Ana Sayfa Felsefe Kitleleri Yönetenler, Kalabalıkların Önderleri ve İnandırma Yöntemleri – Gustave Le Bon

Kitleleri Yönetenler, Kalabalıkların Önderleri ve İnandırma Yöntemleri – Gustave Le Bon

En yükseğinden en aşağısına kadar her sosyal çevrede insan artık toplum içine girdiği andan itibaren derhal bir önderlik yasalarının hükmü altına girer. Bireylerin çoğu, özellikle halk tabakalarına mensup olanlar, kendi uzman oldukları alan dışında açık düşünülmüş bir fikre, bir değerlendirmeye sahip olmadıklarından, kendi kendilerini yönetmekten acizdirler, önder onlara rehberlik eder. Okuyucuları için düşünce üreterek onları düşünmek zahmetinden kurtaran, hazır formüllerle dolu basın da gerektiğinde önderlerin yerine geçebilir, fakat bu yetersizdir.

Kitleler her zaman, bireyler çoğu defa hazır fikirlere muhtaçtırlar

1. Kitlelerin önderleri — Kitle halinde bulunan bütün varlıkların bir öndere olan güdüsel ihtiyacı — Önderlerin psikolojisi — Yalnız onlar imanı yaratabilirler ve kitleleri örgütler — Önderlerin zorunlu yetenekleri — Önderlerin sınıflandırılması — İradenin rolü — 2. Önderlerin hareket araçları — Onay tekrar, yayılma— Bu çeşitli faktörlerden her birinin rolleri —Yayılmanın bir toplumun alt tabakalarından üst tabakalarına kadar çıkması — Halk tabakalarına ait bir fikir çok sürmeden genel olur — 3. Nüfuz (prestige) — Nüfuzun tarif — Şahsi ve sonradan kazanılmış nüfuz — Çeşitli örnekler. — Nüfuz nasıl yok olur.]

Kalabalıkların düşünce yapılan artık bilinmektedir. Onların ruhu üzerinde hangi faktörlerin etkili olduğunu da biliyoruz. Şimdi bunların nasıl uygulanacağını ve kimler tarafından faydalı şekilde eylem sahasına konulabileceğini tetkik edeceğiz.

1 Kalabalıkların Önderleri

Canlı varlıklardan birkaçı bir araya gelir gelmez, bunlar ister hayvan ister insan kalabalığı, olsun, içgüdüsel olarak bir reisin, yani bir önderin emri altına girerler. İnsan topluluklarında önderlerin büyük bir rolü vardır. Onun iradesi, fikirlerin gerçekleştiği bir kaynak olur. Kitle, çobanına sadık bir sürüdür.

Önder, başlangıçta, sonradan havarisi olacağı fikir tarafından hipnotize edilmiş bir kimsedir. Fikir onu o derece sarmıştır ki, onun dışında her şey silinir ve onun karşısında yer alan her hangi bir düşünce kesin olarak kötü ve şeytanca görünür. Kuruntulu fikirleriyle teşhir edilmiş olan ve bunları yaymak için engizisyon usullerini uygulayan Robes Pierre gibi, önderler çoğunlukla fikir adamı değil aksiyon adamıdırlar. Onlar yarı aydın insanlardır. Aydın olmak insanları genellikle tereddütlü davranışlara ve hareketsizliğe sevk ettiğinden, tam olarak aydın olamazlar. Önderler, özellikle nevrotik olanlar, yaradılış olarak heyecanlı olanlar, deliliğin sınırında yaşayanlar arasından çıkarlar. Savundukları fikir ve amaçlan ne kadar kötü olursa olsun, onların kanaatlerine karşı her uygulama ve her değerlendirme hükümsüz kalır.

Hakaret ve saldın onları daha çok harekete ve heyecana getirmekten başka bir işe yaramaz Kişisel çıkarlar, aile, hepsi feda edilmiştir. Nefsi koruma güdüsü bile onlarda kaybolmuştur, o kadar ki, istedikleri tek ödül çoğu defa şehid olmaktır. İmanın şiddeti sözlerine büyük bir etkileme gücü verir. Halk iradi olarak güçlü insanı diler ve onun peşinden gider. Kitle halinde bulunan bireyler bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradesi sağlam olana içgüdüsel olarak dönerler.

Kavimlerin önderleri hiç bir zaman eksik olmamıştır, fakat bunların hepsi bir havari olacak derecede kuvvetli kanaatlere sahip değildir. Çoğu defa bunlar yalnız şahsi çıkarlarının peşinde sıradan iç güdüleri okşayarak karşısındakileri kandırmaya çalışan kurnaz konuşmacılardır. Bu gibilerin kitle üzerindeki tesirleri her zaman çabuk geçer. Pierre L’Ermite’ler, Lutherler, Savonarole’ler, büyük ihtilalciler gibi kitlelerin ruhunu coşturan büyük yalancılar, önce bizzat kendileri bir inanca kuvvetle bağlanmadıkça, kitleyi büyülemeye başarılı olamamışlardır. Bu gibi kimseler o zaman, insanı hülyasının mutlak esiri kılan ve iman denen o müthiş kudreti ruhlarda yaratabilirler.

