Ana Sayfa Edebiyat Tolstoy’dan bir hikaye: “Asker Semyon, Şişko Taraş ve Aptal İvan adlarında üç...

Tolstoy’dan bir hikaye: “Asker Semyon, Şişko Taraş ve Aptal İvan adlarında üç kardeş varmış”

İvan’ın Sırrı
Çok zaman önce bir padişah’ın ülkesinde zengin bir köylü yaşıyormuş. Bu köylünün Asker Semyon, Şişko Taraş, Aptal îvan adlarında üç oğlu, bir de Malanya adında dilsiz, geçkin bir kızı varmış. Birgün Asker Semyon, padişaha hizmet için askere, Şişko Taraş da bir tüccarın yanında çalışmak için şehre gitmiş. Aptal îvan ise alın teriyle çalışıp kazanmak için kızkardeşiyle birlikte evde kalmış.
Zamanla Asker Semyon orduda yüksek rütbelere ulaşmış, mal mülk edinip bir bey kızıyla evlenmiş. Fakat maaşının ve malının mülkünün çok olmasına rağmen yine de iki yakası bir araya gelmiyormuş. Çünkü karısı, Asker Semyon’un bütün kazancını har vurup harman savuruyormuş. Böylece yine parasız kalıyorlarmış. Birgün Asker Semyon ‘mülkünün gelirini toplamaya gittiğinde kahyası ona demiş ki;
– Nerede bizde gelir beyim. Hiçbir şeyimiz yok ki… Sığır, at, inek, çapa, saban, tırmık… Bunların hiçbiri yok. Bunlar olmalı ki gelir olsun.
Bunun üzerine Semyon babasının yanma gidip:
– Baba, sen zengin olmana rağmen bana hiçbir şey vermedin. Benim üçte bir payımı versen de işime yarasa, kendi mülküme katsam? demiş.
Babası:
– Sen eve ne getirdin ki üçte bir payını istiyorsun. Hem tvan’la kıza haksızlık etmiş oluruz, diye cevap verince Semyon:
– Yahu baba, Ivan aptal, kız da dilsiz ve geçkin. Fazla malı ne yapacak onlar? deyinde baba:
– İyi öyleyse. Git îvan’a söyle. O ne derse o olsun, demiş, îvan da:
– Olur tabiî, varsın alsın ne olacak, cevabını verince Semyon kendi payını alıp mülküne katmış ve yine padişaha hizmet etmek için gitmiş.
Şişko Taraş da aynı Semyon gibi çok para kazanmış bir tüccar kızıyla evlenmiş, ama bir türlü gözü doymuyormuş. Sonunda babasına gidip payını ayırmasını istemiş. Fakat babası Taras’a da payını vermek istememiş:
– Sen eve hiçbir şey getirmedin. Ne varsa hepsini îvan kazandı. Eğer sana pay verirsem îvan’la kızın hakkını yemiş olurum.
Bunun üzerine Taraş:
– İvan malı mülkü ne yapacak, aptalın biri zaten. Evleneyim dese hangi kız varır ona. Dilsiz kıza da birşey lazım değil. Ne olur bana buğdayın yarısını verin, çift çubuk aletlerini istemiyorum sadece hayvanlardan kır atı verin yeter. Nasıl olsa çift sürmede işinize yaramıyor, demiş.
Îvan ise gülerek:
– Tabiî canım, neden olmasın gidip getireyim, demiş ve böylelikle Taras’a da payını vermişler. Sonra Taraş buğdayı şehre taşımış, kır atı da alıp götürmüş.
Îvan ise her zamanki gibi babasını annesini beslemek için kart kısrakla çift çubuk işlerine devam etmiş.
II
Bütün bunlar olurken bir köşede oturan ihtiyar şeytan kardeşlerin pay işine kavga etmeden, sevgiyle iyilikle ayrılmalarına çok öfkelenmiş. Üç küçük şeytan çağırmış yanına:
– Biliyorsunuz, Asker Semyon, Şişko Taraş ve Aptal îvan adlarında üç kardeş var. Kavga etmeleri gerekirdi ama dirlik ve düzenlik içinde yaşıyorlar, birbirlerini sevip sayıyorlar. Şu aptal olan bütün işi altüst ediyor. Şimdi üçünüz gidip üç kardeşin peşine düşeceksiniz. Öyle akıllarını çele-ceksiniz ki birbirlerinin gözlerini çıkaracaklar. Yapabilir misiniz bunları?
– Yaparız tabii.
– Nasıl yapacaksınız peki?
– Nasıl olacak, önce her birinin varını yoğunu elinden alırız. Yiyecek birşeyleri kalmayınca da onları bir araya getiririz ve onlar da kavga ederler.
– Tamam tamam. Görüyorum ki işinizi biliyorsunuz. Haydi şimdi gidin ve üçünü de baştan çıkarmadan yanıma gelmeyin. Yoksa üçünüzün de derisini yüzerim.
Üç küçük şeytan kalkıp bataklığa gittiler, işe nasıl başlayacaklarını konuşmaya başladılar. Tartıştılar, tartıştılar, tartıştılar… En sonunda, her biri işin kolay tarafını kapmaya çalıştığı için, kura çekmeye karar verdiler. Kime hangi iş düşerse onu yapacak, işini erken bitiren de öbürlerinin yardımına koşacaktı. Küçük şeytanlar kura çekti. Sonra kimin işini bitirdiğini, kimin yardımına koşulması gerektiğini anlamak için bataklıkta buluşulacak günü tesbit ettiler.
Tesbit edilen gün geldiğinde şeytanlar bataklıkta buluştu. Herbiri işinin nasıl gittiğini anlatmaya başladı. İlk olarak Semyon’un peşine düşen küçük şeytan anlatmaya başladı:
– Benim işim yolunda. Yarın sabah Semyon babasının yanına gidecek.
Diğerleri bu işi nasıl yaptığını sorduklarında anlatmaya devam etti:
– Ben önce Semyon’a öyle bir cesaret aşıladım ki padişaha gidip bütün dünyayı ele geçireceğine söz verdi. Bunun üzerine padişah Semyon’u komutan yaptı ve onu Hint padişahıyla savaşmaya gönderdi, iki ordunun savaş alanında karşılaşacakları günün gecesi ben gidip Semyon’un ordusunun bütün barutlarını ıslattım. Sonra Hint padişahının yanına gidip, ona saman çöplerinden sayılamayacak kadar çok asker yaptım. Semyon’un askerleri ise her taraflarının askerlerle çevrildiğini görünce korktular. Semyon ateş etmelerini emretti ama toplar, tüfekler ateş almadı. Bunun üzerine Semyon’un askerleri iyice korkup çil yavrusu gibi dağıldılar. Böylece Hint padişahı onları yendi. Semyon rezil oldu. Malını mülkünü elinden aldılar, yarın da asacaklar. Şimdi bir günlük işim daha var. Evine kaçabilmesi için onu zindandan çıkaracağım. Yani benim işim yarına bitiyor. Şimdi söyleyin bakalım, hanginize yardım edeyim?
ikinci olarak Taras’m peşine düşen şeytan konuşmaya başladı:
– Benim yardıma falan ihtiyacım yok. Benim işim de yolunda gitti. Taras’ın bugünkü durumu bir haftadan fazla sürmez, ilk iş olarak gözünü hırs bürümesini sağladım.
Başkasının malına karşı öyle bir hırs oluştu ki gözü doymuyor, ne görse almak istiyor. Elindeki bütün parayı eşya almak için harcadı. Durmadan aldı. Öyle bir hale geldi ki ödünç aldığı paralarla eşya satın almaya başladı. Borç gırtlağına dayandı, işler öyle karıştı ki bir türlü içinden çıkamıyor. Bir hafta sonra da ödeme zamanı başlayacak ve ben o zaman elindeki malların hepsini yok edeceğim. Böylece borçlarını ödeyemeyecek ve ister istemez babasının yanına gidecek.
