İMKÂNSIZA AĞIT YA DA BİR DUVAR YIKMAK… – UMUT SARIKAYA

    Etkileyici bir yazı başlığı değil mi? Yazarlar genelde yazılarına veya kitaplarına vurucu bir isim koymayı severler. Burada genelde imdada “ya da” yetişir. Çoğu yazar “ya da”yı halasından teyzesinden daha çok sever. “Ya da’yı vurucu başlığının tam göbeğine başta yerleştirir ve “ya da’nın etrafını donatmaya başlar. “Ya da”yı mutlaka bir deyim izlemelidir ve “ya da” dan önce mutlaka bir betimleme olmalıdır. Örnek verecek olursak; “masumiyetin çöküşü ya da çay içmek”, “giden kıza duyulan özlem ya da üşümek”, “mutsuzluğa övgü ya da bir dosta uğramak”… Örnekler çoğaltılabilir. Veya tek bir kelime de olabilir yazı başlığınız. Çünkü bilirsiniz bazen bir tek kelime binlerce duyguyu karşılayabilir. Ama öyle mandalina, leblebi, vileda, şofben gibi basit kelimeler olmamalı bu. “Üşümek”, “araf ”, “hiç” , “zifir”, “korku”, “mavi”, “O”, “kaybetmek”, “hayat” gibi oturduğunuz semtten çıkıp evrene yayılan kelimeler olmalı bu seçtiğiniz. “Mandalina” olmaz dedik ama “Nar” olur bakın. Çünkü Nar imgesel bir meyvedir. Doğurganlığı veya cinselliği simgeler. Sanatın her dalındaki bir çok sanatçı Nar’dan evlerini geçindirmişlerdir. Gelin hep beraber örneklendirelim. “Nar ya da hayata içerden bir bakış”… Nar’ı atıp mandalina koyup aynı başlığı bir daha yazalım. Oldu mu? Olmadı tabi ki… Mandalina narenciye üreticisinin yüzünü güldürürken sanatçıyı yazarı üzen bir meyvedir. İşte bu iki metodla binlerce vurucu yazı yazabilirsiniz. Emin olun ki okuyanlar sizin büyük duyguların insanı olduğunuzu hemen anlayacaktır. Ben de bu yüzden yazıma böyle bir başlık koymayı tercih ettim. Ki beni dev duyguların insanı sanasınız diye. İşin duygu kısmını hallettiğimize göre hikâyemizi anlatmaya geçebiliriz.