İman yaratmak, gerek dini gerek siyasi, gerek toplumsal iman yaratmak, gerek büyük bir işe veya bir şahsa, bir fikre iman yaratmak.. Büyük önderlerin rolü özellikle budur. İman daima, insanın eli altında bulunan kuvvetlerin en büyüklerinden biri olmuştur. İncil haklı olarak, imanın, dağları yerlerinden oynatmak kuvvetinde olduğunu söyler. Bir insana iman aşılamak onun kuvvetini on misline çıkarmak demektir. Tarihin büyük olayları çoğu defa imanlarından başka dayanakları olmayan meçhul müminler tarafından aksiyon sahasına çıkarılmıştır. Dünyayı idare eden dinler ve yer küremizin bir yarısından öteki yarısına kadar genişleyen imparatorluklar, ne edipler, ne filozoflar, ne de özellikle kuşkucu düşünürler (sceptique) tarafından kurulmuştur.

Fakat bu gibi örnekler büyük önderlere aittir. Bunlar tarihin sayılarını kolayca belirlemeyeceği kadar azdır. Ender bulunurlar. Bunlar güçlü insan sarraflarından başlayarak, dumanla boğulmuş bir kahvehanede, Anlamını kendisinin de anlamadığı; fakat uygulamaya geçtiğinde bütün arzuları yerine getireceğinden kesin şekilde emin bulunduğu sloganları aralıksız tekrar ederek arkadaşlarını büyüleyen işçiye kadar inen, devamlı bir serinin zirvesini teşkil ederler.

En yükseğinden en aşağısına kadar her sosyal çevrede insan artık toplum içine girdiği andan itibaren derhal bir önderlik yasalarının hükmü altına girer. Bireylerin çoğu, özellikle halk tabakalarına mensup olanlar, kendi uzman oldukları alan dışında açık düşünülmüş bir fikre, bir değerlendirmeye sahip olmadıklarından, kendi kendilerini yönetmekten acizdirler, önder onlara rehberlik eder. Okuyucuları için düşünce üreterek onları düşünmek zahmetinden kurtaran, hazır formüllerle dolu basın da gerektiğinde önderlerin yerine geçebilir, fakat bu yetersizdir.

Önderin hüküm ve nüfuzu çok baskıcıdır. Ve bu baskı oranında kendisini dinletmeyi başarır. En kavgacı işçi tabakalarında, nüfuzlarını kuvvetlendirmek için, hiçbir araca sahip olmadıkları halde, önderlerin kendilerine kolaylıkla itaat ettirdikleri görülmüştür. Çalışma saatlerini ve ücretlerini tespit ederler, grevlere karar verirler, belirlenen saatte grevi başlatırlar ve son verdirirler.

Hükümet kendisi hakkında tartışma edilmesini uygun gördüğü oranda, bu önderler yavaş yavaş hükümet yerine geçmeğe doğru ilerlemektedirler. Bunlar yetenekleri sayesinde, hiç bir hükümetin elde edememiş olduğu derecede kitlelerden itaat görürler. Herhangi bir sebeple önder ortadan kalkar ve yerine hemen bir başkası geçmezse kitle dağınık ve dayanma olanağı kalmayan bir kalabalık durumuna düşer. Paris otoibüs memurlarının bir grevi esnasında iki elebaşının tevkif edilmesi grevin derhal sona ermesini sağladı. Kitlenin ruhuna daima hakim olan hürriyet ihtiyacı değil, esirlik ihtiyacıdır, itaate susamış olmaları, kendilerinin lideri olduğunu söyleyen kimsenin ardından gitmek şeklinde onları bağlar. Önder sınıflarında oldukça kesin bir sınıflama yapılabilir. Bunların bazıları hareketli, enerjik, sağlam iradelidir, fakat bu kuvvetleri geçicidir. Sayılan çok daha az olan diğer bazıları da hem kuvvetli, hem devamlı bir iradeye sahiptirler. Birinciler cesur, mert, şiddetli görünürler. Bunlar özellikle indirilecek darbeyi idare etmek, tehlikeye rağmen kitleleri sürüklemek ve bir gün önceki kura neferlerini kahramanlar durumuna getirmek için faydalıdırlar. Örneğin, imparatorluk zamanında Ney ve Murat gibi. Zamanımızda disiplin altında bir ordu tarafından müdafaa edilen eski Napoli krallığını bir avuç adamla almayı başaran zekasız fakat eneıjik, maceraperest Garibaldi bu sınıf önderlerdendir. Bununla beraber bu gibi önderlerin enerji ileri kudretli ise de geçicidir; onu doğuran heyecandan daha fazla yaşamaz. Günlük hayata tekrar dönünce o heyecan ile parlayan önderler, biraz önce bahsetmiş olduklarım gibi, hayret edilecek derecede bir acz içine düşerler. Başkalarını çok iyi sevk ve idare ettikten sonra, en basit hallerde düşünmekten ve kendilerini idareden aciz görünürler. Bu önderler ancak kendileri de sevk ve idare edilmek ve devamlı olarak tahrik olunmak ve kendilerinden üstün bir adamı veya fikri hissetmek, iyice çizilmiş bir hareket tarzını takip etmek şartiyle görevlerini yapabilirler.

Önderlerin ikinci sınıfı, yani devamlı bir iradeye sahip olanlar, daha az parlak görünüşlerine rağmen çok daha önemli, çok daha tesirli hareket eden örneklerdir.

