Ana Sayfa Felsefe Schopenhauer: İnsanlar, genel kabul gören bir fikri ne kadar saçma olursa olsun...

Schopenhauer: İnsanlar, genel kabul gören bir fikri ne kadar saçma olursa olsun benimserler

Şimdi taraftarlık artık bir görev haline geldiğinden, düşünüp yargıda bulunabilecek olan birkaç kişi de ister istemez susar. Bu noktada, kendi düşünce ve yargısını geliştirme kapasitesi hiç bulunmayan, başkalarının görüşlerini tekrarlayan kimselerin konuşmasına izin vardır sadece.

Neden Yerine Otorite Gösterme

Seneca “Unusquisque mavult credere quam judicare” [Herkes inancı yargıda bulunmaya tercih eder] demiştir. Yani eğer muhalifimizin saygı duyduğu bir otoriteden yararlanabiliyorsak, işimiz kolaydır. Muhalifin bilgi ve yetileri ne kadar sınırlıysa, bu otoritelerden o kadar fazla bulabiliriz. Ama eğer bilgi ve yetileri birinci sınıfsa, onun için geçerli otorite çok azdır veya hemen hemen hiç yoktur. Belki kendisine yabancı bilim, sanat ve zanaat alanlarından uzmanların otoritesini kabul edebilir, ama buna da şüpheyle bakar. Diğer yandan sıradan insanlar ise, her türden uzman karşısında derin bir saygı duyar. Profesyonellerin aslında yaptıkları işi değil sağladıkları kazancı sevdiğini bilmezler. Farkında olmadıkları bir şey de, öğreten kişinin öğrettiği konu hakkında nadiren tam bir bilgi sahibi olacağıdır, çünkü konusunu tam anlamıyla araştıran kişinin, çoğunlukla öğretmek için zamanı kalmaz. Sıradan insan kitlesinin [Vulgus] saygı duyduğu otoriteler çok olduğu için, elimizde en uygunu olmasa bile, sadece görünüşte uygun birini seçebilir, onun başka bir bağlamda ve başka şey kast ederek söylediklerinden yararlanabiliriz. Muhalifin hiç anlayamadığı otoriteler, en etkili olanlardır. Eğitimsiz kişiler Yunanca ve Latince ifadelere karşı özel bir saygı duyar. Otoriteleri gerekli durumlarda yalnızca bağlamı kaydırarak değil, doğruca çarpıtarak da aktarabiliriz; hatta tamamen kendi icadımız olan bir şeyler uydursak da olur. Nasıl olsa çoğunlukla muhalifin elinde kitap bulunmaz, olsa bile açıp bakacak hali yoktur. Buna en iyi örnek, diğer vatandaşlar gibi evinin önündeki yolu taşla kaplama yükümlülüğü olan ama bunu yapmak istemeyen Fransız Curé’nin İncil’den alıntı yapmasıdır: “paveant illi, ego non pavebo” [Onlar titrese de, ben titremeyeceğim]. Bu kadarı belediye başkanını ikna etmeye yetmiştir. Genel önyargılar da otorite olarak kullanılabilir. Çünkü çoğu kişi Aristoteles gibi düşünür: “Çok kişinin inandığı bir şey var demektir”. Gerçekten de insanlar, genel kabul gördüğüne inandırıldıkları bir fikri ne kadar saçma olursa olsun, kolayca benimserler. Emsal, hem düşüncelerini hem de eylemlerini etkiler. Çoban nereye götürürse oraya giden koyunlar gibidirler: Onlar için ölmek düşünmekten daha kolaydır. Bir düşüncenin yaygınlığının bu kadar etkili olması çok gariptir, çünkü aslında kendilerine bakarak, böyle bir fikrin nasıl hiç akıl yürütmeden ve yalnızca örneği taklit ederek kabullenildiğini görebilirlerdi. Ama göremezler, çünkü kendini tanıma onlarda tamamen eksiktir.- Sadece seçkinler Plato’yla birlikte şunu söyler: “Çoğunluğun çok görüşü olur”; yani sıradan insanların kafası saçmalıklarla doludur ve bunları süpürüp temizlemek çok zordur.

Ciddi konuşmak gerekirse, bir düşüncenin yaygınlığı onun doğruluğunun kanıtı değildir, hatta doğru olma ihtimalini artırmaz bile. Bunun tersini ileri sürenler, şunları varsaymak zorundadır: 1- Zaman geçtikçe, yaygınlığın kanıtlama gücü zayıflar, kaybolur: Yoksa bir defa evrensel doğru sayılmış bütün eski hataları yeniden kabul etmek, mesela Ptolemaios sistemine dönmek veya bütün Protestan ülkelerde Katolikliği geri getirmek gerekecekti; 2- Uzamdaki uzaklaşmanın da aynı etkiyi yapması gerekir: Yoksa Budizm, Hıristiyanlık ve İslam taraftarları düşüncelerinin evrenselliği konusunda sıkıntıya düşerdi.

