Ana Sayfa Psikoloji “Gerçek suç suskunluktur” Psikanaliz, Rüyalar ve Tarih – Hanna Segal ile söyleşi

“Gerçek suç suskunluktur” Psikanaliz, Rüyalar ve Tarih – Hanna Segal ile söyleşi

Hanna Segal ile sekseninci yaş gününü kutladığı günlerde Londra’da yapılan bu gayri resmi görüşme, rüyalar,psikanaliz ve tarih üzerine odaklanıyor.

History Workshop Journal’ın pek çok okuyucusu, Hanna Segal’ı Melanie Kleinın çalışmalarını savaş sonrasında duru bir şekilde yorumlayan en önemli şahsiyet olarak tanırlar. Segal, Klein üzerine yazılan ve geniş çapta okunan Fontana ‘’Modern Master’’’ın yazarıdır. Elli yıldan fazla bir zaman diliminde Segal’in pek çok çalışması, denemeleri ve kitapları onun kendi psikanalitik deneyimlerinin doğasını açıklamış ve bilinç dışı fanteziler, ölüm içgüdüsünün klinik değişkenleri, sembollerin kullanım kapasitesinin psişik bağlantıları-ya da boşlukları- üzerine önemli kavramsal katkılar sağlamıştır.

Segal, psikanalitik düşünce ile muhtelif disiplinler ve alanlar arasında geniş bağlantılar kurulabileceğini keşfetmiştir. Örneğin, estetik, politika, edebiyat bunların başında gelmektedir. 1980’li yıllarda İngiliz Psikanalist grubu içinde sadece nükleer savaşı delilik olarak değerlendirdiği için değil aynı zamanda bunu açıkça ifade etmek ve protesto etmekle de lider bir kimlik olarak kabul görmüştür. 1987 yılında ‘’Gerçek suç suskunluktur’’adlı yazısı, onun psikanalitik bakış açısıyla politik tutkusunu birleştirişine tanıklık eden bir sondajdır.

Hanna Segal, Polanya da büyümüştür;ailesi pek çok konuya ilgi duyan kişilerden oluşmaktadır.Babası yetenekli bir dilbilimcidir.annesini son derece zengin bir kaynak olarak tanımlamaktadır.Hanna on iki yaşlarındayken, ailesi oldukça zor koşullarda Cenovaya taşınmış ve babası bir gazetede editör olarak çalışmaya başlamıştır…Hanna, orta öğrenimini tamamlamak ve tıp okumak için bir süreliğine Varşova ya dönmüştür.

Sosyalizmin taraftarı olmuş, aynı zamanda erken yaşlarında Freud’un çalışmalarıyla karşılaşmıştır. Ailesi, baskı altında kalarak tekrar taşınmak zorunda kalınca Paris’e göç etmişlerdir.(Babasının anti faşist yaklaşımı Genova’da kalmalarını pek mümkün kılmamıştır.)
Hanna eğitimine Polonya’da devam etmiş, ancak 1939 Ağustosunda tatil için ailesini ziyarete Paris’e gittiğinde tekrar geri dönmesi mümkün olamamıştır. Aile, bir Polonya gemisiyle kanalı geçerek İngiltereye göç etmek zorunda kalmıştır.
Kendisi bunu ‘’Tam saldırı zamanında varmıştım’’ diye anlatır.

Hanna tıp eğitimine İngiltere’de devam etmiştir. Ancak bu sefer yaşam sahnesinde farklı bir son ortaya konmaktadır.;psikanalitik eğitim..
İngilterede hızla önem kazanan’’Nesne İlişkileri’’ kuramının öncüleriyle çabucak bağlantıya geçmiştir. Ronald Fairbairn ile (Edinburgh da) tanışıklığı bu bağlantıda önemli rol oynamış ve Fairbairn tarafından önce analisti daha sonra danışmanı olan M.Klein ile tanıştırılmıştır.
Segal’in, Freud’un Londra da vefatından hemen sonra, psikanaliz sahnesinde yer alması yeni harekete dikkate değer bir heyecan katmış, Klein’ın kendini izleyenlerle birlikte,Anna Freud’un teorik modelleri, tekniği ve yanı sıra pek çok bakış biçimiyle arasına mesafe koymasına yol açmıştır. Bu durum, Londra’da 1941-45 yılları arasında bir dizi bilimsel formatlı tartışmalara yol açmış;bu tartışmalar, çoğunlukla katkıları çeşitlendirmiş, bazen son derece parlak, ancak sıklıkla koyu hırçınlıklarla bezenmiş bir tarzda sürdürülmüştür.

