Ana Sayfa Genel Kültür Dünyanın En Nazik Ulusu ya da Fransız Nezaketi Efsanesi – Ernest Hemingway

Dünyanın En Nazik Ulusu ya da Fransız Nezaketi Efsanesi – Ernest Hemingway

Paris otobüste bir hanıma yer vermek için kalkıyorsunuz, bıyıklı bir Fransız, açıkgözlük edip hemen atılıyor ve kalktığınız yere çöküveriyor. Bir şey söylemeye kalkışacak olursanız, bu sefer yüzünüze karsı gürlüyor: «Haydi bakalım, sıkıysa kaldır at beni yerimden. Sıkıysa at, haydi! Hele bir parmağını değdir üzerime, alimallah polis gelmeden alırım tozunu!»
Gerçekten de durumu sağlamdır adamın. ‘Tahrik’ ne olursa olsun, bir yabancı Fransa’da sinirlerine hakim olmalıdır. Fransızlar aralarında sık sık kapışırlar, fakat bu kapışma daha çok karşılıklı sövüp sayma seklindedir. Adama parmağınızın ucuyla dokunacak olsanız, şartlar ne olursa olsun, saldırgan sayılırsınız ve altı ay yatmak üzere hapishaneyi boylarsınız.

Alphonse’la Gaston’un günleri artık sona erdi. Fransız nezaketi de ‘apsent’ adlı içkileri, savaş öncesi fiyatları ve diğer efsanevî şeyler gibi yok oldu gitti. Bu o kadar kötü oldu ki, Fransız gazeteleri sütun sütun yazılar yayınlayarak konuyu tartıştılar ve bir zamanlar ‘dünyanın en nazik ulusu’ diye bilinen durumlarını nasıl kurtarabileceklerini incelediler.
Paris metrosunda öyle bir itip kakışma, kalabalık otobüslerde oturan kadınların yüksek sesle dedikodu yapısı, fiyatlar konusunda kavgalar, bahşiş istemek için utanmazca yapılan öyle istekler var ki, savaştan önce Paris’i görüp tanıyan insanların dehşet içinde kalmamaları imkânsız. Bütün dünyanın Fransızları kibarlıkları, cana yakınlıkları ve herkese karsı ilgi göstermeleri ile övdükleri eski Paris’ten o kadar farklı ki her şey.

Taksi şoförleri tabii eskiden de nazik değillerdi. Sebep de, on binlerce taksinin çalıştığı koca şehirde, iş bulmakta karsılaştıkları güçlük. Bu yüzden tek bir amaç besliyorlar: Çıktıkları seferden kaç para sızdıracaklarını bilmek.
Fransızca konuşmayan bir kişinin taksimetrede yazılı toplamın üzerine yüzde on bahşiş ekleyerek ücretini ödediği ve şoförün de varılacak yere geldikten sonra ardından yumruğunu sallayarak aldatıldığını bağıra bağıra ilân ettiği yaygın şekilde görüleri, bir şey. Şoför, bu şekilde davranmakla daha çok para sızdıracağını bildiği için böyle yapmaktadır.
Paris otobüsleri de yeni tür kabalıkların baslıca alanı. Otobüste bir hanıma yer vermek için kalkıyorsunuz, bıyıklı bir Fransız, açıkgözlük edip hemen atılıyor ve kalktığınız yere çöküveriyor. Bir şey söylemeye kalkışacak olursanız, bu sefer yüzünüze karsı gürlüyor: «Haydi bakalım, sıkıysa kaldır at beni yerimden. Sıkıysa at,haydi! Hele bir parmağını değdir üzerime, alimallah polis gelmeden alırım tozunu!»
Gerçekten de durumu sağlamdır adamın. ‘Tahrik’ ne olursa olsun, bir yabancı Fransa’da sinirlerine hakim olmalıdır. Fransızlar aralarında sık sık kapışırlar, fakat bu kapışma daha çok karşılıklı sövüp sayma seklindedir. Adama parmağınızın ucuyla dokunacak olsanız, şartlar ne olursa olsun, saldırgan sayılırsınız ve altı ay yatmak üzere hapishaneyi boylarsınız.
Otobüsler ve metrodan sonra nezaketi ayaklar altına alan ikinci unsur da, küçük devlet memurları.