Evrensel düşünce denilen şeye dikkatle bakınca, onun aslında sadece iki ya da üç kişinin görüşü olduğunu anlarız. Böyle genel geçer bir görüşün nasıl oluştuğunu incelemek, bunu açıkça gösterecektir. Böyle bir düşünceyi önce iki veya üç kişi varsaymış ya da formüle edip öne sürmüştür. Başkaları da iyi niyetle onlara güvenir, bunu yeterince sınadıklarına inanır. Söz konusu iki veya üç kişinin gerekli yetiye sahip olduğu önyargısıyla birileri bu fikri kabul eder; sonra da onlara güvenen, tembellik nedeniyle titiz ve zahmetli bir sınamaya girişmektense fikre hemen inanmayı yeğleyen birçok kişi daha çıkar. Böylece tembel ve saf taraftarların sayısı günden güne büyür. Fikre verilen destek iyice arttığında, daha sonraki yandaşları bunu onun sağlam ve ikna edici gerekçeleri olmasına bağlar. Geri kalanlar da, herkesin doğru saydığı bir şeye karşı çıkarak bütün dünyadan daha akıllı olmak isteyen şımarık ve huzursuz tipler damgasını yememek için, bu genel geçer fikri kabul etmek zorundadır. Şimdi taraftarlık artık bir görev haline geldiğinden, düşünüp yargıda bulunabilecek olan birkaç kişi de ister istemez susar. Bu noktada, kendi düşünce ve yargısını geliştirme kapasitesi hiç bulunmayan, başkalarının görüşlerini tekrarlayan kimselerin konuşmasına izin vardır sadece. Üstelik bu kişiler söz konusu düşünceleri savunurken alabildiğine gayretkeş, bir o kadar da hoşgörüsüzdür. Çünkü farklı düşünenlerden nefret etmelerinin nedeni, onların başka bir görüşü savunuyor olması değil, kendi fikir ve yargılarını oluşturmaya kalkışmalarıdır; oysa kendileri böyle bir şeye asla girişebilmiş değillerdir ve aslında bunun farkındadırlar. – Kısacası, düşünebilenler çok azdır ama herkes fikir sahibi olmak ister. Kendileri düşünmek yerine başkalarının hazır fikirlerini almayıp da ne yapsınlar? –Ama işler böyle yürüyorsa, yüz milyonlarca insanın fikrinden ne olacak? Tıpkı aynı tarihsel olguyu yüzlerce tarihçinin yazmış olması, ama sonra hepsinin bunu birbirinden aldığının kanıtlanması ve aslında tek bir kişinin ifadesinden başka bir kaynak bulunmadığının anlaşılması gibi.

[Ben söylerim, sen söylersin, ama sonunda o da söyler
Ve söylenmiş bunca şeyden sonra ortada yalnız söylenmiş şeyler vardır.
– (Goethe, Farbenlehre)]
Yine de, sıradan insanlarla tartışırken genel geçerli düşünceden otorite olarak yararlanabiliriz.

Zaten böyle iki kişi kapıştığında, her ikisinin de çoğunlukla seçtiği silahın otoriteler olduğunu görüyoruz: Bu onların saldırı silahıdır. – Eğer daha akıllı biri böyleleriyle uğraşmak zorunda kalmışsa, en iyisi işin kolayına kaçıp onun da aynı silaha başvurması ve otoriteleri düşmanın zayıf yönlerini açığa çıkaracak şekilde seçmesidir. Çünkü akli argüman silahı karşısında, düşünememe ve yargıda bulunamama sularına dalmış olan muhalifi, derisi nasır kaplı Siegfried [Siegfried öldürdüğü ejderhanın kanında yıkanarak yaralanamaz hale gelir] gibi düşüncesizlik ve kararsızlık çamuruna bulanmıştır.

Mahkemede sadece otoritelere dayanarak tartışılır – yasaların kesin olarak belirlenmiş otoritesine. Yargıda bulunma yetisinin yapması gereken uygun yasayı, yani o özel durumda başvurulacak otoriteyi bulmaktır. Ama diyalektik yine de kendi alanına sahiptir: Gerektiğinde, ele alınan durumla yasa aslında tam olarak birbirine uymuyorsa, görünüşte uyuncaya kadar çekiştirilir, eğilip bükülürler. Bunun tersi de mümkündür.

Arthur Schopenhauer
Kaynak: Eristik Diyalektik

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version