Ana Sayfa Psikoloji KENDİLERİNİ KURTARICI SAYANLARIN UMUDU VE UMUDUN KIRILMASI – ERICH FROMM

KENDİLERİNİ KURTARICI SAYANLARIN UMUDU VE UMUDUN KIRILMASI – ERICH FROMM

Eğer umut, inanç ve direnme gücü yaşamla birlikte var olan ögelerse, nasıl oluyor da böylesine çok sayıda insan umut, inanç ve direnme güçlerini yitiriyor, köleliklerine ve bağımlılıklarına sarılıyorlar?

İnanç, umut ve bu dünyasal diriliş, klasik anlatımlarını, peygamberlerin mesihçi öngörülerinde bulmuşlardır. Onlar, Yunan tragedyasmdaki koro ya da bir Kassandra gibi geleceği önceden haber vermezler; şimdiki zamanda var olan gerçekliği kamuoyunun ve yetkililerin gözbağı olmaksızın görürler. Peygamber olmak isteğinde değillerdir, ama hangi olasılıkları gördüklerini söylemek ve insanlara seçenekleri göstermek, onları uyarmak için kendi bilinçlerinin — “bilgili akıllarının” — sesini dile getirmek zorunda görürler kendilerini. Yapmayı amaç edindikleri tek şey budur. Onların uyarısını ciddiye almak ve gidişlerini değiştirmek ya da kulak vermemek — ve de acı çekmek insanlara, onları dinleyenlere kalmış bir şeydir. Peygambersi konuşma, her zaman için seçenekler, seçmeler ve özgürlük dilidir; “ne olursa olsun” anlamında kararlılık dili değildir asla. Peygambersi seçenekçiliğin en kısa anlatımı, Tevrat’ta, Pentateuch’un beşinci kitabındaki ikinci Musa yorumunda dile getirilmiştir: “Bugün senin önüne yaşamı ve ölümü koydum, sen yaşamı seçtin!”

Peygamber yazınında, mesihçi görüş, “varolan ya da halen orada bulunan” ile, “olacak olan ve henüz olmamış bulunan” arasındaki gerilime dayanmaktadır. Peygambercilik sonrası dönemde, mesihçilik fikrinin anlamında bir değişiklik meydana geldi ve bu ilk kez, İÖ 164

yıllarında Danyel’in kitabında, ayrıca da Tevrat’a dahil edilmemiş bulunan ve doğruluğuna inanılmayan Kutsal Kitap yazınında yansıdı. Bu yazında, peygamberlerin “yatay” tarihsel fikrine karşıt olarak “dikey” kurtuluş fikri işlenmiştir. Burada daha çok, peygambersi seçenekçiliğin yapısını geniş’ ölçüde ele aldım.

Ayrıca aynı kitapta özgün seçenekçi mesihçilikle zıtlık oluşturan Musevi mesihçi düşüncesindeki, her şeyin Tanrı tarafından bildirildiğini kabul etme eğilimini inceledim bireyin dönüşmesine ve özellikle de tarihin, kıyametin kopmasıyla kendini gösterecek feci sonuna ağırlık verilmiştir. Tanrıdan aktarıldığı öne sürülen bu görüş, seçenekler değil kehanetler, özgürlük değil gerekircilik içermektedir.

Daha sonraki Talmud ya da İbrani geleneğinde o ilk peygamberci seçenekçi görüş egemendi. Erken Hıristiyan düşüncesindeyse, — bir kurum olarak Kilisenin genellikle edilgin bir bekleme durumuna çekilmesine karşın— daha çok, mesihçi düşüncenin, Tanrıdan aktarıldığı kabul edilen şeklinin büyük etkisi görülmüştür.

