimizin isteklerine tabi olmaktan nefret ettiğini bu şekilde açıklar. Cesur olduğunu iddia eden, belki de cesaretine inanan bir adamın titremesi ve nabzının artması ruh dengesinde karışıklık olduğunu göstermektedir.

    Evli, 32 yaşında bir kadın sol gözünün etrafındaki şiddetli ağrıdan ve sol gözünü kapalı tutmaya kendisini zorlayan çift görmeden şikayet ediyor. Hasta onbir yaşından beri bu rahatsızlıkları göstermektedir. İlki nişanlılık zamanında başlamıştı. Şimdiki rahatsızlığı yedi aydan beri devam etmektedir. Ağrılar zaman zaman kayboluyordu. Çift görme ise sürekliydi. Hasta bu son rahatsızlığın soğuk bir banyodan meydana geldiğine inanıyor ve öteki rahatsızlıklarının hava cereyanından sonra ortaya çıktığını söylüyordu. Küçük erkek kardeşi de bir gripten sonra, aynı rahatsızlıktan ve çift görmeden şikayet ediyor. Annesi de aynı durumdaydı. Acılar sonraki nöbetlerde sağ gözün etrafında da duyuluyor veya bir yandan öbür yana geçiyordu. Evlenmeden önce keman dersi ve konserler veriyordu. Evlendikten sonra bıraktığı işini seviyordu. Şimdi, söylediğine göre doktoruna yakın olmak için, kayınbiraderinin ailesinin yanında oturuyor ve burada kendisini çok iyi buluyor. Ailesini, özellikle babasını, kendisini ve erkek kardeşlerin çabuk sinirlenen, öfkeli kimseler gibi tanıtıyor. Onunla konuşmamız bunu meydana çıkardı ve doğruladı (onların otoriter olduklarını ilave edersek, sürekli başağrısına, baş dönmesine ve sara nöbetlerine elverişli olduklarını söylediğim tiplerle karşı karşıya bulunduğumuzu görürüz). Hasta sık sık idrar etmek zorunluğunu duymaktan da şikayet ediyor. Bu hal daima hasta sinir gerginliği içinde bulunduğu, yabancı kimselerle karşılaştığı zamanlarda ve ziyaretlerde, kendini göstermektedir. Sürekli baş ağrısı, baş dönmesi ve sara nöbetleri gibi hastalıklar organik nedenlere dayanmadıkları takdirde hayat stilinin değiştirilmesi, ruhsal tansiyonun düşürülmesi, sosyal duygunun kuvvetlendirilmesi suretiyle belki de tamamıyla ortadan kaldırılabilir. Ziyarette kendini gösteren şiddetli küçük abdest ihtiyacı bizde çok kolay bir şekilde sinirlenen bir kimsenin hayalini canlandırmaktadır. İdrar ihtiyacının, aynı şekilde kekelemenin ve sinirli insanın diğer özellikleri olan karışıklıkların bir dış faktörden, başkalarıyla karşılaşmaktan meydana geldiklerini göstermektedir. Bu sırada aşağılık duygusunun da şiddetlendiğini düşünmek gerekir. Bireysel psikoloji hakkında biraz bilgisi olan bir kimse onun başkalarına fazla önem verdiğini ve bunun sonucu olarak, kuvvetli kendini gösterme, daha doğrusu, kişisel üstünlük arzusunu kolaylık görür. Hasta başkalarıyla ilgilenmediğini söylüyor. Korkak olmadığını ve zorluk çekmeden başkalarıyla konuşabildiğini iddia ediyor. Fakat fazla gevezedir ve bana çok az söz bırakıyor. Bu ise öfkeli bir özvarlık tasarımının aşikar bir belirtisidir. Evde bu kadın egemendir. Fakat kıyasıya çalışan, ev işlerine yardım eden, yorgun, karısıyla bir yere gidemeyen, konuşmayan kocasının durgunluğu ve istirahat ihtiyacı karşısında bir şey yapamıyor. İyileştiği takdirde ne yapacağına dair ve benim için büyük bir önem taşıyan soruma hasta kaçamaklı bir şekilde cevap veriyor. Cevabında sürekli başağrısına dokunuyor. Bu, cevabı hastanın hangi problemden kaçtığı açık bir şekilde gösteren bir soru idi. Sol kirpik hizasında derin bir yara izi vardı. Bu, sinüs ameliyatından kalmış bir yara izi idi. Bu ameliyattan hemen sonra başka başağrıları ortaya çıkmışlardı. Hasta, her türlü üşütmenin kendisi için zararlı olduğunu ve nöbetlere yol açtığını kuvvetle, ısrarla söylüyordu. Gerçekten, hasta, son nöbetten önce soğuk bir banyo almıştı. Bu banyo, söylediğine göre, kısa bir zaman sonra bir nöbete yol açmış. Nöbetlerden önce bir belirti kendini göstermiyor. Bazan nöbetle beraber kusma kendini gösteriyordu. Fakat her zaman böyle olmuyordu. Hasta, organik değişikliğe rastlamayan birçok hekim tarafından muayene edilmişti. Kafatasının radyolojik muayenesi, kan, idrar muayenesi bir sonuç vermedi. Döl yatağının muayenesinde rahmin çocuk rahmine benzediği görüldü. Organların yetersizlikleri hakkındaki eserimde sinir hastalarında sık sık organ yetersizliklerinin bulunduğunu ve organik yetersizlikler halinde daima cinsel organların yetersizliklerine rastlanabileceğini belirtmiştim. İşte bu örneklerden biri: Hastanın, küçük bir kızkardeşinin doğumunu büyük bir korku ile gördüğü günden beri, gebelikten yersiz bir korku duyduğu anlaşıldı. Bu, çocuklara çok erkenden, anlayacaklarından ve benimseyeceklerinden emin olmadıkça, cinsel bilgiler verilmemesi hususundaki ikazımı haklı göstermektedir. Onbir yaşında iken babası onu haksız olarak, komşunun oğlu ile cinsel münasebette bulunmakla suçlandırmıştı.

