Ana Sayfa Felsefe Böyle Buyurdu Zerdüşt: Küçük insanlara küçük erdemler gereklidir! – Nietzsche

Böyle Buyurdu Zerdüşt: Küçük insanlara küçük erdemler gereklidir! – Nietzsche

Oysa ne konuşuyorum ki ben, hiç kimsede bendeki kulakların olmadığı bir yerde! Bu yüzden şöyle bağırmak istiyorum tüm rüzgârlara:
Hep daha da küçüleceksiniz, siz küçük insanlar! Ufalanacaksınız, siz huzurlular! Yok olacaksınız –
– sayısız küçük erdeminizde, sayısız küçük ihmalinizde, sayısız küçük boyun eğmenizde! Pek esirgeyici, pek boyun eğici; böyledir sizin toprağınız! Ama bir ağaç büyük olmak için sert kayalara dayanıklı kökler salmak ister!

Küçülten Erdem Üzerine

Zerdüşt yeniden karaya çıktığında, doğruca dağına ve ma-ğarasına gitmedi; çok yollar gezdi ve sorular sordu, şu ya da bu konuda bilgi topladı ve bu yüzden kendisi hakkında dedi ki şakayla: “Bak şu ırmağa, sayısız kıvrım ve dolambaçtan geçerek geri akıyor kaynağına!” Çünkü Zerdüşt bu arada insanın başına neler geldiğini öğrenmek istiyordu: daha da büyümüş müydü, daha da küçülmüş müydü? Ve birden bir dizi yeni ev gördü; bunun üzerine şaşırıp dedi ki:

“Bu evler de neyin nesi? Sahiden, büyük bir ruh değil bunları yapan, kendi benzetmesi olarak!

Herhalde budala bir çocuk oyuncak kutusundan çıkarmış bunları! Bari başka bir çocuk da onları yeniden kutuya koysa!

Bu odalar ve sofalar: erkekler buralardan çıkıp girebilir mi? İpekten-bebekler için yapılmış gibi görünüyorlar bana ya da başkalarının da kendilerinden aşırmasına izin veren şekerleme hırsızları için.”

Ve Zerdüşt öylece durdu ve düşündü. Sonunda kederle: “Her şey daha küçülmüş!” dedi.

“Her yerde daha alçak kapılar görüyorum; benim türümden biri hâlâ geçebilir bu kapılardan, ne ki – eğilmesi gerekir!

Ah, ne zaman döneceğim yeniden yurduma, artık eğilmek zorunda olmayacağım yere – artık küçüklerin karşısında eğilmek zorunda olmayacağım yere!” – Ve Zerdüşt içini çekti ve uzaklara daldı. –

Aynı gün ama, küçülten erdem üzerine konuşmasını yaptı Zerdüşt.

***

Geziniyorum bu halkın arasında ve açık tutuyorum gözlerimi: onların erdemlerini kıskanmayışımı bağışlamıyorlar.

Diş biliyorlar bana, küçük insanlara küçük erdemler gereklidir dediğim için – ve küçük insanların gerekli oluşunu anlamak zor geldiği için bana!

Henüz yabancı çöplükte öten, tavukların bile gagaladığı bir horoz gibiyim burada; ama bu yüzden güceniyor değilim tavuklara.

Nazik davranıyorum onlara, her türlü küçük can sıkıcı şey karşısında yaptığım gibi; küçüklere karşı iğneleyici olmak, kirpilere özgü bir bilgelik gibi geliyor bana.

Hepsi de beni konuşuyor akşamları oturdukları zaman ateşin başına, – hepsi de beni konuşuyor, ama hiç kimse düşünmüyor – beni!

Öğrendiğim yeni sessizlik bu: etrafımda kopardıkları gürültü bir örtü seriyor düşüncelerimin üzerine.

Bağrışıyorlar kendi aralarında: “Ne ister bizden bu kara bulut? Dikkat edelim de bir salgın hastalık getirmesin bize!”

Ve geçenlerde bir kadın bana gelmek isteyen çocuğunu çekti göğsüne: “Çocukları uzaklaştırın!” diye bağırdı; “Bu gözler yakıp kavurur çocuk-ruhlarını.”

Öksürüyorlar ben konuşmaya başlayınca: öksürüğün bir korunak olduğunu söylüyorlar, güçlü rüzgârlara karşı – anlamıyorlar mutluluğumun uğultusundan!

“Henüz Zerdüşt için zamanımız yok” – böyle itiraz ediyorlar; ama ne önemi var, Zerdüşt için “zamanı olmayan” bir zamanın?

Beni övdüklerinde bile: nasıl kuşanırım onların övgülerini üzerime? Bir diken-kemerdir bana onların övgüsü: tırmalar beni üstümden çıkarırken bile.