Bu önderler arasında hakiki bir din veya büyük eserler vücuda getirenler vardır. Saint Paûl, Muhammed, Christophe Colomb, Lesseps gibi. Zeki veya dar fikirli olmalarının, önemi yoktur. Dünya daima bunların olacaktır. Bunların sahip oldukları çok dayanıklı ve güçlü irade, her şeyi kendisine boyun eğdiren son derece nadir ve kudretli bir karakteristik özelliktir. Kuvvetli ve devamlı bir iradenin neler yapabileceğine çoğu defa yeter derecede önem verilmez. Ona hiç bir şey karşı gelemez, ne doğa, ne ilahlar, ne de insanlar.

Bize en yeni örneği, iki dünyayı birbirinden ayıran ve üç bin seneden beri nice büyük hükümdarların gerçekleştiremediği teşebbüsleri başarı ile sona erdiren, bir mühendis vermiştir. Aynı mühendis sonra aynı şekilde bir başka girişimde daha bulundu. Ancak, bunda başarılı olamadı, çünkü ihtiyarlamıştı, ihtiyarlığın önünde herşey, irade bile söner…

İradenin kuvvetini göstermek için Süveyş Kanalının, açılmasında yenilen zorlukların tarihini bilmek gerekir. Burada neler olup bittiğini gözleriyle gören bir şahit, doktor Cazalis, bu çok büyük eserin sentezini, onun ölmez yaratıcısının ağzından bir kaç satırla şöyle özetlemiştir:

“Ve her gün, durak durak, bölüm bölüm kanalın destanını anlatıyordu. Yenmeğe mecbur olduğu her şeyi, mümkün kıldığı imkansızlıkları, bütün karşı koymaları, aleyhine yapılan anlaşmaları, uğradığı kederleri, felaketleri, hezimetleri anlatıyor; fakat bunların kendisini asla cesaretten düşürmemiş, bıkkınlığa uğratmamış olduğunu hikaye ediyordu. İngilterenin aralıksız bir halde kendisiyle uğraştığını, Mısır ve Fransa’nın kararsız olduğunu, Fransa konsolosunun ise başlangıçta, herkesten fazla muhalif bulunduğunu hatırlatıyordu. İşçilere tatlı su verilmesinin engellendiğini, işçileri susuzlukla tehdit ederek kendisine nasıl karşı konulduğunu, Deniz Bakanının ve bütün ciddi adamların, Bilim insanlarının düşman kesilmiş olduklarını ve hepsinin Bilimsel olarak bu işin felaketle neticeleneceğine emin olarak, felaketin gün ve saatini adeta ay tutulmasının saat ve dakikasını tayin eder gibi, hesap ederek kendisine haber verdiklerini anlatıyordu.”

Bütün bu büyük önderlerin hayatlarını hikaye edecek kitapta çok az isim bulunur. Fakat bu isimler medeniyetin ve tarihin en önemli olaylarının başında bulunmuşlardır.

2 Önderlerin Eylemleri ve Uygulama Araçları: İddia Tekrar ve Yayılma

Bir an için bir kalabalığı bir şeye doğru sürüklemek, bir sarayı yağmalamak, bir barikatı savunmak için canlarını feda ettirecek hareketlere karar verdirmek gerektiği zaman, kitlenin çabuk ve ani telkinler yapılarak etkilenmesi elzemdir. En kuvvetli, en enerjik etki, örnek olmak, örnek oluşturmaktır. Bunun için de kalabalığın bazı olgularla önceden hazırlanmış olması ve onu sürüklemek isteyenin, daha aşağıda nüfuz diyebileceğimiz meziyete sahip olması gereklidir.

Kitlelerin ruhuna bazı fikir ve inançları Örneğin toplumsal kuramları yavaş yavaş sindirmek bahis konusu olduğu zaman, önderler tarafından çeşitli yöntemler kullanılır. Onlar başlıca şu üç yönteme baş vururlar: iddia, tekrar, yayılma. Bu telkinlerin etkisi oldukça ağır, fakat devamlı olur.

Her türlü değerlendirmeden, her tür ispattan uzak, saf ve sade iddia… Kitlelerin ruhuna bir fikri yerleştirmek için en güvenilir araçtır, iddia ne kadar açık ve deliller ne kadar sade ve ispattan uzak olursa, hüküm o oranda etkili ve büyük olur. Bütün çağların din kitapları ye kanunları daima böyle sade iddialar ortaya koymuşlardır. Her hangi bir siyasi davayı savunmaya davet edilen devlet adamları ve ürünlerini ilanlarla her tarafa dağıtan sanayiciler iddianın değerini iyi bilirler.

Bununla beraber iddianın gerçekten tesirli olabilmesi için mümkün olduğu kadar aynı kelimelerle tekrar edilmesi şarttır. Napolyon, “biricik ciddi söz sanatı tekrardır” demiştir, iddia olunan şey tekrar edilmek suretiyle nihayet ispat edilmiş bir hakikat gibi kabul olunacak derecede beyinlere yerleşir.