Bu yüksek dozda düşünsel tartışmalar, çoğunlukla dış dünyada süregelen hava bombardımanlarıyla kesintiye uğrayarak devam etmiştir. (Bu aydınlatıcı ‘’Karşıtlık Tartışmaları’ okunabilecek şekilde 1991 de basılmıştır.

Savaştan sonra, aralarında Herbert Rosenfeld ve Hanna Segal’in de bulunduğu Klein takipçileri, ciddi rahatsızlığı olan hastaları klinik çalışmalarına almaya başlamışlardır.
Psikotik ve non-psikotik işlevsellikler üzerine yapılan çalışmalarla ilgili kalıcı pek çok yazın
bu uygulayıcılar tarafından üretilmiştir .Wilfred Bion (1897-1979), aşağıdaki diyaloglar sırasında Segal’in da dillendirdiği gibi bu üretken kimliklerin en önemli isimlerinden biridir.

1987 de Segal, Londra Üniversity College da yeni kurulmuş olan Freud kürsüsüne öğretim görevlisi olarak atandı.Aşağıdaki düşüncelerinin bazıları daha sonra iki çalışmasında derleme olarak yayınlanmıştır.. Bunlar :Rüyalar, Fantezi ve Sanat (1991),ve Psikanaliz, edebiyat ve Savaş (1997) adlı çalışmalarıdır.

Bu iki ciltlik derleme David Bell tarafından edit edilmiştir. David Bell, Reason and Passion 1997, adlı eserinde Hanna Segal’dan esinlenerek yazdığı denemeleri , bu çalışmalardan yüksek oranda alıntılar içerir.

Hanna Segal ile Daniel Pick ve Lynda Roper tarafından gerçekleştirilen Söyleşi:

Daniel Pick : İlk üzerinde durmak istediğimiz şey, Freud’un Rüyaların Yorumu üzerine düşüncelerinin günümüzde Psikanaliz üzerinde belirleyiciliğidir.Bu çalışmanın yüzüncü yılına ulaştığımız şu günlerde orijinal yorumlama modelinin, rüyaları ve bilinç dışını yeniden anlamamız konusunda Freud’un düşündüğü gibi ‘’Kral Yolu’’olduğunu söyleyebilir miyiz?

Hanna Segal: Hem evet hem hayır. Freud sıklıkla yanlış değerlendirilmiştir; O hiçbir zaman
Rüyaların bilinç dışına açılan kral yolu olduğu söylememiştir.Freud’un söylediği;’’Rüyaları yorumlamanın bilinç dışına açılan kral yolu ‘’olduğudur’
Günümüzde analiz, kişileri ,rüyalara ne denli dikkatle değerlendirdikleri üzerinden çeşitlendirmektedir.Rüyalarla çalışmayı seven biri olarak ben de bunlara dahilim ancak rüyalarla çalışmaya ilişkin tüm tutumlar değişmiştir.

Freud’un en büyük keşfi bastırılmış bilinçdışını pek çok psişik çalışmayı da içeren biçimde rüyalarla açıklama yöntemidir; tüm dil getirilen rüya doğrultusunda geliştirilir semboller bulunmalı ve materyal ile bir arada değerlendirilmelidir.Bu gerçek anlamda çaba isteyen bir iştir; rüyaların bilinç dışı üretimini
Freud zamanında bu çok büyük bir keşifti ve bilinç dışı fantezilere açıklık getirebilmek açısından direkt anahtar niteliği taşımaktaydı. Freud rüyaları parça parça analiz ediyor;
çağrışımları soruyor ve bazen bu durum günlerce devam ediyordu..Bu dönemde henüz transferansın önemini kavramamıştı. Rüyaları parça parça analiz ediyor, anlatılan rüya ile ilgili çağrışımlar hakkında sorular sorarak, böylece, aynı rüya üzerinden devam ederek, tüm rüya çözümleninceye kadar süren bir düzen içinde çalışıyordu.

Günümüzde,transferansın ne denli önemli olduğu hakkında fikir edindikçe ve hasta ile analist arasındaki ilişkiyi geliştirdikçe rüyaların işlevselliğini de önemser ve tartışır olduk.
Niçin bu hasta bu rüyayı görüyor?; niçin belirgin bir şekilde tam da bu zaman diliminde bize anlatıyor?
Bu şekilde rüyalarda herhangi diğer materyal niteliğinde ele alınmaya başlandı.
Freud’dan bu yana değişen bir başka olgu da,rüyanın zamanı ve tipini daha fazla ayrıştırmaya başlamış olmamızdır.Ayrıca, hangi psişik dinamiklerin işlevselliğinin rüyayı ortaya çıkardığını sorgulamaktayız.

Rüyalar, pek çok farklı işlevler görür. Önceleri , derinlemesine çalışmanın ve psişik çalışmanın rüyayla geldiğini düşünürdüm, ancak şimdi tüm rüyaların bu cinsten olmadığı anlaşılmıştır. Freud, bir rüyalardan gece halüsinasyonu olarak söz ederdi.Ama benim düşünceme göre ,gerçekte, tüm rüyalar uykuda görülen hallüsünasyonlar değildir.
Böyle olan bazı rüyalar çok somutmuş gibi hissedilir..
Bir tür zihnin içinde yerleşmiş vaziyettedirler. Onların kullanımı (burada genelleme yapıyorum) herhangi bir iletişimin ortaya çıkması anlamına gelmez.- rüya bilinç dışı fantezilerimiz ve bilinç düzeyinde zihnimizle ilişki kurar-ama aynı zamanda tam tersi biçimde, zihnin içerdiklerinden kurtulmak da ister. Bion -sanki yataklarına büyük abdestlerini yapmış yada işemiş gibi- rüyalarını utanç içinde anlatan hastalarından söz eder. Böyle durumlarda, rüyalar sembolik olarak biriyle yada analistle ilişkili olmayabilirler. Bu rüyalar halüsinasyona çok yakın niteliktedirler.Sanki gerçekten yaşamışız gibi, onlardan kurtulmak isteğiyle dışarıya bırakılırlar.

Bir seferinde rüyalarını yazan bir hastam olmuştu.;rüyalarını yazdığı bir sürü defteri vardı, rüyaları analize getirmek için bir ‘’ takvim’’tutuyordu. . Çalışmalarımız sırasında daima bu takvimin, senelerce gerisinde kalıyorduk.Gelir, rüyasını okur ve sanki rüyanın onunla hiçbir ilişkisi yokmuş gibi anlatırdı. En çarpıcı olan taraf, psişik kişiliğinin en iyi kısımlarından kurtulmak istemesiydi, çünkü bu tarafı ona acı vermekteydi.Örneğin, son derece annesine saplantılıydı;annesi öldüğünde ,son derece hazin bir sürü rüya gördü.Bunları küçük bir günlüğe yazardı. Bu matemiyle ilgili bir derinlemesine çalışma değildi tam tersine matemde olduğu gerçeğinden kurtulmak istediğine işaret ediyordu. Ve rüya halüsinasyona çok yakındı çünkü, daha sonra psişik gerçeklikle kaynaştırılmıyor tersine ondan kurtulmak için bir imgenin içine konuyordu, böylece, rüyayı anlatarak, gerçek problemle ilişkilendirmeden analistin zihnini işgal ediyordu.Burada rüya bir eylem –baştan çıkarmak, etkilemek, caydırmak-için kullanılıyordu. Bu nedenle sadece içeriğe değil, ortaya konan rüyanın gerçek işlevinin ne olduğunu anlamaya da dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum çünkü üzerine çok yazı yazdım.

Lyndal Roper: Biz aynı zamanda sizin rüyaların yorumlanış biçimi ve bu rüyalarla neler yapılması gerektiği konusunda sizin düşüncelerinizi merak ediyoruz.; Özellikle sizin deneyimleriniz açısından psikanaliz sürecinde bu yorumlamalara karşı çıkıldığında neler hissettiğiniz ? Veya, başka bir değişle kişilerin rüya yaklaşımlarında dikkate değer bir organik değişim mevcut mudur?

HS: Pekala,teknik büyük çapta değişiklik göstermiştir en azından Klenien gelişmeler ve diğerleri pek çok değişiklik yapmışlardır. Freud bir çeşit sembolik açıklamalar yapmıştır;sembolleri tercüme etmiştir.Şimdi bu şekilde çalışmıyoruz;bazen birisi hastanın getirdiği rüyadan bir parçayı kullanır.Biz sembolleri otomatik bir şekilde yorumlamıyoruz.Semboller üzerine bir sözlüğümüz yok.Bu yöntemle çalışan kişi bu sembolün hasta için ne ifade ettiğini anlayıncaya kadar beklemelidir.Aynı zamanda bunun gerçekten bir sembol yada somut bir durum olup olmadığına da dikkat etmelidir. Acaba bu çekişmemidir söylemek zordur.Bu konuda genelleme yaparsam yanılabilirim çünkü ben İngiltere deki uygulamalardan söz ediyorum.İngiltere de gruplar arası değişiklikler söz konusudur. Burada çok az insan rüyaları Freud tarzında (kişilere şu, bu yada diğeriyle ilişkili çağrışımlarını sorarak) yorumlamaktadır.
Burada herkes fazlasıyla transferans üzerinde durmaktadır.