    Korku ve sıkıntı ile birleşen bu vakitsiz cinsel sorun ile karşılaşma onun aşka karşı duyduğu çekingenliği kuvvetlendirdi. Bu hal onun evliliğinde cinsel soğukluk şeklinde kendini gösterdi. Evlenmeden önce nişanlısı çocuk istemeyeceğine dair kesin olarak söz vermek zorunda kalmıştı. Baş dönmesi nöbetleri ve nöbetlerinin tekrarlanması hususundaki korkusu, ona cinsel münasebetleri bütün bütün azaltma imkanını verdi. Çok hırslı genç kızlarda sık sık görüldüğü gibi, onun da aşk münasebetlerininde zorluklarla karşılaşması kaçınılmazdı. Kaçınılmazdı, çünkü; aşk münasebetlerini yersizce ve ağır bir aşağılık duygusunun etkisiyle, kadın için bir hakaret gibi düşünüyordu. Üzerinde durduğumuz olayda marazi belirtiler, baş dönmesi ve küçük abdest ihtiyacıdır. Sürekli arazlar ise çocuğa sahip olma korkusu ve evliliğinden beri devam eden cinsel soğukluktur. Kocasını sayıyordu. Fakat aşktan bir hayli uzaktı ve hiçbir zaman gerçekten sevmemişti. Tamamıyla iyileştiği takdirde ne yapacağı hususundaki soruya nihayet cevap vermişti. Taşradan ayrılacağını, keman dersi vermek ve bir orkestraya girmek üzere başkente gideceğini söylemişti. Bireysel psikoloji sayesinde görme sanatını elde etmiş olan bir kimse bunun kocasından ayrılma anlamını taşıdığını kolayca bilir. Kocası taşra şehrine bağlı idi. Görümcesinin evinde rahatlaması ve kocasını kınaması bunu doğrulamaktadır. Kocası onu el üstünde tutuyordu. Onun egemenliğini kabul etmişti. Bu yüzden kocasından ayrılması tabiatıyla çok zordu. Burada, nasihatlar ve güzel sözler ile onun boşanmasının kolaylaştırılabileceği düşüncesine karşı sizi ikaz ediyorum ve özellikle iyi bulmuyorum. Bu hastalar aşkın ne olduğunu pekala bilirler. Fakat aşkı anlamazlar.

    Doktorlarının bu husustaki öğütlerini dinledikleri takdirde büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşırlar ve bunun sorumluluğunu öğütlerini dinledikleri doktorlarında ararlar. Bu gibi hallerde, yapılacak iş, kadının evliliğe daha elverişli bir duruma getirilmesidir. Kadın bir ay içinde tamamıyla iyileşti. Daha önce kendisine, son nöbete sebep olan dış faktör anlatıldı. Kocasının ceketinin cebinde bir genç kızın mektubunu bulmuştu. Mektupta birkaç selam kelimesinden başka birşey yoktu. Kocası kuşkusunu gidermişti. Bununla beraber kadın güvensizliğini devam ettirdi. Kıskanç oldu. Bu duyguyu daha önce hiç yaşamamıştı. Soğuk duşu ve nöbetinin başlangıcı bu zamana rastlamaktadır. Kıskançlığının ve yaralanan gururunun belirtisini izleyen son rüyalarından biri kuşkusunun hâlâ devam ettiğini gösteriyor ve kocasına karşı takındığı ihtiyatlı ve güvensiz durumunu açıklıyordu. Rüyasında bir kedinin bir balığı yakaladığını ye kaçtığını, bir kadının balığı almak için kediyi kovaladığını görmüştü. Bu rüya kolaylıkla izah edilebilir. Kadın, mecazi olarak kocasının benzer bir şekilde kaçırılmasına karşı koymaktadır. Bir konuşmadan anlaşıldığına göre kadın önceleri kıskanç değildi. Çünkü gururu buna mani olmuştu. Fakat mektubu bulduğu zamandan beri kocasının kendisine ihanet edebileceğini düşünmeye başlamıştı. Bu düşünce, kadının erkeğe bağlı olmasına karşı öfkesini artırdı. Görüldüğü gibi, soğuk banyo kadının hayat stilinin bir öcü idi. Kadın değerinin artık kuşkuya yer vermeyecek şekilde kocasına bağlı olduğuna, kocasının değerine gereken önemi vermediğine inanıyordu. Kadın bunun için öç almak istiyordu. Eğer, evinde geçirdiği şoktan sonra baş dönmesi rahatsızlığını geçirmemiş olsaydı kendisini değersiz görme zorunluluğunda kalırdı. Bu ise onun karşılaşabileceği en kötü şey olurdu.

    Dr. Alfred Adler
    Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz