Ana Sayfa Edebiyat Gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür – Oğuz Atay

Gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür – Oğuz Atay

Ülkemizde en çok yetişen, köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için, çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur. Köylü bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, ovada yetişir, sulak iklimde yetişir.

 

«Ülkemiz. Ülkemiz, bazı yanlarından denizlerle, bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili; genellikle dört köşe, özellikle çok köşe bir kara parçasıdır. Denizlerin olmadığı yerlerde ülkemiz, noktalı çizgilerle sınırlanmıştır.» «Hani, haritalardaki gibi, değil mi?» «Sözümü kesme. Evet, haritalardaki gibi. Ülkemiz, bir haritaya benzer.» «Kesikli, yani noktalı çizgiler neye benzer, Hikmet amca?» «Sözümü kesme dedim. Noktalı çizgiler bir şeye benzemez. Noktalı çizgiler, sınır olarak, sınırlarımızda bulunur. Bütün sınırlar boyunca uzun binalar, çizgileri; noktalar da, bunların arasına yerleştirilmiş bulunan gözetleme kulelerini gösterir. Bunlar, üstten bakılınca, haritalara benzer. Uzun binaların ve kulelerin damları kırmızı olduğu için, sınırlar, haritalarda kırmızı çizgilerle gösterilir. Biz, bu sınırların içinde kalırız. Bundan başka, ülkemizin dört bir yanı, köylülerle çevrilidir. Köylülerle çevrili ülkemizde birçok ürün yetişir. Çeşitli iklimlerin kaynaştığı ülkemizin Akdeniz bölgesinde maki denilen kısa boylu, tıknazca fundalıklar yetişir. Sulak bölgelerde ormanlar yetişir, pirinç yetişir. Ayrıca, bir de güneşi olan bölgelerde meyva yetişir. Ülkemizde, eski çağlardan beri birçok medeniyet yetişmiştir; ülkemiz, birbirine benzemeyen birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Bu beşikte birçok medeniyet sallanmıştır, birçok medeniyeti uyutmuşuzdur. En son kurulan medeniyet ekmek medeniyetidir. Bu medeniyetin sürekli oluşunu sağlamak için, ülkemizin birçok yerinde, buğday yetişir. Fakat, ülkemizde en çok yetişen, köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için, çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur. Köylü bozkırda yetişir, yaylada yetişir, ormanda yetişir, dağda yetişir, kurak iklimde yetişir, ovada yetişir, sulak iklimde yetişir. Çabuk büyür, erken meyva verir. Kendi kendine yetişir, kendi kendine meyva verir. Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız. Satırbaşı. Ülkemizde dağ vardır, ova vardır, akarsu vardır, tepe vardır, içi taranmış çokgenlerle gösterilen şehirler vardır, girintili çıkıntılı kıyılar vardır, çakıl parçalarına ve kuşlara benzeyen göller vardır, ağzını açmış sivri burunlu ve kuyruklu bir kurbağaya benzeyen bir iç denizimiz vardır, yeşil düzlükler ve kahverengi yükseltiler vardır. Bu görünüşüyle ülkemiz, ilk bakışta, başka ülkelere benzer. Bu bakış, kuş bakışıdır. İlkbaharda ülkemiz yeşillenir; sonbaharda, eski bir harita gibi sararır, solar. Satırbaşı. Ülkemizde tarım ürünleri yetişir. Kuru üzüm ve incir yetişir. Önce ıslak yemişler yetişir. Onları, güneş olan yerlerde kurutarak kuru yemiş yetiştiririz. İngiltere’ye göndeririz, onlar da bize gerçek gönderirler. Gerçek tohumları gönderirler. Biz, o gerçeklerden, kendimize göre gerçekler yetiştirmeğe çalışırız. Son yıllarda, kuru üzüm ve incirin yanısıra, köylü de göndermeğe başlamışızdır. Bu köylüleri, önce şehirlerde biraz yetiştiririz; tam olgunlaşmadan (yolda bozulmasından diye) başka ülkelere göndeririz. Onlar da bize döviz gönderirler. Halk müziği göndeririz; şoför plağı gönderirler, aranjman gönderirler. Azgelişmişülke göndeririz; yardım gönderirler. Zelzele, toprak kayması, sel felaketi haberleri göndeririz; çadır ve heyet gönderirler. Asker göndeririz; teşekkür gönderirler. Binzorluklayetiştirdiğimizdeğerler göndeririz; dışülkelerdeçalışanyabancılaristatistiği gönderirler. Gerçekinsanlarımızı göndeririz; bizeordanmektup gönderirler.»

Salim yorulmuştu. «Bu, çok uzun oluyor, Hikmet amca. Öğretmen, benim yazmadığımı anlayacak.» Hikmet, kaşlarını çattı: «Ülkemizin insanları yorulmaz. Biz, gecekondularda, yorulmaz insanlar yetiştiririz. Onları nereye göndeririz bakalım?» Salim, kıkır kıkır güldü: «Çok komiksiniz Hikmet amca.» Hikmet, ciddiyetini bozmadı: «Bizde, daha çok şey yetişmiştir. Ülkemizin sözü, bu kadar çabuk bitmez. Sen yazmana devam et bakalım.» «Kalemimin ucu bitti.» Hikmet, çekmecesinden, dünya küreli bir kalemtıraş çıkardı: «Al bakalım, iyice sivrilt ucunu; sakın kırma ama.»

«Ülkemiz, büyük adamlar da yetiştirmiştir. Nokta çizgili sınırlardan, beyaz köpüklerle başlayarak tıpkı haritalardaki gibi rengi gittikçe koyulaşan denizlere kadar; derin deniz yaratıklarına benzeyen göllerden, üzerlerinde yükseklikleri yazılı beyaz dağ doruklarına kadar ülkemiz, bir zamanlar canlı ve yaşamış irili ufaklı büyük adamlarla doludur. Hemen hepsi bugün birer heykel olan bu büyükadamlar, ülkemizi bir baştan bir başa kaplar. Ne yazık ki, haritaların ölçekleri elverişli olmadığı için, bu heykelleri gerçek yerlerinde göstermek mümkün olmamıştır. Tarım ürünlerimizi gösteren bazı haritalarda, belki de dört şehir büyüklüğündeki portakallarla, ayakları ve sakalları il sınırlarından taşan tiftik keçilerinin yanında bu heykelleri de göstermek iyi olurdu. Büyük adamlarımız, ülkemizin önemli ürünlerinden biridir. Fabrikalar gibi, bu büyüklerin heykelleri de ülkemizin üstünde yeterli sayıya ulaşamamıştır. Ben, Salim İyicel, Devrim İlkokulu III A öğlenci öğrencisi, sayın öğretmenime ve arkadaşlarıma, bu ödevimin sınırları içinde, heykelleri tanıtmağa çalışacağım. Bu konuda bazı ansiklopedilerden, bu arada Taş Tunç ve Toprak Heykeller Sözlüğü ile, üst katta oturan Hikmet Bey Amcadan yararlandım. Heykel yapmak, satmak ve bununla ilgili her türlü alışverişin yasaklanmış olduğu tarihsel dönemlerde bile, insanları heykelleştirme geleneği bozulmamıştır. Resimli kitaplarda gördüğüm heykellerden en çok hoşuma gidenleri, parmaklarıyla bir yerleri gösteren büyük adamlar oldu. Hikmet Bey Amca, çocuklar okulda yırtarlar ya da içindeki resimlere gözlük takarlar korkusuyla, bu albümleri yanımda getirmeme izin vermedi. Şimdi bunları sırayla anlatacağım. Bir: Baş heykelleri. Bu adamların, yalnız başlarının heykelleri vardır. Kavukları mezar taşlarına giydirildiği için, başları çıplaktır. Heykeller, saçları dökülmeden yapılmıştır. Bunlar, dağ tepelerinde ve akarsular tarafından sürüklendikleri vadi ve deltalarda bulunmaktadır. İlk yapıldıkları yerlerde duranlarının gözleri, güney sınırlarımıza dönüktür. Birbirlerine dönük olanları da vardır. Bu büyük adamların adları çok uzundur. Hikmet Bey Amca, bunları ilk kırallar satranç taşı olarak yaptırdı, dedi. Ben bu söze inanmadım; siz bu konuda güvenilir kaynak değilsiniz, dedim. İnsanı azarlayan sert bakışları . olan bu heykelleri sevmedim. İki: Ata binmiş büyük adam heykelleri. Akıncılık döneminde yapılmış heykellerdir. Büyük alanlarda, yol kavşaklarında ve denize yakın düzlüklerde bulunur. At ve büyük adam, tek parça taştan yapılmıştır. İşte bunların parmakları, ileriye uzanmış olan kollarının ucunda, ele geçirmek istedikleri ülkelere yönelmiştir. Bu durumlarıyla, biraz, boyasız kurşun askerlere benzerler. Üç: Sonra şapkalı adamlar geliyor. Bunlar atlı değildir. Hikmet Bey Amca, bunların, otomobile binmiş heykellerinin yapılmasının uygun olacağı kanısındaymış. Fazla yer tutmasa, şimendifer üstünde duran toplu heykellerin bile güzel görüneceğini söylüyor.»

Oğuz Atay
Tehlikeli oyunlar

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version