LR: Bir tarihçi olarak, konuya farklı bir açıdan bakmak istersek, bu bana, geçmişte rüyadaki sembollere nasıl bakılabildiği sorusunu getirmektedir. Şayet, bir sembol ve sembolün rüyadaki
Kullanılış biçimi bireyin derinlemesine çalışmasından (working through) bir parça ise,o zaman geçmişteki rüyalar için ne denli gerçekliği olabilir? Rüyaların dili, sadece birey tarafından değil, aynı zamanda içinde bulunulan dönem ve kültür tarafından hangi doğrultuda biçimlenir?

HS: Öyle sanıyorum ki her şey etkilenmektedir. Bugünlerde, fallik sembol’ün belirgin tipini sıklıkla motosiklet temsil etmektedir. Tabiî ki,motosikletin olmadığı zamanlar vardı.Yeni sembollere her zaman gereksinim olacaktır.;ve semboller pek çok belirleyicilik taşırlar.
Bazıları,’’ şey, pek çok sembolle temsil edilebilir ama sembolün sadece tek bir anlamı bulunur’’ demektedirler. Bu tabii ki doğru değildir ve gerçekte Freud pek çok belirleyiciden söz etmektedir. Fakat sembolizm de nesne ilişkileri gibi evrim geçirmektedir.Aynı sembol pek çok farklı anlam ifade edebilir ve farklı zamanlarda ortaya çıkabilir. Yılan, bir taraftan penisi temsil edebildiği gibi, bilgeliği ya da zehirli bir nesneyi ifade edebilir. Aynı zamanda zehirli memeyi, yada bebeğin zehirli ağzını da temsil edebilir. Yani sembol aracılığıyla pek çok şekilde çalışabilirsiniz.Semboller kendileriyle birlikte hikayelerini de getirir.
Gerçekte söylemek istediğim, sembollerin tek anlamı olduğu görüşü meselenin başka bir tarafıdır; muhtemelen sadece bir tek şeyi temsil eden hiçbir şey yoktur.

LR:Rüya görmede kültürün önemi konusu da var.Sizce nasıl bir roldür bu? Bu sembollerin sadece zamana bağlı değişimimidir?

HS: Hayır, her çeşit faktör değişiyor.Konumlar değişiyor, kaygılar değişiyor. Rüyaları ele alalım;diyelim ki, ergenler sonsuz işsizlikle veya sonsuz nükleer tehditle karşı karşıya kaldılar;Sadece sembollerin çeşitliliğini değil aynı zamanda belirli kaygıların, belirli kültürlerde daha öncül olduğunu görürüz. Koşullarımızdan etkilenmeyecek hiçbir şey yoktur.

DP: Rüyaların tarihte ve kültürde yeri hakkında soruyorduk. Soruyu başka nasıl ortaya koyabiliriz? Sizce rüyalar, kişisel tarihte ve geçmişle ilişkilerde ne kadar kayda değer ve vasıflı değişikliler yaratma niteliğine sahiptir?

HS: Evet rüyalar etkiler kültür de öyle..Hangi kültür düzeyine sahip olursak olalım geçmiş kültürlerden gelen kalıntılar söz konusudur.Geçmiş her zaman bizimle beraberdir, bu çok açık, ister rüyalarda ister kültürel yapılanmada olsun .. Fakat ben Freud’un düşüncesinde değilim, Onun gibi, bir tür geçmişteki şeylerin ırklara özel hafızası olduğu kanısında değilim. Benim düşünceme göre  süregelen durumlar ve çevre koşulları tepki verdiğimiz geçmişi taşırlar.

DP: Daha önceleri işaret ettiğiniz bir noktaya göre, analitik çalışmaya, rüyayı gören ve rüya üzerinden yakınlaşmadan çok az şey bilebileceğimizdir.  Örneğin tıpkı sizin rüyalarını not eden hastanız gibi, biri geçmişte rüyalarını kaydeden birinin yazılarını bulduğunda bizim açımızdan bir sorun ortaya çıkabilir. Biz bir arşiv oluşturabiliriz, bu defterlere benzeyen bir şey olsa bile,rüyayı gören kişiye psikoanalitik olarak ulaşmak mümkün olmayacaktır. Ben,sizin görüşünüze göre, bu sorun, ne derece de vahşi analiz kabul edilen yöntemle çözümlenebilir, merak ediyorum.

