Ana Sayfa Felsefe “Yapı-Üstyapı” ve “Liderlik-Diktatörlük” ilişkisi İçinde Sivil Toplum Momenti – Norberto Bobbio

“Yapı-Üstyapı” ve “Liderlik-Diktatörlük” ilişkisi İçinde Sivil Toplum Momenti – Norberto Bobbio

Marx’ın, sivil toplumu yapı ile özdeşleştinmesine karşın, Gramsci tarafından, sivil toplumun ‘yapı’dan ‘üstyapı’ya aktarılması, yapı ile üstyapı arasındaki ilişkilerin Gramscigil kavramlaştırmasına temel bir etken olmuştur. Gramsci’de yapı ile üstyapı ilişkileri sorunu, kendisinin buna verdiği öneme karşın, bugüne değin yeterli dikkati çekememiştir. Sanırız sivil toplumun öneminin belirlenmesi, bizi doğru bir perspektif ile daha derin bir çözümlemeye yönlendirmektedir. Bu anlamda, Marx’ın ve Gramsci’nin yapı ile üstyapı ilişkilerinin kavramsallaştırılmaları arasında temel iki farklılığın olduğunu kabul ediyoruz.

< Gramsci ve Sivil Toplum Kavramı

İlk olarak her ne kadar yapı ile üstyapı, birbirleri ile karşılıklı ilişkiler içindeki momentler olarak algılanıyorsa da Marx’a göre, birincisi asıl ve bağlayıcı iken, ikincisi ikincil ve bağımlı olandır. Bu durum en azından, oldukça açık olan metne bakıldığında ve motifler sorgulanmadığında böyledir. Gramsci’de ise bu ‘tamamen tersidir. Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’deki ünlü satırlarını unutmamamız gerekir: «Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimlerine tekâbül eden bir hukuksal ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur» (29).

Gramsci, yapı ile üstyapı ilişkilerinin karmaşıklığının farkında idi ve her zaman basit ve determinist (belirlenimci) yorumlamalara karşı çıkmıştır. 1918’de bir makalede şöyle demiştir:

«Öncül (ekonomik yapı) ile sonuç (siyasal örgütlenme) arasındaki ilişkiler hiç bir zaman basit ve doğrudan değildir; bir halkın tarihi yalnızca ekonomik olgularla belgelenemez. Bu çalışma, nedenleri çözebilmek için karmaşık ve karışık bir çalışmadır ve bunu yapabilmek için de tüm tinsel ve somut eylemlerin, derin ve geniş ve de yaygın bir incelemesi gereklidir» (30).

Aşağıdaki alıntı Hapishane Defterleri’ndeki sorunsalı daha önceden oluşturmaktadır; siyasal eylemi (doğrudan) belirleyen ekonomik yapı değil bu yapının ve onun gelişmesini düzenleyen kuralların yorumlanışıdır (31). Bu ilişki Hapishane Defterleri’nde aralarında en önemlilerini aşağıda sıralıyacağımız bir dizi antitez ile betimlenmiştir: ekonomik moment/ethik-politik moment; gereklilik/özgürlük; nesnel/öznel, Kanımızca bu konudaki en önemli bölüm aşağıdadır :

«Arınış (catharsis) terimi, salt ekonomik olan bir momentten, ethik-politik bir momente geçişi, yani yapının insanların bilincinde geçirdiği bir dönüşümle, üstyapı haline gelişini anlatmak üzere kullanılabilir. Bu aynı zamanda nesnelden öznele, gereklilikten özgürlüğe geçişi de temsil eder» (32).

