Ana Sayfa Edebiyat Y(anarak): Bu Ülkeden Bir Asım Bezirci Geçti… – Yılmaz Odabaşı

Y(anarak): Bu Ülkeden Bir Asım Bezirci Geçti… – Yılmaz Odabaşı

Balzac, Napolyon’un bir resminin arkasına şunu yazar:”Senin kılıçla sona erdiremediğin şeyleri, ben kalemimle tamamlayacağım.”
Dünyamızda çağlar boyu savaşların, kılıçların, kısaca şiddetin tamamlayamadıklarını yazı açıklayıp tamamlamıştır.İnsanlık tarihi, barbarların kılıçlarının, yazı adamlarının kalemlerinden daha keskin olamadığının örnekleriyle doludur.Bu yüzden bütün insanlık, Sokrates’ten Lorca’ya, Nesimi’den Pir Sultan’a, Nazım Hikmet’ten Asım Bezirci’ye, barbarların gadrine uğramış yazı ve düşünce adamlarına vefa ve saygı borçludur…
Aslında herkes, bir değeri kendinden önce ortaya koyanlara karşı vefa borçlu ve onların anılarına karşı sorumludur.Her insan, nasıl ki genetik şifrelerini ebeveynlerine borçluysa, yazı adamları da kendinden öncekilere, ustalarına tıpkı öyle borçludurlar…

Asım Bezirci ağabeyi yitireli upuzun on yedi yıl yıl geçmiş.Onları bu toplumun giderek unutmaya başladığı yıllarda yazacaktım.Asım Bezirci’yi, Behçet Aysan’ı, Metin Altıok’u yazacaktım…

O, bitmek bilmeyen enerjisi ve mütevazı kişiliğiyle kendisini tanıyan herkeste izler, anılar bırakmış bir bilge adamdı.Türkçe edebiyatın en üretken eleştirmeni olan Asım Bezirci, birçok eleştirmenin göze alamadığı monografi türünde seçkin çalışmalar yapmıştı.Bizlere de yazmaya yeni başladığımız 80’li yıllarda hocalık yapmıştı.

Onunla değişik festivallerde, imza günlerinde çok birlikte olduk.En olmadık soruları bile sabırla dinler, saygıyla yanıtlardı.Bizleri hep yazmamız ve daha yetkin yapıtlar ortaya koymamız için özendirmekten de ayrı bir haz duyardı.1992’de edebiyat dünyasındaki entrikalardan çok sıkılıp şiiri bırakmayı düşündüğümü ona söylediğimde, çıkışarak:”Sen şiiri bıraksan da, şiir seni bırakmaz,” demişti.Nitekim, 1992’de şiir yayınlatmaya iki yıl ara versem de, ‘94’te, vefatından sonraki yıl “Cehennem Bileti” adlı kitabımla dönmüştüm…

Yıllar sonra ekşi sözlük’de hakkında yazılmış şu yoruma katılmamak olanaksız: “Sembol adamlardan biriydi.”Sembol adamlardan biri” olması bile yeterliyken, üstüne bir de nesnelliğe tutkun, rasyonel ve müthiş ince bir ayarcıydı. kendisini kıyaslayabileceğimiz ikinci bir eleştirmen var mı diye düşünüyorum haddim olmayarak, sanırım Fethi Naci ismini anmadan olmaz(…)Şimdi elinizi edebî vicdanınıza koyun söyleyin, şu an Türk edebiyatında kendi karakterini ve tarzını kabul ettirebilmiş kaç tane edebiyatçı ya da eleştirmen tanıyorsunuz?(…)”

İstanbul’a gidemeyip Diyarbakır’da uzun kaldığım dönemlerde ona yazardım.O da hep tevazuyla, sevgiyle yazdıklarımı bir bir yanıtlar, benim bir gün “büyük bir toplumcu şair olacağımı” sık sık vurgulayarak, beni inanamayacağım düşlere sevk eder ve onurlandırırdı.Sonraki yıllar defalarca hapse girdiğim, gözaltına alındığım ya da gazetecilik yaptığım dönemlerde, neredeyse on beş yıl -nasılsa; şimdi inanılmaz geliyor bana- yerleşik bir yaşamım olmadığı için, onun ve daha pek çok büyüğümün mektupların saklayamadım.Bu konuda sadece üzgün değil, kendime karşı mahcubum da…Fakat benim de o dönemler kendi tercihlerimle kurabildiğim bir hayatım, 1999 yılına kadar da yerleşik bir yaşamım, bu yüzden de korunaklı bir arşivim ol(a)madı…