    Üniversiteden arkadaşım Seçkin’i saçları olduğu zamanlardan beri tanırdım. Üniversiteden sonra uzun bir ara vermemize karşın son iki yıldır çok sık görüşüyorduk ve bir buçuk yıldır saçları büyük bir hızla dökülmeye başlamıştı. İlk başlarda bu durumu önemsemiyordu ama öyle hızlı bir şekilde şekil değiştiriyordu ki bu durum kendisine de kaygı vermeye başlamıştı. Yaldır yaldır saçlı bir metalciyle arkadaş olmuştum ve şimdi bir amcayla, bir edebiyat öğretmeniyle, babamın sokakta karşılaştığı bir arkadaşıyla oturuyordum. Kilise yakan bütün rak gruplarının ismini bateristine varıncaya kadar bilen bir amca, hayliyle algımı bozuyordu. Muhabbete hiç odaklanamıyordum. Bütün sülalem gür saçlı insanlardan oluştuğu için tatmadığım ve muhtemelen tatmayacağım bir duyguydu kellik. Hiç em- pati kuramıyordum sadece gür saçlarımdan utanarak karşısında oturup susuyor, o bir şey anlatırken kafasından başka yerlere bakmaya çalışıyordum. Aramızda yasaklı olan konuyu içkili bir anımızda açtım. Kırmamaya üzmemeye mümkün olduğu kadar dikkat ederek “saçların için bir şey yapmayı düşünmüyor musun?” diye sordum. Kısa bi sessizlikten sonra resmen döküldü. Altı aydır biyoksin şampuanı ve kapsülleri kullanmasına rağmen bir ilerleme kaydetmediğini, son iki haftadır minoksil diye başka bir şey kullandığını dökülmenin durduğunu ama yenilerinin çıkmadığını söyledi. Kafasının üstündeki ayva tüyü gibi tüylerin sapa sağlam kaldığını yüzünde sabit bir gülümsemeyle anlattı. İnternette bir foruma üye olduğunu orda bir sürü kelle dertleştiğini, ordan aldığı tavsiyeler doğrultusunda kafasını haftada bir sarımsaklı balla kaplayıp, bir tülbentle sarıp uyuduğunu anlattı. Bu tüylerin dökülmemesini hazırladığı ev yapımı maskeye mi, yoksa minoksil kapsüllerine mi, yoksa hala bırakmadığı biyoxin şampuana mı borçlu olduğunu bilmediğini anlattı. Bunları anlatırken o kadar sevimli ve masum görünüyordu ki yanaklarını ısırmak sonra da onu bağrıma basmak istedim. Ellerimi gürgen gibi hışır hışır ve simsiyah saçlarımın arasında gezdirerek onun içinde bulunduğu duruma bir çözüm aradım ve bütün cehaletimle “ektirsene, ben olsam ektirirdim” dedim. Önce saç ektirmenin piskolojisinden bahsetti. Saç ektirmenin yaşadığımız toplumda bir kişiyi değil bütün toplumu ilgilendiren bir durum olduğundan. Toplumun baskısına ne kadar göğüs gerebileceğini bilmediğini, saç ektiren bir çok arkadaşının bütün çevresini değiştirip, yerini yurdunu terk ettiğini anlattı. “Saç ektiren önce bütün çevresindekilere küfreder” dedi. “Ayrıca öyle sanıldığı kadar kolay değildir” diye ekleyip saç ekilmesi için tam bir dökülme gerektiğini dökülmenin tamamlanmasının gerektiğini söyledi. “İstesem kafamdaki bütün saçları bir gün içinde dökerim ama ekilen saçın tutmaması ihtimali de var. Elimdekinden de olmak var. Tam bir araf bu içinde bulunduğum durum. Gitsem mi kalsam mı bilmiyorum” dedi. Ayrıca yurtdışında olan ve henüz ülkemize gelmeyen yeni bir saç ekme metodunu beklediğini söyledi. Saç köklerini tek tek değil şerit şerit ekiyorlarmış. Gece yarısı olmuştu , saatlerdir saç üzerine konuşuyorduk ve gittikçe duygusallaşıyordu, sarhoş olmuştu. Sigarayı bırakmıştı, hızlı hızlı kuruyemişleri yiyip “keşke Zeynep’den ayrılma- saydım.” dedi. Zeynep onun 8 yıl önceki kız arkadaşıydı ve yapmaması gereken bir şeyi yapıp elini telefonuna götürdü. Ben kapalı bi şam fıstığını ağzımın kenarından salyalar akarak açmaya çalışırken bir yandan da “abi yapma!!” diye bağırdım ama o çoktan tuş sesi atına binmiş dolu dizgin gerçek dünyadan uzaklaşıyordu. Ve gönderdi ve iletildi… “Ne yaptın abi?” dedim, “ben imkânsızım Umut” dedi.” İmkânlarım kısıtlı. İmkânsızlıktan duygusal oldum. Yoksa yüzünü bile hatırlamıyorum kızın.” dedi. “Rotting Christ grubunun gitaristi şuraya gelse seni mi çok sever beni mi! Oysa ki ben onlara bütün ömrümü verdim! Neyse yarın iş var erken kalkmam lazım” diyerek masadan sinirle kalktı ve benim toparlanmamı beklemeden ordan uzaklaştı. Eminim eve gidip kafasına ballı tülbent sarıp elektro gitarını çalacaktı. Sinirlendiğinde saatlerce elektro gitar çalardı.