Bu üç antitezin herbirinde de, asıl ve bağlayıcı moment üstyapıdır. Üstyapısal iki momentten, yani ‘onay’ ve ‘güç’ den ise biri olumlu (positive) iken diğeri olumsuz (negative) ifade taşımaktadır, ve bu antitezlerde göz önünde tutulan her zaman birinci momenttir. Üstyapı arınış momentidir. Yani Hegelci tarzda, «gerekliliğin bilinçliliği» olarak algılanan, gerekliliğin özgürlüğe dönüştüğü momenttir. Bu ,dönüşüm ethik-politik momentin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Özgün bir tarihsel durumu niteleyen maddi ‘koşulların tümü olarak algılanan gereklilik, yine yapının bir parçası olarak yorumlanan (varsayılan) tarihsel geçmişe özümsetilmiştir (33). Hem tarihsel geçmiş hem de varolan toplumsal ilişkiler, Gramsci’nin «ortak irade» içinde saptadığı etkili tarihsel özne tarafından tanınan nesnel koşullan oluştururlar. Yalnızca bu nesnel koşullar tanındığı zaman etkili özne özgür olabilir, ve gerçekliğe dönüşebilir. Daha da öte maddi koşulların tanındığı anda, bunlar arzulanan herhangi bir amaç için araç haline düşürülmektedirler: «Yapı insanı baskı altında tutan, onu kendi içinde eriten ve edilgenliğe mahkum eden dışsal bir koşul (baskı) olmaktan çıkar; ve yeni bir ethik-politik biçim yaratmaya yarayan bir özgürlük aracına ve yeni kişisel girişimlerin bir kaynağı haline dönüşür.» (34) Yapı ile üstyapı ilişkileri, doğalcı (naturalistic) bir bakış açısı içinde varsayıldığı zaman, bir neden-sonuç ilişkisi olarak yorumlanır, ve bu da onu tarihsel kaderciliğe yöneltir (35). Fakat etkili tarihsel özne ve ‘ortak istek’ bakış açısı içinde varsayıldığı zaman, bir araç-amaç ilişkisine dönüşmektedir. Yapının kendisini bir araç olarak kullanarak üstyapısal evre içinde işleyen ve amacı tanıyan ve izleyen, etkili tarihsel öznedir. Dolayısıyla yapı artık tarihin bağlayıcı momenti değil, ama bağımlı olanı haline gelmiştir. Yapı-üstyapı antitezinin kavramsal geçişi şu şekilde özetlenebilir: ethik-politik moment gerekliliğin (maddi koşulların) bilinçliliği şeklinde algılanan özgürlüğün momenti olarak, ekonomik momenti, etkili tarihsel öznenin nesnelliği tanıması yolu ile egemenliği altına almaktadır. Bu tanıma yolu ile maddi koşullar bir eylem aracına dönüşmekte ve bu sayede arzulanan amaca ulaşılmaktadır.

İkinci olarak Gramsci, üstyapı alanı içinde sivil toplum ve devlet momentleri arasında geliştirdiği ikinci bir antitezi de, yapı ile üstyapı arasındaki temel antiteze eklemektedir (36). Bu iki terimden birincisi her zaman olumlu, ikincisi ise olumsuz momenttir. Bu, Guicciardini’nin devletin mutlak olarak fiziksel güce (baskıya) ve dine gereksinimi olduğu yolundaki önermesini Gramsci’nin yorumlayarak oluşturduğu karşıtlar listesinde açıkça gösterilmiştir :

«Guicciardini’nin formülü, küçük ölçekli çeşitli diğer formüller ile yorumlanabilir güç ve onay; baskı ve ikna; devlet ve klise; siyasal toplum ve sivil toplum; politika ve ahlak (Croce’nin ethik politik tarihi); kanun ve özgürlük; düzen ve öz-disiplin; ya da (biraz da liberalliğin üstü kapalı yargısıyla) şiddet ve hile». (37)

Gramsci, hapishane mektuplarından birisinde (7 Eylül 1931), aydınlar üzerindeki araştırmasının konusundan söz ederken, şüphesiz ki Marx’ın ,devlet kavramına atıfta bulunmaktadır :

«Bu araştırma aynı zamanda, genellikle siyasal toplum ile sivil toplum arasındaki bir denge olarak değil, fakat doğrudan doğruya siyasal toplum —yani bir diktatora, ya da kitleleri belirli bir ekonomi ve üretim tipine [*****] uyumlu şekilde kontrol etmek için kullanılan bir diğer baskı aygıtı— olarak algılanan devlet kavramı ile de ilgili olacaktır». (38)

Şurası doğrudur ki, Marx’ın düşüncesinde, devlet —her ne kadar bir baskıcı güç olarak algılansa da— kendi içinde üstyapısal momenti kapsamaktadır. Yine bu moment ideolojileri de içermektedir. Ancak şu da doğrudur ki, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözündeki daha önce verilen alıntıda (Gramsci tarafından iyi bilinen ve Alman İdeolojisi’nin ilk bölümünde, bunu daha önceden bilse bile bir onaylama bulduğu (39), aynı ikincil momentin içinde, bir ikincil moment olarak, İdeolojiler her zaman kurumlardan sonra gelmektedirler, çünkü bunlar sınıf egemenliğinin yeniden kuruluş-sonrası ve gizlenmiş-gizleyen yasallaştırmaları olarak varsayılmaktadırlar. Marx’ın bu tezi otoriterce bir yorumlanış taşımaktadır. Bu da en azından İtalyan kuramsal marksizminde, Labriola’nın çalışmasında böyledir. Labriola, ekonomik yapının ilk elde ve doğrudan insanlar arasında uyrukluğun kural ve biçimlerini, yani yasa (töreler) ve devleti, ‘ikinci elde’ ve ‘dolaylı’ olarak da dinin ve bilimin üretilmesinde imge ve düşüncenin nesnelerini belirlediğini açıklamaktadır (40). Gramsci’de ideolojiler ve kurumlar arasındaki ilişki, bir karşılıklı eylem şeması içinde de olsa, tersine çevrilmiştir: ideolojiler tarihin birincil, kurumlar ise ikincil momentleri durumuna gelirler. Sivil toplum momentin gereklilikten özgürlüğe geçişin yer aldığı moment olarak algılandığında sivil toplumda tarihsel kökleri olan ideolojiler, maddi koşullarca tarihsel olarak oluşmuş bir erk’in artık yeniden kuruluş-sonrası bir yasallaştırması değil, daha önceden oluşmuş bir erk’i yasallaştırmaktan öte, yeni bir tarih yaratmaya ve yeni bir erk’in oluşmasında etken olmaya yeterli güçler olarak görülmektedir.