En yetgin ruhlar üzerinde dahi tesir ettiği görülünce, tekrarın kitleler üzerindeki etkisi daha iyi anlaşılır. Şurası bir gerçektir ki, tekrar edilen şey nihayet eylemlerimizin harekete yönelticilerinin hazırlandığı bilinçaltının derin tabakalarına kadar iner, yerleşir. Birkaç zaman sonra tekrar edilen iddianın kimin tarafından ortaya atıldığını unutarak o tekrar olunan sözlere inanırız. İlanın hayret verici etkisi ancak böyle açıklanabilir. En iyi çikolatanın X marka olduğunu yüzlerce defa okuduğumuz zaman, bunun birçok defa söylendiğini düşünür ve nihayet okuduklarımızın bir gerçek olduğuna kanaat getiririz. Y markalı tozun en büyük kimselerin hastalıklarına iyi geldiği yolundaki binlerce şahidin onaylamasına bakarak, biz de aynı hastalığa tutulduğumuz zaman Y markalı tozu denemeye kalkarız. Aynı gazetede filan adamın tam bir alçak ve falan adamın çok namuslu bir kimse olduğunu okuya okuya nihayet bunların bu nitelikleri gerçekten taşıdıklarına kanaat getiririz, şu şartla ki, bu iki sıfatı bu adamlar için tersine kullanan, o gazeteye muhalif olan başka bir gazeteyi sık sık okumayalım. İddia ve tekrar hayatta mücadele edebilmek için en kuvvetli vasıtalardır.

Bütün tahvilleri satın alan bazı mali işletmelerde olduğu gibi, tekrar tekrar aynı tarzda ortaya atılan iddialar, fikir cereyanı dediğimiz şeyi meydana getirir ve o zaman sirayetin kudretli mekanizması işe karışır. Fikirler, hisler, heyecanlar, inançlar kitleler üzerinde, mikropların sirayeti kadar kudretli tesirlere sahiptiler. Bu hadise bir sürü halinde bulundukları zaman hayvanlarda da görülebilir. Bir atın aynı hareketleri sık sık yapması, ahırda bulunan diğer atlara da sirayet eder, onlar da bu hareketi yapmıya başlarlar. Bir veya birkaç koyunun bir şeyden ürkmesi derhal öteki koyun lan da ürkütür. Heyecanların sirayeti, paniklerin sebepsiz vukuunu izah eder. Delilik gibi daimi bozukluklar bile sirayet yoluyle yayılır. Akıl hastalıkları mütehassıslarında Bilinç bozukluklarının çok görüldüğü malûmdur. Örneğin agoraphobie (meydan korkusu) denen genişliklerden korkma hastalığının insanlardan hayvanlara geçtiği de söylenmektedir.

Yayılma, bireylerin aynı yerde toplu bir halde bulunması şartını daima taşımaz; aynı istikamete yönelerek kitlelere özgü karakteristikler veren olayların etkisi altında, özellikle yukarıda bahsettiğim gibi ruhlar uzak faktörlerle hazırlanmış oldukları zaman, birbirinden ayrı yerlerde bulunan kimseler arasında da gerçekleşir. Örneğin 1848 ihtilali Paris’ten başlayarak birden bire Avrupa’nın büyük bir kısmına yayıldı ve birçok monarşileri de sarstı.

Birçok toplumsal olaylar üzerinde etkisi olduğu söylenen taklit, gerçekte bulaşmanın eserinden başka bir şey değildir. Taklidin rolünü başka bir yerde göstermiş, çok zaman önce söylemiş olduğumdan, bu konuya uzun zamandan beri zaman ayıran yazarların sözlerini buraya almakla yetineceğim:

“Hayvanlar gibi insanlar da yaradılıştan taklitçidir. Taklit, insan için bir ihtiyaçtır, yeterki, taklit kolay olsun, Örneğin modanın yayılması bu ihtiyaçtandır. İster fikirler, ister ebedi eserler, yahut sadece kostümler söz konusu olsun, modanın hüküm ve etkisi dışında kalmayı başaran kaç kişi vardır? Kitleler delil ve ispatlarla değil, modellerle sevk olunurlar. Her devirde sayılan az olan bazı kişilikler, eylemlerinin izlerini bırakır ve onları şuursuz kitleler taklit ederler. Bu kişiliklerin önceden kabul görmüş fikirlerden çok de ayrılmamaları gerekir, çünkü o zaman bunları taklit etmek güç ve tesirleri sıfır olur. İşte asıl bu sebeple, devirlerinin, üstünde bulunan insanları, kendi devirleri üzerinde genellikle hiç bir tesirleri yoktur. Aradaki fark fazla büyüktür. Yine bu sebeple, Avrupalılar, medeniyetlerinin bütün avantajlarına rağmen Şarklılar üzerinde etkili olamazlar.

“Geçmişin ve karşılıklı taklidin etkisiyle, aynı memleketin ve devrin insanları birbirlerine o derece benzerler ki, bu iki tesirden kendilerini en fazla kurtanr gibi görünen filozoflar, Bilim insanları, yazarlar gibi insanların düşünce ve üslûplarında aynı aileden geldiğini belli eden bir hava vardır; biraz dikkatle bunların hangi zamana ait olduğunu anlayabiliriz. Her hangi bir kimse ile biraz konuşmak, bu kimsenin okuduklarını, her zamanki alışkanlıklarını ve içinde yaşadığı çevreyi bize tanıtmaya yeter.”

