Ana Sayfa Güncel Hayat ve Siyaset Sosyalizm Mücadelesi, Havuz Problemi ve Metin Çulhaoğlu – Dr. Suat Kamil Aksoy

Sosyalizm Mücadelesi, Havuz Problemi ve Metin Çulhaoğlu – Dr. Suat Kamil Aksoy

Metin   Çulhaoğlu’nun BirGün Gazetesi’nde 9 Eylül 2011′de yazdığı makale bize de yorum yapmak için ilham verdi. Konu çok bilinen bir tekerleme ile başlıyor. “Yirmisinde sosyalist olmayanın kalbinden, kırkında hala sosyalistlik yapanın aklından şüphe etmek gerekir.
Elbette bu tekerleme aşkın bir tipin, sevecen yada babacan bir tavırla sosyalizmi tenkit edişidir. Doğal olarak dışarıdandır. Biraz çelişkilidir. İnsan genç yaşta haksızlığa, yoksunluğa, baskı ve zulme karşı öfke duyabilir. Kendisine dokunmasa da örneğin dünyanın bilmediği yerinde açlıktan ölenlerin hesabını sorabilir. Ama büyüyüp değişmezliği deneyimledikten sonra bu duyguları aklı varsa terkeder. Ama eskiden öfke uyandıran olgular aynen devam ederken bu nasıl olabilir. İnsan bir olgu karşısında hem duygulanıp hem de duygusuz olmayı kendi içinde nasıl tutacaktır. Bu babacan tekerlemenin sahibinin duygularında bir tür çalkantı vardır. Gerçekte tutarlı konuşacaksak kırkından sonra sosyalizmi bırakanların duygularından insanlığından yada en iyisi kalbinden şüphe duymak gerekir. Yok eğer akıldan şüphelenilecekse şu yirmisindeki delikanlının aklından şüphe duymak çok daha doğru olur. En azından erken teşhis hayat kurtarır.
Metin abi kendi yaşam tecrübesinden de yola çıkarak sosyalizm mücadelesindeki sirkülasyona ilişkin bazı etmenleri sınıflamış. Şöyle ki:
“20-30 yaş: Özel sorunlar (karşılıksız aşk, terkedilme, depresyon); okuldan atılma tehlikesi; örgüt içi bir anlaşmazlıkta diğer tarafın haklı bulunması; yönetici konumundaki kişiden haz etmeme; akademik kariyer hesapları; evlilik vb.
30-40 yaş: İşini yitirme riski; işte kariyer yapma kararlılığı; çocuk büyütme; örgütte umduğunu bulamama; biraz para yapmanın, ev-araba almanın tutkuya dönüşmesi; akademisyenliğin gereği sayılan “uzakta durup objektif bakma” vb.
40-50 yaş: Marksizm’in “yetersizliklerini” veya “yanlışlarını”, mücadelenin ve örgütün “insan öğüten bir değirmen olduğunu” keşfetme; “demokratikleşmeden olmaz” kanaatine varma ve “demokratikleşmeyi” başkalarından bekleme; bilmeden, ölçüp biçmeden birtakım işlere girmiş olma pişmanlığı; “sınıf bu durumdaysa ben ne yapayım” veya “ama sol da bir türlü birleşemiyor” mazereti; “biz dünyaya hep at gözlükleriyle bakmışız, meğer ne gerçekler, ne değerler varmış” türü aymalar; çağımızın ünlü filozofu Sigmund Theodor Ranshoffer okunduktan sonra hayata başka türlü bakma, vb.
50-70 yaş: “Bu millet-ülke adam olmaz” yargısı; “reel sosyalizmle denendi, olmadı” umutsuzluğu; “biz sosyalizmi de kendimize benzetiriz” sinizmi; “değerim hiç bilinmedi” küskünlüğü; “biz o kadar uğraştık da ne oldu” hayıflanması; “şimdiki gençler de pek boş” küçümsemesi; geçmişin bugün yapılacak her şeyi değersiz kılacak ölçülerde abartılıp güzellenmesi vb.”
Biz bu alıntıdaki sınıflamanın ilk iki diliminde mücadeleyi terketmenin daha çok duygusal etmenlerle ilgili olduğu izlenimi edindik. Kırkından sonra da düşünsel-mantıksal etmenler ön plana çıkıyor. Böylece mücadele yirmisinde kalp ile, kırkında akıl ile terkediliyor. Metin abi bu akılları pek akıllıca bulmadığı için, biz onun kırkından sonra mücadeleyi terkedenlerin aklından şüphelendiğini varsayabiliriz. O halde tekerlemenin tam tersinin doğru olduğunu yani yirmisinde mücadeleyi terketmeyenin kalbinden, kırkında da terkedenin aklından şüphe duymak gerektiğini söylemeliyiz. Demek ki bakış açısına göre sonuçlar epey değişiyor. Ama her iki görüş açısından da genç yaşlarda duygular, ileri yaşlarda mantık ön planda tutulmuş oluyor.