Sivil Toplum Kavramının Tarih-yazınsal ve Pratik-Politik Kullanışı

Gramsci’nin kavramsal sisteminde sivil toplum’un dikkate değer gerçek özelliği, Marx ve Engels’in düşüncesinin geleneksel yorumlanışına göre “bir değil, fakat iki tersine çevirişe yol açmaktadır: birincisi, üstyapının yapı üzerindeki egemenliği içinde oluşurken; ikincisi, üstyapının kendi içinde, ideolojik momentin kurumsal moment üzerindeki egemenliği içinde oluşmaktadır. Marx’ın tarihsel yorumlanışının kavramsal şeması haline gelen sivil toplum-devlet şeklindeki sade ve basit ikili yapı göz önüne alındığında, Gramsci’nin şeması daha karmaşıktır. Gerçekten yalnızca kısmen çakışan iki ikili yapının kullanımını sağlamaktadır: birincisi, yapı ile üstyapı arasındaki ikili yapıya tekâbül eden, zorunluluk ile (özgürlük arasındadır; diğeri ise ideolojiler ile kurumlar arasındaki ikili yapıya tekabül eden, «güç» ile «onay» arasındadır. Bu oldukça karmaşık şema içerisinde, sivil toplum hem ilk ikili yapının etkili momenti (pasife karşıt), hem de ikinci ikili yapının olumlu momentidir (olumsuza karşıt). Bu bize Gramsci’nin sisteminin gerçek merkezi olarak görünmektedir.

Bu yorum, Gramsci’nin hapishanedeki düşüncelerinde bu iki ikili yapının sık ve değişik kullanımı ile çizdiği sonuçların incelenmesi yoluyla kanıtlanabilir. Sanırız, ikili yapıların farklı kullanımını ayrıştırdığımızda, daha yararlı ve açık olacaktır: ikili yapıların, tarihsel yorumlama-açıklama’nın temel taşları olarak kullanıldığı, salt tarih-yazınsal bir kullanış; ve aynı ikili yapıların, ne yapılması gerektiğini ne yapılmaması gerektiğinden ayırt edici kıstaslar olarak kullanıldığı, doğrudan pratik-siyasal bir kullanıştır.

Genel olarak söylenebilir ki; Gramsci’nin tarih-yazınsal kullanımında, ekonomik moment ile ethik-politik moment arasındaki ilk ikili yapı, tarihsel sürecin temel ögelerini özelleştirmeye; ethik moment ile politik moment arasındaki ikinci ikili yapı ise, olumlu ya da olumsuz momentlerin egemenliğine göre tarihsel süreç boyunca yükseliş ve düşüş dönemlerini ayırt etmeye yaramaktadır. Bir başka deyişle Gramsci’nin düşüncesinin temel kavramı ‘Tarihsel Blok’dan yola çıkarak —ki Gramsci bu kavramı ile yapısal ve üstyapısal her iki ögeyi de içeren, tarihsel bir durumun bütünlüğünü ifade etmektedir—, birinci ikili yapı belirli bir tarihsel bloku tanımlamaya ve sınırlarını çizmeye, ikincisi ise ilerici bir tarihsel bloku gerici bir tarihsel bloktan ayırt etmeye yaramaktadır. Birkaç örnek verirsek; birinci ikili yapı, Gramsci’nin ‘Eylem Partisi’ (Action Party)’ni değil «Ilımlı Parti» (Moderate Party)’yi, İtalya’nın birliğini sağlayan hareket olarak seçip aldığı, kavramsal bir araçtır, (bu, Risorgimento üzerine notlarda en temel temalardan birisidir); ikinci ikili yapı ise, hakim sınıfın yönetici sınıf olma niteliğini yitirdiği İtalyan toplumunun Birinci Dünya Savaşı sonrası düştüğü bunalımı açıklamaktadır ki, bu bunalım, yönetenler ile yönetilenler arasındaki çözülmeden dolayı ‘ancak katıksız (mutlak) zor kullanımı’ (41) ile çözümlenebilir. Bunalımın yani bir tarihsel blokun erimesinin temel belirtisi, artık onun sivil toplumun kahramanları olan ‘Aydınlar’ı yanına çekemeyişindendir. Geleneksel aydınlar manevi öğütler verirler, geleneksel olmayanlar ise ütopia yaratırlar, yani her ikisinin de gerçek ile ilişkisi yoktur (42).