Bulaşma yalnız düşünceleri değil, bazı hissetme tarzlarını da insanlara kabul ettirecek kadar kuvvetlidir, Tanhauser gibi bir eseri aşağılaştıran ve birkaç sene sonra da onu en çok çekemeyenleri bile ona hayran bırakan da bulaşma.

Fikirler ve inançlar özellikle bulaşma mekanizmasıyla ve çok az da değerlendirme mekanizmasiyle yayılır. İşçilerin bu günkü anlayış tarzları meyhanelerde yapılan iddia ve tekrarların bulaşması ile yerleşir. Her çağın kitlelerinin anlayışları başka türlü olmamıştır, denilebilir. Renan hıristyanlığın ilk kurucularını, fikirlerini meyhaneden meyhaneye yayan sosyalist işçilere benzetmiştir. Daha önce Voltaire hıristiyanlıktan bahsederken, “yüz seneden fazla bir süre onun sadece sıradan en basit halk tarafından kabul edilmiş olduğunu” söylemişti.

Bu söylediklerime benzeyen hallerde bulaşma, halk arasında etkisini yaptıktan sonra toplumun yüksek tabakalarına geçer. Bu suretle, bugün sosyalist kuramlar sonradan onun ilk savunucuları olacak kimseleri kazanmağa başlıyor. Bulaşma söz konusu olunca, önünde şahsi çıkar düşüncesi bile kayboluyor.

İşte bunun için, halk arasında tutunmuş olan bir fikir, ne kadar yanlış olursa olsun, nihayet toplumun yüksek tabakalarına da kendini kabul ettirmektedir. Aşağı seviyedeki toplumsal tabakaların yüksek tabakalar üzerindeki bu etkisi öyle hayret vericidir ki, kitlelerin inançlarını oluşturan fikirler, önceleri içinden çıkmış oldukları çevrede tesirsiz kalmış olanlardır. Bu yüksek düşünceleri benimseyen önderler onların şeklini bozarlar ve bir tür mezhep icat ederler. Bu mezhep de o fikri bir daha bozar, sonra onu gittikçe daha bozularak kitleler arasında yayar. Yaygınlaşan ve taraftar bulan, tutulan bu fikirler bir kez hakikat kılığına girdi mi, geldiği yere, eski kaynağına tekrar döner ve o zaman yüksek tabakalar üzerinde etkisini gösterir.

Kısaca, dünyaya kılavuzluk eden zekadır ama bu kılavuzluğu çok uzaktan yapar. Açıklamaya çalıştığım mekanizma etkisiyle fikirler zafer kazandıklarında, onları ortaya atan düşünürler çoktan toprak olmuşlardır.

3 Nüfuz (prestige)

iddia, tekrar, ve bulaşma aracılığıyla yayılmış olan fikirlerin büyük bir kudrete sahip olmaları nüfuz dediğimiz o esrarlı kudreti kazanmış olmalarındandır. Fikirler veya insanlar dünyada hakim olan her şey, bu nüfuz dediğimiz kudretle kendilerine itaati sağlamışlardır. Bu kelimenin anlamını herkes bilir; fakat o, tarifi kolay olmayacak derecede çok çeşitli tarzda tatbik olunur ve kullanılır. Nüfuz sözünde hayranlık, korku gibi hisler saklı bulunur ve bunlar nüfuzun temelidir. Fakat bunlarsız da nüfuz olabilir, ölmüş bulunan ve bu sebeple kendilerinden artık korkmıyacağımız İskender, Sezar, Muhammed, Buda gibi kimseler bugün bile büyük bir nüfuza sahiptirler, öte yandan, Örneğin Hindistan’ın yer altı mabetlerindeki ejderhalar gibi, bizim hayranlık hissetmediğimiz efsaneler de yine, bize büyük bir nüfuza bürünmüş görünmektedir.

Gerçekte, nüfuz, bir şahsın, bir eserin yahut bir inancın ruhumuz üzerine yaptığı bir çeşit afsunlamadır. Bu afsunlama bizim bütün eleştiri kabiliyetimizi felce uğratır ve ruhumuzu hayret ve saygı duygularıyle doldurur. O zaman meydana gelen hisler, bütün hisler gibi açıklaması olanaksız bir hal alırlar. Bu hisler manyetize edilen bir şahsın etkisi altına girdiği zaman telkinin verdiği duygu çeşidindendir. Nüfuz, her hakimiyetin en kuvvetli zenbereği, en kudretli aracıdır. İlahlar, krallar, kadınlar onsuz hiç bir zaman hükmedemezler.

Nüfuzun çeşitlerini başlıca ikiye indirebiliriz: Kazanılan nüfuz, şahsi nüfuz. Kazanılan nüfuz, ismin, rütbenin, unvanın, şöhretin verdiği nüfuzdur. Bu çeşit nüfuz şahsi nüfuza bağlı değildir. Şahsi nüfuz bazı defa şöhretle, servet ve kısmet ile aynı zamanda mevcut olan veya bunlarla desteklenen, fakat tamamiyle ayrı ve bağımsız olarak mevcut olabilen ferdi bir şeydir.