 

(Aziz Nesin ve Musa Anter’in yedi sekiz mektubuna, 1991 yılında Diyarbakır’da bir ev aramasında polis tarafından el konulmuştu. Diyarbakır’da bütün mektuplarım, posta kutum o yıllar denetlendiği için dikkat çekebilecek, alıkonulabilecek mektuplarda gönderici adımı, alıcı adlarını değiştirerek yazıyordum. Örneğin, 80’lerde, o sıkıyönetim yılları o zarfaların üstünde Aziz Hocaya Aziz Senem, Ataaol Behramoğlu’na Ata Baharoğlu vb. yazdığımı unutmuyorum.O yıllar Fransa’da sürgünde olan Ataol Behramoğlu, nedenini bilmediği için, bana ’89 yılında yazdığı bir mektubunda:”Yahu, bu Ata Baharoğlu ismi de nereden çıktı?” diye çıkışmıştı.O yıllar edebiyat merkezlerine uzaktım, telefon hayli pahalıydı, faks yoktu, sadece ajanslarda teleksler vardı.Thy uçak kargo dışında özel kargo şirketleri de yoktu.Edebiyat dünyasıyla ve dostlarımla tek iletişimim mektuplarlaydı.Hatta o yıllar Diyarbakır’da pek çok taahhütlü mektubum ulaşmadığı için sık sık PTT’ye dava açıyor ve mektuplarımın kaybolduğunu kanıtlayıp o davaları kazanıyordum.Ama ne gam, ben mektuplarımı taahhütlü de göndersem, kimilerine Diyarbakır istihbaratı el koyuyor, dönemin PTT Müdürü buna göz yumuyor, sonra bir mektubun gönderi ücretinin on misli kadar sembolik tazminatlar ödeyerek konuyu kapatıyorlardı.Yazıştıklarım ise, Diyarbakır’da kuşatmanın ne boyutlarda olduğunu sanırım bilmiyorlardı…)

Asım ağabeyin yazdığı mektuplar elle değil, yazı makinesi ile saman kağıdına yazılmışlardı.O kağıtlar birinci hamur kağıda kıyasla daha ucuz olurlardı.Zaten o yıllar bilgisayar kullanımı da yok denecek kadar azdı.

Onu en heyecanlı gördüğüm gün, Nazım Hikmet’in Vera’sı ile tanışmaya gittiğimiz gündü.1991 yılı Kasım ayı olmalıydı.O yıllar benim şiir kitaplarımı da yayınlayan Cem Yayınevi, Taksim’deki Tüyap Kitap Fuarı’na Vera’yı konuk olarak çağırmıştı.O gün fuarda Yön Yayınevi standında kitaplarını imzalayan Asım ağabey ile yarım saat kadar birlikte oturduktan sonra, birlikte Vera ile tanışmaya gitmiştik.Nazım’ın Vera’sı, Asım ağabeyinin adını duyar duymaz ayağa kalkıp onu sevgiyle kucakladığında nasıl heyecanlanmış, utanmıştı.Vera, Nazım’la ilgili çalışmalarından dolayı onun adını yıllar önceden biliyordu, ama ilk kez orada tanışıyorlardı…

Vera Hanım, ilerleyen yaşına rağmen hala muhteşem gözlere, muhteşem bir güzelliğe sahipti.Ona bakınca, Nazım Hikmet’in kadınlarla ilgili seçiciliğinin gıpta edilecek boyutlarda olduğunu düşündüğümü itiraf etmeliyim.Onun yanına oturduğumuzda, Asım ağabeyin yüzünün hayli kızardığı dikkatimi çekmişti.Bu heyecanı, onun kadirşinas kişiliğiyle hem Nazım hikmet’e hem de onun yadigarı bir hanımefendiye taşıdığı saygıdandı kuşkusuz…