Sıra Ivan’ın peşine düşen üçüncü şeytana geldiğinde ona işlerinin nasıl gittiğini sordular. O da anlatmaya başladı:
– Benim işlerim iyi gitmiyor, ilk iş olarak karnı ağrısın diye yemek tabağına tukurdum. Sonra da tarlasına gidip süremesin diye toprağı tepeleyip sertleştirdim. Bundan sonra süremeyeceğini sanıyordum ama o aptal sabanıyla gelip inatla toprağı sürmeye başladı. Karnının ağrısından inlemesine rağmen yine de toprağı sürmekten geri kalmıyordu. Baktım olmuyor sabanını kırdım. Fakat o hemen eve koşup bir başkasını getirdi ve yeni bir ok takarak yine sürmeye başladı. Baktım bu da çare etmedi bu sefer toprağın altına girerek saban demirini tuttum. Fakat imkânı yok, sabanı öyle bastırıyor ki sivri demir ellerimi parça parça etti. Hemen hemen tarlanın hepsini sürdü. Sadece az bir yer kaldı. Gelin arkadaşlar bana yardım edin yoksa bütün emeklerimiz boşa gidecek. Bu aptal çiftçilik eder durursa onlar asla sıkıntıya düşmezler, iki kardeşini de besler o.
Bu anlatılanlardan sonra Semyon’un şeytanı ertesi gün yardıma gideceğine söz vermiş ve şeytanlar birbirinden ayrılmışlar.
III
İvan birgün önce hemen hemen bütün tarlayı sürmüş, sadece bir boy sürülecek yer kalmıştı. Bir yandan karnı ağrımasına rağmen, tarlayı sürmesi gerektiği için oraya gitti. Öğendiresini hareket ettirdi, sabanı çevirdi ve sürmeye başladı. Fakat daha ilk dönüşünde sanki bir köke takılmış gibi geriye doğru sendeledi. Çünkü küçük şeytan ayağını saban demirine dayamış, demiri tutmaktaydı. Ivan bunun üzerine:
– Şaşılacak şey burada kök yoktu ama kök işte, diye düşündü.
Elini toprağın içine sokup yokladığında yumuşak bir şey hissetti. Tuttu, çekip çıkardı. Bir de ne görsün kök gibi kara, kımıldamayan bir şey. Baktı ki dipdiri bir küçük şeytan, îvan:
– Seni gidi mendebur seni! dedi. Bir vuruşta kafasını ezmek istedi. Elini kaldırdı tam yumruğu indireceği sırada küçük şeytan yalvarmaya başladı:
– Kıyma bana n’olur. Ne istersen yaparım.
– Ne yapabilirsin bakayım?
– Ne istersen. Sen sadece istediğini söyle, îvan kafasını kaşıyarak:
– Karnım ağrıyor, ağrısını geçirebilir misin? dedi.
– Geçiririm.
– Ee haydi geçir öyleyse.
Bunun üzerine şeytan toprağa eğilerek onu tırnaklarıyla eşeledi eşeledi ve üç çubuklu bir kök bulup İvan’a uzattı:
– Al bunu. Kim bir çubuğunu yutarsa ağrısı sızısı kalmaz.
îvan bir tanesini alıp yuttuğunda ağrısı o anda geçivermişti.
Şeytan yine yalvarmaya başladı:
– Haydi bırak artık beni. înan bana yerin dibine girer bir daha da çıkmam.
– Tamam olur. Haydi Allah yardımcın olsun!
Şeytan Allah lafzını duyar duymaz, tıpkı suya düşen bir taş gibi yerin altına cumburlop dalıverdi ve ortada yalnızca bir çukur kaldı.
îvan diğer iki çubuğu şapkasına sıkıştırarak kalan toprağı sürmeye başladı. Sürmeyi bitirdikten sonra sabanını ters çevirip evine gitti. Hayvanları bağladıktan sonra içeriye girdi. Bir de baktı ki büyük ağabeyi Semyon’la karısı oturmuş yemek yiyorlar. Duyduğuna göre Semyon’un malını mülkünü elinden almışlar. Semyon güç bela zindandan kaçıp babasının yanına koşmuş.
Semyon îvan’ı görünce:
– Ben senin yanında oturmaya geldim. Yeni bir yer bulana kadar bana da karıma da bakacaksın, dedi.
îvan:
– Tabii canım, olur. Kalın, deyip sedire oturmak istedi. Fakat Semyon’un karısı îvan’in kokusundan tiksindi ve kocasına dedi ki:
– Böyle kötü kokan bir köylü parçasıyla beraber yemek yiyemem ben.
Bunun üzerine Semyon da:
– Bizim hanım pis koktuğunu söylüyor. Yemeğini sofada yesen, deyince îvan:
– Olur tabii. Zaten kısrağı gece otlatmaya götürecektim, diyerek ekmeğini, kaftanını alıp kısrağı otlatmaya gitti.
IV
O gece Semyon’un şeytanının işi bittiği için serbest kalmış ve verdiği sözü tutmak için îvan’ın şeytanını aramaya, aptalı alt etmek için ona yardım etmeye gitmiş. Tarlaya vardığında arkadaşını aramış taramış hiçbir yerde bulamamış. Sadece ortadaki çukuru görmüş:
– Herhalde arkadaşımın başına bir bela geldi. Onun yerine ben geçeyim bari. Sürme işi de bitmiş. O zaman ben de ot biçerken hakkından gelirim.
Şeytan bu düşüncelerinden sonra otlağa gederek orayı su altında bırakmış. Her taraf çamur deryası haline gelmiş, îvan şafak sökerken kısrağı otlatmaktan dönmüş. Tırpanını bileyip otları biçmeye gitmiş. Otlağa vardığında biçmeye başlamış. Bir sallamış, iki sallamış tırpan hemen köreli-vermiş. Kesmez olmuş. Bileğlemek gerekiyormuş. Ivan sürtmüş sürtmüş:
– Olmuyor. En iyisi eve gidip bileğe taşı ve ekmek getireyim. Gerekirse bir hafta bile bileğlerim ama hepsini biçmeden yine de gitmem, demiş. Şeytan bu sözleri işitince düşüncelere dalmış:
– Bu aptal çetin cevize benziyor. Kolay kolay alt edemeyeceğim. Başka bir kurnazlık düşünmeliyim.
Ivan tırpanı bileğleyip gelmiş ve biçmeye başlamış. Şeytan bunun üzerine otların arasında gizlenerek tırpanı çekmeye, ucunu toprağa batırmaya başlamış. Ivan zar zor otlağın büyük bir kısmını biçmiş. Sadece su içindeki bir bölüm kalmış. Şeytan oraya gidip suyun içine girmiş ve:
– Ellerimi kesip biçse de yine ona bu otları biçtirmeyeceğim, demiş.
îvan oraya vardığında otların sık olmadığını görmüş. Fakat yine de tırpan dönmüyormuş. îvan kızmış ve vargücüyle sallamaya başlamış tırpanı. Şeytanın gücü de yavaş yavaş tükeniyormuş. Tam zamanında geriye sıçraya-mış. Bakmış ki iş kötüye gidiyor, bir çalının arkasına büzü-lüvermiş. O sırada da îvan tırpanını çalıya doğru sallamış ve şeytanın kuyruğunun yarısını kesmiş. Böyle böyle îvan bütün otlağı biçmiş. Kızkardeşine de otları toplamasını tembihledikten sonra çavdarı biçmeye gitmiş. Giderken de yanma bir çengel almış. Kesik kuyruklu şeytan ise ondan daha önce gitmiş ve çavdarı öyle altüst etmişti ki saplar bir türlü çengele gelmiyormuş. Bunun üzerine îvan otlağa gidip bir orak almış ve yeniden biçmeye başlamış. Çavdarı bir baştan diğer başa biçmiş. Sonra da:
– Şimdi sıra geldi yulafa, demiş.
Kesik kuyruklu şeytan bu sözleri işitince içinden:
– Hele dur sen. Çavdarda hakkından gelemedim yulafta gösteririm sana. Yarın bir olsun da hele.
Ertesi sabah küçük şeytan yulaf tarlasına gittiğinde bir de ne görsün, yulaf biçilmemiş mi? îvan fazla yorulmamak için gece gelip işini bitirmiş meğerse. Şeytan bunu görünce küplere binmiş:
– Bu aptal benim kuyruğumu kesti. Beni adamakıllı yordu. Savaşta bile bu kadar yorulmamıştım. Aptal herife yetişmeye imkân yok. Uyumuyor ki. Ben biliyorum yapacağımı. Şimdi gidip ekin yığınlarının hepsini çürüteceğim, dedikten sonra çavdar yığınına gidip demetler arasına sokulmuş ve çürütmeye başlamış. Demetleri ısıtmış ısıtmış sonra kendisi de ısınmış ve uyuyakalmış.