Sonradan kazanılan ve sun’i olan nüfuz çok daha yaygındır. Bir ferdin yalnız bir mevki sahibi olması, bir serveti bulunması, bazı unvanları taşıması, şahsi değeri ne kadar hiçlik ifade ederse etsin, onu bir nüfuz halesiyle sarar. Üniformasını giymiş bir askerin, kırmızı elbisesi içinde bir hakimin her zaman bir nüfuzu vardır. Pascal, hakimler için kırmızı cübbe ve takma saçın gerektiğini isabetle kaydetmişti. Hakimler, bunlar olmazsa nüfuzlarının büyük bir kısmını kaybederler.

Bahsettiğim bu nüfuz şahıslara aittir. Onun yanma fikirlerin edebi veya güzel sanatlara dair eserlerin nüfuzlarını koyabiliriz. Bunlar çok defa tekrarların birikmesinden başka bir şey değildir. Tarih ve özellikle edebiyat ve güzel sanatlar tarihi, hiç kimsenin kontrole kalkışmadığı aynı fikirlerin tekrarı olduklarından nihayet herkes okulda öğrendiğini tekrar eder durur. Hiç kimsenin dokunmaya cesaret edemiyeceği bazı isimler ve şeyler vardır. Bir yeni çağ okuyucusu için Homeros’un eseri büyük bir can sıkıntısı verir; fakat bunu söylemeğe kim cesaret edebilir? Parthenon şimdiki halinde cazibeden oldukça yoksun bir harabedir. Fakat öyle bir nüfuza sahiptir ki, artık o daima tarihi hatıralarının debdebesiyle birlikte görülür. Nüfuzun bir özelliği de her şeyi hakikatte olduğu gibi görmekten insanı alıkoyması ve değerlendirme yeteneğini felce uğratmasıdır. Kitleler her zaman, bireyler çoğu defa hazır fikirlere muhtaçtırlar. Bu fikirlerin beğenilip kabul edilmesi, onlardaki gerçek veya batıl payı ile ilgili değildir. Bu başarı duygusu onların nüfuzunda gizlidir.

Şimdi şahsi nüfuza geliyorum. Yapma veya kazanılmış nüfuzdan çok farklı olan bu çeşit nüfuz, her unvandan, her nüfuzdan ayrı bir araçtır. Bu çeşit nüfuza sahip bulunan sayıları çok az kimseler, hiç bir nüfuz vasıtasına sahip bulunmayan kimselerin ve kendine denk olanlar da dahil olmak üzere, etrafını çevreleyen bütün insanların üzerinde gerçekten bir mıknatıs etkisi gösterirler. Böyle bir tesir altında kalanlar, bir yırtıcı hayvanın kolayca parçalayabileceği terbiyecisine itaat etmesi gibi ona itaat ederler.

Buda, İsa, Muhammed, Jeanne d’Arc, Napolyon gibi, insanları sevk ve idare ediciler nüfuzun bu yüksek çeşidine sahip idiler. Özellikle bu çeşit nüfuz ile kendilerine itaat edilmeyi sağladılar. İlahlar, kahramanlar ve inançlar kendilerini kabul ettirirler ve tartışma edilemezler, edildikleri anda da ortadan silinirler.

Burada andığım kimseler şöhret kazanmadan çok önceleri kendilerine bağlama kudretine sahip idiler ve aslında böyle bir kudrete sahip olmasalardı şöhretlerini kazanamazlardı. Napolyon şan ve şöhretinin en yüksek noktasına eriştiğinde sırf kendi kudretiyle bir nüfuz icra ediyordu. Ve bu nüfuza meslek hayatının ilk zamanlarında da sahiptir. Henüz tanınmamış bir general olarak torpil kullanarak İtalya ordusuna komuta etmeğe gönderildiği zaman, Direktuvar, hükümetinin kendilerine gönderdiği bu genç torpilli generali güzel bir törenle kabul etmeğe hazırlanan generaller arasına girdi.

Daha ilk dakikada, hiç bir kelime söylemeksizin, jestler, tehditler olmadan, yarının büyük adamının ilk bakışları karşısında büyülenmişlerdi. Tain, o zamanın hatıralarından aldığı bu meraklı sahneyi şöyle canlandırır:

“Alay komutanları ve bu arada yüksek boyu ile ve cesaretiyle övünerek bir çeşit kahramanlık taslayan ihtiyar general Augereau, Paristen gönderilen bu küçük züppeyi karşılamak için hiç de iyi hazırlanmamış olan genel karargaha gelirler. Napolyona dair kendisine verilen bilgiler üzerine Augereau sövüp saymaya başlar Napolyon hakkında: Baras’ın bir gözdesi bir Vendeminaire generali, bir bir sokak generali; ayının birisi, çünkü düşünmeyi yalnız o bilir, küçük bir adam, matematikte ve hülyada meşhur… Alay generalleri genel karargah salonuna girerler, Napolyon kendisini bekletir, nihayet görünür, kılıcını beline bağlar, şapkasını giyer, aldığı tertipleri izah eder, talimatını verir, onlara gidebilirsiniz der, generaller dışarıya çıkarlar. Augereau dili tutulmuş gibi dona kalır. Yalnız dışarıya çıktıktan sonra kendine gelir ve her zamanki küfürlerine başlar. Massena’ya ve kendisine bu general bozuntusunun verdiği korkuyu itiraf eder, daha ilk bakışta kendisini ezilmiş, yenilmiş hissettiren kudreti anlayamaz.”

