Ana Sayfa Felsefe “Sokrates’e: Zalimler seni ölüme mahkum ettiler, dedikleri zaman: Doğa da onları! demiş”

“Sokrates’e: Zalimler seni ölüme mahkum ettiler, dedikleri zaman: Doğa da onları! demiş”

Mutluluk – Montaigne
Büyük İskender?in dalkavukları onu, Zeus?un oğlu olduğuna inandırmışlar. Bir gün yaralanıp da yarasından kan aktığını görünce: Buna ne diyeceksiniz, bakalım? demiş; kıpkızıl, mis gibi insan kanı değil mi bu? Homeros?un destanlarında tanrıların yarasından akan kan hiç de böyle değildir. Şair Hermodoros, Antigonos?u öven şiirlerinde, ona güneşin oğlu diyormuş. Antigonos: Oturağımı döken adam benim güneşin oğlu olmadığımı çok iyi bilir, demiş. İnsan her yerde hep o insandır; ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır.

Puellae Hunc rapiant
Quicquid calcaverit hiç, rosa fiat. (Persius)

Kızlar alsa çevresini
Güller bitse bastığı yerde.

Ruhu kaba ve duygusuz olan için, bütün bunlar neye yarar? İnsanın sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan da bir şey anlamaz.

Heac perinde sunt, ut illius animus qui ea possidet
Qui uti scit, ei bona, illi qui non utitur recte, mala. (Terentius)

Sahibine göre değişir bir şeyin değeri
Zarar görürse kötüdür, yarar görürse iyi.

Talih insana bütün nimetlerini verse, onları tadabilecek bir ruh gerekir. Bizi mutlu eden, bir şeyin sahibi olmak değil, tadına varmaktır.

Non domus et fundus, non aeris acervus et auri
Aegrosto domini deduxit corpore febres,

Non animo curas: valea possesor oportet,
Qui comportatis rebus bene coqitat uti.

Qui cupit aut metuit, ivuat illum sic domus aut res,
Ut lippum pictae tabulae, formenta podagram. (Horatius)

Ev, mal, mülk, yığınla tunç ve altın;
Yarasına merhem olmaz

Vücudunda, ruhunda dert olan adamın.
Eldeki nimetleri tadabilmesi için

Keyfi yerinde olmalı insanın.
Ev bark neye yarar dertli, korkulu olana

Gözleri çipilli olan ne yapsın tabloyu,
Damlalı hasta neden gitsin hamama?

Nasıl dili pas tutmuş bir adam Yunan şarabının tadından bir şey anlamazsa, nasıl bir at üzerindeki zengin koşumların farkında olmazsa, vurdumduymaz, zevksiz bir ahmak da içinde yaşadığı nimetlerin tadına varamaz. Platon da der ki: Sağlık, güzellik, güç, zenginlik ve bütün bu iyi dediğimiz şeyler insanın doğrusuna ne kadar yaraşırsa, eğrisine de o kadar yaraşmaz; kötü dediğimiz şeyler de tersine.

Ruhta ve bedende rahatlık olmadıkça, döşek rahat olmuş neye yarar? Vücudumuza bir iğne, ruhumuza bir dert girdi mi, dünyalar bizim de olsa rahatımız kaçar. Kum sancıları bir başladı mı, insan ne kadar devletli, haşmetli de olsa, tacını, tahtını, saraylarını unutmaz mı?

Totus et argento coMlatus, totus et auro. (Tibullus)

Altına, gümüşe gömülü de olsa.

Bir kral öfkelendiği zaman, krallığı onu kızarmaktan, sararmaktan, deli gibi dişlerini gıcırdatmaktan koruyabilir mi? Kral, kafalı ve iyi yaratılışlı bir adamsa mutluluğuna krallığının kattığı şey pek azdır:

Si ventri bene, si lateri est pedibusque tuis, nil

Divitiae poterunt regales addere maius. (Horatius)

Miden iyi, ciğerlerin ayakların sağlamsa

Kralların hazineleri, daha fazla mutlu edemez seni. Tacın tahtın yalancı, aldatıcı şeyler olduğunu görür; hatta belki de kral Seleukos gibi düşünerek der ki: Hükümdar asasının ne kadar ağır olduğunu bilen, onu yolda bulsa, elini sürmez, geçer. Seleukos bununla, iyi bir krala düşen ödevlerin ne büyük, ne ezici olduğunu söylemek istiyordu. Gerçekten, başkalarını düzene sokmak az iş değildir kendi kendimize düzen vermenin ne kadar güç olduğunu biliriz. İnsanlara komuta etmek pek rahat bir iş gibi görünür ama ben kendi hesabıma, insan kafasının ne kadar güçsüz, yeni ve belirsiz şeyler arasında doğruyu bulmanın ne kadar güç olduğunu gördükten sonra şu kanıya vardım ki, başkalarının ardından gitmek önde gitmekten çok daha kolay, çok daha hoştur. Çizilmiş bir yolda yürümek ve yalnız kendi hayatından sorumlu olmak ruh için büyük bir rahatlıktır.

