Ana Sayfa Edebiyat Aziz Nesin’in Aziz Nesin’den Seçtikleri: Donla Şaka Olmaz

Aziz Nesin’in Aziz Nesin’den Seçtikleri: Donla Şaka Olmaz

Bilirsiniz; yatılı okullarda “bekâr” var, “evci” var. Evciler, cumartesi geceleri evlerinde kalırlar, bekârlar da bütün ders yılı gecelerini okulda geçirirler.
Süvari Selahattin, benim gibi bekârlardan. Bir pazar akşamı, koğuşta her zamanki gibi yıkanmış çamaşırlarımız dağıtılıyor.
Koğuş kıdemlisi:
– Herkes çamaşırını gelip alsın! diye bağırdı.
Kirli çamaşırlarımızı verip, yıkanmış çamaşırlarımızı alıyoruz. Çamaşırlar karışmasın diye, herkes kendi çamaşırına ya boyası çıkmaz kalemle numarasını yazıyor, ya siyah iplikle adını işliyor.
Herkesin sinirlendiği bir iş vardır ya… Bu Süvari Selahattin’in de sinirine giden iş, çamaşıra numara yazmak. Yazmaz. Sırtından kirlileri çıkarır, atar. Yıkanmış çamaşırlar dağıtılırken de yerinden kalkmaz. Herkes kendi işaretli çamaşırını alınca,
– Geriye kalanlar da benim! diye gider, her ne kalmışsa, onları toparlar alır.
Çapaçulluk işte, başka hiçbişey değil.
Kimileyin, yıkanmış çamaşır dağıtımında, geriye çamaşır artmadığı için, bişey alamaz. Kimileyin de eli kolu çamaşırla döner. Ama bunlar kendisinin mi, değil mi, belirsiz. Bir sürü, işaretsiz çamaşır…
Toparladığı çamaşırlara bakar, şaşar:
– Yahu benim böyle gömleğim yoktu be!…
O pazar akşamı, yıkanmış çamaşırlar dağıtılırken yine en son o gitti. Eli boş döndü.
• Mendil bile kalmamış! dedi.
• Temiz çamaşırın yok mu?
• Var ama, yalnız don yok…
• Ben sana bir don vereyim… dedim.
• Seninki bana olmaz… dedi.
Bu süvarilikte de donla pantolon çok önemli. Don ve pantolon ısmarlama yapılmış gibi, süvarinin bacaklarını sıkı sıkı saracak. Biniciler bilir, donla pantolon bacağa oturmazsa, iyi at binilemez. hele o süratli at gidişinde, kaynak yaparken bol gelen donun paçaları sıyrılır, sıyrılır, kıvnlır, toparlanır, yukan çıkar, tomtopak bişey olur. Bu da biniciyi tedirgin eder. Ne kadar uğraşıp pantolonunun üstünden donun paçalarını aşağı çeksen, o yine toparlanır, yukan çıkar. Don dar olsa, sıkar, bol olsa tomtopak büzülür. Onun için süvarinin donu, pantolonu tam ölçüsünde olacak.
Selahattin düşünmeye başladı. Ertesi gün de, bir general teftişe gelip, süvarileri manej taliminde görecek. Asıl üzüntüsü bundan… Selahattin mesleğine de tutkun. Don yüzünden bir başansızlığa uğramak istemiyor.
Birlikte düşündük, taşındık. Aklıma, Cemal geldi. Cemal, tam Selahattin’in boyunda poşunda, ikisinin çamaşırı birbirine uyar. Selahattin:
• Cemal vermez… dedi.
• Yahu bir dondan ne çıkar, bir günlüğüne don verecek…
Cemal de dünyanın en titiz çocuğu. Günde belki yirmi kez elini yıkar. Gıcır gıcır çamaşırlarında bitek leke yok. Üstelik de cimri mi cimri… Evet, kendi donunu başkasına vermez.
• Ne yapacaksın?
• Valla bilmem, felaket…
Bunlann bir de binicilik hocalan var, Yarbay, çok sinirli bir a-dam. Sınıf arkadaşlan çoktan general olan bu sinirli Yarbay, at diye, binicilik diye ölüyor. Binicilik yüzünden, vücudunda iki üç yerinden kırılmamış tek kemiği yok. Bacak, kol, kaburga, bütün kemikleri kınk.
Yürürken bile bu kınk kemikleri çıtır çıtır çıtırdar. Yarbay’ın bütün merakı at terbiyesi…
Altındaki ata rumba oynatır. Atla bir konuşmadığı kalmış.
Bu Yarbay, teftişe gelen General’e öğrencilerinin bütün hünerlerini gösterecek. Başarılı öğrencisi olduğu için, Selahattin’i de çok seviyor.
• Ne yapacağız?
• Cemal’den isteriz bikez…
Selahattin, hem Yarbay’ı General’e karşı mahcup etmekten, hem de kendisi Yarbay’a mahcup olmaktan korkuyor.
Cemal’e gidip söyledik. Cemal:
• Kardeşim, don da verilir mi yahu? dedi.
• Ne olur be?
• Ne oluru var mı? Senin giydiğin donu, sonra ben ne yapayım?
Dayanamadım:
• Mendil yap… dedim.
• Valla olmaz. Darılmayın çocuklar. Başka şey olsa vereyim. Ama donumu veremem…
• Yahu, bir teftişlik be….