Büyük adam olunca nüfuzu bütün zaferiyle büyüdü ve müminler için ilahın nüfuzu ne ise ona eşit bir nüfuz kazandı. Augereau’dan daha sert, daha enerjik olan ihtilalci ihtiyar general Vandamme, bir gün 1815 ‘te Tuilerie sarayının merdivenlerini çıkarken general Omano’ya Napolyon hakkında şöyle diyordu:

“Azizim, bu şeytan adam anlayamadığım bir afsun ile beni büyülüyor, öyle ki, ne şeytandan ne ilahtan korkan ben, ona yaklaştığım zaman bir çocuk gibi titriyorum, o zaman o beni ateşe atmak için iğne deliğinden geçirebilir.”

Napolyonun nüfuzu, kendisine yaklaşmış olan herkes üzerinde aynı tesiri yapıyordu.

Maret ile kendisinin Napolyana karşı derin bağlılıklarından bahsederken Davoust şöyle söylüyordu:

“Eğer imparator her ikimize, “siyasetim gereği kimse Paris’ten çıkmadan ve kaçmadan şehrin yakılması gerekiyor” deseydi, Maret bu sırrı kimseye söylemezdi, bununla beraber ailesini Paris’ten çıkarmak suretiyle bu sırrı tehlikeye düşürürdü. Halbuki ben, imparator anlar korkusuyla ailemi ve çocuklarımı Paris’te bırakırdım.”

Aklı durduran bu tesir gücü, Elbe adasından o mucizevi dönüşü izah eder. İstibdadından usanmış olduğu sanılan büyük bir memleketin muntazam kuvvetleriyle savaşarak tek başına bu memleketi, Fransa’yı fethetmesi başka türlü nasıl açıklanabilir? Kendisini yakalamağa gelen yeminli generallere bir kere bakması, onların direnmeden teslim olmalarına yetti, İngiliz generali Wolseley şöyle yazar: “Napolyon, krallığı olan Elbe adasından kaçarak tek başına Fransa’ya çıkar ve bir kaç hafta içinde meşru kralının idaresi altında bulunan Fransa devletinin bütün kurumlarını kan dökmeksizin alt üst eder. Bir tek adamın şahsi nüfuz ve etkisi bu derece hayret verici tarzda ne zaman görülmüştür? Fakat muharebelerinin sonuncusu olan bu savaşta, harekatın başından sonuna kadar, müttefikleri de bu girişimi takibe mecbur ederek, onlar üzerine yapmış olduğu tesir ne kadar büyüktür. Bu savaşlar müttefikleri hemen hemen bozacak gibi değil miydi?”

Napolyonun nüfuzu kendisinden sonra da yaşadı ve büyümeğe devam etti. Meçhul bir yeğeni imparator diye takdis ettiren o idi. Bugün menkıbesinin yeniden ortaya çıktığı görülürse bu büyük karaltının hala ne kadar kudretli olduğu iyice anlaşılır. İnsanlara alabildiğine zulüm ediniz, milyonlarca insanı öldürtünüz, istilalar üzerine istilalar yapınız, eğer o derecede bir nüfuz ve bu nüfuzu sürdürmeye yetecek derecede zekanız varsa size her şey mubahtır.

Şüphesiz, burada mutlak şekilde istisna bir nüfuz örneği verdim, fakat dinlerin, büyük mezheplerin, büyük imparatorlukla™ nasıl meydana geldiğini anlatmak için bu konu faydalı idi, Nüfuz aracı ile kitleler üzerine yapılan hüküm ve güc olmaksızın bu durum anlaşılmaz olarak kalırdı.

Nüfuz yalnız şahsi veya askeri tehdit, dini inanç üzerine kurulmaz, daha sade kaynaklara sahip bulunabilir, bununla beraber daha da büyük olabilir. Asrımız bu çeşit nüfuzlara birçok örnekler vermiştir. Bunlardan birini de, uzun yıllar boyunca hatırdan çıkmıyacak olan ve iki kıtayı birbirinden ayırarak yer kürenin çehresini değiştiren ve milletler arası ticari ilişkileri ıslah eden biraz önce söylediğim, tarihi bir şahsiyet vermiştir. Bu zat, teşebbüsünde, çok kuvvetli irade sayesinde, fakat aynı zamanda yakınları üzerinde yaptığı büyüleyici tesir ile başarılı olmuştu. Kendisine karşı itifakla kurulan muhalefeti yenmek için orada kendisini göstermesi ve birkaç söz söylemesi kafi idi. Yaptığı sihirli tesir altında kalan muhalifler, sonunda onun taraftarı ve dostu oluyorlardı. Onun projesine özellikle İngilizler şiddetle karşı geliyorlardı. İngilterede hazır bulunuşu, orada bir zaman kalması, bütün oyların kendi tarafına çevrilmesine sebep oldu. Bir süre sonra Southampten’dan geçerken yollarda ona çanlar çaldılar.

