Ana Sayfa Edebiyat “HER ŞEY BAĞIŞLANMIŞ VE UNUTULMUŞ OLSUN!” SON BAĞLANTI: KLEİST – STEFAN ZWEİG

“HER ŞEY BAĞIŞLANMIŞ VE UNUTULMUŞ OLSUN!” SON BAĞLANTI: KLEİST – STEFAN ZWEİG

Zira her şeyi yener adalet duygusu.
“Schroffenstein Ailesi”

Kleist* bütün oyunlarında kendi varlığını bizzat ele veren biriydi: Her birinde ruhunun ateşli bir parçasını çıkarıp dünyaya fırlattı, bir tutkuyu kişileştirdi. Böylece parçalar halinde onun bütünlüğünü ve karşı çıkışını tanırız: Ama onun varlığı zamansızlığa ulaşmasaydı, son eserinde en yücesini veremezdi: Kendini en yüce bağlılığı içinde veremezdi. Burada, Homburg Prensi eserinde kaderin bir sanatçıya nadiren bir kereden fazla verdiği o son dehayla kendisini, varlığının temel gücünü, kendi hayat çelişkisini tragedyaya yükseltti: Tutku ve disiplin karşıtlığını. Penthesilea’da, Guiskard’da, Hermann’ın Savaşı’nda her zaman esere giren –tutkuyla ve büyük bir itici güçle sonsuzluğa yönelik– aşırı büyüklükte bir dürtü vardı, ama burada sadece tek bir dürtü değil, dünyaya yönelik bütün karmaşık dürtüler dünyası vardır, karşılıklı olarak kesik kesik birbirini çekmek yerine basınç ve karşı basınç bir karşı tepkiye ve dengeye vardırılmıştır. Güçlerin dengesi ise en yüce ahenk değil de nedir?

Sanat ölçüsüz olanın tekdüzelik içinde görünebildiği andan daha güzel bir an tanımaz, o göksel tınlama anında, göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde uyumsuzluk mutlu bir ahenge dönüştüğü için, birbiriyle en çok çatışan karşıtlıklar muazzam bir yabancılaşmadan hareket edip birbirlerine doğru koştukları için ve aşkın, sözcüklerin dudaklarına şöyle bir dokunup geçtikleri için: Bölünme ne kadar korkunç olursa birbirine kavuşma da o kadar şiddetli olur, birbirine dökülen nehirlerin ahengi de o kadar coşkulu olur. Homburg başka hiçbir Almanca eserin olmadığı kadar harika bir doyum noktasına sahiptir: En parçalanmış Alman şairi (kendini yok etmeye bir adım kala) halkına en mükemmel tragedyayı verir, tıpkı Hölderlin’in son karanlıktan bir saat önce dünyanın sesiymiş gibi tınlayan orfik ilahisini, tıpkı Nietzsche’nin zihnin dağılmasından hemen önce en yüksek esrimeye ulaşıp dans eden, elmas gibi parlayan sözleri vermesi gibi. Bu çöküşün büyüsü bütün açıklamaların ötesindedir, maviye dönmüş alevin sönmeden önce son bir kez havaya sıçrayışındaki o anlatılmaz olağanüstülük gibidir.

Homburg’da Kleist şeytanı tamamen kendinden çıkarıp eserine sürmek suretiyle bir anlığına da olsa bağlamayı başarır. Bu sefer diğerlerinde –Penthesilea’da, Guiskard’da, Hermann’ın Savaşı’nda– olduğu gibi onu boğarcasına sıkan Hydra’nın sadece bir kafasını kesmekle kalmaz, gırtlağından yakalar ve tümüyle karaktere dönüştürür. İşte ancak burada hissederiz onun gerçek gücünü, çünkü bu sefer boşluğa hücum etmemiştir, çünkü bu sefer tutkusu aşırı kızmış bir kazandan fışkırır gibi tıslayarak havaya fışkırmamıştır, tersine burada güç bir karşı güçle boğuşmuştur. Bu oyunda, bu çekiçle dövülerek yapılmış kusursuz dramatik mekanizmada içsel coşkunun tek bir zerresi bile kullanılmadan buharlaşıp taşkınlığın boşluğunda kaybolup gitmemiştir, burada sel ve set, akıntı ve bariyer eşit güçlere sahiptirler. Kleist kurtulmuştur, ama kendi içinden çıkarak değil, kendini eşini yaratarak: Karşıtlık o yıkıcı gücünü kaybetmiştir, çünkü Kleist bu sefer (eskisi gibi) şu ya da bu dürtünün serbestçe akmasına ve aşırı güç kazanmasına izin vermemiştir. Doğasındaki temel çelişki eserin içinde açığa çıkmıştır. Ama her açığa çıkma farkına varmayı, her farkına varma da barışmayı sağlar. Ruhundaki tutku ve disiplin aralarındaki çatışmayı durdururlar ve birbirlerinin gözlerine bakarlar: Disiplin (Homburg’un kilisede galip olarak ilan edilmesini sağlayan elektör) tutkulu olanı yüceltir, tutkulu olan (kendi idam hükmünü talep eden Homburg) normları yüceltir. Her ikisi de kendilerinin ebedi gücün parçası olduğunu fark ederler; huzursuzluk hareketi, disiplin kutsal düzeni talep eder, Kleist da kendi dünyevi karşıtını karanlık göğsünden çekip çıkarmak ve yıldızların altına yerleştirmek suretiyle ilk kez yalnızlığını dağıtır ve dünyanın ortak yaratıcısı olur.

İstediği ve yapmaya çalıştığı her şey en temiz, en yüce biçimler içinde büyülü bir şekilde kendisine doğru akmaya başlar, her şey bu son bağlılık ve barışma duygusuyla sarhoş olmuştur. Otuz yılık yaşamının bütün tutkuları birden karşısında kişiliğe bürünmüştür, ama artık otoriter ve abartılı değillerdir, tersine yumuşamış ve durulmuşlardır. Guiskard’ın çılgınca kabaran hırsı, genç kahraman Homburg’da bir delikanlının saf, hareketli ateşliliğini kazanmış, Hermann’ın Savaşı’nın vahşi, öldürme hırsıyla dolu, kavgacı, barbar yurtseverliği yumuşamış ve olgunlaşarak sessiz, ciddi bir vatan duygusuna dönüşmüş, Kohlhaas’ın haklılık talebi ve hukuk inadı elektörün kişiliğinde insancıllaşıp açık bir yasa koruyuculuğu haline gelmiş, Kätchen’deki büyülü hava, ölümün öbür taraftan sadece bir koku olarak estiği yaz bahçesinin semalarında tatlı bir ay ışığı gibi masmavi parlamakla yetinmiş ve Penthesilea’nın şehveti, çılgın yaşama hırsı durulup sakin bir özlem duygusu olmuştur. İlk kez bir Kleist eserinde tamamen gizlenmiş bir iyilik tonu vardır, yumuşak bir insanlık ve anlayış esintisi vardır: Ve son enstrüman, daha önce elini sürmediği o gümüş renkli çalgı şimdi yakınırcasına, hüzünlü bir melodiyi seslendirmektedir. Bir insanı hareket ettiren her şey birden toplanmıştır ve ölüm anında insanın bütün hayatının baştan sona tekrar gözlerinin önüne gelmesi gibi, bu son eserde de bütün bir geçmiş, görüşüne göre yanlış yaşanmış bütün bir yaşam tekrarlanır: Bütün hatalar, bütün yanılgılar, kaçırılan bütün fırsatlar, anlamsız ve boşunaymış gibi görünen her şey bu eserde aniden bir anlam kazanır. Yirmi yaşındayken kafa patlattığı, hayat planı olarak onu neredeyse boğan Kant felsefesi şimdi elektörün sözlerini formüle eder ve salt resmi bir kişiliği zihinsel bir seviyeye yükseltir. Askeri öğrencilik yılları, askeri eğitim, zamanında binlerce kez lanetlenmiştir; şimdi ise ordunun muhteşem freskinin, bu toplumsal dayanışmanın övgüsü içine yerleştirilmiştir; hatta mekânın kendisi, yıllardır kaçınılan ve nefret edilen Brandenburg dünyası bile olayların mekânı haline gelir, genellikle onun tragedyalarında bomboş olan hava bu sefer atmosfer ve ufukla doludur. O zamana kadar kaçtığı her şey, gelenek, disiplin, zaman şimdi bir gök kubbe gibi eserinin üzerinde yükselir, ilk defa kendi iç vatanından yaratır Kleist, ilk defa varlığının öz kanından yaratır. İlk defa hava boğucu değildir, gerilim artık eziyet etmez ve sinirleri yıpratmaz, ilk defa dizeler berrak akar, birbirlerini zorlayıp sıkıştırmaz, ilk defa müziğin sesi yükselir. Derinliklerin şeytani kabarması olan ruhlar dünyası da şimdi bir alacakaranlık gibi dünyevi oyunun üzerinde süzülür, Shakespeare’in son oyunlarındaki tattan, neşeli bilgi ve kurtuluşun tadından bir tını ahenkli dünyanın üzerine perdeyi indirir.

Homburg Prensi Kleist’ın en hakiki oyunudur, çünkü onun bütün hayatını kapsar. Varlığının bütün kesişme noktaları, bütün çakışmaları bunun içindedir, hayat sevgisi ve ölüm sorunu, disiplin ve coşku, miras kalanlar ve öğrenilenler: Sadece burada, tamamen bitip tükendiği yerde kendi bilgisinin tümüyle farkına varıp onu aşar. Ölüm sahnesindeki o gizemli peygamberce tonun nedeni budur, gönüllü ölümün sarhoşluğu, kaderden duyulan korku; kendi ölümünün önceden yazılmış şiiri ve aynı zamanda eski yaşamının tümüyle yeniden yaşanmasıdır. Sadece ölüme yazgılı olanlar bu yüksek bilgiye vakıf olurlar, geçmişe ve geleceğe yöneltilen bu ikili bakışa; sadece Homburg ve Empedokles, bütün Alman tiyatrosu içinde sadece bu ikisi verirler bize o hayaletimsi müziği ve o şimdiden sonsuzluğa açılan bir tını gibidir. Çünkü sadece son çaresizlik tamamen eritebilir ruhu, sadece en saf vazgeçiş gök kubbeye erişebilir, tutkunun çoktan halsiz düştüğü yere; o hırsının ve öfkeli talebinin bir türlü erişemediği şeyi kader Kleist’a tam da artık hiçbir şey ummadığı anda verir: Mükemmelliği.

Stefan Zweig
Kendileriyle Savaşanlar
Hölderlin – Kleist – Nietzsche
Almanca aslından çeviren: Nafer Ermiş


*Bernd Heinrich Wilhelm von Kleist, Alman şair, tiyatro oyunu, öykü, hikâye yazarı, yayıncı. Heinrich von Kleist, yaşadığı dönemin edebî coğrafyasında varolan edebî anlayışa ve edebî eğilimlere aykırı bir kişi olarak görüldü. Aynı şekilde Weimar dönemi klasik edebiyatına ve romantizm akımından da uzak durdu.

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version