Bu sırada îvan da kısrağı koşup kızkardeşiyle birlikte demetleri taşımaya geliyormuş. Yığınların yanına varıp demetleri arabaya atmaya başlamış. îki demet kaldırdıktan sonra dirgen birden şeytanın arkasına saplanmış. îvan dirgeni kaldırıp bakmış bir de ne görsün. Dipdiri bir yavruşeytan. Hem de kuyruğu kesik. Çırpınıp kıvranıyor, kaçıp gitmek istiyormuş. İvan bunu görünce:
– Seni gidi mendebur seni. Yine mi sen? demiş.
– Ben o değilim. O benim kardeşimdi. Ben kardeşin Semyon’daydım.
– Hangisi olursan ol farketmez. Aynı şey senin de başına gelecek.
Bunları söyledikten sonra İvan şeytanı yere çalıp ezmek istemiş ama şeytan yalvarmaya başlamış:
– N’olur bırak beni. Bir daha gelmem. Hem ne istersen yaparım.
– Peki ne yapabilirsin?
– İstediğin şeyden asker yapabilirim sana.
– Ben askeri ne yapayım?
– Ne yapayım olur mu? İstediğin işte kullanırsın, her işi yaparlar.
– Türkü de söylerler mi?
– Söylerler tabii.
– Haydi öyleyse yap da görelim.
Bu konuşma üzerine şeytan şöyle demiş:
– Şu çavdar demetini al, kök tarafından tutarak yere vur. Bir yandan da şu sözleri söyle: “Efendim emreyledi, demet kalma sen. Sende kaç tane saman varsa o kadar asker olsun.”
İvan demeti alıp yere vurmuş ve şeytanın söylediklerini söylemiş. O an demet darmadağın olmuş ve çavdar sapları askere dönüşmüş. Trampetçi trampetini, borucu borusunu çalmaya başlayınca İvan gülmüş:
– Olur şey değil doğrusu. Ne ustalık! Bu güzel kızları eğlendirir işte, demiş.
Şeytan:
– Şimdi bırak beni gideyim, deyince İvan:
– Olmaz. Askerleri ekin saplarından yaptık ama taneler boşa gidiyor. Askerleri tekrar nasıl demet haline getireceğimi öğret bana. Demetleri harmanda döveceğim çünkü.
Bunun üzerine şeytan demiş ki:
– Şu sözleri söyle: “Ne kadar asker varsa o kadar saman olsun. Efendim emriyle hepsi demete dönsün.”
İvan bunları söyleyince askerler birden demete dönmüş. Şeytan tekrar yalvarmaya başlamış:
– Artık bırak beni gideyim.
– Peki tamam, demiş İvan ve şeytanı bir sopaya takarak eliyle tutup dirgenden indirmiş. Ardından da:
– Haydi Allah yardımcın olsun, demiş.
Şeytan Allah lafzını duyar duymaz tıpkı suya düşen bir taş gibi yerin altına cumburlop dalıvermiş ve ortada yalnızca bir çukur kalmış.
İvan eve döndüğünde öbür kardeşi Taraş, karısıyla oturmuş yemek yiyormuş. Duyduğuna göre Taraş borçlarını ödeyememiş ve kaçıp babasının yanına gelmiş. Taraş İvan’ı görünce:
– Eh İvan, yeniden ticarete başlayıncaya kadar bana da, karıma da sen bakacaksın, demiş.
İvan:
– Tabii canım olur. Kalın, demiş.
Kaftanını çıkarmış. Masanın başına oturup yemek yiyeceği sırada tüccarın karısı:
– Ben bu aptalla bir sofrada yemek yiyemem. Baksana ter kokuyor, deyince Taraş:
– İvan sen pis kokuyorsun. Git yemeğini sofada ye, demiş.
Ivan ise:
– Tamam olur, deyip ekmeğini almış ve avluya çıkmış. Sonra da:
– Daha iyi oldu. Zaten hava karardı, gider kısrağı otlatırım ben de, diye düşünmüş.
V
Bütün bunların olduğu gece Taras’m şeytanı da işini bitirmişti. Aralarındaki sözleşmeye uyarak îvan’ın hakkından gelmek için arkadaşının yardımına koştu. Tarlaya vardığında arkadaşlarını aradı taradı, ortadaki bir çukurdan başka, etrafta kimsecikler yoktu. Oradan otlağa gitti ve su içinde olan yerde bir kesik kuyruk buldu. Çavdar tarlasında da öteki çukuru gördü ve:
– Bizim arkadaşların başına bir iş gelmiş herhalde. En iyisi mi onların yerine ben uğraşayım şu aptalla, diye düşündü.
îvan’ı aramaya gittiğinde, Ivan otlak işini bitirmiş ormana ağaç kesmeye gitmişti. Çünkü bir ev üç aileye dar geliyordu ve aptaldan yeni evler yapması için ormandan ağaç kesmesini istemişlerdi.
Şeytan bunu öğrenince koşa koşa ormana gidip, dalların arasına sokuldu. Ivan ağaç keserken ona engel olmaya çalışmıştı. Ivan ise ağacı gerektiği gibi kesmiş, iyi bir yere düşmesi için de itmeye başlamıştı. Fakat ağaç bir dala takılmış ve çatırdayarak başka bir yere devrilmişti. Bunun üzerine Ivan dalları kesip ağacı inatla yere indirdi. Sonra da başka bir ağaç kesmeye başladı ama yine aynı şey oldu. Uğraştı, didindi ve onu da devirdi. Üçüncü ağacı kesmek istediğinde yine aynı şey oldu. Oysa Ivan elli ağaç kesmeyi tasarlıyordu ama daha on tane kesmeden karanlık basmıştı bile. Ivan yorulmuştu. Kafasından duman çıkıyor, çıkan
dumanlar âdeta bir bulut gibi ormanı kaplıyordu. Fakat yine de işi bırakmıyordu. Bir ağaç daha kesince beli ağrımaya başladı. Kuvveti kesilmişti. Baltasını bir yana bıraktı, dinlenmek için oturdu. Şeytan îvan’ın yorulduğunu görünce sevindi:
– Eh artık yoruldu, işi bırakır herhalde. Ben de biraz dinleneyim bari, diye düşündü ve sevine sevine bir dalın üstüne oturdu. Bu arada Ivan kalkmış, baltayı alıp sallamaya başlamıştı. Ağacın gövdesine öyle bir indirmişti ki ağaç çatırdayarak devrildi. Kaçmaya fırsat bulamayan şeytan ise ayağını çekememiş, dal kırılıp şeytanın pençesi üstüne düşmüştü. Ivan ağacı yontmaya başladığında bir de ne görsün. Dipdiri bir şeytan. Ivan şaşkın şaşkın:
– Seni gidi başbelası seni. Yine mi sen?
– Ben o değilim. Başkasıyım. Ben kardeşin Taras’taydım.
– Kim olursan ol farketmez. Senin de başına aynı şey gelecek.
Ivan şeytanı ezmek isteyerek baltayı salladığında şeytan yalvarmaya başladı:
– Kıyma bana n’olur. Ne istersen yaparım.
– Ne yapabilirsin bakayım?
– Sana istediğin kadaj para yapabilirim.
– Haydi yap da görelim o zaman.
Bu konuşma üzerine şeytan ona para yapmayı öğretti:
– Şu meşe ağacından yaprak al ve avuçlarının arasında birbirine sürt. O zaman yere altın dökülecek.
Ivan şeytanın dediğini yaptı, yapraklan alıp birbirine sürttü ve altınlar ortaya saçılıverdi. Ivan bunu görünce:
– Ne güzel bir şey. Boş zamanlarımda çocuklarla oynarım, dedi. Bu arada şeytan yine kendisini bırakması için yalvarınca îvan:
– Haydi Allah yardımcın olsun, diyerek bıraktı şeytanı. Şeytan ise tıpkı suya düşen bir taş gibi yerin altına cumburlop dalıverdi ve ortada yalnızca bir çukur kaldı.
VI
Olaylar bu şekilde sürüp giderken, kardeşler kendilerine ev yapmışlar ayrı ayrı yaşamaya başlamışlardı. Bir gün Ivan, tarla tapan işlerini bitirip, yemek yapıp, kardeşlerini ziyafete davet etmiş. Fakat kardeşleri:
– Biz köylü eğlencesi bilmeyiz, diyerek davete gitmeyi reddettiler.
Ivan da kadın erkek bütün köylüleri çağırdı. Onlar gibi kendisi de içip sarhoş oldu, sonra da oyun yerine gitti. Oraya varınca kadınlardan kendisi hakkında iyi konuşmalarını istedi.
– Ben size hayatınızda hiç görmediğiniz birşey vereceğim deyince kadınlar güldü ve:
– Haydi ver bakalım şu bilmediğimiz şeyi, dediler, îvan:
– Hemencecik getiririm, deyip kalburu kaptığı gibi ormana koştu. Kadınlar ise ne kadar aptal olduğundan bahsedip gülüyorlardı. Kendi eğlenceleri içinde onu unuttukları bir an bir de baktılar ki Ivan kalburunu doldurmuş, koşa koşa geliyor.
– Vereyim mi, diye soruyordu. Kadınların:
– Ver, cevabı üzerine Ivan kalburdan bir avuç altın alıp kadınların üstüne saçtı. O an bir kızıl kıyamettir koptu. Kadınlar altınları toplamak için koşuştular, erkekler ortaya
atlayıp birbirini itip kakmaya, birbirlerinin elindekini kapmaya başladılar. Az kalsın bir kocakarıyı çiğneyeceklerdi. Ivan ise sürekli gülerek:
– Sizi gidi aptal kanlar sizi. Ne diye kocakarıyı eziyorsunuz? Yavaş olun canım, isterseniz yine veririm dedi ve yine altın saçmaya başladı. Halk koşuşup Ivan’ın kalburundaki bütün altınları aldılar ve dahasını istediler. Ivan dedi ki:
– Bitti artık. Daha sonra yine veririm. Siz şimdi oynayın, şarkı söyleyin.
Kadınlar şarkı söylemeye başladıklarında:
– Şarkılarınız güzel değil, dedi.
– Daha güzeli nasıl oluyormuş? dediler.
– Ben size göstereyim, diyerek harman yerine gitti. Bir demet alıp kök tarafından tutarak yere vurdu:
– Haydi efendin emriyle demet kalma sen. Her saptan bir asker olsun, dedi.
O an demet darmadağın oldu ve askerler ortaya çıkıverdi. Trampetlerine vurdular, borularını çaldılar. Ivan’ın emriyle şarkı söylemeye başladılar ve Ivan onları alıp oyun alanına geldi. Halk bunu görünce şaşırıp kaldı. Askerler şarkılarını bitirince Ivan onları tekrar harmana götürdü ve kimse ardından gelmesin diye de tembihledi. Orada askerleri yeniden demete çevirip öbür demet yığınlarının üstüne attı. Sonra da evine dönüp, ahıra girdi ve yatıp uyudu.
VII
Ertesi sabah büyük kardeşi Semyon olup bitenleri öğrendi ve Ivan’ın yanma koştu:
– Şu askerleri nereden getirdin, nereye götürdün bana söylesene, dedi.
– Bilip de ne yapacaksın ki sanki? deyince Semyon:
– Ne yapacaksını var mı? însan askerlerle herşeyi yapabilir. Bir padişah bile olabilir, dedi.
îvan şaşırıp kaldı bu işe:
– Gerçekten mi? Canım bunu daha önce söyleseydin ya. Ben sana istediğin kadar asker yaparım. N’olacak yani. Kızkardeşimle sayısız demet bağlamıştık.
Sonra îvan, Semyon’u alıp harmana götürdü ve:
– Bak, ben askerleri yaparım ama sen onları alıp götüreceksin. Eğer onları beslemeye kalkışırsak bir günde bütün köyü yiyip bitirirler, dedi.
Semyon askerleri alıp götüreceğine söz verince îvan işe başladı. Demeti yere bir vurdu mu bir bölük asker çıkıyor, başka bir demeti vurdu mu bir bölük daha çıkıyordu. Sonunda o kadar çok bölük oldu ki ova baştan sona askerle doldu.
– Eee, yeter mi? dedi îvan. Semyon sevinerek:
– Yeter kardeşim sağol! dedi.
– Tamam öyleyse. Daha lazım olursa gel. Saman bol nasıl olsa, ben sana yine yaparım.
Bütün bunlardan sonra Semyon hemen orduyu toplayıp düzenledi ve savaşa gitti.
Semyon gider gitmez Taraş geldi. Birgün önce olanları duyduğu için kardeşine yalvarmaya başladı:
– N’olur söyle bana. Şu altın paraları nereden buldun? Eğer elimde bu kadar para olsa bütün dünyayı ele geçirirdim.
îvan şaşırıp kaldı:
– Gerçekten mi? Daha önce söyleseydin ya. Sana istediğin kadar para yaparım.
Taraş bunu duyunca çok sevindi:
– Hiç olmazsa üç kalbur yap, dedi.
– Peki canım, olur. Ormana gidelim haydi. Fakat atını da getir. Tek başına taşıyamazsın, dedi îvan.
Birlikte ormana gittiler. îvan meşe yapraklarını avucu-na alıp birbirine sürtmeye başladı. Bir anda ortaya bir yığın altın döküldü.
– Yeter mi? dedi îvan.
– Şimdilik yeter kardeşim, sağol.
– Tamam o zaman. Eğer daha lazım olursa gel. Ben sana yine yaparım. Yaprak çok.
Böylece Taraş bir yük para topladı ve yine ticaretle uğraşmaya başladı.
Sonunda iki kardeş de çekip gittiler. Semyon savaşarak bir ülke ele geçirdi. Taraş da ticaretle bir yığın para kazandı.
Günün birinde bu iki kardeş bir yerde buluştular. Semyon askerleri, Taraş da paraları nasıl ele geçirdiğini anlattı. Semyon kardeşine:
– Ben bir ülke ele geçirdim. îyi yaşıyorum ama askerleri beslemeye param yetmiyor, dedi.
Bunun üzerine Taraş da:
– Bense yığın yığın para kazandım ama işin kötüsü bu paraları koruyacak adamım yok, dedi.
Semyon:
– Kardeşimiz îvan’ın yanına gidelim. Ben ondan biraz daha asker yapmasını isteyeyim, sen de para iste. Ben askerleri paranı beklemesi için sana veririm sen de parayı askerleri beslemem için bana verirsin, diye bir fikir ileri sürdü.
Böylece kalkıp Ivan’in yanına gittiler. Semyon îvan’a:
– Kardeşim, askerler yetmiyor. N’olur bana biraz daha yap. Hiç olmazsa iki demet olsun, dedi.
Bunun üzerine İvan başını salladı ve:
– Boşuna dil dökme. Sana başka asker yapmam.
– Neden ama. Söz vermiştin.
– Söz vermesine verdim ama yapmam.
– iyi de neden be aptal?
– Neden olacak. Senin askerlerin bir adamı öldürmüşler. Biraz önce yol kenarında çift sürüyordum. O anda ağlaya sızlaya tabut taşıyan bir kadın gördüm. Kimin öldürdüğünü sorduğumda “Semyon’un askerleri savaşta kocamı öldürdüler” cevabını aldım. Ben askerleri yalnız şarkı söyler sanıyordum oysa ki, adam da öldürürlermiş. Onun için bir daha asker yapmam.
Böylece Ivan olayı kestirip attı ve başka asker yapmaya ikna edilemedi.
Sıra Taras’a geldi ve o da kendisine biraz daha para yapması için yalvarmaya başladı. Ivan yine başını salladı:
– Boşuna nefesini tüketme. Başka para yapmam.
– iyi ama neden? Söz vermiştin.
– Söz vermiştim ama bir daha yapmam.
– iyi de niye yapmıyorsun be aptal?
– Yapmam, çünkü senin altınların Mihaylovna’ların ineğini elinden almış.
– Nasıl almış ineği onların elinden.
– Nasıl olacak, Mihaylovna’ların bir ineği vardı. Çocuklar o ineğin sütünü içerlerdi. Fakat biraz önce bana gelip süt istediler, ineklerine ne olduğunu sorduğumda ise, Taras’ın kahyasının gelip ineği üç altına aldığını ve şimdi de yiyecek birşeylerinin kalmadığını söylediler. Oysa ben seni altınlarla oynayacak sanmıştım. Bir daha sana altın yapmayacağım.
Ivan konuyu böylece kestirip attı ve bir daha altın vermedi. Kardeşler de çekip gitti. Fakat birbirlerinin sıkıntılarını nasıl gidereceklerini düşündüler ve Semyon dedi ki:
– Bak, şöyle yapalım. Sen bana askerlerimi besleyecek kadar para ver, ben de ülkemin yarısını askerlerle beraber sana vereyim. Böylece askerler senin paranı korumuş olurlar.
Taraş, “olur” cevabı verince iki kardeş anlaştılar ve ikisi de birer zengin ve padişah oldular.