    Üst kattaki yaşlı adam için tam bir muammaydım ve bu bilinmezlik örtüsü çok hoşuma gidiyordu. Ne iş yaptığımı sorduğunda hep geçiştiriyordum. Garip bir şekilde hep eve girmek için bahaneler buluyordu ama bir türlü eve sokmuyordum. O sabahlan bütün dinçliğiyle evden çıkıp Sözcü gazetesi almak için merdivenleri inerken, ben yorgun argın sabahlamış eve geliyordum. O, gece çöpü dışarı atmaya giderken, ben evden kahvaltı yapmaya çıkıyordum. Haftalarca eve gelmeyip Sarıyer’de annemlerde kaldığım oluyordu, bazı akşamlar zili çalıyor açmıyordum, bir iki defa evden farklı kızlarla çıktığımı görmüş anlam verememişti. Evde sadece masa lambası, telefon ve aypod şarjı olduğu için aylardır elektrik faturam “ücretlendirilmedi” etiketiyle gelmesi ise onun merakını büsbütün arttırıyordu. Fazla konuşmadığım, soğuk durduğum için de çok yanaşamıyordu. Meraktan ölüyordu ve tavizsiz olduğum için benden pek hoşlanmıyordu. Eve girerken bana apartmanın ortak posta kutusundan topladığı faturalarımı verdi. “Bunları burada bırakmayın” diye azarladı. Özür dileyip faturalarımı aldım. Gözünde tam bir ittim. Ben merdivenlerden çıkarken arkamdan söyleniyordu. Eminim bu apartmanda benim yerime Seçkin gibi girdiği belli, çıktığı belli biri otursaydı onu daha çok severdi. O Seçkini, Seçkin Rotting Christ’i, Rotting Christ beni seviyordu.

    Aylar geçmiş, Seçkin kelliğini sabitlemişti. Gerçekten de artık saçları dökülmüyordu, ballı maske işe yaramıştı. Hatta bir kız arkadaşı bile olmuştu. Gerçekten bir birlerine çok aşıktılar. Seçkin mutluluğu yıllar sonra yakalamış ve bu sefer elinden kaçıracak gibi gözükmüyordu. Aşklarına başından beri tanıktım. Ve beklenen haberi bir gün verdi bana. Evleniyorlardı. Bu mutlu haberi büyük bir mutlulukla karşılayıp onlardan bir çeyrek altını esirgemeyeceğimi söyledim ve konuyla fazla ilgilenmedim. Düğün telaşı sırasında Seçkin’le pek görüşemedik. Ve bir gün beni arayıp benim hayatımı kâbusa çevirecek o haberi verdi. Müstakbel eşi ile beraber davetiyelerini benim çizmeme karar vermişlerdi.
    Bir karikatürist ile küsmek istiyorsanız ona davetiye çizdirin. Şimdiye kadar davetiye’ çizmeye çalışırken gözümün önünde eriyip giden onlarca karikatürist gördüm.