Çok dikkatli olmak gerekmez mi? Rüyadaki tarihsel figürler açısından gerçekten ne söylenebilir?
HS:Spekülasyon analizde tehlikeli olabilir.Rüyalar ve tarih hakkında,hiç kimse rüyanın şu ya da bu anlama geldiği konusunda kesin bir şey söyleyemez.Ancak spekülasyona açık olan şey,
Sanatçıların tarihi ve meşgul oldukları konulardır.Burada biraz özgür düşünceden söz edilebilir.;spekülasyon yapabiliriz, ancak şu nedenle, şu semboller şunu, anlatıyor demek doğru olmaz.Bu tabiî ki bir anlam ifade etmez. Sizin tarihçilerinizle benim aramdaki fark da buradadır.Hastalarla ilişkiye geçerken çok dikkatli olmak gerekir, çünkü yapılan hatalar var olan yaşamlara mal olacaktır. Diğer taraftan, bir sanatçının biyografisini oluştururken zihinsel yapılandırma açısından daha özgür olmalıdır. Böylece bu konuda otokratik davranılmamasını sağlar.
DP:En azından, bütün bu tartışmaları kritisizm açısından ele alırken izlenebilecek iki yolumuz var. (1) Bunlardan bir tanesi daha tarihsel açıdan psikanalistlerin, rüyalar, sembolizm, fanteziler ve diğer konularda evrenselleşmiş iddialarını-kuşkucu bir yorumlamayla değerlendirmek.(2) Kritisizm açısından diğer değerlendirme ise doğa bilimleri üzerinden olabilir. Günümüzde rüyalar üzerine deneysel yöntemle(laboratuarda ) sürdürülen sayısız çalışma var. Bu iki bakıştan hangisini seçersek seçelim,gerçekte gereksinim duyulan şey analistlerin daha açıklayıcı olması meselesidir.Ya da başka bir anlatımla, bu iki farklı dilin psikoanalitik anlayışla ilgili herhangi bir açıklayıcı çaba göstermemiş olmasıdır.Öyle değil mi?

HS: Sanırım,’’Kritisizm’’geçerli ve sağlam temeli olan bir açıklama yöntemi olabilir,-ancak diğerleriyle birlikte. Ben, şahsen bu dokümanlar ve kaynaklar için yola çıkmam.Fiziksel olguları dikkate alarak, bildiğim kadarıyla,bizim görüşümüze gerçek anlamda karşı durulan bir durum yok.Bence bazı açılardan daha geniş çaplı sentezlere gidilmesi gereği vardır.Ama , bu konuda daha çok çok erken bir dönemdeyiz. Bu alanda(Kritisizm) bilmemiz gereken daha pek çok nokta var. Ve benim düşünceme göre,-Belki biraz önyargılıyım, bizler (psikanalistler)şu anda psişik işlevler üzerine nörofizyolojistlerin ve kimyacıların beyin işlevleri üzerine sahip oldukları bilgilere oranla daha çok bilgiye sahibiz. Ben böyle düşünüyorum.

DP: Ama benim ilgimi çeken konu, bir şekilde, doğa bilimleriyle psikoanalizin buluşacağına ilişkin Freud’un beklentisini paylaşıp paylaşmadığınız.

HS: Birinin diğerini teslim alacağını söylemiyorum ama bir birlerine daha yakınlaşacaklardır .Ben,analizin bünyesinde doğal fizik kanunlarına karşıt olan hiçbir nokta görmüyorum.
Bilirsiniz ,eğer size bir tokat atacak olursam,yanağınızın kızarması sizin için pek çok kötülüğü
ifade eder, yine de gerçek gerçektir. Ama bir Tarihçi psikanalizi nasıl eleştirebilir? Tarihçinin işi, değim yerindeyse, pek çok alanda ilgilendikleri konuları tanımlamaktır, geçmişi yargılamak değil.Bir tarihçi beni, şayet Freud üzerine yanlışlarla dolu bir biyografi yazarsam eleştirebilir.
Yada, dersem ki ‘’şu düşünce şu zaman içinde ortaya çıktı ve yürümedi’’ bu eleştiri nedenidir.

DP: Yarım yüzyıldır İngiliz Topluluğu üyesisiniz, Kleinien geleneğin rüyaları yorumlama biçiminde ve sizin düşünce evriminizde başat kabul edilecek değişiklikler olduğunu düşünüyor musunuz?
HS: O,evet.hem de çok fazla.. Bu noktada kişisel kredimi kullanmalıyım.Öyle sanıyorum ki,
Ben somut sembolizm ile daha depresif nitelikteki sembolizm arasındaki farkı belirledim ve rüyaları bu terimler içinde ayrıştırdım. Busembolizm içindeki çok daha ilkel elementlerle ilgilenen Bion tarafından daha da ileriye götürüldü. Böylece, bu yolda büyük bir gelişme söz konusu.