Ut satius multo iam sit parere quietum,

Quam regere imperio res velle. (Lucretius)

Öyleyse sessizce boyun eğmek

Devletin dümenini tutmaktan iyidir.

Kaldı ki, Keyhusrev?in dediği gibi, insanın komuta etmeye hakkı olması için komuta ettiklerinden daha değerli olması gerekir. Ama Ksenophanes?in anlattığına göre, kral Hieron daha ileri giderek diyor ki: Krallar beden hazlarını bile herkes kadar tadabilecek halde değildirler, çünkü rahatlık ve kolaylık onlara bu hazlardan bizim duyduğumuz acıyla karışık tadı, mayhoşluğu tattırmaz.

Pinguis amor nimiumque potens, in taedia nobis

Vertitur, et stomacho dulcis ut esca nocet. (Ovidius)

Fazla yüz bulan, her dediğini yaptıran aşk bezginlik verir;

İyi bir yemeği fazla kaçırmak da mideyi bozar.

Bolluk kadar insanı sıkan, usandıran şey yoktur. Karşısında üç yüz kadını birden buyruğuna hazır gören bir adamda istek mi kalır? Büyük Sultan?ın (Osmanlı padişahı; belki Kanuni Sultan Süleyman.) sarayında öyle imiş. Onun atalarından biri de ava giderken beraberinde en az yedi bin şahinci götürürmüş; böyle bir avın anlamı ve tadı acaba neresinde idi? (Kitap 1, bölüm 42) ÖLÜM

Mademki ölümün ününe geçilemez, ne zaman gelirse gelsin. Sokrates?e: Otuz Zalimler seni ölüme mahkum ettiler, dedikleri zaman: Doğa da onları! demiş.

Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık! Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacak. Öyle ise, yüz yıl daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.

Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? Ölüm uzun ömürle kısa ömür arasındaki ayrımı kaldırır çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. Aristo, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın beşinde ölen yaşlı ölmüş sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Ama, sonsuzluğun yanında, dağların, ırmakların, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür? Doğa bunu böyle istiyor. Bize diyor ki: «Bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. Ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı, hayattan ölüme geçerken de duymayın. Ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının koşullarından biridir.

Inter se mortales mutua viviunt

Et quasi oursores vitae lampada tradunt. (Lucretius)

İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini

Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi.

Hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz? Daha yaşayıp da ne yapacaksınız?

Sizin hatırınız için evrenin bu güzel düzenini değiştirecek değilim ya? Ölmek, yaratılışınızın koşuludur ölüm sizin mayanızdadır: Ondan kaçmak, kendi kendinizden kaçmaktır. Sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta hayat kadar ölümün de yeri vardır.

Dünyaya geldiğiniz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarsınız. Prima, Quae vkam dedit, hora carpsit. (Seneka)

Bize verdiği hayatı kemirmeye başlar ilk saatimiz.

Nascentes morimur, finisque ab origine pendet. (Manllius)

Doğumla ölüm başlar son günümüz ilkinin sonucudur:

Yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır.

Ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Ya da şöyle diyelim, isterseniz: Hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.

Hayattan edeceğiniz karı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.

Cur non ut plenus vitae conviva recedis?

Cur amplius addere quaeris

Rursum quod pereat male, et ingratum occidat omne. (Lucretius) Niçin hayat sofrasında, karnı doymuş bir çağrılı gibi kalkıp gidemiyorsun?

Niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?

Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür: Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz.

Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki. Atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir.

Non alium videre patres:

Aliumve nepotes Aspicient. (Lucretius)

Babalarınız başka türlüsünü görmedi.

Torunlarınız başka türlüsünü görmeyecek.

Benim komedyam, bütün perdeleri ve sahneleriyle, nihayet bir yılda oynanır, biter. Dört mevsiminin nasıl geçtiğine bir bakarsanız, dünyanın çocukluğunu, gençliğini, olgunluğunu ve yaşlılığını onlarda görürsünüz. Dünyanın oyunu bu kadardır. Mevsimler bitti mi, yeniden başlamaktan başka bir marifet gösteremez. Bu hep böyle gelmiş, böyle gidecek.

Versamur ibidem atque insumus usque. (Lucretius)

İnsan kendini saran çemberin içinde döner durur. Atque in se sua per vestigia volvitur annus. (Virgilius)

Yıl hep kendi izleri üstünde dolanır.

Dünyayı size bırakıp gidenler gibi, siz de başkalarına bırakıp gidin. Hep eşit oluşunuz benim adaletimin esasıdır. Herkesin bağlı olduğu koşullara bağlı olmaktan kim yerinebilir? Hem sonra, ne kadar yaşarsanız yaşayın, ölümde geçireceğiniz zamanı değiştiremezsiniz: Ölümden ötesi hep birdir. Beşikte iken ölseydiniz, o korktuğunuz mezarın içinde yine o kadar zaman kalacaktınız.

Licet, quod vis vivendo vincere secla,

Mors aeterna tamen nihlominus illa manebit. (Lucretius)

Kaç yüzyıl yaşarsanız yaşayın,

Ölüm yine sonsuz olacaktır.