Şunu da öğrendim ki aralarında: öven kişi, sanki veriyormuş gibi davranıyor, aslında daha çok kendisine verilmesini istiyor!

Ayaklarıma sorun bir de, hoşlanır mı bu övgü dolu ve baştan çıkarıcı ezgilerinden! Böyle bir ezgide, böyle tik-tak seslerinde ne dans eder, ne de rahat durur onlar doğrusu.

Küçük erdemler için beni baştan çıkarmak ve övmek istiyorlar; küçük bir mutluluğun tik-tak sesleriyle kandırmak istiyorlar ayaklarımı.

Geziniyorum bu halkın arasında ve açık tutuyorum gözlerimi: daha küçük olmuşlar ve gitgide daha da küçülüyorlar: – ama onların mutluluk ve erdem öğretisi de bundan ibaret işte.

Erdem söz konusu olduğunda da alçakgönüllüdür onlar – çünkü huzurlu olmak isterler. Oysa ancak alçakgönüllü erdem uyum sağlar huzurla.

Elbette kendilerince adım atmayı, hem de ileriye adım atmayı öğreniyorlar: onların topallaması diyorum ben buna –. Böylece, acelesi olan herkese engel oluyorlar.

Ve içlerinden kimileri, ileriye yürüyüp geriye bakıyor tutulmuş boynuyla: seve seve çarparım bunlara.

Ayaklar ve gözler ne yalan söylemeli, ne de birbirlerini yalanla suçlamalı. Ama çok yalan var küçük insanların arasında.

İçlerinden bazıları istiyor, ama çoğunluğu sadece isteniyor.

İçlerinden bazıları sahici, ama çoğunluğu sadece kötü oyuncu.

Bilmeden oyuncu olanlar var aralarında ve istemeden oyuncu olanlar –, hep enderdir sahici olanlar, özellikle de sahici oyuncular.

Erkeklik azdır burada: bu yüzden erkekleşiyor kadınları. Çünkü yalnızca yeterince erkek olan kurtaracaktır – kadındaki kadını.

Ve onlarda gördüğüm en kötü ikiyüzlülük şuydu: Emredenler bile hizmet edenlerin erdemlerine sahipmiş gibi ikiyüzlü davranıyorlar.

“Hizmet ediyorum, hizmet ediyorsun, hizmet ediyoruz” – böyle bir makamda dua eder burada, hükmedenlerin ikiyüzlülüğü de – vah yazık, eğer ilk efendi sadece ilk hizmetçi ise!

Ah, ikiyüzlülüklerini de izledi gözlerim merak içinde; çok iyi gördüm onların sinekçe-mutluluklarını ve güneşli pencere camlarında vızıldayışlarını.

Ne kadar iyilik görüyorsam, o kadar da zayıflık görüyorum. Ne kadar adalet ve merhamet görüyorsam, o kadar da zayıflık.

Samimi, adil ve iyidirler birbirlerine karşı; tıpkı kum taneciklerinin birbirlerine karşı samimi, adil ve iyi olması gibi.

Küçük bir mutluluğa alçakgönüllülükle sarılmak – “boyun eğme!” diyorlar buna! Ve bu sırada hemen yeni küçük bir mutluluğun yolunu gözlüyorlar göz ucuyla, alçakgönüllülük içinde.

Aslında çoğunlukla tek bir şeyi isterler saflık içinde: kimsenin kendilerine acı çektirmemesini. Bu yüzden herkesten erken davranıp, iyilik yapmak isterler herkese.

Oysa korkaklıktır bu: adına “erdem” denilse bile. –

Ve bir kez tok sesle konuştuklarında bu küçük insanlar: ben sadece kısık seslerini duyarım onların – her esintide daha da kısılır sesleri.

Akıllıdırlar, erdemlerinin akıllı parmakları vardır. Ama yumrukları yoktur, parmakları bilmez yumrukların ardına saklanmayı.

Onlara göre erdem alçakgönüllü ve uysal yapan şeydir: böylelikle kurdu köpeğe, insanı da insanın en evcil hayvanına çevirdiler.

“Tam ortaya koyduk sandalyelerimizi,” – budur bıyık altından gülüşlerinin anlamı – “ve bir o kadar uzağız ölen savaşçılardan da, keyif çatan dişi domuzlardan da.”

Ama işte bu, vasatlıktır: ölçülülük dense de adına. –

***

Geziniyorum bu halkın arasında ve nice sözler saçıyorum: ama ne almayı biliyorlar, ne de korumayı.

Şaşırıyorlar, hazlara ve günahlara lanet okumak için gelmiş olmadığıma; ve sahiden, yankesicilere karşı uyarmak için de gelmedim ben!

Şaşırıyorlar akıllılıklarını ne geliştirmeye ne de sivriltmeye hazır oluşuma: sanki sesleri tahta üzerindeki tebeşir gibi kulağımı tırmalayan ukalalar yeterli değilmiş gibi aralarındaki!

“İnlemek isteyen, ellerini açıp yalvarmak isteyen tüm korkak şeytanları kovun içinizden,” diye bağırdığımda, “Zerdüşt tanrısızdır,” diye bağırıyorlar.

Özellikle de boyun eğmeyi öğretenler bağırıyorlar böyle –; oysa tam da onların kulaklarının içine bağırmayı seviyorum ben: Evet! Benim Zerdüşt, o tanrısız!

O boyun eğmeyi öğretenler yok mu? Nerede küçük, hasta ve kabuk bağlamış bir şey varsa, sürünüyorlar oraya bitler gibi; ve sadece tiksindiğim için alıkoyuyorum kendimi onları ezmekten.

Pekâlâ! Onların kulaklarına vereceğim öğüt bu: Benim Zerdüşt, o tanrısız, derim ki: “Kim var ki benden daha tanrısız, sevineyim öğretisine?”

Benim Zerdüşt, o tanrısız: nerede bulurum dengimi? Kendi istemini kendi belirleyen ve her türden boyun eğmeyi reddeden herkes benim-dengimdir.

Benim Zerdüşt, o tanrısız: her rastlantıyı pişiririm kendi çanağımda. Ancak iyice piştiğinde kabul ederim onu kendi yemeğim olarak.

Sahiden, kimi rastlantı emredercesine geldi bana: ama daha da emredercesine konuştu istemim onunla, – bunun üzerine diz çöktü o rastlantı yalvararak –

– yalvararak, bende bir barınak ve bir yürek bulsun diye ve yaltaklanarak: “Bak ey Zerdüşt, nasıl da geliyor dost, dostun yanına!” –

Oysa ne konuşuyorum ki ben, hiç kimsede bendeki kulakların olmadığı bir yerde! Bu yüzden şöyle bağırmak istiyorum tüm rüzgârlara:

Hep daha da küçüleceksiniz, siz küçük insanlar! Ufalanacaksınız, siz huzurlular! Yok olacaksınız –

– sayısız küçük erdeminizde, sayısız küçük ihmalinizde, sayısız küçük boyun eğmenizde!

Pek esirgeyici, pek boyun eğici; böyledir sizin toprağınız! Ama bir ağaç büyük olmak için sert kayalara dayanıklı kökler salmak ister!

İhmal ettikleriniz de tüm insan geleceğinin dokumasının bir parçası; sizin hiç dediğiniz de geleceğin kanıyla beslenen bir örümcek ağı ve bir örümcektir.

Ve sizin alışınız çalmak gibidir, ey küçük erdemliler; ama serseriler arasında bile hâlâ geçerlidir şu onur: “İnsan sadece yağmalayamadığında çalmalıdır.”

“Verilir” – bu da bir boyun eğme öğretisidir. Ama ben diyorum ki size, ey siz huzurlular: Alınır ve hep daha çok alınacaktır sizden!

Ah, her şeyi yarım istemeyi bırakıp da, eylemde olduğu gibi üşengeçlikte de kararlı olsanız!

Ah, şu sözümü anlayabilseniz: “Her zaman istediğinizi yapın, – ama önce isteyebilen birileri olun!”

“Her zaman komşunuzu da kendiniz gibi sevin – ama önce, kendini seven birileri olun –

– büyük bir sevgiyle seven, büyük bir aşağılamayla seven!” Böyle söylüyor Zerdüşt, o tanrısız. –

Oysa ne konuşuyorum ki ben, hiç kimsede bendeki kulakların olmadığı bir yerde! Burada henüz bir saat erken benim için.

Kendimin öncülüyüm ben bu halkın arasında; kendimin horoz-ötüşüyüm karanlık sokaklarda.

Ama onların saati geliyor! Ve benim saatim de geliyor! Her geçen saat daha küçük, daha zavallı, daha kısır oluyorlar – zavallı otlar! Zavallı dünya!

Ve pek yakında kuru otlar ve bozkırlar gibi duracaklar karşımda, sahiden! Kendilerinden bıkmış – ve dahası sudan çok ateşe hasret!

Ey kutlu saati yıldırımın! Ey öğleden önceki gizem – zamanı gelince onları sönmeyen ateşlere ve alevden dillerle müjdeleyenlere dönüştüreceğim: –

– zamanı gelince alevden dilleriyle müjdeleyecekler: Geliyor o, yakındır büyük öğle!

Firedrich Nietzsche
Böyle Buyurdu Zerdüşt

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version