Ana Sayfa Felsefe MICHEL FOUCAULT: GÖRÜNEN ŞEY HİÇBİR ZAMAN SÖYLENEN SÖZÜN İÇİNE SIĞMAZ

MICHEL FOUCAULT: GÖRÜNEN ŞEY HİÇBİR ZAMAN SÖYLENEN SÖZÜN İÇİNE SIĞMAZ

TARİHÇİLERİN SÖYLEDİKLERİ

Fikir veya bilim tarihleri, XVII. ve özellikle XVIII. yüzyılda yeni bir meraka yer vermişlerdir: hayat bilimlerini keşfetmelerine değilse bile, bu bilimlere o zamana kadar görülmemiş bir genişlik ve kesinlik sağlamalarına yol açanı. Bu olguya, geleneksel olarak belli sayıda neden ve birçok öze ilişkin dışavurum atfedilmektedir.

Kökenler veya nedenler cephesine, gözleme ilişkin yeni ayrıcalıklar yerleştirilmektedir: Bacon’dan beri gözleme atfedilen güçler ve mikroskobun icadının bu gözleme sağladığı teknik iyileşmeler. Bir rasyonellik modeli sağlayan fizik bilimlerin, o sıralarda yeni olan prestiji de bu cepheye konulmaktadır; deney ve teori aracılığıyla, hareket yasalarını veya ışıklı ışınların yansıma yasalarını çözümlemek mümkün olduğundan, canlıların daha karmaşık, ama komşu alanını örgütleyen yasaları deneyler, gözlemler veya hesaplamalar aracılığıyla aramak olağan değil miydi? Daha sonra bir engel haline gelen kartezyen mekanistlik, ilk önce bir aktarım aracı gibi olmuş ve biraz da kendine rağmen, mekanik rasyonellikten, canlılarınki olan şu diğer rasyonelliğin keşfine yönelmiştir. Fikir tarihçileri, çeşitli dikkatleri biraz karışık bir şekilde olmak üzere, gene nedenler cephesine yerleştirmektedirler: tarıma yönelik ekonomik ilgi; Fizyokrasi bunun bir tanığıdır, ama bir tarım bilimi oluşturma konusundaki gayretler de tanıklık etmektedirler; ekonomi ile teorinin ortasında yer alan, egzotik hayvan ve bitkiler karşısındaki dikkat, bunları Avrupa’da yetiştirmeye uğraşmakta ve büyük araştırma ve keşif gezilerinin -Tournefort’un Ortadoğu’da, Adanson’un Senegal’de yaptıkları- aktardıkları tasvirler, gravürler ve örneklerden beslenmektedir; ve sonra, özellikle doğanın ahlaki olarak değerlendirilmesi ve önceki dönemlerde uzun süre ihmal edilmiş olan toprağa para ve duygu “yatırılmasına” -aristokratlar veya burjuvalar tarafından- neden olan şu ilkesi itibariyle ikircikli hareket. Rousseau XVIII. yüzyılın ortasında, araştırma yapmak üzere bitki toplamaktadır.

Tarihçiler daha sonra, dışavurumlar siciline bu yeni hayat bilimlerinin ve o zaman söylendiği üzere, onları yönetmiş olan “zihniyet”in kazandıkları çeşitli biçimleri kaydetmektedirler. Bunlar önce, Descartes’ın etkisiyle, XVIII. yüzyılın sonuna kadar mekanist olmuşlardır; o sıralar taslağı ancak şöylesine belirlenmiş olan bir kimyaya yönelik ilk çabalar onları damgalamış olmalıdır, fakat hayata ilişkin temalar XVIII. yüzyılın tümü boyunca, nihayet yekpare bir doktrin içinde kendilerini formüle etmek üzere, ayrıcalıklarını kazanmışlar veya yeniden kazanmışlardır -bu “hayata ilişkin temalar”, biraz değişik biçimlerde olmak üzere, Bordeu ve Barthez tarafından Montpellier’de, Blumenbach tarafından Almanya’da, Diderot, sonra da Bichat tarafından Paris’te vaaz edilmektedirler-. Bu farklı teorik rejimlerin içinde, hemen her zaman aynı sorular sorulmuş, bunlara her seferinde farklı çözümler getirilmiştir: canlıları sınıflandırma olanağı —Linné gibi bazıları doğanın bir taxinomia’nın içine girebileceğini, Buffon gibi diğerleri doğanın bu kadar katı bir çerçeveye uyamayacak kadar çeşitli ve zengin olduğunu savunmaktaydılar-; önoluşum yanlıları olan daha mekanistler ve tohumların özgül bir gelişimine inanan diğerleriyle birlikte, oluşum süreci; işlevlerin çözümlenmesi (Harvey’den sonra kan dolaşımı, duyu, kas hareketliliği ve yüzyılın sonuna doğru solunum).