Biz burada iktisadın arz talep eğrilerini, denge noktası ve miktarı kavramlarını, sosyalizm mücadelesi alanına teşmil etmek suretiyle, konumuza bilimsel bir alt yapı sağlamaya kalkışabiliriz. Akıl-duygu eğrileri, denge noktası, denge kitlesi vb. Kitleyi optimize edecek bileşim vb. Şimdi böyle yaparsak işler iyice karışır. En iyisi matematiğe ve havuz problemine geri dönelim.
Metin abi yukarıdaki etmenlerden yola çıkarak havuzun deliğinin kapatılamayacağını kabul ediyor. Zira delik öyle bir tane değil, bir çeşit değil, bazıları da öyle kolay şeyler değiller.
Çözüm konusunda tek çare kalıyor havuza katılan suyun debisini artırmak. Sosyalist mücadelenin havuzdaki su seviyesini çok yavaş da olsa artırdığı, bu artışın zaman, zaman hızlandığı, bazen de yavaşladığı biliniyor. Bazen ise havuzdaki deliklerden ani boşalmaların olduğu da düşünülürse, yavaş birikimlerin pek anlamlı olmadığı söylenmelidir. Anlaşılan havuzun dolması için ani bir sel baskınını beklemek gerekiyor.
Metin abi, etmenleri irdelerken katılım etmenlerini dile getirmiyor. Muhtemelen havuza gelen suyun debisine bel bağlamadığı için böyle yapıyor. Sel baskınının ise işçi sınıfı tarafından sağlanacağını söyleyip geçiyor.
Oya Baydar’ın hiçbir yere dönmek başlıklı hikayesini burada hatırlamakta fayda var. Sadece o değil elbette sayısız akıl ve kalp var. Bir ömür boyu süren çabalar, bir ömür boyu süren zorluklar, bir ömür boyu süren umut kırıcı gelişmeler var. Ardından hiçbir yere dönülüyor! Tümünün özeti en olumsuz koşullara rağmen havuzda kalınabiliyor olmasıdır. Belki bizim de, havuzdan sızan sulardan çok, büyük deliklere rağmen havuzda kalanları anlamamız gerekiyor. Belki de havuza çok hızlı su doluyor ama yine hızlı boşalıyor. Biz ise birikenin azlığına bakarak debiyi fark edemiyoruz. Belki suların çoğu büyük deliklerden kayıp başka ve yanlış havuzlara akıyor.
Metin abiye güvenecek olursak, özünde pek büyük bir sorun yok. Ortada bir havuz varsa, içinde de su varsa, bu ister istemez sızacaktır. Sonuçta havuzda su bulunduğuna göre, havuza sızan suların, havuzdan sızanlardan daha fazla olduğu kesindir. Bazen sel baskınlarının olduğu da malumdur. Sonuçta sabır ve güvenle mücadeleye devam etmek gerektir. Doğrusu ya Metin abinin yazdıklarını kaçırmadan ve sıkılmadan okuyarak yirmibeş yıl geçirmekten pişman değiliz. Prim gün sayısı dolmuş olmakla birlikte genç yaşta emekli olmanın da gereği yok. Ama şu ana kadar söylediklerimizle sosyalizm havuzunda kalanlardan mı, geçenlerden mi sayılabileceğimiz bakış açısına bağlı kalmaktadır. Eğer havuzdan sızmış isek bunda Metin abinin önemli payı olduğunu itiraf etmekte fayda var. Yazılarının bazı satırlarını ihmal etseydik belki de buralarda olmayacaktık.
Sömürünün ortadan kaldırılması gereğini ve kapitalizmin insanlık açısından geçici bir uğrak olduğunu kabul etmek hala havuzda kalmak için yeterliyse havuz muhabbetine devam etme imkanımız var demektir.