Ama gene de “İkinci Geliş” kavrarı’nda, peygamberci kavram canlı kaldı ve Hıristiyanlık inancının peygamberci yorumu, anlatımını tekrar tekrar devrimci ve “heretik” (muhalif) mezheplerde buldu; bugün, çeşitli Katolik-olmayan nitelemelerin yanı sıra Roma Katolik Kilisesindeki köktenci kanat, peygamberci ilkeye, bu ilkenin seçenekçiliğine ve ayrıca tinsel amaçların siyasal ve toplumsal süreçlere uygulanması gerektiği anlayışına çok belirgin bir dönüşün yapıldığını göstermektedir. Kilisenin dışında, özgün Marx’ci toplumculuk, mesihçi bakışın dinsel olmayan dildeki en önemli anlatımını oluşturdu, ancak bu görüş, Mars’ın komünistlerce çarpıtılmasıyla kokuşturuldu ve yok edildi. Son yıllarda, Marx’cılıktaki mesihçi öge, birçok toplumcu insancılarda, özellikle de Yugoslavya, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’da sesini duyurmaya başladı. Marx’cilarla Hıristiyanlar, ortak bir mesihçi geleneğe dayalı dünya çapında bir görüş alış-verişine giriştiler.

Ernst Bloch, Das Prinzip Hoffnung (Umut İlkesi) adlı yapıtında, Marx’ci düşüncedeki peygamberci umut ilkesini herkesten iyi dile getirdi. Erich Fromm tarafından derlenen Symposium on Socialist Humanism (Toplumcu İnsancılık Sempozyumu) adlı kitaba (New York: Doubleday, 1965) çok sayıda çağdaş insancı-toplum-cu yazar katkıda bulundu. Ayrıca bkz. Yugoslav gazetesi Praxis’in İngilizce baskısıyla, G. Nenning’in yönetiminde Forum tarafından yayımlanan ve Hıristiyan İnsancılarla Hıristiyan olmayan İnsancılar arasında bir karşılıklı konuşma içeren uluslararası Dialogue dergisi.

Marx’in, toplumculuğun kaçınılmaz olduğunu söyleyen gerekirci bir tarih görüşüne sahip olduğu yolundaki yaygın varsayım, bence doğru değildir. Gerekircilik izlenimi, Marx’in, kökleri, çoğu kez çözümlemeci ve bilimsel biçemiyle iç içe olan propagandacı, öğüt verici biçemindeki bazı kurallarından kaynaklanmaktadır.

Umudun Kırılması

Eğer umut, inanç ve direnme gücü yaşamla birlikte var olan ögelerse, nasıl oluyor da böylesine çok sayıda insan umut, inanç ve direnme güçlerini yitiriyor, köleliklerine ve bağımlılıklarına sarılıyorlar? İşte insan varlığının belirleyici özelliği, bu yitirme olasılığının ta kendisidir. Başlangıçta, umut, inanç ve direnme gücüyle yola çıkıyoruz — bunlar, spermayla yumurtanın, onların bir araya gelmesinin, ceninin büyümesinin ve doğmasının bilinçdışı “düşünce-olma-yan” özellikleri, nitelikleri. Ama yaşam başladığında çevredeki değişiklik-getirici olaylar ve rastlantılar, umut gizilgücünü geliştirmeye ya da ketlemeye başlar.

Çoğumuz sevilmeyi ummuşuzdur — yalnızca giydirilip beslenmeyi değil, anlaşılmayı, dikkate alınmayı, saygı gösterilmeyi beklemişizdir. Çoğumuz inanabilmeyi ummuşuzdur. Küçükken, o insan buluşu olan yalanı henüz bilmiyorduk — yalnızca sözlerle söylenen yalanı değil, sesle, mimiklerle, gözlerle, yüzsel anlatımla yalan söylemeyi de bilmiyorduk. Bir çocuk, baştan sona insan yaratıcılığının ürünü olan bu şeye — yalana nasıl hazırlanacak? Çoğumuz, bazen biraz daha az, bazen de biraz daha çok kaba bir şekilde gözümüzü açmış, insanların çoğu kez söyledikleri şeyi demek istemediklerini ya da demek istediklerinin tersini söylediklerini öğrenmişizdir. Üstelik, yalnızca “insanların”, şunun, bunun değil, en çok güvendiğimiz kişilerin — anamızın, babamızın, öğretmenlerimizin, önderlerimizin bu tavır içinde bulunduğunu anlamışızdır.