DP:Peki çocukların psişik yaşantıları hakkında son klinik dikkatlerin, psikanalizde rüya teorilerinin sınırlarında dönüşümler sağladığını söyleyebilirimsiniz?

HS: Evet. Çocuklarla çalışmak bize bilinç dışı ve çocukların fantezi dünyasıyla ilgili çok şey öğretmiştir. Çocuk rüyalarından, onların ne hissettiklerinden ve ne cins fantezileri olduğundan şimdi daha çok haberdar olabiliriz. Ayrıca çocukların rüyaları hakkında görüşlerimiz de değişti.Freud çocuk rüyalarının çatışmadan uzak ve dileklerle dolu olduğunu söylerdi.Şimdilerde çocuk analizlerinin bu dışlanmayı kabul edebileceğini sanmıyorum.Şimdi biliyoruz ki çocukların da karmaşık rüyaları var ve erişkinlerin sahip olduğu mekanizmalara sahipler.

DP: Belki artık daha çok psikanalizle ilişkili olarak kişisel hikayenizle ilgili sorular sorabiliriz. Siz Polonya’dan, Fransa üzerinden İngiltere ve İskoçya’ya taşınmıştınız.
Bu süreçte psikanalist oluşunuz ilk ne şekilde gerçekleşti?

HS:Erken gençlik dönemlerinden itibaren psikanalizle okuyarak tanıştım. Bu konuda oldukça çok şey okudum, Polonezceye ve Fransızca’ya çevirdim.Bazı kimseler benim Madame Sokalnicka ‘dan etkilendiğimi düşünürler.Kendisi, Polonyalı bir psikanalist ve annemin arkadaşıydı.Ama doğrusunu isterseniz o benim bu konuyu ertelememe neden olmuştur.Oldukça nörotik olduğunu düşünmüştüm. Aslında, bu merak, okumayla başlamıştı. Benim birbiriyle uyuşmayan pek çok merakım olmuştur.Edebiyatla ve sanatla ilgiliydim ama aynı zamanda bir miktar hayırseverlik tarafım da vardı.Dünyadaki sosyal konularla da ilgilenmeyi istedim.Bir meslek bulmak oldukça zordu. Muhtemelen temel ilgi alanım insanlar ve insan zihni olduğu için analiz benim rüyalarıma cevap oldu.

Tıp okuluna analist olma düşüncesiyle gittim, sadece bu konuda nasıl bir yöntem gerektiğini bilmiyordum. Daha sonraları Amerika da oldukça meşhur olan Bychowski’ye başvurdum. Polonyadaki iki analistden biriydi. Bana Viyana’ya gitmem gerektiğini söyledi.Ama ben Viyana’ya gitmek istemedim, Almanya ile belirgin bağlantısı olan hiçbir ülkeyi istemiyordum ve orası bunlardan biriydi. Daha sonra 1939 da, Paristeyken analist Laforgue ile bağlantıya geçtim. Çünkü onun Baudelaire üzerine yazdığı bir kitabını okumuştum. Bana Paris’in dışına kaçacağını ve bir şekilde haberdar olduğu kötü gelişmeleri, sonun da ucu bana dokunacak olduğundan öğrenmemin şahsım için büyük bir şans olduğunu söyledi.

Savaş’ın ilk bir buçuk yılı, Londrada yaşam mücadelesi vermekle meşguldüm.Fakat, EdinburghdaFairbairn ile tanıştım ;bana Enstitüden söz etti ve nasıl başvurulacağını anlattı.Fairbairn’ Topluluğun karşıt görüşleri ve gelişmelerden söz ettiği için de şükran borçluyum.-O zamana kadar sadece Freud okuyordum ama Anna Freud ve Melanie Klein hakkında hiçbir duyumum yoktu.Fairbairn bana Anna Freud’un Ego ve Savunma Mekanizmaları adlı okumaktan son derece sıkıntı duyduğum kitabını ve Klein’ın bana yeni bir dünya açan Çocukların Psikoanaliz ’ni verdi.

LR: Kaç yaşlarındaydınız?

HS: 1918 de doğdum ve Edinburgh’da konuştuğumuzda yıl 1941 idi. Yirmili yıllarımın başlarındaydım.