VIII
Bütün bunlar olurken tvan evinde oturuyor, annesine babasına bakıyor, dilsiz kızkardeşiyle tarlada çalışıyordu.
Günlerden birgün Ivan’ın ihtiyar köpeği uyuza yakalanmış can çekişiyordu. İvan hayvancağıza acıdı ve dilsiz kızdan biraz ekmek alarak şapkasına koydu ve götürüp köpeğe attı. Fakat şapkası yırtık olduğu için ekmekle birlikte çubuklardan biri yere düştü, ihtiyar köpek ekmekle birlikte kökü de yedi. Yer yemez de iyileşip, yerinden fırladı. Oynayıp havlamaya, kuyruğunu sallamaya başladı. Babasıyla annesi bu işe çok şaşırdılar:
– Nasıl iyi ettin bu köpeği? dediler. Ivan da anlattı:
– Ben de iki tane kök vardı. Bu kökler her türlü ağrıyı acıyı kesiyordu. Köpek de onlardan birini yedi.
işte tam bu sırada padişah kızının hastalandığı, bütün köylere şehirlere ilan ediliyordu. Padişah kızını iyi edene birçok armağanlar vereceğini, bekarsa kızını onunla evlendireceğini duyurdu. Haber îvan’ın köyüne ulaştığında, İvan’ın annesiyle babası onu çağırıp:
– Padişahın ilanını duydun değil mi? Hani sende bir kök vardı. Haydi git onu padişah kızına yedir. Kız iyi olsun, sen de hayatının sonuna kadar mutlu yaşa, dediler.
Ivan kabul edip yol hazırlıklarına başladı. Giydirilip kuşatıldı ve dış merdivene çıktı. Baktı ki orada çolak, dilenci bir kadın oturuyor. Kadın ona:
– Hastaları iyileştirdiğini duydum. N’olur şu kolumu iyileştirir misin? Ayakkabılarımı bile kendim giyemiyorum, dedi.
Bunun üzerine îvan:
– Olur tabii, diyerek kökü çıkarıp dilenci kadına uzattı ve yutmasını söyledi. Kadın kökü yuttuğunu an iyileşiverdi ve kolunu sallamaya başladı.
Babasıyla annesi padişahın yanına gidecek oğullarını uğurlamak için dışarı çıktıklarında îvan’ın son kökü verdiğini, padişah kızını iyileştirmek için elinde birşey kalmadığını öğrendiler ve İvan’ı azarlamaya başladılar:
– Dilenci kadına acıyorsun da, padişah kızına acımıyorsun.
Bunun üzerine îvan, padişah kızına da acıdı. Atını çekip, sandığa saman koyarak yola çıktı.
– Nereye gidiyorsun aptal! dediklerinde;
– Padişah kızını iyileştirmeye, dedi.
– iyi ama elinde iyileştirecek birşey yok ki!
– Olsun, dedi ve atını sürdü.
Saraya vardığında, dış merdivene ayak basar basmaz kız iyileşti. Padişah buna çok sevindi ve ivan’ı yanına getirmelerini emretti. Ivan yanına gelince, onu giydirip kuşattı ve:
– Bana damat ol, dedi.
Ivan kabul etti ve padişah kızıyla evlendi. Çok geçmeden padişah da öldü ve Ivan padişah oldu. Böylece üç kardeşin üçü de padişah olmuş oldu.
IX
Üç kardeş padişahlık yaparak yaşamaya devam ediyorlardı. Büyük kardeşleri Semyon iyi yaşıyordu. Saman askerlerine gerçeklerini de katmıştı. Ülkesinde her on evden bir asker alınmasını emretmişti. Üstelik bu asker de, iri yarı, beyaz tenli, temiz yüzlü olacaktı. Böylece birçok asker topladı ve hepsine eğitim verdi. Biri ona herhangi bir konuda karşı koyacak olsa, hemen askerlerini gönderip aklına eseni yaptırırdı. Bu yüzden herkes ondan korkmaya başlamıştı.
Semyon’un yaşantısı da iyiydi. Birşeyi aklından geçirdi mi, yahut bir şeye göz dikti mi o şey hemen onun olurdu. Askerlerini gönderirdi ve onlar da ona istediği şeyi alıp getirirlerdi.
Bu arada Taraş da iyi yaşıyordu. Ivan’dan aldığı paraları öyle har vurup harman savurmamış, kat kat çoğalmıştı. Ülkesine iyi bir düzen getirmişti. Paralarını yanında sandıklarda saklar, halktan da vergi toplardı, öyle vergiler ki her kişiden, her yoldan, her Çıraktan çoraptan, bütün perde saçaklarından ve daha nelerden nelerden. Böylelikle aklına eseni, ele geçirmişti. Herkes ona para için herşeyini getirir. Sonra da çalışmaya giderdi, öyle ya herkese para lazım.
iki kardeş böyle yaşar da Ivan kötü mü olur? Onun yaşantısı da fena değildi tabii. Kayın babasının cenazesini kaldırdıktan sonra padişah elbisesini çıkarıp sandığa koydu ve saklasın diye de karısına verdi. Yeniden kıl gömleğini
ve donunu giydi, çarıklarını ayağına geçirip çalışmaya koyuldu.
– içim sıkılıyor. Karnım şişmeye başladı, iştahım kesildi, uykum kaçtı, gibi açıklamalar getiriyordu buna.
Anasını, babasını, dilsiz kızı da yanına getirerek yeniden çalışmaya başladı.
– iyi ama sen padişahsın, dediklerinde:
– Olabilir. Hem padişahın da çalışarak karnını doyurması gerekir, diyordu.
Veziri yanına gelip:
– Aylıkları ödeyecek paramız yok, dediğinde:
– Yoksa ödeme sen de, dedi.
– Fakat ödeme yapmazsak bize hizmet etmezler, dedi vezir. îvan da:
– Varsınlar etmesinler. Hem çalışmak için daha serbest kalırlar. Bak şurada bir dünya gübre yığılmış, onları tarlalara taşısınlar işte, diye cevap verdi.
Bir gün iki kişi yargılanmak için Ivan’ın karşısına çıkarıldı. Birisi:
– O benim paralarımı çaldı, diye suçluyordu ötekini. Bunun üzerine Ivan:
– Madem çaldı demek ki ihtiyacı vardı, dedi. Böylelikle herkes Ivan’ın aptal olduğunu anladı. Karısı:
– Senin aptal olduğunu söylüyorlar, dedi. Ivan da:
– Olsun. Desinler, deyince karısı düşündü taşındı. Zaten o da kocası gibi aptaldı. Dedi ki:
– Niçin kocama karşı gelecek misim? Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Sonra o da sultan elbiselerini çıkarıp sandığa koydu ve iş öğrenmek için dilsiz kızın yanına gitti, işi öğrenince de gelip kocasına yardım etmeye başladı.
Böyle böyle bütün akıllı insanlar bir bir Ivan’ın ülkesinden ayrıldı ve ülkede sadece aptallar kaldı. Kimsenin de elinde parası yoktu. Çalışıp geçiniyorlar, hem kendilerini, hem de iyi insanları besliyorlardı.
X
Bütün bunlar olurken, köşesinde oturan ihtiyar şeytan, uzun zaman, üç kardeşi nasıl alt ettiklerini bildiren bir haber bekledi durdu, üç küçük şeytandan. Ama bir haber alamamıştı. Sonra kendisi birşeyler öğrenmeyi düşündü. Gitti, aradı, taradı ama onları hiçbir yerde bulamadı. Sadece ortada kalan üç çukuru gördü ve:
– Öyle anlaşılıyor ki işi kıvıramadılar. Ne yapalım iş yine başa düştü, diye düşündü. Ardından kardeşleri aramaya gitti. Fakat onlar artık eski yerlerde değillerdi. Her birini ayrı bir ülkede buldu. Üçü de iyi yaşıyor, padişahlık yapıyordu. Bu durum ihtiyar şeytanın onuruna dokunmuştu:
– Durun hele. Ben işe bir el atayım da görün siz, dedi. Bunu söyledikten sonra, ilk önce, komutan kılığına girerek Semyon’un yanına gitti. Huzuruna vardığında:
– Padişahım, senin büyük bir komutan olduğunu işittim. Ben de bu işin ustasıyım ve sana hizmet etmek isterim, dedi. Semyon onu bir güzel sorguya çektikten sonra baktı ki akıllı bir adam, onu hizmetine aldı.