Park ve müzelerin kapılarındaki kapıcılar, polis değil. Polise gelince, onlar nazik, kibar ve yardımsever kalmayı bilmişler.
Örneğin Paris’in büyük hayvanat bahçesi «Jardin des Plantes»ta bir sürüngenler bölümü var. Ben kapıya vardığımda, içerdekiler dışarı çıkıyordu. Kapının üzerindeki tabelâda bölmenin saat 11’den 3’e kadar açık olduğu yazılıydı. İçeri girmeyi denediğim sırada da saat 12’ydi.
«Sürüngenler dairesi kapalı mı?» diye sordum.
«Ferme – kapalı» diye karşılık verdi kapıcı.
«Niçin kapalı oluyor bu saatte?» diye sordum.
«Ferme,» diye bağırdı memur yine.
Ben hâlâ nazik olmaya çalışarak, «Acaba saat kaçta açılacak, sorabilir miyim?» dedim.
Kapıcı öfkeli öfkeli yüzüme baktı ve hiçbir şey söylemedi.
«Ne zaman açılacak burası, söyler misiniz?» diye tekrar sordum.
«Sizi alâkadar eder mi?» diye bağıran adam, küt diye kapıyı yüzüme kapattı.
Paris’ten ayrılırken pasaportunuzu damgalatmak için uğradığınız bir daire var. Duvarda memurların ücretli oldukları ve bahşiş vermenin yasak olduğu koca koca harflerle yazılmış. Vize ücreti de 2 frank 40 santim.
Uzun bir sıranın ardındaki memura bir 5 franklık uzattım. Baktım ki üstünü vermek için adamda bir hareket yok, bekledim ; Bu sefer adam yüzüme bakarak öfkeyle, «Ha, paranın üstünü mü beklediniz? diye homurdandı ve parayı, köpeğe kemik atar gibi sıranın üzerine fırlattı.

Bunlar Paris’te her gün rastlanan en basit olaylar. «Figaro» gazetesinde yazan Marcel Boulanger yine de gelecekten ümitli.
«Yine de toplumun mayası iyidir diye inanıyorum ve zirvedeki I erin nazik olduklarını biliyorum,» diyor Fransa’daki bugünkü kabalıktan söz ettikten sonra.
«Üç yüzyıllık bir uygarlık ve salon zihniyeti, dört-beş yılda unutulamaz. Kargaşalık yaratılmadan iyi bir şey asla yapılamaz. Yeni zenginlerin evi hariç, başka yerlerde ünlü bir kişinin oğlunu takdim ederlerken nasıl davrandıklarına bakın : Hiç kimse oğlanın varoluşunun tek sebebi, ünlü babasının adını taşımakmış gibi, kalkıp da, ‘Ünlü Bay Filânca’nın oğlu Bay Falanca,’ demiyor. Bilâkis, ‘Bay Fişmekân,’ diyerek her şeyi örtbas etmek istiyor. Ancak aradan bir süre geçince, ‘Kendisi ünlü Filânca’nın oğludur,’ diye ekliyor. Bu kısa duraklama sayesinde böyle bir oğlu olduğu için babasını tebrik etmiş gibi oluyorsunuz. «Bugün konuşulan dilde binlerce nezaket ve ince zevk örnekleri var ve bunlar yeniden yaygınlaştırılabilir.Alelade zamanlarda insanın alçaklıklara karsı en kuvvetli silâhını bu meydana getiriyor.

15 nisan 1922
The Toronto Star Weekly

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version