Öte taraftan Almancaya çevrilen “Cevdet Bey ve Oğulları” adlı romanının tanıtımı için Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen okuma etkinliğine katılan Orhan Pamuk: “Baskıcı toplumlarda değişim birdenbire olur” dedi. Pamuk, Birdenbire olmak zorunda olmasını “Yavaş yavaş yaparsanız, yavaş yapanları içeri alırlar” diyerek gerekçelendirdi.
28 Mart günü ÇGD ”2010 Yılının Başarılı Gazetecileri” yarışması ödülleri dağıtılırken, Yaşar Kemal’e de “Özel Onur Ödülü” verildi. Dünyaca tanınmış yazar Yaşar Kemal, gönderdiği mesajında basının bugüne kadar “şöyle doyasıya bir özgürlük yüzü görmediğini” söyledi.
Yaşar Kemal’in mesajının bazı bölümler
“1952 yılının son günlerinde Aşık Veysel’i görmeye gitmiştim, köyüne. Tam dönecekken büyük bir deprem haberi geldi, 3 Ocak 1952, Erzurum, Hasankale yerle bir olmuş. Yakında olduğum için ilk giden gazeteci ben oldum. Çok büyük acılar yaşanıyordu. Depremden sağ çıkanlar eksi 30 derecede incecik çadırlarda yaşam savaşı verirken çoğu ‘keşke ölseydik, bu halimizden daha iyi olurdu’ diyordu. Taş kesilmiş insanlar, donmuş toprak, gömülemeyen ölüler ve bilen bilir anlatılmaz bir koku… Sakıp Hatunoğlu adında bir arkadaşla birlikte dolaşıyorduk. Bir donmuş bebek gördük, yaşıyor gibiydi. Ben röportajları aktarıyorum telefonla, gazete filan gördüğümüz yok. Günler sonra elimize gazete geçti, benim röportajda o bebeği anlatmışım. Okurken önce arkadaşım ağlamaya başladı, sonra ben… O gün bir kez daha anladım sözün gücünü.
Basın kendisinden korkuyor
Basının gücü sözün gücüdür. Onun için de basın her zaman büyük baskı altında kalmıştır. Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın alma o batan Osmanlıdan kalma bir gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor.
Her darbe döneminde kimi görsem, kiminle konuşsam, “İyi yapmıyorsun,” derlerdi. “Bugünlerde yazı yazılır mı, söz söylenir mi? Azıcık sabret canım, ne oluyorsun? Sana yazık değil mi? Sonra, ne yazacaksın bu koşullar altında, neyi nasıl söyleyeceksin? Haydi sen söyledin, çalıştığın gazete koyabilecek mi? Çalıştığın gazete kapatılmayı, ekonomik baskıları göze alabilecek mi? Ya gazetede çalışanlar ne diyecekler, gazete kapatılıp onlar işsiz kalınca, yüzlerine nasıl bakacaksın?”
Bizde basından gereğinden fazla korkuluyor. Basın da kendisinden korkuyor. O da kendi kendini eleştiremiyor. Gazetecilik bir yaratıcılıktır. Gazete, okuyucusunu kendi yetiştirir. Politika bir dedikodu arenasına dönerse, gazeteler de gece gündüz aynı kişilerin aynı tür sözlerini, dedikodularını, küfürlerini yazar, bol üstsüz, bol bol ilanla gazete yerine cıncık boncuk verirse milleti canından bıktırır.
Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. İşte basının özgür olması budur.
Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir.
Düşünceyle uğraşmak, düşünceye önem vermek baskıcı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle bir doyasıya özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma… İşte bugünlere geldik.
İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez
Hani eskiden bir güç vardı, ona ilerici güç diyorduk ya hepimiz karanlık bir duvarın önüne geldik başımızı son hızla vurmak üzereyiz. Yargı mekanizması adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa işte bir ülke böyle olur.
Hapisane kötüdür, ölüm gibi. Bilincine varınca, düzleşir, olağanlaşır. İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Ne derler, zulmün artsın ki tez zeval bulasın… Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir, ölümden de beterdir. Bilincine varınca olağanlaşır. Hepsinden beteri de insan soyunun yakasına yapışmış korkudur. İnsan korkusunun üstüne yürüdükçe, korku azalır, gücünü yitirir, insan soyu korkuda çürümez. Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Her şeyin temeli, beteri korkudur.
Diyorum ki, korkulmasın, bugünkü, bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok…
İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır
Bugün hapisanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar.
Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere. Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere. İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır.”
Orhan Pamuk: Baskıcı toplumlarda değişim birdenbire olur
Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi” dediği için milliyetçi çevrelerin ve ulusalcı uzantılarının düşmanı haline gelen Orhan Pamuk, Almancaya çevrilen “Cevdet Bey ve Oğulları” adlı romanının tanıtımı için Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen okuma etkinliğine katıldı.
‘Hamburg Edebiyat Evi’ tarafından düzenlenen etkinlikte kitabından okumalar yapan Pamuk, kitabının yazılış hikayesini de anlattı.
Pamuk konuşmasında, güncel politikalardan fazla söz etmek istemediğini ancak Arap ülkelerindeki ayaklamalar hakkında görüşlerini kısa da olsa ifade etti.
Baskıcı toplumlarda değişimle ilgili olarak da Pamuk, “Baskıcı toplumlarda değişim birdenbire olur, çünkü değişimin habercisi dile getirilemez. Herkes her şeyin sonsuza kadar aynı gideceğini düşünür, ama aslında evlerde, kapalı yerlerde eleştiri yapılmaya devam edilir. Kamusal alan denilen yerlerde, bu ifade edilemez. Edilemeyince de birdenbire herkes evinden çıkıp değişim yapınca, bu değişim insanlara birden bire olmuş gibi gelir. Birdenbire olmak zorundadır da. Yavaş yavaş yaparsanız, yavaş yapanları içeri alırlar” diye konuştu.
Brêz Yaşar Kemal sala 1981 tiyatoraya Dostlar min u te qise kir. Te li min ra got. Ez u malbatê min li diyarê Adana’yê dijin. Li eslê min Van Erciş u Ernis’e te got. Te got ki ez Kurdim. De hadê Kurdiniya xwe derxwe meydanê. Silav u xurmet.