Pratiksel yön ya da siyasal eylem içinde, Gramsci’nin ilk ikili yapıyı kullanımı, ekonomizme karşı sürekli polemiklerinin zeminini oluşturur. Bu karşı çıkış, ezilen sınıfın tarihsel sorununun, bu sınıfın ekonomik ilişkiler alanı ve meydana getirdikleri karşıt uzlaşmaz güçler (birlikler) alanı içinde yoğun etkililikleri ile çözüleceği savınadır. İkinci ikili yapının kullanımı, güç erkinin ezilen sınıflarca düzenli şekilde ele geçirilişinin, ilk önce sivil toplumda oluşması gereken dönüşümün bir işlevi olarak varsayıldığı, Hapishane Defterleri’ndeki en önemli düşüncelerden birisidir. Gramsci’nin eleştirisini yönelttiği bu iki yön, ancak ikili yapının sürekli çakıştığı yolundaki görüşün tam anlaşılması ile açıklanabilir. Eleştirisi yalnızca yapıyı göz önüne almaya karşıdır, çünkü bu, işçi sınıfını kısır ve çözümsüz bir sınıf savaşımına yönlendirmektedir; aynı zamanda da, yalnızca üstyapının olumsuz momentinin göz önüne alınmasına karşıdır, çünkü bu da işçi sınıfını düzenli ve azimli bir ele geçirişe yönlendirmemektedir. İki alandaki bu savaşım yine sivil toplum içinde yer almaktadır. Bir alan, yapı içinde işleyen maddi koşulların süregenliğinin korunması ile ilişkilidir; diğeri ise bu koşulların yanlış bir çözümlenişini simgelemektedir (örneğin; onaysız saf bir egemenliğin olabileceği gibi). İkili yapının ögelerinden biri ya da diğerinin yersiz kullanılışı ya da hiç kullanılmayışı, kuramda iki karşıt hataya yol açar: sivil toplum ile yapının karıştırılması sendikalizm yanlışını meydana çıkartır; sivil toplum ile siyasal toplumun karıştırılması ise devlete tapmaya yol açar (43).

Siyasal Liderlik ve Kültürel Liderlik

Ekonomizme karşı olan ilk polemik parti teması ile birleştirilirken, diktatörlüğe karşı ikinci polemik —sivil toplumun bir yeniden düzenlenmesi ile birlikte bulunmayan— «hegemonya» temasını ortaya çıkarmaktadır. Buraya değin yapılan çözümleme, parti ve hegemonya konularının, Gramsci’nin toplum ve siyasal mücadele kavramlarında işgal ettiği önemli yerin anlaşılmasında bizi en iyi konuma getirmektedir. Gerçekten bunlar sivil toplumun iki ögesi olarak; hem sivil toplumun üstyapısal momenti temsil etmesinden dolayı ‘yapı’ya karşıttırlar, hem de yine, sivil toplum üstyapının olumlu momentini temsil ettiğinden güç-devlet ilişkisinin olumsuz momentine karşıttırlar. Parti ve hegemonya —her ikisi ile ilişkili olan aydınlar konusu ile de birlikte— Hapishane Defterleri’nin iki temel konusudur ve aynı zamanda Gramsci ile Lenin arasında bir karşılaştırma sağlayacak olgulardır.

Hapishanedeki düşüncelerinde oluşturduğu hegemonya kavramının geliştirilmesi boyunca Gramsci, hegemonya kuramcısı olarak gördüğü Lenin’e sık sık saygısını atfetmektedir (44). Ancak Gramsci genel olarak, ‘hegemonya’ teriminin Lenin’in olağan diline ait olmadığını, fakat onu erdemli şekilde kutsallaştıran Stalin’in dilinin bir özelliği olduğunu kavrayamamıştır. Lenin, ‘Liderlik ve Lider’den söz etmeyi uygun bulmuştur. Hegemonyayı elinde tutan —Holder of Hegemony— teriminin geçtiği seyrek bölümlerden birinde, bu terimi açık olarak lider ile eşanlamlı kullanmıştır (45). Hegemonya terimi ve bundan türeyen diğerleri, Gramsci’de de oldukça geç olarak —Hapishane Defterleri’nden önceki son çalışmalarından 1926’daki iki çalışmasında-ortaya çıkmaktadır (Letter to the Central Committe of the Soviet Communist Party-Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesine Mektup ve tamamlanmamış denemesi-Question Meridionale; Güney Sorunu’nda) (46). Aksine bu terim, 1917’den 1924’e kadar Lenin’den doğrudan esinlendiği çalışmalarda çok seyrek kullanılmıştır (47).