Gelişme süreçleri içinde şu ya da bu noktada, umutlarının boşa çıktığı — bazen tümüyle kırıldığı yazgısından kurtulmuş kişi çok azdır. Bu iyi bir şey belki de. Eğer insan umudunun boşa çıktığı deneyimini yaşamasaydı, umudu nasıl daha güçlü ve bastırılmaz hale gelirdi?

İyimser bir düşçü olma tehlikesinden nasıl kaçınabilirdi? Ancak öte yanda, umut çoğu kez öylesine baştan sona kınlıyor ki, insan hiçbir zaman onu tekrar bir araya getiremiyor.

Aslında, umudun kırılmasına gösterilen tepkiler ve verilen yanıtlar, pek çok koşula bağlı olarak büyük farklılıklar içerir. Bu koşullar şöyle sıralanabilir: tarihsel, kişisel, ruhsal ve yapısal. Çoğu kişi, belki de büyük bir çoğunluk, yalnızca iyi olanm başa gelmeyeceğini değil, hatta belki de en kötü olanın başa gelebileceğini kabul etme zahmetine katlanmadan en iyiyi uman ortalama bir iyimserliğe uyarlandığından, umutlarının boşa çıkmasına tepki gösterir. Herkes ıslık çaldığı sürece bu tür insanlar da ıslık çalarlar, ve umutsuzluklarım duyumsamak yerine, bir tür pop konserine katılmış gibi davranırlar. Taleplerini, elde edebildikleriyle sınırlarlar ve erişemeyecekleri yerde olanı düşlemezler bile. Bunlar, sürünün iyi-uyarlanmış üyeleridirler ve hiç kimse umutsuzluk duymadığından asla umutsuzluğa kapılmazlar. Bunlar çağdaş batı toplumunun pek çok üyesinde gördüğümüz garip, bir tür teslimiyetçi iyimserlik tablosu çizerler — burada iyimserlik genellikle bilinçli, teslimiyetçilikse bilinçdışıdır.

Umudun kırılmasının bir başka sonucuysa, “yüreğin katılaşması” dır. Çocuk suçlulardan katı ama etkileyici yetişkinlere dek birçok insanın yaşamlarının bir evresinde, belki beş yaşında, belki on iki, belki yirmi yaşında artık incinmeyi, üzülmeyi kaldıramayacak noktaya dayanmış olduğunu görürüz. Bunlardan bazıları, ansızın bir şey görmüş, ya da bir değişikliğe uğramışçasına, artık buralarına geldiğine karar verirler, artık hiçbir şey hissetmemeye, kimsenin kendilerini incitmesine meydan vermemeye, ancak kendilerinin başkalarını incitebileceklerine karar verirler. Kendilerine dost, ya da onları seven kişiler bulma konusunda şanssız olduklarından yakınabilirler — ama bu onların şanssızlığı değil, yazgısıdır. Sevecenlik duygularını ve başkalarını anlama yetisini yitirdiklerinden kimseye dokunmazlar — kimse de onlara dokunamaz. Yaşamdaki utkuları, kimseye gereksinme duymamaktır. Dokunulmaz olmaktan gurur duyarlar, başkalarını incitebildiklerinden dolayı zevk duyarlar. Bu işin suç oluşturacak şekilde ya da yasal yollardan gerçekleştirilmesi, ruh-bilimsel etmenlerden çok toplumsal etmenlere bağlıdır. Bu insanların çoğu donmuşluklarını korurlar, dolayısıyla, yaşamları tükenince-ye dek mutsuzdurlar. Arada bir, bir mucize olur ve buzların erimesi süreci başlar. Bunun nedeni belki de kaygı ve ilgilerine inandıkları bir kişiyle karşılaşmış olmaktır; yeni duygu boyutları açılmıştır. Eğer şansları varsa, buzları tümüyle erir ve tümden yok olmuş görünen umut tohumlan canlanır.