DP: Fairbairn’in Londra’da karşıt görüşler olduğunu söylemesinin altını çizdiniz.Bunu o dönemin bir tefriti gibi düşünebilirmiyiz?

HS: Savaştaydık. Tam ‘’Karşıt Görüşler’’döneminin hemen öncesindeydi. Evet ne denli akut bir durum olduğu hakkında ve ne denli kişisel husumetlerin mevcut olduğu konusunda fikir sahibi değildim. Her şeyi sadece kitaplardan biliyordum. Ve benim içinde tehlike çanları çalmaktaydı. Size nedenini söyleyeyim; Paris’i terk ederken Paris dışına kadar yürümüştük, sonra bir şekilde trene yetiştik.Trende ergenlik döneminde bir kız çocuğu şizofrenik bir kırılma gösterdi ve ailesi bu durumla nasıl baş edebileceğini bilemiyordu.Ben tıp öğrencisiydim ;tek deneyimim buydu ve benden kızla ilgilenmemi rica ettiler.İlgilendim,-daha sonra hastaneye yatırılmasını sağladım. Yol boyunca hiç susmadan konuşuyordu;birden ‘’Onu kaybettim! Aşkımı tuvalette yitirdim’’ diye durmadan söylenmesinin bir çığlık olup olamayacağı düşüncesi zihnime saplandı.

Edinburgh’da da gönüllü olarak çok kötü bir çocuk rehberlik bölümünde çalışıyordum ve çocukların konuşmalarını dinliyordum.Daha sonra Klein’ı okuduğumda zihnimde varolan şekliyle olmasa da trende şizofren genç kızla yaşadığım deneyimin Klein’ın söyledikleriyle bağlantılı olduğunu anladım.

LR: Klein ile çalışmak zor mu idi?

HS:Eh! Analiz hiçbir zaman kolay değildir;ama ben kendisini asla zulmeden biri olarak görmemişimdir. Tümüyle bakıldığında çok iyi bir deneyimdi.Daha sonra yaptığım gibi, onunla çalışmak ise hiçbir şekilde zor gelmedi. Asla tarafgir, ya da iddialı değildi. Yeni düşüncelere son derece açık biriydi. Sadece, biri kendisinin keşifleri sonucu gelişen kavramların temelini çürütecek şekilde yaklaşımlar geliştirirse son derece hiddetlenirdi. Fakat eleştiriye ve fikirlere açıktı ve cesaret verici tarafları vardı. Öyle sanıyorum ki Bion’un geliştirmeye başladığı şeylerle büyük oranda hemfikir değildi:fakat hiçbir şekilde onu engellemedi ya da ona saldırmadı. Çalışma açısından son derece iyi bir insandı.

LR: Acaba size, yazdıklarınız ile ilgili soru sormam mümkün mü? Kendi yaratıcı sürecinizi bilmece gibi mi algılıyorsunuz?

HS: Ben bir sanatçı değilim, fakat bütün sanatçılar gibi süreç hakkında fazla bilgilendirmeden hoşlanmam. İlk kitabım Melanie Klein’a Giriştir.Çok fazla uzundu.Kendimi biraz kötü hissederim çünkü bu kitabın yazılmasını çok istemişti. Ölümüne kadar ortalara çıkmak istemedim. Ancak daha sonra yazdıklarımın hepsi anlaşmalara bağlıydı ve çok hızlı tamamlanmışlardır.

LR: History Workshop Journal’da araştırdığımız şeylerden birisi rüyalar ve yaratıcılık hakkında özel bulgulardır.Siz bu alanda çok eser verdiniz.

HS: Burada hayalperest’den söz etmeliyim.Artist ve çılgın..(Sanıyorum Shakespearede aşık karekteriydi) Birileri bunu farklı ifade edebilir ve derki bu çılgın adam ,artist ve hayalperest çok sık rastlanan bir kişiliktir. Bence, bu bilinç dışının bir şekilde kendini ifade etme biçimidir.Öte yandan bu tarz bana daha direkt bir yol olarak da gelmiştir çünkü gerçeklikle çok az ilişkileri vardır.Rüya görmek zihnimizde gelişen bir durumdur.Dış dünyada olup bitenlerden etkilendiği zamanlarda bile,tamamen psişik bir üretimdir.Uykuda görülen rüyalar ile gündüz düşleri arasında fark vardır.Gündüz düşü çok savunmacıdır.Uykuda görülen rüyalarda ise problemden kurtulmak için bir tür psişik baskı vardır. Gündüz düşlerinde, sorun ,yadsınarak,kişi yaşantısı içinde, hayali ideal bir dünya üretir.Bildiğiniz gibi rüya zihnimizin ürettiği bir şeydir.Ama gündüz düşü içindeyseniz gördüğünüz hayali gerçek sanma eğilimindesinizdir. Bu durum delilik denilen yola girmektir.