Ensonu, bizi asıl ilgilendiren kavramsal sorundur, dile ait olan değil. Kavramsal açıdan hegemonya terimi, Hapishane Defterleri’nde (Mektuplar’da da), 1926’daki iki çalışmada yer alan terimle aynı anlamı taşımamaktadır. Bu iki çalışmada terim —Sovyet metinlerindeki resmi anlamına da uygun— siyasal liderlik (48) anlamıyla, işçiler ve köylüler arasında ittifakı belirtmek için kullanılırken, ilk metinlerde genellikle ‘kültürel liderlik’ (49) anlamını taşımaktadır. Gramsci’nin düşüncesinin özelliği bu anlam değişikliğinde yatar. Bu değişiklik genellikle ve hatalı şekilde dıştalanmıştır ki, burada Marksizm’deki günümüz tartışmalarında, Gramsci’nin Lenin’e hegemonya kuramcısı olarak atfettiği saygıya rağmen, ilk hegemonya kuramcısı Lenin değil, Gramsci’nin kendisidir. Çizemsel olarak bu değişim, iki anlam arasında bilinçsizce ama önemli bir farklılaşma yoluyla oluşmuştur; hegemonya’nın «siyasal liderlik»i ifade ettiği dar bir anlam (bu, Gramsci’nin 1926 çalışmalarında ve aynı zamanda Sovyet Marksizm geleneğinde yer aldığı anlamdır), ve aynı zamanda «kültürel liderlik»i ifade ettiği geniş bir anlam arasında. Aynı zamanda diyoruz, çünkü Hapishane Defterleri ikinci anlamı dıştalamaz, fakat birinci anlamı içerir ve bütünleştirir. «Modern Prens» adına sunulan sayfalarda (Machiavelli üzerine notlar, adı altında) Gramsci, .modern partinin incelenmesinde iki temel tema önerir: biri ‘ortak irade’nin oluşması üzerinde (siyasal liderlik temasıdır), diğeri de ‘ahlaki ve düşünsel reform’un oluşması üzerinde (kültürel liderlik temasıdır) (50). Bu iki farklı hegemonya anlamı üzerinde ısrar ediyoruz, çünkü sanırız, ancak yazarların yapıtlarında hegemonya kavramını geniş olarak kültürel liderlik momentini de içerdiği anlamda alırsak yalnızca, Lenin ile Gramsci arasındaki bir karşılaştırma yararlı (bir sonuca ulaşabilir. Ayrıca ‘kültürel liderlik’ kavramı ile Gramsci’nin, terimin siyasal kullanımı içerdiği «zayıf» anlama karşıt olarak, terimin (töreler ve kültürün dönüşümüne tekabül eden «güçlü» anlamda, bir «reform» kasdettiğini de bilmemiz (gerekir (reformcu ile reformist ayrımında olduğu gibi).

Diyebiliriz ki, Lenin’de siyasal liderlik anlamı geçerli iken Gramsci’de ise kültürel liderlik geçerlidir; ancak bu geçerliliğin iki farklı yönü olduğunu da eklememiz gerekir:

a. Gramsci için, ‘güç’ momenti araçsal ve dolayısıyla da hegemonya momentine bağımlı iken, Lenin’de devrim sırasında yazdığı yapıtında, ‘diktatörlük’ ve ‘hegemonya’ birlikte ilerlemektedir, ve yine ne olursa olsun ‘güç’ momenti birincil ve belirleyici olandır.

b. Gramsci için, hegemonyanın ele geçirilişi erk’in ele geçirilişinden önce gelmekte iken, Lenin’de birincisi ikincisine eşlik etmekte, en azından takip etmektedir (51).

Ancak, her ne kadar bu iki farklılık önemli ve yazarların metinlerine dayalı ise de, en temel olanlar değildir. Her iki kuramın da, derinleştirildiği tarihsel durumların büyük farklılığı, bunları açıklayabilir: Lenin’in kuramı savaşım boyunca, Gramsci’nin kuramı ise yenilgi sonrası geri çekilme boyuncadır. Ancak temel farklılığın bir başka şeyde olduğu kanısındayız. Bu, fazla ya da az, önce veya sonra gibi değil, ama niteliksel bir farklılıktır. Şöyle ki, bu farklılık hegemonya ve diktatörlük momentleri arasındaki ilişkide değil, fakat —bu ilişkinin tarihsel olarak açıklanabilecek farklı kavramsallaştırılmasından bağımsız bir şekilde— karşılıklı olarak iki sistemde hegemonya kavramının genişletilmesi ve işlevinde yatmaktadır. Genişletilmesi açısından Gramsci’de hegemonya, her iki siyasal ve kültürel liderlik momentlerini içermektedir. Dolayısıyla bu kavram, yalnızca partiyi değil, fakat kültürün genişlemesi ve yayılması ile bağları olan sivil toplumun tüm diğer kurumlarını da kapsamaktadır (52). İşlevi açısından ise, hegemonya yalnızca yeni bir devlet aygıtı yaratmaya ve toplumu dönüştürmeye yeterli ortak iradenin oluşmasını amaçlamaz, fakat aynı zamanda yeni bir dünya kavramının genişletilmesi ve yaygınlaştırılmasını da amaçlar. Kısaca, Gramsci’nin hegemonya kuramı yalnızca bir parti ve devlet kavramı ya da kuramı ile ilişkili olmadığı gibi, yalnızca siyasal eğitimi de amaçlamaz, fakat aynı zamanda, tüm biçimleri ile birlikte, bir üstyapısal birincil moment olarak algılanan yeni ve geniş bir sivil toplum kavramını da içerir.