• Olmaz kardeşim. Terletir be… Ata binecek birader. Terden ne olur don…
• Yıkatırsın…
• Çıkar mı kardeşim, süvari teri…
• Sat öyleyse… Kaç paraysa verelim.
Satamıyor da. Arkadaşına kullanılmış don satıyor, diye adı çıkacak.
• Darılmayın, donumu veremem. Başka şey olsa…
Cemal’in suratına baktım:
• Ama sen zararlı çıkarsın… dedim.
Galiba ne demek istediğimi anladı.
Son derste, herkes derslikteyken, biz Selahattin’le koğuşa gittik. Cemal’in dolabını açtık.
Çamaşırları bohçada duruyor. Bohçayı açtık. Bitek don var. Başka hiçbişey yok. Lastikli değil, belden düğmeli don. Donu aldı Selahattin. Bir kağıda, bir atbaşı resmi yaptım. Altına da “Altın nal çetesi” yazdım. Kâğıdı bohçaya koydum.
Güzellikle olmazsa böyle olur!
Ertesi gün baktım, Cemal hiç oralı değil. Demek dolabından donunu aldığımızdan haberi yok, bohçasını açmamış.
Süvariler sabah erkenden Ayazağa’ya gittiler. Kapalı manejde teftiş verecekler. Biz piyadeler de “Hürriyet-i Ebediye” tepesine tatbikata gittik.
Akşam okula döndük. Süvariler daha gelmemiş. Biz yemekhanedeyken süvariler geldi.
Biraz sonra, yemekhanenin öbür başında bir kapışma oldu. Selahattin’in sesini duydum:
– Söyle, kimin donuydu?…
Cemal’in kafasına fasulye karavanasını geçirmiş, bağırıyor:
– Söyle kimin donuydu?…
Cemal’i elinden zorla aldık.
– Ne oldu yahu?
Selahattin anlattı:
• O düğmeli donu sabahleyin ayağıma giydim. At binip Ayazağa’ya gittik. Yolda fark etmedim. Maneje girdik. General de geldi.
Yarbay barut gibi… Süratliyle giderken, donun paçaları toparlan maya başladı. Hay Allah… Tomtop oldu birader, bacaklarımın ara sına girdi. Yarbay bizi attan atlatmadı mı? İndik, atlar yanımızda dörtnala geçerken sıçrayarak at bineceğiz. Ben attan aşağı sıçrar ken donun belindeki düğmeler kopmaz mı! Don indi bacaklarıma kardeşim… Benim at yanıma geldi. Sıçrayacağım üstüne, bacakla rımı açamıyorum ki… Herkes at bindi, gitti. Ben kaldım. Hırsından Yarbay’ın kemikleri çıtırdamaya başladı. Atlar manej yerini bir daha dönüp yanıma geldi. Bir hamle ettim, bacağımı açamam. Ba caklarıma dolanıp sarılmış olan donu bitürlü yukarı çekemiyorum ki kardeşim… Rezil oldum. Baktım olmayacak, atın yanımdan üçüncü geçişinde, bacaklarımı açmadan kendimi top gibi fırlattım.
Gelgeldim, bacaklarımı açamadığımdan atın üstünde duramadım,stünden aşıp, öbür yana düştüm. Gözüm benim atta. At bir daha yanımdan geçerken, kendimi bir daha fırlattım, hop öbür yana…
Kendimi fırlatıp atıyorum. Parçalanacağım. General acıdı:
• Ne oluyor bu delikanlıya Yarbay’ım? dedi.
Ben var gücümle bacaklarımı havada makaslayınca, don korkunç bir cayırtı çıkararak ikiye ayrıldı. Ben de eyerin üstüne oturdum. Bu kez de, eyer üstünde inip kalktıkça don büzülür, büzülür, yukarı sıyrılır. Donun ağı da kalmadığından daha beter topak oluyor.
Çıldıracağım arkadaşlar. Bereket versin, pantolonumun cebi her zaman deliktir de, elimi delikten sokup, donu parça parça koparmaya başladım. Donu parça parça koparıp parçalan cebime dolduruyordum. Bacağımın arasında kalan son parçayı çıkarmak i-çin elimi soktum.
Arkamdan Necmi:
• Ne yapıyorsun? dedi.
• Ne yapıyorum?
• Dönüp baksana!…
Bir de baktım, manej yeri, konfeti serpilmiş gibi beyaz bez parçalarıyla dolmuş. Havada bez parçalan uçuşuyor. Bende akıl mı kalmış kardeşim. Kopardığım don parçalannı cebime koyuyorum
diye, havaya serpiyormuşum. Rezil oldum. Cemal öteden:
– Tabi, dedi, donumu çalacağınızı anlamıştım. Ben de bütün çamaşırlarımı kaldırdım dolaptan. Patates Necmi’nin donunu bohça ya koydum.
Patates Necmi, Selahattin’in iki iriliğindeydi. Patates Necmi bunu duyar duymaz:
– Vay, benim donum mu? diye bağırdı.
Sonra üçü birbirinin üstüne atılıp boğuşmaya başladılar. Biz de arkadaşlık görevimizi yerine getirip, hep bir ağızdan.
– Vur! Vur! Vur!… diye bağınyorduk.

Aziz Nesin
Sizin Memlekette Eşek Yok Mu

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version