Zaten ben sizi öyle bir hale koyacağım ki, artık hiçbir acı duymayacaksınız.

In vera nescis nullum fore morto alium te.

Qui possit vivus tibi te i;agere peremptum, stansque jacentem. (Lucretius) Bilmiyor musunuz ki; öldükten sonra başka bir benliğiniz sağ kalıp sizin ölümünüze yanmayacak, ölünüzün başucunda durup ağlamayacak?

Bu doymadığınız hayatı artık aramaz olacaksınız:

Nec sibi enim quisquam tum se vitamque requirit.

Nec desiderium nostri nos afficit ullum. (Lucretius)

O zaman ne hayatı ararız; ne de kendimizi;

Varlığımızdan hiçbir şeye özlemimiz kalmaz.

Hiçten daha az bir şey olsaydı, ölüm hiçten daha az korkulacak bir şeydir denebilirdi:

Mufto mortem minus ad nos esse putandum

Si minus esse potest quam quod nihil esse videmus. (Lucretius)

Ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken; sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.

Hiç kimse yaşamından önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden arta kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir: Ondan da bir şey yitirmiş olmuyorsunuz.

Respice enim quam nil ad nos ante acta vetutas

Temporis aeterni fuerit. (Lucretius)

Bizden önce geçmiş zamanları düşün

Bizim için onlar yokmuş gibidir.

Hayatınız nerede biterse, orada tamam olmuştur. Hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır: Öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın: Doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır. Her gün gittiğiniz yere hiçbir gün varmayacağınızı mı sanıyorsunuz? Avunabilmek için eş dost istiyorsanız, herkes de sizin gittiğiniz yere gitmiyor mu?

Omnia te vita perfuncta sequentur. (Lucretius)

Ömrün bitince, her şey de seninle yok olacak.

Herkes aynı akışın içinde sürüklenmiyor mu? Sizinle birlikte yaşlanmayan bir şey var mı? Sizin öldüğünüz anda binlerce insan, binlerce hayvan, binlerce başka varlık daha ölmüyor mu? Madem geri dönemezsiniz, niçin kaçınıyorsunuz? Birçok insanların ölmekle, dertlerinden kurtulduğunu görmüşsünüzdür ama kimsenin ölmekle daha kötü olduğunu gördünüz mü? Kendi görmediğiniz, başkasından da duymadığınız bir şeye kötü demek ne büyük saflık! Niçin benden ve kaderken yakınıyorsunuz? Size kötülük mü ediyorum ben? Siz mi beni yöneteceksiniz, ben mi sizi? Öldüğünüz zaman yaşınızı doldurmamış da olsanız, hayatınızı doldurmuş oluyorsunuz. İnsanın küçüğü de büyüğü gibi bir insandır. İnsanların ne kendileri ne de hayatları arşınla ölçülemez. Khiron, babası Saturnus?tan, zaman ve süre tanrısından, ölümsüzlüğün koşullarını öğrenince ölümsüz olmak istememiş. Sonsuz bir hayatın ne çekilmez olacağını bir düşünün.

Ölüm olmasaydı sizi ondan yoksun ettim diye bana lanet edecektiniz. Hayatınıza, mahsus biraz acılık kattım; ne hayattan ne de ölümden kaçmaksızın benim istediğim bir ölçüyle yaşayabilmeniz için hayata ve ölüme tatlı ile acı arasında bir kıvam verdim.

İlk bilgeniz olan Thales?e, yaşamakla ölmenin bir olduğunu öğrettim. Birisi ona: Madem yaşamak boş niçin ölmüyorsun? diye sormuş, o da: İkisi bir de onun için, diye cevap vermiş.

Su, hava, toprak, ateş ve benim bu yapımın diğer bütün öğeleri hem yaşamanıza hem ölmenize yol açarlar. Son gününüzden niçin bu kadar korkuyorsunuz? O gün, sizi öldürmede öteki günlerinizden daha fazla bir iş görmüyor ki! Yorgunluğu yapan son adım değildir son adımda yorgunluk yalnızca ortaya çıkar. Bütün günler ölüme gider son gün varır.»

İşte doğa anamızın bize verdiği güzel öğütler? Çok kez düşünmüşümdür: Acaba niçin savaşlarda kendi ölümümüz de, başkalarının ölümü de bize evlerimizdeki ölümden çok daha az korkunç gelir? Öyle olmasaydı ordu hekimlerle, ağlayıp sızlayanlarla dolardı. Acaba niçin ölüm her yerde aynı olduğu halde köylüler ve yoksul insanlar ona çok daha metin bir ruhla katlanırlar? Ben öyle sanıyorum ki bizi korkutan ölümden çok bizim, cenaze alaylarıyla, asık suratlarla ölüme verdiğimiz korkunç durumdur? Çocuklar sevdiklerini bile maske takmış görünce, korkarlar. Biz de öyle. İnsanların ve her şeyin yüzünden maskeyi çıkarıp atmalıyız. (Kitap 1, bölüm XX)

Mutluluk
Denemeler – Montaigne

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version