Bu, Gramsci’nin sisteminde sivil toplumun önemini aydınlatmaktadır. Gramsci’nin salt egemenliğe karşın hegemonyada gördüğü kararlı işlev, yapı ile ikincil üstyapısal moment arasında bir aracı moment olan sivil toplumun yüksek konumunu aydınlatmaktadır. Hegemonya, belirlenmiş nesnel koşullar ile yönetici grubun gerçek üstünlüğünün bitişme momentidir; bu bitişme [******] sivil toplum ‘içinde’ oluşur. Daha önce de gördüğümüz gibi, bu bitişme momenti, sivil toplumda yer aldığı için, Marx’da değil ama yalnızca Gramsci’de sistem içinde özerk bir alana sahiptir. Dolayısıyla aynı şekilde, Lenin’de değil ama yalnızca Gramsci’de, sivil toplumun, özerk alanı işgal edecek şekilde genişletilen hegemonya momenti, yeni bir boyut ve geniş bir içerik edinmektedir (53).

Sivil Toplum ve Devletin Ortadan Kalkışı

Devletin ortadan kalkışı, sivil toplum kavramının birincil role sahip olduğu Gramsci’nin temalarından sonuncusudur. Sınıf ayrışmasının kalmadığı bir toplumda devletin sönmesi, Lenin’in devrim süresince yazdığı çalışmalarda sabit bir tema ve aynı zamanda Ortodoks marksizmin ideal bir çerçevesidir. Hapishane Defterleri’nde yeni devletin (SSCB’nin – Ed. N.) henüz sağlamca temellendiği sıralarda yazılan sayfalarda bu tema belirmekte, fakat yalnızca marjinal bir şekilde olmaktadır. Devletin ortadan kalkışından söz eden bölümlerin çoğunda, ‘siyasal toplumun sivil toplum içinde yeniden özümlenmesi’ olarak algılanmaktadır (54). Gramsci’nin «düzenlenmiş toplum» diye isimlendirdiği devletsiz toplum, sivil toplumun genişlemesinden doğmaktadır. Dolayısıyla siyasal toplumca işgal edilen tüm alanları hegemonya momentinin yok edişinden ve genişlemesinden doğmaktadır. Bu ana kadar varolan devlet, sivil toplum ile siyasal toplumun, hegemonya ile egemenliğin diyalektik bir bütünüdür. Baskı momentini gereksizleştirecek şekilde kendi hegemonyasını o denli evrensel kılmada başarılı olacak toplumsal sınıf, düzenli bir topluma geçişin koşullarına ulaşacaktır. Sözü edilen bölümlerden birinde ‘düzenli toplum’ sivil toplumun (ve yine ethik devletin) bir eşanlamlısı olarak, (55) yani sivil toplumun siyasal toplumdan bağımsızlaşması olarak da kullanılmıştır. Her ne kadar sorun bir ‘karşıtlık’ değil, bir ‘vurgulama’ farklılığı bile olsa, diyebiliriz ki, Lenin’in alıp yaygınlaştırdığı Marx ve Engels’in kuramında, .devletin sönmesine yol açan hareket temel olarak yapısal iken (sınıfların kendilerinin baskılanmasına değin, sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkinin süregen kılınması) Gramsci’de özellikle üstyapısal bir süreçtir (sivil toplumun evrenselleşmesine değin genişlemesi). Marx ve Engels’de antitezin iki terimi: sınıflı toplum/sınıfsız toplum; Gramsci’de siyasal toplum ile birlikte sivil toplum/siyasal toplumsuz sivil toplum’dur. Sivil toplumun yapı ile üstyapının olumsuz momenti arasında bir aracı öge olduğu gerçeği, devletin sönmesine yol açan diyalektik süreç açısından önemli bir sonuç doğurmaktadır: terimler sadece iki, yani sivil toplum-devlet iken, en son moment (yani sınıfsız toplum) diyalektik sürecin üçüncü terimidir, yani olumsuzun olumsuzu; terimler zaten üç iken en son momente, aracı bir terimin güçlendirilmesi ile ulaşılmaktadır. Şurası önemlidir ki. Gramsci, süregenleştirilme’den (ya da baskılanmadan) ,değil fakat ‘yeniden özümlenme’ den söz etmektedir.