Yeni komutan işe başlar başlamaz Semyon’a daha güçlü bir ordu toplamanın yollarını öğretmeye başladı:
– ilk iş olarak daha çok asker toplamalısın padişahım. Çünkü senin ülkende bir çok insan işsiz güçsüz dolaşıyor. Eğer hiç ayırt etmeden bütün gençleri askere alırsan, o zaman ordun şimdikinden beş misli daha büyük olur. ikinci olarak yeni top ve tüfekler yapılmalı. Sana öyle tüfekler yaparım ki bin attın mı yüz kurşunu etrafa nohut gibi saçar. Sana öyle toplar dökerim ki karşısına insan, at, duvar ne çıkarsa çıksın hepsini yıkar, her tarafı kavurup kül eder.
Semyon, yeni komutanın sözleri üzerine, bütün gençlerin askere alınmasını emretmiş, yeni silah fabrikaları kurdurup toplar tüfekler döktürmüş. Sonra da hemen komşu padişaha savaş açmış. Düşman ordusunun karşısına çıkar çıkmaz da toplarla tüfeklerle ateş açtırmış. Bir anda ordunun yarısının yaralandığını, yandığını gören komşu padişah korkmuş ve boyun eğerek ülkesini teslim etmiş. Semyon buna çok sevinmiş:
– Şimdi Hint padişahını yenerim artık, demiş.
Hint padişahı ise Semyon’un yaptıklarını duymuş ve onun bulduğu şeyleri öğrenerek buna kendi buluşlarını da eklemiş. Ordusuna sadece erkekleri değil, evlenmemiş kadınları da almış. Böylece ordusu Semyon’un ordusundan daha kalabalık olmuş. Tüfek ve top yapımını Semyon’dan öğrenmiş ama kendisi bunu, havada uçup, düştüğü yerde patlayan bombalarla geliştirmiş.
Semyon savaş için Hint padişahının karşısına çıktığında bunu da öbürü gibi hemen yenivereceğini sanıyormuş. Fakat papaz her zaman pilav yer mi? Hint padişahı hazırlık-lıymış. Semyon’un ordusunun atış menziline tam olarak girmesini bile beklemeden, kadın askerleri, ordunun üzerine bomba atmaları için göndermiş. Kadınlar, hamam böceklerinin üstüne sıçan otu serper gibi, ordunun üzerine bomba atmaya başlamışlar. Bunun üzerine bütün ordu çil yavrusu gibi dağılmış. Semyon tek başına kalmış. Hint padişahı Semyon’un ülkesini ele geçirmiş ve Semyon da kaçabileceği ilk yere kaçıp gitmiş.
Böylece ihtiyar şeytan, kardeşlerden birinin işini bitirdiğini düşünerek padişah Taras’ın yanına gitmiş. Bu sefer tüccar kılığına girmiş ve Taras’ın ülkesine yerleşmiş. Bir mağaza açıp, her tarafa avuç avuç para dökmeye başlamış. Taraş buna çok seviniyormuş:
– Allah razı olsun şu tüccardan. Şimdi daha çok param olacak ve daha rahat yaşayacağım, diyormuş.
Taraş; yeni planlar yapmaya başlamış. Yeni bir saray yaptırmaya karar vermiş. Halka ağaç ve taş taşımalarını, gelip yapı işlerinde çalışmalarını duyurmuş. Her şeyi de yüksek fiyatla alıyormuş. Sanıyormuş ki eskiden olduğu gibi herkes para için çalışmaya koşacak. Fakat bir de bakmış ki bütün ağaçları, taşları tüccara taşıyorlar, bütün işçiler onun yanında çalışıyorlar. Bunun üzerine Taraş fiyatı arttırmış ama tüccar daha çok arttırmış. Taras’ın parası çokmuş ama tüccarın daha çokmuş. Tüccar Taras’ın biçtiği fiyatı sürekli arttırıyormuş. Taraş da sarayı yaptırmaktan vazgeçip bir bahçe yaptırmaya karar vermiş. Güz geldiğinde Taraş, halka, gelip bahçesine gül dikmelerini söylemiş. Fakat kimse gitmemiş çünkü herkes tüccara havuz yapmaya gidiyormuş.
Kış geldiğinde Taraş bir kürk yaptırmak istemiş. Samur derileri alması için bir adam göndermiş ama adam eli boş dönmüş. Çünkü taccar samur derilerinin hepsini yüksek fiyatla alıp, derilerden kilim yaptırmış.
Taraş bu defa da at almak istemiş. Adamlarını göndermiş ama geldiklerinde elleri yine boşmuş. Çünkü bütün iyi atlar tüccarın elindeymiş. Onun havuzunu doldurmak için su taşıyorlarmış.
Padişahın bütün işleri yüzüstü kalmış. Hiç kimse onun işinde çalışmıyor, sadece tüccardan aldıkları paralarla gidip vergilerini ödüyorlarmış.
Böylece padişahın elinde o kadar çok para toplanmış ki
artık koyacak yer bulamıyormuş. Fakat bu arada yaşayışı da çok kötüleşmiş. Artık plan yapmıyor sadece şöyle böyle yaşamaya bakıyormuş ama elinden o da gelmiyormuş. Hepten kötü bir durumdaymış. Aşçıları, faytoncuları, hizmetçileri de onu bırakıp tüccarın yanına gitmeye başlamışlar. Artık yiyecek birşey de bulamıyormuş. Birşeyler alması için birini pazara gönderiyor, ama giden, tüccar bütün malları topladığı için, eli boş dönüyormuş. Taraş’a ise sadece vergi olarak para getiriyorlarmış.
Bütün bu olanlara Taraş çok öfkelenmiş ve tüccarı sınırdışı etmiş. Fakat tüccar sınıra yerleşerek yine aynı işi yapmaya devam etmiş. Halk yine herşeyi padişaha değil de tüccara taşıyormuş. Taras’ın durumu gün geçtikçe daha da kötüleşiyormuş. Günlerden beri ağzına bir lokma koymamış. Bir ara ortalıkta tüccarın övündüğünü, padişahı bile satın alacağını, ortalığın bu laflarla çalkalandığını işitmiş. Taraş çok korkmuş. Ne yapacağını şaşırmış bir durumdayken Semyon da yanına gelmiş ve:
– Hint padişahı beni yendi. Bana yardım et, demiş. Fakat Taraş da artık zor durumdaymış:
– Ben de iki gündür açım, cevabını vermiş.
XI
ihtiyar şeytan ikinci kardeşin de işini bitirince sıra îvan’a gelmiş. Yine komutan kılığına girerek İvan’ın yanına gitmiş. Huzuruna vardığında bir ordu toplaması için onu kandırmaya çalışmış:
– Padişahım, ordusuz yaşamak, yaşamak değildir. Sadece emret, milletinden asker toplayıp orduyu düzenleyeyim.
îvan sonuna kadar dinleyip:
– Tamam olur. Düzenle ama askerlere iyi şarkı söylemeyi öğret. Ben şarkıyı severim, demiş.
İhtiyar şeytan da asker toplamak için ülkede dolaşmaya başlamış. Herkesin gidip başını traş ettirmesini, herkese birer şişe votka ile birer kırmızı şapka verileceğini duyurmuş. Aptallar bunun üzerine gülmüşler:
– Votka bizde serbest, kendimiz kaynatırız. Şapkayı ise karılarımız bize diker. Hem de alacalısını, püsküllüsünü… Ne çeşit istersek onu.
Böyle söyleyerek kimse gitmeyince, ihtiyar şeytan koşa koşa İvan’ın yanına gelmiş: “Senin aptallar gönül rızasıyla gelmiyor, onları zorla getirmeliyiz,” deyince İvan:
– Olur. Öyleyse zorla getir, demiş.
İhtiyar şeytan halka gidip askere yazılmalarını, yoksa İvan’ın ölüm cezasına çarptıracağını duyurmuş. Bunun üzerine aptallar kendisine gelerek:
– Eğer askere yazılmazsak padişahın bizi ölümle cezalandıracağını söylüyorsun ama asker olunca ne yapacağımızı söylemiyorsun. Askerler adam öldürür diyorlar, demişler.
– Evet o da var, cevabını alınca aptallar direnerek:
– Gitmeyiz. Öyle ya da böyle ölümden kurtuluş yoksa bizi evimizde öldürsünler daha iyi, demişler.