Havuzun sınıf mücadelesinin çalkantısından taşan sularla dolacağı fikrinin yanlış olduğunu varsayarak düşünmeye başlayalım. Böyle bir durumda Metin abinin bize sunduğu tek çözümü iptal etmiş olacağız. Eğer onun çözümünden başka bir çözümümüz yoksa havuzun deliğini boylamışız demektir. Bu akibetimizde kendi yeteneksizliğimizin yanı sıra, Metin abinin bize sunduğu tek çözümün etkisine maruz kalmış olmamız da rol oynayacaktır. Hatta bize doğru bir şekilde önderlik etmediği için, yıllarca yanlış bir çözümün peşinde bizi oyaladığı için asıl suçluyu Metin abi olarak da görebiliriz. Duygularımızın etkisinde oyalanırken bize işçi sınıfı dışında başka dinamikleri işaret eden abilerin dolduruşuna da gelebiliriz. Sonra bir bakmışız ömür bitmiş. Yada ömrü tüketmeden havuzun dışının da tadına bakabiliriz.
Sınıf mücadelelerinin toplumları ciddi çalkantılara itebileceğini biliyoruz. Ancak Metin abi, bu dinamizmin mevcut toplumsal sistemin aşılması sonucunu verebilecek bir imkan barındırdığı konusunda yanılmaktadır. Böyle bir şey olmayacak. Bu karşı yargımızın bizim öznel tasarımımız olmadığını, nesnel bir durum olduğunu varsayarak düşünürsek durumu daha iyi kavrayabiliriz. Sistemin asli bileşenlerinin dinamizmi ile aşılamayacağı, yani sınıf mücadelesi ile aşılamayacağı düşüncemiz, nesnel bir durumu anlatıyorsa, bu yöndeki tüm arzu ve çabalar esas olarak başarısız olacak demektir. Elde edilen ilerlemeler hep geri dönüşlü olacak, ayrıca nesnellik kendi iç gerçekliğini şu yada bu şekilde zihinlere yansıtacaktır. Mücadeleye devam edenler bu nesnelliğin aldatıcı ve ters yansımalarının etkisinde kaldıkları sürece devam edecekler, mücadeleyi terkedenler ise görünümlerin ardındaki gerçekliğin şüphe uyandırıcı ışımalarının etkisinde kalanların içinden çıkacak, ama onlarda gerçekliğin bilgisine kavuşmuş olmayacaklardır. Onlar esas olarak gerçeklerin peşinde olmadıkları, havuzu terketme gailesi içerisinde oldukları için, sadece içinden geldikleri görünümlerle aldanmışlıklar havuzunun aynadaki yansımaları olarak kalacaklardır. Dolayısıyla havuzlar taşsa da, boşalsa da ne taşanlar ne boşalanlar bulundukları mıntıkayı aşamayacaktır.
Kapitalizmin asli öğesi ve maddi temeli olan işçi sınıfının bu sistemi aşma hayali kuranların tek umudu olması sosyalizm mücadelesinin en temel sorunudur. Geleceğin toplumu olarak sosyalizmin tanımı da bu tek umuda göre dizayn edildiği için geleceğin toplumuna erişme mücadelesi olarak sosyalizm mücadelesi bir tür harakiri yapmış olmaktadır. Böyle bir mücadelenin niçin terke dildiğini sorgulamanın anlamı yoktur. Havuzun içinden sızan sular, havuzdaki suyun kimyasının havuzu bozuyor olmasıyla ilgilidir. Duvarları delen bu kimya değişmeden sızıntıları azaltmayı kurmak hayaldir. Aman ne olacak olur böyle çatlaklar, bahar gelince, buzlar eriyince, havuz nasıl olsa dolacak rahatlığı, sorunu kavramaya da engel olacaktır. Üstelik gelen sularla seviye yükselince havuzun üst bölümlerinde de delikler oluşacak, ardından bahar da bir gün gelip sona erecektir. Birde bu sel sularıyla belki de havuzdaki suyun kimyasının bozukluğu da artarsa işler gelecek bahara daha da kötüleşecektir.
Şimdi havuzdan sızanların vardıkları yerlere bakmadan, sızmakta haklı sebepleri olabileceğini, kalanların ise haklı sebeplerle kalmıyor olabileceklerini göz önünde bulundurarak havuzun kimyasını düzeltmenin, çatlakları sıvamanın, havuza gelen suyu da layıkınca karşılamanın zamanıdır.

Suat Kamil Aksoy

Metin Çulhaoğlu’nun 9 Eylül 2011 tarihinde BirGün Gazetesi’nde yayımlanan “Solda derin dondurucular” başlıklı yazısı

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version