Gramsci ve Sivil Toplum Kavramı (2.Bölüm) | Norberto Bobbio

(29) K. Marx, Preface to a Contribution to the Critique of Political Economy, Selected Works, vol. 1, p. 503.(30) Studi Gramsciani, Editori Riuniti, Rome, Instituto Gramsci, 1958, p. 280-1.
(31) Ibid., p. 281.
(32) Il Materialismo Storico e la filosofia di Benedetto Croce, Turin, Einaudi, 1948, p. 40, Prison Notebooks, p. 366.
(33) ‘Yapı, gerçekte somut geçmiş’tir, zira, neyin yapılmış olduğunun ve şimdi’nin bir durumu olarak neyin varolmaya devam ettiğinin ve neyin geleceğinin tartışılmaz bir belgesi, bir tutanağıdır.’ (Il Materialismo Storico, p. 222).
(34) Ibid., p. 40, Prison Notebooks, p. 367.
(35) Kaderciliğin bir yorumu ve eleştirisi için bkz . Passato e Presente, p. 203.
(36) Tamburrano bana, sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkiler konusunda, bunun bir antitezden çok, bir ayırım konusu olduğunu işaret etti. Bu, keskin ve sert bir uyarmadır. Ancak ben, ayırımları antiteze dönüştürmenin, diyalektik düşüncenin bir özelliği olduğunu ve dolayısıyla bir kimsenin bunların üstesinden gelebilmesi için bunu izliyebileceğini yanıtlamaya çalıştım.
(37) Machiavelli, p. 121, Prison Notebooks, p. 170 n.
(38) Lettere del Carcere, Turin, Einaudi, 1948, p. 481.
(39) ‘Hakim sınıf düşüncesi her devirde hakim düşüncedir : yani, toplumun hakim maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda hakim düşünsel (entellektüel) gücüdür’. Hemen sonrasında, iktidarın gerçekten, yani gerçekte, ayrıştığı bir toplumun ideolojik bir yansıması olarak güçler ayırımı doktrini’ örneğini vermektedir. (bkz. The German Ideology, Selected Works, p. 47).
(40) A. Labriola, Saggi sul materialismo storico, Rome, 1964, p. 136-7.
(41) Passato e Presente, p. 38, Prison Notebooks, p. 276.
(42) Machiavelli, p. 150-1.
(43) Passato e Presente, p. 38, Prison Notebooks, p. 268.
(44) Il Materialismo Storico, p. 32, 39, 75, 189, 201, Prison Notebooks, p. 55-6 n, 357, 365, 381-2, 381 n; Lettere del Carcere, p. 616.
(45) ‘Çağdaş toplumun birtek tam devrimci sınıfı olarak, —proleterya—, sömürenlere ve ezenlere karşı, tüm işçilerin ve tüm sömürülenlerin savaşımında, hegemonyayı elinde tutan ve lider olmak zorundadır. Proleterya, bu hegemonya düşüncesinin bilincinde olduğu ve bunu pratiğe uygulayabildiği bağlamda devrimcidir’. (11, p. 349). Paragrafta ki bu ve diğer dilsel bilgi için, Vittorio Strada’nın nezaketine minnettarım. Sanırım, Gramsci’nin öğrencileri tarafından işaret edilen ve «hegemonyayı elinde tutan» teriminin yer aldığı, Lenin’den tek alıntı, Due tattiche della social-democrazia nella rivoluzione democratica’dir : Opere Scelte içinde, Rome, 1965, p. 319; Bkz. Duemila Pagine di Gramsci’ye önsöz, ed. G. Perrata ve N. Gallo, Milan, Il Saggiatore, 1964, vol. 1, p. 96: Lenin’in gerçekten kullandığı terim «hegemonyayı elinde tutan» değil, ancak «Lider» (rukovoditel) dir. Stalin’in ifadesi için- bkz. Dal coloquio con la prima delegazione operaia americana; burada Lenin’in Marx’ın doktrinini geliştirdiği temaları aktarırken şöyle demektedir : ‘Dördüncü olarak, devrimde proleteryanın hegemonya teması, vb.’ (J. U. Stalin, Opere Scelte, Moscow, 1947, vol. 1, p. 35).
(46) Duemila pagine di Gramsci, vol. 1, p. 799 ve p. 824-25.
(47) Ferrata, «hegemonik Kapitalizm» (Ordine Nuovo, (1919-20), Turin, Einaudi, 1954, p. 145-6) deyiminin bulunduğu, ‘La Russia Potenza Mondiale’, 14 August 1920, adlı makaleyi hatırlatmaktadır. Rogionieri, «hegemonya» teriminin Gramsci’nin 1924’te yazılan çalışmalarından birisinde de kullanıldığına işaret etmektedir.