“Barbarların yaktığı ateşler günübirlik sönse de, Asım Bezirci’lerin anılarındaki ve yazdıklarındaki ateş, inanıyorum ki kuşaklar boyu hep yanacaktır…”

Edebiyatımızın “çalışkan karınca”sı Asım Bezirci’nin, 2 Temmuz 1993 Sivas katliamında barbarca yakılmasından sonra,-daha sonra kendisine de bir katliama kurban giden- saygıdeğer Onat Kutlar, “Sen ne Müslümansın Ne de Sivaslı“ başlıklı bir yazısında şöyle haykırıyordu:

“Sen insan bile değilsin. Gözü dönmüş bir katil, bir yaratıksın.Sen, yüreği insan ve yurt sevgisi ile çarpan, tüm yaşamını edebiyatın en güzel eserlerini incelemeye, araştırmaya, değerlendirmeye adamış, kırk yıllık dostum o değerli yazar Asım Bezirci’yi yakmadın.Sen,’Baza, baza! Çi hest-ü baza!’, “Gel, gel! Kim olursan ol gene gel! İster Kafir ol ister putperest gene gel! Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir!’ diyen Mevlana’yı yaktın(…) Ey zavallı gafil hayvan, yaktığın Yunus’tur:’Bir kez gönül yıktın ise/Bu kıldığın namaz değil./Yetmiş iki millet dahi,/Elin yüzün yumaz değil…’diye yüzlerce yıl öncesinden seslenen Yunus Emre’yi yaktın! Yunus Emre’yi yakana Müslüman demek, İslam’a hakarettir. İslam’a asıl hakareti sen ettin!”

Acıyla sarsılan Onat Kutlar’ın bu sözleri, düpedüz bu ülkede yaşıyor olmaya bir isyan ve koca bir çığlıktı…Şiddetin ilkel dili, Onat Kutlar’ı da çekip aldı sonraki yıllarda aramızdan…

Ekte Asım ağabeyin bana yirmi yıl önce yazdığı mektuplardan bir örnek sunuyorum.Mektubun orjinali bir günlük gazetede kalmış, iade edilmemiş.Ben o gazetede yayınlanan haliyle o mektubu paylaşıyorum.Yukarıda vurguladığım gibi uzun yıllar yerleşik bir yaşamım olmadığı için birçok mektubu saklayamadım.Bu mektup da bir günlük gazetede yayınlanmış olmasa, eminim bu da yitirilmiş olurdu…

Onunla 1991 ve 92 yıllarında şiirimizde ikinci yeni konusunda acımasız eleştirileri, bir de benim çok statükocu ve(…)bulduğum Oktay Akbal hakkında monografik bir çalışma yapmasıyla ilgili kendisiyle yazılı, sözlü ağabey-kardeş tartışmalarımız da olmuştu.Bu konularda hoşgörüsünü ve bana gönül koymadığını hiç unutmuyorum.Yukarıdaki mektubunda da bu hoşgörüsünü kanıtlayan ifadeler yer alıyor.Ondan farklı fikirleri hoşgörüyle dinlemeyi, fakat yine de düşündüğünden, bildiğinden şaşmamak gerektiğini de öğrenmişimdir…

Tam on yedi yıl sonra muhterem anısını saygıyla selamlıyor ve onun bu ülkede diri diri yakılan ellerinden içtenlikle, sevgiyle öpüyorum.Onu yitirmemizden sonra hakkında anlamlı çalışmalar yapan herkesi; özellikle bir “Asım Bezirci Kitaplığı’ oluşturan ve yapıtlarını yayınlayan Evrensel Yayınları’nı içtenlikle kutluyorum.

Barbarların yaktığı ateşler günübirlik sönse de, Asım Bezirci’lerin yazdıklarındaki ateş, inanıyorum ki kuşaklar boyu hep yanacaktır…Hep yanacaktır!

17.08.2010

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version