İhtiyar şeytan:
– Aptal oğlu aptallar. Askerde sizi belki öldürürler belki de öldürmezler ama gitmezseniz padişah İvan sizi mutlaka öldürecek, deyince aptallar düşünüp taşınıp padişaha sormaya karar vermişler:
– Bir komutan türedi, hepimize askere gitmeyi emrediyor. Giderseniz belki ölürsünüz belki ölmezsiniz ama gitmezseniz padişah İvan sizi yüzde yüz öldürür diyor. Bu doğru mu padişahım?
Ivan gülmüş:
– Nasıl olur da ben, bir kişi, hepinizi öldürtebilirim? Aptal olmasam size bu işi açıklardım ama inanın ben de anlamıyorum.
– Öyleyse biz gitmeyiz, demişler. îvan da:
– Tamam canım, gitmeyin, demiş.
Böylece aptallar komutana gidip askerlik yapmayacaklarını söylemişler.
ihtiyar şeytan işlerin iyi gitmediğini görünce hamam böcekleri padişahına gidip onu kandırmış:
– Padişah îvan’ın ülkesine gidip savaşalım orayı ele geçirelim. Orada para yok ama ekmek, hayvan, her çeşit mal istemediğiniz kadar.
Bu sözler üzerine hamamböcekleri padişahı büyük bir ordu toplamış. Tüfekler, toplar yaptırıp sınıra dayanmış ve savaş açmış. îvan’ın ülkesine girmeye başlamış.
Ivan’a gidip: “Hamam böcekleri padişahı bize savaş açtı,” demişler.
O da: “Olsun canım, varsın açsın,” demiş.
Hamamböcekleri padişahı ordusuyla sınırı aşmış, îvan’ın ordusunu bulmak için öncü kuvvetler göndermiş. Öncüler orduyu aramış taramış bulamamışlar. Ordu yok! Belki herhangi bir yerden çıkıp gelir diye beklemişler, ne gelen var ne de giden. Kiminle savaşacaklar şimdi? Hamamböcekleri padişahı köyleri ele geçirmesi için asker göndermeye karar vermiş. Askerler bir köye girdiklerinde, kadınlı erkekli aptallar meydana çıkıp şaşkın şaşkın askerlere bakmaya başlamışlar. Askerler aptalların ellerindeki ekmek ve hayvanları toplamaya başladıklarında, aptallar herşeylerini veriyor, hiçbiri de karşı koymuyormuş. Askerler oradan başka bir köye gitmişler orada da aynı şey. Birgün dolaşmışlar iki gün dolaşmışlar her yerde aynı olay! Herkes herşeyini veriyor, kimse karşı koymuyor üstelik onları kendi evlerine çağırıyorlarmış:
– Dostlar sizin ülkesinde hayat kötüyse gelin bizimle oturun. Temelli kalın.
Askerler gitmişler ordu mordu yok. Oysa ki her yerde halk yaşıyor, hem kendini hem başkalarını doyuruyor, hiçbiri kendilerine karşı koymuyor, üstelik gelenleri beraber yaşamaya çağırıyorlarmış.
Bu durumdan içi sıkılmış askerlerin. Kendi padişahlarına gidip:
– Burada savaşamayız. Bizi başka yere götür. Savaş olsa neyse ne ama bu adamları pırasa gibi doğramak olur mu? Burada daha fazla savaşamayız, demişler.
Hamamböcekleri padişahı buna çok kızmış. Küplere binmiş. Askerlerine ülkenin dört bir yanındaki köylere gidip evleri yıkmalarını, buğdayları yakmalarını, hayvanları öldürmelerini emretmiş:
– Eğer buyruğumu dinlemezseniz hepinizi öldürtürüm, demiş.
Askerler bu emir üzerine korkmuşlar. Padişah ne em-rettiyse onu yapmaya başlamışlar. Evleri yıkmışlar, buğdayları yakmışlar, hayvanları öldürmüşler. Fakat aptallar yine karşı koymuyor sadece ağlıyorlarmış. ihtiyar erkekler, kadınlar, küçük yavrular ağlıyormuş:
– Niye bize kötülük ediyorsunuz? Niçin ocağımızı söndürüyorsunuz? Size lazımsa buyrun alın. Hepsi sizin olsun, diyorlarmış.
Bu durum askerlere dokunmuş. Daha ileriye gidememişler ve bütün ordu oraya buraya dağılmış.
XII
Böylece ihtiyar şeytan işi kıvıramadığını, askerlerle de îvan’ın hakkından gelemeyeceğini anlamış. Fakat vazgeçmeye de niyeti yokmuş. Onun için de bir beyefendi kılığına girerek, İvan’ın ülkesinde yaşamaya başlamış. Taras’ı alt ettiği gibi onu da parayla alt etmek düşüncesindeymiş: “Ben size iyilik etmek, akıllıca davranmayı öğretmek istiyorum. Burada bir ev yaptıracağım ve bir mağaza açacağım.” demiş. Ivan bu düşüncesini dinleyip ona izin vermiş. Geceyi orada geçiren beyefendi, ertesi sabah, yanına bir çuval altınla bir kağıt alıp meydana çıkmış:
– Hepiniz domuz gibi yaşıyorsunuz. Ben size nasıl yaşanması gerektiğini öğreteceğim. Şimdi bana şu plana göre bir ev yapın. Ben size ne yapmanız gerektiğini söylerim. Çalışıp harcadığınız emek karşılığında da size altın para veririm, demiş. Onlara altınları gösterdiğinde aptallar şaşırıp kalmışlar. Çünkü onlar para kullanmazlarmış. Birbirlerine mal karşılığında mal verirler, yahut verilen şeyi emekle öderlermiş. Fakat yine de altını sevmişler. Güzel şeyler olarak görmüşler. Efendiye bu altınlar karşılığında mal vermeye, işinde çalışmaya başlamışlar.
ihtiyar şeytan Taraş’in ülkesinde yaptığı gibi, ortalığa altın saçmaya başlamış. Halk da altına karşılık çeşit çeşit mal veriyor, işinde çalışıyormuş. İhtiyar şeytan sevinerek içinden:
– İşim yolunda gidiyor. Şimdi Taraş gibi şu aptalı da batırır varını yoğunu satın alırım, diye düşünmüş.
Aptallar ise ellerine geçen altınları, gerdanlık yapmaları için götürüp karılarına veriyorlarmış. Bütün genç kızlar saçlarına dizi dizi altın takıyorlar, çocuklar artık sokakta onunla oynuyorlarmış. Böyle böyle herkesin elinde çok faza para toplanmış. Artık kimse daha fazlasını istemiyor-muş. Oysa ki beyefendinin konağı henüz yarıya bile gelmemiş. O yıl için düşündüğü kadar buğday ve hayvan da toplayamamış. Bunun için de sürekli gelip işinde çalışmalarını, buğday getirmelerini, her mala, her işe karşılık çokça altın vereceğini ilan edip duruyormuş. Buna rağmen kimse gidip çalışmıyor, birşey götürmüyormuş. Sadece arada sırada bir oğlan ya da kız çocuğu bir yumurta getirir, altın alır gidermiş. Onun dışında kimsenin uğradığı yokmuş. Artık şeytan yiyecek birşey bulamaz olmuş.
Efendi karnının acıktığı bir gün yiyecek öteberi almak için köye gitmiş. Bir avluya girip, bir tavuğa bir altın vermiş. Fakat ev sahibi kadın istemeyerek:
– Bende altın çok, demiş.
Bu defa şeytan yoksul bir kadının evine gidip, ringa balığı almak istemiş ve karşılığında altın vermiş. Kadın:
– Bu bana lazım değil dostum. Çocuğum yok ki oynasın. Bulunsun diye üç tanecik almıştım, demiş.
Şeytan başka bir köylünün evine gidip ekmek istemiş ama o köylü de para almamış:
– Bize lazım değil. Bekle karıma söyleyeyim de Allah rızası için sana bir dilim ekmek versin, demiş.
Şeytan Allah sözünü işitince yere tükürmüş ve koşarak köylünün yanından uzaklaşmış. Allah rızası için birşey almak şöyle dursun, bu adı duymak bile ona bıçak yarasından ağır geliyormuş.