(48) ‘Tartışmaya getirilen, proleteryanın hegemonya ilkesi ve pratiğidir; işçiler ve köylüler arasındaki temel ittifak ilişkileri zarar görmüş ve tehlikeye girmiştir’. (Duemila pagine di Gramsci, vol. 1, p. 824); ‘Proleterya, bir sınıf ittifakları sistemi yaratmayı başarabildiği ölçüde lider ve hakim sınıf durumuna gelebilir, vb.’ (Duemila pagine di Gramsci, vol. 1, p. 799). İngilizce çevirisi, Antonio Gramsci, Selections from Political Writings 1921-26 içinde, çev. ve ed. Q. Hoare, London, Lawrence & Wishart, 1978, pp. 431, 433.
(49) Lettere del Carcere, p. 616: ‘Hegemonya ya da kültürel liderlik momenti’. Yine: ‘entellektüel ve moral liderlik’ (II Risorgimento, Turin, Einaudi, 1949, p. 70, Prison Notebooks. p. 59).
(50) Machiavelli, p. 6-8.
(51) Gramsci’nin, Risorgimento süresince ılımlıların politikalarının başarısını açıkladığı, iyi bilinen bölümlere gönderme yapıyorum (Il Risorgimento, pp. 70-2.). Lenin için, Parti’nin Onbirinci Kongresinde ki (1922) Politik Rapor’dan olan bölüm oldukça önemlidir. Burada, karşıtlarınınki ile karşılaştırıldığında komünist kültürün yetersizliği konusunda yakınmaktadır: ‘eğer yenenlerin kültürel düzeyi yenilenlerden daha yüksekse, kendi kültürlerini bunlar üzerine baskın kılarlar; eğer karşıtı geçerli ise, yenilenler kendi kültürlerini yenenler üzerinde baskın kılarlar.’ (Lenin, Collected Works, vol. 33, London, Lawrence & Wishart, 1966, p. 262).
(52) Lettere del Carcere, p. 481, ‘kilise, ticaret birlikleri, okullar, vb. gibi, özel organizmalar diye adlandırılanlar yoluyla gerçekleştirilen, bir toplumsal grubun ulusal toplumun bütünü üzerindeki hegemonyasından’ söz eder.
(53) Gramsci’nin, hegemonyanın etkin öznesi (aydınlar) sorunu ile ilgilendiği ve yeni hegemonyanın kapsamını (ulus-halk teması — [yani, ulus karakteri kazanmış halk…] – Ed. N.) anladığı yönde, bu yeni boyut ve geniş içeriğin iki temel kanıtını bulabiliriz. Ancak bunlar iki geniş içerik olduklarından dolayı, yalnızca şu iki gözlem ile yetineceğim:
a) Gramsci, partinin lideri olarak saptanması gereken yeni aydın üzerindeki düşüncelerinde, şüphesiz Lenin’den esinlenmiştir. Gramsci’nin değişmez ‘interlocutor’u (sürekli polemiğe giren—Ç.N.), yalnızca Benedetto Croce olsa bile, halen, aydınlar sorununa gelindiğinde, eğer bunun, büyük siyasal ve ekonomik bunalım yılları boyunca (Benda, 1927; Mannheim, 1929; Ortega, 1930), 1930’lar da dramatik bir şekilde başlayan ve süren, aydınların işlevleri üzerine olan tartışma ile ilişkileri gözardı edildiğinde, düşüncesi anlaşılamamaktadır.
b) İtalya’nın tarih-dışı karşıtının tarih-yazınsal özgün konusu ‘ulus-halk’ üzerine düşünce ile birlikte, Gramsci, toplumsal devrim sorununu, İtalyan devrimi sorunu ile ilişkilendirmektedir. Entellektüel ve moral reform sorunu, Renaissance’dan Risorgimento’ya kadar, İtalya’nın tarihi üzerine düşünceleri de beraberinde getirmekte, ve ilk interlocutor’ları olarak, birinci sorun konusunda Machiavelli, ikinci sorun konusunda da Gioberti (Gramsci’nin kaynakları üzerine araştırmalarının önemi, yalnızca Asor Rosa tarafinca vurgulanmıştır) ortaya çıkmaktadırlar.
(54) Machiavelli, pp. 94, 130, Prison Notebooks, pp. 253, 261. Il Materialismo Storico, p. 75’de, yalnızca ‘siyasal toplumun kaybolmasından’ ve ‘düzenlenmiş toplumun gelmesinden’ söz etmektedir. Farklı bir şekilde, Lettere del Carcere, p. 160’da, parti, ‘sivil—siyasal toplumdan «düzenlenmiş toplum»a geçiş için bir araç’ olarak betimlenmektedir, zira bunların üstesinden gelebilmek için her ikisini de özümlemesi gerekmektedir.
(55) Machiavelli, p. 132, Prison Notebooks, p. 263.

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version