DP: Erken dönem çalışmalarınızda ciddi rahatsızlığı olan hastalarınızla, zaman zaman şizofrenlerle, yeniden gözden geçirilmiş çalışmalarınız olmuştur.Acaba,şimdi yaptığınız rüya çalışmaları ve delilik ile o zamanki deneyimleriniz arasında nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz?Ya da bağlantı kuruyor musunuz?

HS: Peki; Bir insan rüyalara nasıl temsil edilebilir? Psikotiklerde rüyalar gerçeklik olarak yaşanır.-Bir halüsinasyon gerçekmiş gibi algılanır; dış dünyanın gerçekliği silinmiştir ya da çarpıtılmıştır. Psikotiklerin gerçek uyku düşlerinde sanki hep devam eder gibidir. Böylece psikotikler rüyalar sanki sağlıklı ve gerçekmiş gibi bir duyguya kapılırlar.Derinlemesine psişik çalışma ve duygulanım içindedirler fakat bu durum rüyanın içinde gerçekleşir ve gerçeklik kabuslarla işgal edilir.

Fakat ben gündüz düşlerini gündeme getirdim ;çünkü, Freud, bu ayrımı hayalperestler ile sanatçılar arasında yapmıştır. Ona göre sanatçılar gerçekliğe dönüş yapabilirler çünkü sanatçı bir kadının aşkına , paraya veya benzer şeylere yatırım yapar.Bence hayalperest ile sanatçı arasındaki fark, bundan daha büyük bir şeydir. Çünkü, hayalperest sorunlarını yok sayar;sanatçı ise sorunlarla baş etmek için hayali tasarımlar geliştirir-derin bilinç dışı kaygılar;
Sanatçıyı hayalperest’den ayırır çünkü benim düşünceme göre,birincisi gerçekliğe iki yolla ulaşabilir. Sanatçının kendi alanında son derece geniş algılama kapasitesi vardır-bildiğiniz gibi, bir ressam,manzaraya bakarken, yada bir yazar veya bir şair, onu tasvir eden kişidir. Bu yapılar aynı zamanda psişik gerçekliğe çok yakındırlar ve, çalışmalarında bunu çok daha derinden yansıtıp bizi sarsarlar. Sanatçıların, kullandıkları araçlarda, alışverişlerinde ve materyallerinde aynı zamanda son derece gerçekçi bir algılamaları da vardır. Bu nedenle bana öyle gelmektedir ki, sanatçı,sanki rüya görebilme yeteneği olan biridir-hadi diyelim ki, bilinç dışı bir fantezidir-ve bunu sembollerle açıklayabilir. Bütün bunlardan sonra sanatçı çalışmalarında semboller de üretebilir.Bu nedenle bilinç dışıyla direkt olarak ilişki içindedir. Başka bir işi yoktur. İşi sembol yapmaktır, aslında yeni yeni semboller üretmektir; bu da kültürün içinden gelen bir durumdur. Bizler, artistler tarafından geliştirilen sembolleri kullanırız ve sonra birden bire materyallerinin içinden gerçeklikle ilgili bir farkındalık ortaya çıkar. Sanatçı, yaptığı şeylerin gerçekten rüyası olmadığını bilmektedir ve ortaya koyduğu materyalin gerçeklik sınırları tanımaktadır. Tekniğiyle rüyalarını eyleme döker.
Ben eylemsel resimler ve eylemsel başka eserlerden hoşlanmam.Bence, bilinç dışını savurarak tuvale sıçratma düşüncesi, Bir tür serbest çağrışım , beni cezp etmez, çünkü sanat, Resme bakanların, çelişkilerinin ve acılarının gerçekten estetik deneyimlerle gelişen derinlemesine çalışmalarıdır.

Başka bir farklılık da, rüyalar, bizim iç dünyamızdaki sorunlara yönelik doyum niteliği taşırlar, fakat başkalarına hiçbir anlam ifade etmezler. Diğer taraftan sanatçı, rüyasıyla, ilişkiye geçmek istemez, daha çok psişik çalışma ve daha çok gerçeklik içeren, şüphe yok ki bir hayalperestin yapmadığı biçimde bilinçli çalışmalar yapar.Hepimiz hayalperestiz ve hepimiz rüya görürüz ama hepimiz artist olamayız.

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version