Umut kırıklığının bir başka ve çok daha ağır bir sonucu yıkıcılık ve şiddettir. İnsanoğlu, umutsuz yaşayamayacağından, umudu tümüyle yok olmuş kişi, yaşamdan nefret eder.

Yaşamı üretemediğinden nerdeyse bir mucize olan ancak onu gerçekleştirmekten çok daha kolay bir şeyi, yaşamı yok etmeyi ister. Yaşanmamış yaşamından dolayı kendisinden öç almak ister; bu işiyse, kendisini eksiksiz bir yıkıcılığın kucağına atmakla yapar — öyle ki, başkalarını yok etmek ya da kendisinin yok edilmesi pek önemli değildir.

Çoğu kez umut kırıklığına gösterilen yıkıcı tepki, toplumsal ya da ekonomik nedenlerle çoğunluğun sahip olduğu rahatlıklardan yoksun kalan ve toplumsal ya da ekonomik olarak sığınacak bir yeri bulunmayan kişilerde görülür. Nefret ve şiddete yol açan durum, her şeyden çok ekonomik sıkıntı değil, şiddet ve yıkıcılığı harekete geçirmek konusunda aynı ölçüde etkin olan, umutsuz durumlar, sürekli yinelenen ve tutulmayan sözlerdir. Hatta, umut denen şeyi görememeleri nedeniyle umutsuz bile olamayacak denli yoksun kalmış ve kötü davranışlara hedef olmuş küskün grupların, umut olasılığını görebilen ama aynı zamanda umutlarının gerçekleşmesini olanaksız kılan koşulları tanıyabilen kişilerden daha az şiddetli olduğu konusunda pek kuşku yoktur. Ruhbilim diliyle konuşursak, nasıl ölüme istekli olma yaşam sevgisinin seçeneğiyse, nasıl sevinç sıkkınlığın seçeneğiyse, yıkıcılık da umudun seçeneğidir.

Umutla yaşayan yalnızca birey değildir. Uluslar ve toplumsal sınıflar da umut, inanç ve direnme güçleri sayesinde yaşarlar, ve eğer bu gizilgücü yitirirlerse, ya canlılıktan yoksun olmaları nedeniyle, ya da geliştirdikleri akıldışı yıkıcılık nedeniyle yok olurlar.

Burada şu olguyu gözden kaçırmamak gerekir: bir bireydeki umudun ya da umutsuzluğun gelişmesi, büyük ölçüde onun ait olduğu toplum ya da sınıfta umudun ya da umutsuzluğun varlığıyla belirlenir. Bir bireyin umudu çocukluğunda ne denli kırılırsa kırılsın, bir Bu sorun ve yıkıcılığın diğer belirtilerinin sorunları, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri adlı kitabımda ayrıntılarıyla ele alınmıştır.

Umut ve inanç dönemi içinde yaşadığında, kendi umudunun kıvılcımları canlanacaktır; öte yanda, deneyimleri onu umutlu olmaya götüren kişi, çoğu kez toplumu ya da sınıfı umutluluk havasını yitirdiğinde umutsuz ve kederli olma eğilimi gösterecektir.

Günümüzde ve Birinci Dünya Savaşının başlangıcından beri giderek artan ölçüde, ve belki de yalnızca Amerika’da geçen yüzyılın sonunda Anti-Emperyalist Birliğin yenilgisinden bu yana, umut, batı dünyasında hızla ortadan kaybolmaktadır. Daha önce de söylediğim gibi, umutsuzluk, iyimserlik kılıfı içinde, bazı durumlardaysa devrimci hiççilik (nihilizm) adı altında gizlenmiştir. Ama bir insanın kendi hakkında ne düşündüğü, ne olduğu, gerçekten ne hissettiği ile kıyaslandığında pek de önemli değildir; öte yanda çoğumuz, ne hissettiğimizin farkında olmayız.

Umutsuzluk işaretleri her yerde görülüyor. Ortalama insanın sıkkın anlatımına bakın, insanlar arasındaki — “ilişki kurmak” için çaresiz çabalamalarına karşın— ilişkisizliğe bakın.

Kent suyunun ve havasının giderek artan zehirliliğini ciddi olarak gidermeyi amaçlayan ciddi planlamadaki yetersizliğe, yoksul ülkelerde başgöstereceği bilinen açlığa bakın; hepimizin yaşamlarını ve tasarılarını tehlikeye sokan günlük olaylardan kurtulma yetersizliğinden vaz geçtik, termonükleer silahları ortadan kaldıramayışımıza bakın. Umut hakkında ne söyler ya da ne düşünürsek düşünelim, yaşam için harekete geçme ya da tasarı oluşturmadaki yetersizliğimiz, umutsuzluğumuzu ele veriyor.

Bu büyüyen umutsuzluğun nedenleri hakkında çok az şey biliyoruz. 1914’ten önce, insanlar dünyanın güvenli bir yer olduğunu, insan yaşımını tümüyle hiçe sayan savaşların geçmişte kaldığım sanıyorlardı. Bununla birlikte, Birinci Dünya Savaşı oldu ve her hükümet kendi yönselimleri konusunda yalan söyledi. Sonra, Batılı güçlerden de Sovyetler Birliğinden de gelen haksız istekler ve gösterişler komedisiyle İspanya İçsavaşı yaşandı; Stalin sisteminin ve de Hitler sisteminin terörü yaşandı; sivil halkın yaşamını tümüyle hiçe sayan İkinci Dünya Savaşı patlak verdi; ve nihayet, Amerikan hükümetinin, küçük bir halkı “kurtarmak” amacıyla, onu ezmede bütün gücünü kullanmaya çabaladığı yıllarca süren Vietnam savaşı sahneye çıktı. Büyük güçlerden hiçbiri, herkese umut verecek olan o tek adımı atmadı: diğerlerinin de kendilerini izleyecek kadar aklı başında olduklarına güvenerek kendi nükleer silahlarından kurtulma girişiminde bulunmadı.

Ama giderek artan bir umutsuzluğun yaşanması için daha başka nedenler de var: tümüyle bürokratikleşmiş bir sanayi toplumunun oluşması ve bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz, bireyin örgüt karşısındaki güçsüzlüğü sorunları.

Eğer Amerika ve Batı dünyası, bilinçsiz umutsuzluk durumlarını, inançtan ve direnme gücünden yoksun olma durumlarını sürdürürlerse, yaşamı tümüyle ortadan kaldıracağı için bütün sorunları — nüfus artışı, sıkıntı ve açlık sorunlarını— sona erdirecek olan nükleer silahlarla büyük darbeyi indirme heveslerine engel olamayacaklardır.

İnsanoğlunun denetiminde bulunan toplumsal ve kültürel düzenin hangi yönde gelişeceği, bizim, kendi umutsuzluğumuzla uğraşma yetimize bağlıdır. Her şeyden önce, onu görmemiz gerekir. İkinci olarak da, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşamımızı yeniden umut etmemizi olası kılacak yönde değişmeye olanak olup olmadığını düşünmemiz gerekir. Bu yönde bir gerçek olasılık yoksa, umut düpedüz aptallık demektir. Ama gerçek bir olasılık varsa, yeni seçeneklerin incelenmesi ve bu yeni seçeneklerin gerçekleşmesini sağlayacak toplu edimler temeline dayalı umut olabilir.

Erich Fromm
Umut Devrimi

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version