Böyle böyle ihtiyar şeytan ekmek bulamamış. Her kapıyı çalmış ama nereye gitse kimse parayla birşey vermiyor:
– Bana birşey getir, ya da gel çalış. O da olmuyorsa Allah rızası için al, diyorlarmış. Oysa ki şeytanın elinde paradan başka birşey yokmuş ve canı da çalışmak istemiyormuş. Allah rızası için de alamaz, ihtiyar şeytan bu işe çok öfkelenmiş:
– Size para veriyorum işte daha ne istiyorsunuz? Altınla ne isterseniz yaparsınız. İstediğiniz işçiyi tutup, çalıştırırsınız, diyormuş. Aptallar ise onu dinlemiyorlarmış:
– Hayır, para bize lazım değil. Vergi vermeyiz, birşey satın almayız. Ne yapalım biz parayı, diyorlarmış.
İhtiyar şeytan o akşam yemek yemeden yatmış. Bu durumdan İvan’ın da haberi olmuş. Ona gelip sormuşlar:
– Bir beyefendi türedi. Güzel güzel yiyip içmeyi, temiz temiz giyinmeyi seviyor ama bir türlü çalışmaya yanaşmıyor. Allah rızası için verilen şeyi de almıyor. Sadece herşeye altın veriyor. Eskiden halk, elinde henüz fazla altın toplanmadığı için ona her istediğini verirdi. Fakat şimdi vermiyor. Bu durumda biz ne yapalım. Böyle giderse açlıktan ölecek adam.
İvan onları dinledikten sonra:
– Peki o zaman besleyin onu. Bırakın sığırtmaç gibi ev ev dolaşsın.
İhtiyar şeytan da bunun üzerine ne yapsın, ev ev dolaşmaya başlamış. Bir gün sıra İvan’ın evine gelmiş. İhtiyar şeytan yemek zamanı İvan’lara gitmiş. İvan’larda yemeği dilsiz kız yaparmış. Biraz haylaz olanlar da onu sık sık aldatır, çalışmadan erkenden yemek yemeğe gelirlermiş. Lapanın hepsini yer bitirirlermiş. En sonunda dilsiz kız haylazları tanımak için bir kurnazlık bulmuş. Hepsinin ellerine bakıyormuş ve kimin elinde nasır varsa ona yemek veriyormuş. Kimin elinde de nasır yoksa ona da artıkları ye-dirirmiş. Sıra ihtiyar şeytana geldiğinde, ihtiyar şeytan sokulmuş masaya. Dilsiz kız da her zaman yaptığı gibi ellerini yoklamış, bakmış ki elleri tertemiz, bembeyaz, tırnakları dümdüz ve uzun. Bunun üzerine dilsiz kız homurdanarak şeytanı masadan çekip kaldırmış. Bu arada İvan’ın karısı:
– Kusura bakma beyefendi. Bizim evde görümcem elle-
rinde nasır olmayanı masaya oturtmaz. Azıcık bekle. Başkaları yesin, onların artıklarıyla sen de karnını doyurursun, demiş.
İhtiyar şeytan padişahın evinde domuzlar gibi doyurulmak istendiğini düşünerek çok gücenmiş. İvan’a gidip:
– Ülkende her insanın elleriyle çalışması gerektiğini ileri süren aptalca bir kanun var. Böyle bir kanunu aptal olduğunuz için çıkarmışsınız. Sanki insanlar sadece elleriyle mi çalışır? Akıllı insanlar neyle çalışır söyle bakalım, deyince İvan:
– Biz aptallar bunu nasıl bilebiliriz? Biz hep ellerimizle ya da sırtımızla çahşırız, demiş.
İhtiyar şeytan bir fırsat daha yakaladığını düşünerek:
– Aptalsınız da ondan. Ben size kafa ile nasıl çalışılır onu öğreteyim. O zaman göreceksiniz ki kafa ile çalışmak elle çalışmaktan daha iyidir, demiş.
İvan şaşırıp kalmış buna:
– Gerçekten mi? Ee, bize boşuna aptal demiyorlar! Bunun üzerine ihtiyar şeytan konuşmaya başlamış:
– Fakat kafa ile çalışmak kolay değildir. Bakın ellerimde nasır yok. Siz bunun için bana yemek vermiyorsunuz ama bilmiyorsunuz ki insanın kafasıyla çalışması elleriyle çalışmasından yüz kat daha güçtür. An gelir insanın kafası çatlar.
İvan düşüncelere dalmış:
– Niye böyle kendini üzüyorsun dostum? İnsanın kafasının çatlaması hoş şey mi? İyisi mi ellerinle, sırtınla hafif iş gör.
Şeytan da:
– Siz aptallara acıyorum da onun için böyle çabalıyorum. Ben olmasam siz kıyamete kadar aptal kalırsınız. Ben kafamla çalışırım ve bunu size de göstereceğim, demiş.
Ivan şaşırıp kalmış:
– Peki o zaman öğret. Bizim kimi zaman ellerimiz yorulur. Biz de o zaman kafamızla çalışırız, demiş.
Şeytan bu işi öğreteceğine söz vermiş. Ivan da bütün ülkeye duyuru yapmış:
– Bir efendi geldi. Herkese kafa ile çalışmayı öğretecek. Kafa ile çalışınca daha çok iş yapılıyormuş. Herkes gitsin öğrensin.
İvan’ın ülkesinde dik merdivenle çıkılan yüksek bir kule varmış. En üstünde de küçük bir boşluk varmış kulenin, îvan herkes görsün diye efendiyi oraya çıkartmış.
Efendi kuleye çıkınca başlamış oradan konuşmaya. Bütün aptallar da toplanmışlar. Sanıyorlarmış ki efendi ellerini kullanmadan sadece kafasıyla nasıl çalışılacağını gösterecek. Fakat ihtiyar şeytan çalışmadan nasıl yaşanılacağım sadece sözle anlatıyormuş.
Aptallar, anlattıklarından birşey anlamamışlar. Bakmışlar, bakmışlar ve sonra hepsi yine kendi işinin başına gitmiş.
İhtiyar şeytan kulede bir gün kalmış, iki gün kalmış, sürekli konuşuyormuş. Sonra karnı acıkmış. Fakat aptallar ona, kuleye yemek götürmeyi akıl edememişler. Madem ki efendi kafasıyla daha iyi çalışıyor, ekmeğini de kafasıyla kolayca çıkarır diye düşünmüşler, ihtiyar şeytan kulede bir gün daha kalmış. Hâlâ konuşuyormuş. Halk da yaklaşıyor bakıyor bakıyor dönüp gidiyormuş.
Ivan ise arada bir:
– Ee, nasıl, efendi kafasıyla çalışmaya başladı mı? diye soruyormuş.
– Hâlâ başlamadı çene çalıp duruyor, diye cevap veriyorlar mış.
ihtiyar şeytan bir gün daha kulede kalmış. Zayıflamaya başlamış. Ayakta sallanıyormuş. Sallanırken kafasını bir direğe çarpmış. Bunu gören bir aptal, olayı gidip ivan’ın karısına anlatmış. Kadın da çift süren kocasının yanına koşmuş:
– Haydi gidelim. Efendi kafasıyla çalışmaya başladı diyorlar, demiş.
– Sahi mi? demiş Ivan. Atını çevirip kuleye gitmiş. Kulenin yanına yaklaştığında, ihtiyar şeytan açlıktan büsbütün zayıf düymüş, kafasını direklere çarpıyormuş. Ivan oraya varır varmaz, şeytan sendelemiş ve basamaklardan büyük bir gümbürtüyle yuvarlanmış. Ivan:
– Ee, efendi doğru söylemiş. Demek bazen insanın kafası da çatlıyormuş. Bu iş nasırla bitmez. Böyle çalıştıktan sonra insanın kafasında yumruk gibi şişler oluşabilir.
İhtiyar şeytan merdivenlerin dibine devrilivermiş. Kafası da toprağa saplanmış. Ivan çok iş görüp görmediğini anlamak için yanına yaklaştığında, birdenbire yer yarılmış, ihtiyar şeytan da yerin dibine gömülüvermiş ve ortada sadece bir çukur kalmış.
Ivan kafasını kaşıyarak:
– Seni gidi başbelası seni! Yine mi sen? iri yarı olduğuna göre ötekilerin babası olmalısın, demiş.
Ivan o gün bugündür yaşıyor, halk da onun ülkesine akın ediyormuş. Kardeşleri de yanına gelmiş ve onlara da bakıyormuş. Birisi gelip de:
– Besle bizi, derse:
– Olur tabii. Kalın. Biz de herşey bol, diyormuş.
Fakat ülkesinde bir gelenek varmış ki eli nasırlı olan sofraya oturuyor, olmayansa artıkları yiyormuş.

Lev Nikolayeviç Tolstoy
Kaynak: Bir Gencin Dramı

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version