İnsanları ve eşyayı bu suretle kazandıktan sonra, artık engel tanımıyordu ve aynı araçlarla Süveyş’e, bu sefer Panama’da başlamak istedi. Fakat dağları yerinden oynatan iman, bunu ancak dağların çok yüksek olmaması şartıyle yapardı ve dağlar ona karşı durdu ve bunu takip eden facia, kahramanı çevreleyen şan ve şeref ışığını söndürdü. Onun hayatı bir nüfuzun nasıl büyüdüğünü ve nasıl yok olduğunu gösterir. En meşhur tarihi kişiliklerin yükseldiği mevkiye kadar çıktıktan sonra, memleketin Yargıçları tarafından en sefil caniler derecesine indirildi, tabutu kayıtsız halk arasından yalnız olarak geçirildi. Sadece yabancı hükümdarlar onun hatırasına saygı gösterdiler.

Bu söylediğim çeşitli örnekler konumuzun en yüksek şekilde temsil ederler. Nüfuzun psikolojisini genişçe inceleyebilmek için dinlerin ve imparatorlukların kurucularından, bir yeni elbiseye yahut bir nişanla komşularının gözlerini kamaştırmak, komşularını hayretler içinde bırakmak isteyen bir kimseye kadar, nüfuzun bütün serisini gözden geçirmek gerekir.

Bu serinin en başta ve en sonra gelen noktalan arasına bir medeniyetin bilimleri, sanatlan, edebiyatı gibi çeşitli unsurlarında mevcut nüfuzların bütün şekilleri konulabildiği zaman, başkalarına tesir edebilmek için nüfuzun asli bir unsur olduğu görülür. Bir insan, bir fikir yahut başka bir şey nüfuza sahip ise derhal bulaşma yoluyle taklit edilir ve bütün bir nesle his ve fikir tarzları aşılar. Bundan başka taklit çoğunlukla bilinsizcedir ve taklidi meydana getiren de bu niteliktir. Modem ressamlar bazı alışkanlıkların silik renklerini ve sert davranışlarını oldukları gibi tasvir ederlerken, ilhamların nereden geldiği hakkında hiç bir düşünceleri bulunmaz, kendi samimi duygularına inanırlar. Halbuki meşhur bir ressam bu sanat tarzını meydana getirmemiş olsaydı şaşkınların yalnız zayıf ve olmanın ahlakına karşı isyan eder. De Lesseps iki denizi birleştirdiği zaman, hükümdarlar ve milletler kendisine takdirlerini bildirdiler. Bugün ki Cordilieres kayalıklarına karşı başarısızlığa uğruyor, artık bayağı bir dolandırıcıdan başka birşey değildir. Burada toplumun sınıfları arasında bir savaş var, başkalarının üstüne çıkmak, yükselmek isteyenlerden ceza kanunu ile intikam alan bir bürokratlar ve memurlar hoşnutsuzluğu var. Yeni kanun yapıcılar insan dehasının bu büyük düşünceleri karşısında şaşırıyor. Halk bunları az anlıyor ve Stanley’in bir katil ve Lesseps’in bir düzenbaz olduğunu ispat etmek böylece bir savcı için kolay oluyor.” süfli tarafları görülmeye devam olunurdu. Tanınmış bir yenilikçiye uyarak bezleri üzerine mor renkler ve gölgeler yayan ressamlar, doğada elli sene öncekinden daha fazla mor renk görmezler, fakat büyük bir nüfuz kazanmış olan bir ressamın şahsi ve özel duyguları ile etkilenmişlerdir. Medeniyetin her unsurunda bu gibi örnekler kolaylıkla ortaya konulabilir.

Bu söylediklerimizden şu anlaşılır; nüfuzun doğmasında birçok faktörler araya girebilir ve bunlar arasında da “başarı” en önemlisidir. Başarılı olan insan ve bu arada bir fikir, ancak bu başarılı olduğu için itirazla karşılanmazlar.

Nüfuz her zaman başarısızlıkla sona erer. Bir gün önce kitle tarafından alkışlanan kahraman, eğer talihin tokadını yemişse, ertesi gün tahkir edilir. Hatta bu ters görüntü, nüfuzun önceki büyüklüğü oranında şiddetli olur. Böyle, düşen bir kahramanın, kendisinin dengi olduğunu görünce artık tanımadığı bir üstünlüğün önünde eğilmiş olmanın intikamını alır. Robespierre meslekdaşlarının ve o zamanın birçok tanınmış adamlarının kafalarını kestirirken büyük bir nüfuz kazanmıştı. Mecliste birkaç oy’un yer değiştirmesiyle nüfuzunun derhal sona ermesi bir oldu. Kitleler bir gün önce Robespierre’in kurbanlarını ne kadar küfür ve tahkir ile giyotine götürmüşler ise, aynı küfür ve hareketi bu sefer ona yaptılar. Bir inancın sahipleri eski ilahlarının heykellerini daima şiddet ve hınçla kırarlar.

Başarısızlığın ortadan kaldırdığı nüfuz birden bire kaybolur. Nüfuz, tartışma ile de yıpranabilirse de, bu oldukça yavaş ve zamanla olur. Bununla beraber bu yöntemin etkisi daha sağlam sonuç verir. Tartışılan nüfuz artık nüfuz olmaktan çıkar. Uzun zaman nüfuzlarını muhafaza edebilmiş olan insanlar ve ilahlar tartışma konu olmaya asla katlanamaz. Kitlelerin hayranlığını kazanmak için onları kendinden daima uzak tutmak gerekir.

Gustave Le Bon

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version