İnsanların kanaat ve tutkularını, aynı zamanda akıl yürütmelerini de bölen büyük münakaşaları, bu sorunlar ve yol açtıkları tartışmalar boyunca yeniden oluşturmak, tarihçiler için bir oyundur. Böylece, her biçimin altına ve bütün hareketlerin içine, kendi yolunun basitliğini, esrarını ve taleplerini yerleştiren bir ilahiyat ile, daha şimdiden doğanın özerkliğini tanımlamaya uğraşan bir bilim arasındaki başat bir çatışmanın izinin bulunduğuna inanılmaktadır. Aynı zamanda, astronominin, mekaniğin ve optiğin eski önceliğine aşırı bağımlı bir bilimle, daha şimdiden hayat alanında indirgenemez ve kendine özgü olabilecek şeyin varlığından kuşkulanan bir başka bilim arasındaki çelişki de keşfedilmektedir. Tarihçiler son olarak da, doğanın hareketsizliğine -özellikle Tournefort ve Linné’nin tarzında- inananlar ile, Bonnet, Benoit de Maillet ve Diderot ile daha şimdiden hayatın büyük yaratıcı gücünü, tükenmez dönü- şebilme iktidarını, biçime girebilme kolaylığını ve tüm üretimlerini -biz de dahil- hiç kimsenin egemen olamadığı bir zamanın kuşattığı şu olayların akıntısı yönünde gitmesini hissedenler arasındaki zıtlığı, sanki kendi gözleri önünde cereyan edıyorlarmışçasına resmoluyor olarak görmektedirler. Evrimcilik konusundaki büyük tartışma, Dar- win’den ve Lamarck’tan çok önceleri, Telliamed, Palingene- sie ve le Reve d’Alembert’le başlamıştır. Sürekli olarak birbirlerine yaslanan veya birbirini reddeden mekanistlik ve ilahiyat, klasik çağı kökenine en yakın noktada -Descartes ve Malebranche’ın cephesinde- tutmaktadırlar; bunun karşısında dinsizlik ve hayata ilişkin karmakarışık bir içe doğmalar bütünü de birbiriyle çatışma (Bonnet’de olduğu gibi) veya işbirliği (Diderot’da olduğu gibi) halinde olup, onu en yakın geleceğine doğru çekmektedirler: XVIII. yüzyılın henüz karanlık ve birbirlerine zincirlenmiş girişimlerini, pozitif ve rasyonel bir bilim halinde tamamına erdirerek bu hayat bilimini, kendine özgülüğünün en canlı noktasında ve onunla -bilgimizin nesnesi- onu tanımak için orada olan bizim aramızda tedavül eden şu biraz da yeraltına mensup olan sıcaklığı sürdürebilmek için rasyonelliği feda etme ihtiyacını duymaktan çıkardığı varsayılan şu XIX. yüzyıla doğru.

Böylesine bir yöntemin varsayımlarına geri dönmenin bir yararı yoktur. Burada sonuçlarını göstermek yeterli olacaktır: sınıflandırma girişimleri ve mikroskopik gözlemler kadar çeşitli araştırmaları birbirlerine bağlayabilecek şebekeyi kavrama güçlüğü; canlı türlerin hep aynı olduklarını ve hiçbir evrim geçirmediklerini savunanlarla tersini düşünenler veya yöntemciler ile sistem yanlıları arasındaki çatışmaları gözlem olguları olarak kaydetme gereği; birbirlerine yabancı olmalarına rağmen, birbirlerine dolanan iki bilgi dokusunu ayırma zorunluğu: bunlardan birincisi zaten bilinen (Aristotelesçi veya skolastik miras, kartezyaniz- min ağırlığı Newton’ın prestiji), diğeri de henüz bilinmeyen (evrim, hayatın kendine özgülüğü, organizma kavramı) tarafından temsil edilmektedir; ve özellikle de, bu bilgiye nazaran tamamen anakronik olan kategorilerin uygulanması. Bütün bunların en önemlisi, tabii ki hayat kategorisidir. XVIII. yüzyılın biyoloji tarihleri yazılmak istenmiştir, ama o dönemde biyolojinin var olmadığı ve bilginin bizim yüz elli yıldan beri alışık olduğumuz bölümlenmesinin eski bir dönem için geçerli olamayacağı fark edilememiştir. Ve biyolojinin bilinmiyor olmasının basit bir nedeni bulunmaktaydı: çünkü hayatın bizzat kendi yoktu. Yalnızca, doğa tarihi tarafından oluşturulmuş bir bilgi tablosundan görülen canlı varlıklar vardı.

Michel Foucault
Kelimeler Ve Şeyler
İmge Kitabevi

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version