    Yaşadıklarımdan ibret alabilen bir insan olduğum için hep tavizsizdim bu konuda ve gelen teklifleri net bir şekilde reddediyordum. İnsanları ikna edebilmek için çizgisi yetersiz, portre çizemeyen bir çizer olduğumu söylüyordum ve genelde bana hak veriyorlardı. Ama eski dostum Seçkin ve eşi Halenin benim çizgi gücüme ve yaratıcılığıma güvenleri tamdı. Ne yaptıysam bir türlü vazgeçiremiyordum. En sonunda çizeceğime söz verdim nasıl olsa düğüne daha çok vardı. O zamana kadar bi şekilde kurtulurdum bu işten. Seçkin ve Hale hemen bana birer adet fotoğraflarını maille attılar. Dergiden resimlerin çıktısını aldım ve eve götürdüm. Fotoğrafları haftalarca masamda durdu. Bir gün arayıp nasıl gittiğini sordu. “Güzel gidiyor çiziyorum” dedim. Başka bi gün aradı “Bitti mi?” diye sordu, “Bitmek üzere düzeltmeler yapıyorum” dedim. En son “Abi seni bekliyoruz” diye mesaj attı. Ben de çizmeye başladım. Yalnız bu zaman zarfında Halenin fotoğrafının çıktısını kaybetmiştim ve Seçkinin geniş ve kel alnının üstüne bira dökmüştüm, çıktının bütün renkleri birbirine girmişti. Oniime Seçkin’in alacalı bulacak resmini koyup bir iki deneme yaptım. Bi türlü benzemiyordu, Haleyi de kafadan, hatırladığım kadarıyla çizmeye çalıştım. Hem dergi işlerini hem de yazmış olduğum romanı bir kenara koyup Seçkin ile Halenin mutluluğunu perçinlemek için, iki gün sabahladım. Ertesi gün yaptığım çizimleri alıp, taratıp yollamak için dergiye götürdüm. Yolladıktan sonra dergiye iş yetiştirmek için masaya oturduğumda, Seçkin aradı “çizimleri çok beğendiğini” söyledi yalnız konuşma içinde Haleyi olduğundan çirkin çizdiğimi ima etti. Gülüştük kapadı. Akşam “Haleyi bir daha çizeceksin dimi?” diye mesaj attı. Belli ki evde minik bir gerilim olmuştu. “Tamam, dergi işleri bittikten sonra tekrar çizerim” dedim. “Yalnız biliyorsun her şey bitti seni bekliyoruz” diye geri mesaj attı. Cevap yazmadım. Gece yarısı Hale aradı. Biraz sitem etti, tekrar çizeceğimi ona da söyledim. “Ya bi de kedim Sasha’nın fotoğrafını da sana yolladım onu da davetiyenin bir yerine çizer misin? Sonuçta o da ailemizden biri” dedi. “Bi Sasha eksikti mına koyiim” diye içimden geçirip, gidip kedinin çıktısını alıp masaya oturdum. Davetiye ile uğraşmaktan aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Seçkin yine “abi biliyorsun seni bekliyoruz davetiyeleri dağıtmam gerekecek, acaba dergiden önceye bizi alsan olur mu” diye mesaj attı. Cevap yazmadım. Dergiye eski köşelerimden birini koyup Sasha’nın çıktısını alıp, sinirle eve gittim.
    Oldukça yağmur yağıyordu, şırıl sıklam ve sinirliydim. Apartmandan içeri girerken üst kattaki yaşlı amca ile tekrar karşılaştık. Çöp dökmeye çıkmıştı, benimse bir elimde gelirken tekel bayiinden aldığım bir şişe şarap, diğer elimde ise Sasha’nın resmi vardı. Bana uzun uzun baktı, sakalımdan su damlıyordu. Selam vermeden eve girdim. Ustümdekileri çıkarıp çırılçıplak masaya oturdum, aypodu kulağıma takıp Sasha’yı da davetiyeye eklemeye çalıştım, ondan sonra da Haleyi tekrar daha güzel çizecektim. İşim Çoktu. Kapı sesi aypodun kulaklığını bile delip geçiyordu. Üst kattaki yine bir bahane bulmuş, kapıma dayanmıştı. Şeytan, bu halde kulağımdan kulaklığı çıkarmadan git kapıyı açıp, kolundan tutup yaşlı adama “Dayını! Dayını! Uğraşma benimle! Üzerim seni! Şurda komşuyuz efendiliğinle otur” diye haykır, çırılçıplak bir diz at ağzına diyordu ama yapmadım.

    Telefonuma Hale ve Seçkin’den gelen mesajın haddi hesabı yoktu. Seçkin belli ki çizdiğim şeyi hiç beğenmemişti. Sürekli yeni fikirler söylüyordu, ne bileyim daha mizahi olabilir, daha sevimli, iç ısıtıcı olabilir diyordu. Gittikçe sinir oluyordum Seçkine… En son sabaha karşı arayıp “Ya Hale ile konuşuyorduk da aklımıza geldi acaba bizi World of Worldcraft karakterleri gibi çizer misin? Ben böyle bakalı zırhlı filanım, Hale de elf prensesi gibi sivri kulaklı, el ele tutuşmuş bir yolun önünde duruyoruz, çok uzakta bir şato var, Sasha da ilerde elinde asa ile duruyor, ya da Sahsa kanatlı biz onun üstüne binmişiz, uzak bir ülkeye doğru gidiyoruz, ikimiz de çok sevdik bu fikri. Sence nasıl?” dedi. “Arkadaşım ne uzak ülkesinden bahsediyorsunuz siz? Beylikdüzune taşınmayacak mısınız evlenince. Hem yalnız sana bana değil. Emmiye, teyzeye, halaya, köydeki akrabalara da gidecek bu davetiye. Milletin aklını ne karıştırıyorsunuz? Bence kedi bile fazla davetiyeye” diye şiddetle itiraz ettim. Telefonu kapayıp, bildiğim gibi çizmeye başladım. İki dakka sonra “Abi beni kafana göre çizebilirsin ama Haleyi ne olur Elf prensesi gibi çiz. Onun üzülmesini istemiyorum, her şey çok güzel olmalı” diye mesaj attı. Seçkin imkânsızlığından ötürü normal kızı Elf prensesine çevirmeye çalışıyordu. Onun bir imkânsız olmadığını bilsem dergi sabahlaması gecesi bana böyle mesajlar atıp, isteklerde bulunan biriyle ilişkimi anında bitirirdim. Sabaha kadar kendimden beklenmeyecek bir performansla çalışıp davetiyeyi tam da onun istediği gibi, bakalı, sivri kulaklı, şatolu çizdim. Yetmedi guaj boya ile elimle renkledim. Eserim mükemmel olmuştu. Hava aydınlanmak üzereydi. Davetiyeyi yanıma alıp giyinip evden çıktım. Seçkin’in evine gittim. Kapıyı açtığında kafasında ballı tülbent vardı, uyandırmıştım. Şaşırdı, davetiyeyi gösterdim, o da çok sevindi. Yüzündeki gülümseme her şeye değerdi, o kadar masumdu ki yanaklarını ısırıp onu bağrıma basmak istedim. O kafasındaki balı, ılık su ve biyoksin şampuanı ile hafif hafif dokunarak yıkarken ben içerde kahvaltı yaptım.

    İki hafta sonra nikâhta kullanmak için ahimden takım elbisesini ve arabasını ödünç aldım.
    Arabayı geceden yıkattırıp evin önüne çektim. Sabah bir sürü işim vardı, önce kızları alıp kuaföre götürecektim, sonra arabayı çiçekçiye götürüp süsletecektim, kızları kuaförden alıp oturdukları semte bırakacaktım. Sonra da gidip Seçkin’i ve babasını alıp, arkaya da davulcu ve zurnacıyı oturtup gelin almaya kız evine gidecektim. Mizacıma ne kadar az uygun olsa da bütün bunları yapmaya kararlıydım. O yüzden tıraş olup, banyo yapıp, ütü yaptım ve erkenden yattım. Ertesi sabah evden takım elbise ile çıkarken üst kattaki yaşlı amca ile karşılaştım. Beni görünce tiksintiyle bakmadı ilk defa. “Hayrola?” dedi gülümseyerek. Elimi takımın cebine koyup, araba anahtarını sallayarak “Amcacığım nikâhımız var da ona gidiyorum” dedim. “Dansı başına” dedi gülümseyerek. “Kısmet be amcacığım kısmet” diyip evden çıktım ben arabayı park yerinden ince bilek hareketleri ile geri geri çıkarırken, apartmanın önünde durmuş hayranlıkla beni izliyordu. En sonunda onun görmek istediği gibi bir kişi olmuştum. Amca beni, ben Seçkin’i, Seçkin ise Elif prensesini seviyordu. Rotting Christ’in gitaristi ise itliğine hayvanlığına devam ediyordu.

    Umut Sarıkaya
    Benim de Söyleyeceklerim Var!

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz