Ana Sayfa Psikoloji Sigmund Freud: Narsistlerin ihtiyacı sevmek değil, sevilmektir…

Sigmund Freud: Narsistlerin ihtiyacı sevmek değil, sevilmektir…

Erkekler karşısındaki soğuk tutumlarını koruyan narsistik kadınlar için bile eksiksiz nesne sevgisine giden bir yol vardır. Doğurdukları çocukta kendi bedenlerinin bir parçası dışsal bir nesne gibi karşılarına çıkar ve ona kendi narsizmlerinden hareketle tam bir nesne sevgisi verebilirler. Yine, (ikincil) narsizmlerinden çıkıp nesne sevgisine adım atmak için çocuk doğurmayı beklemesi gerekmeyen kadınlar da vardır. Buluğ çağından önce kendilerini erkeksi hissederler ve erkeksi doğrultuda gelişirler; kadınsı olgunluğa ulaşmalarıyla bu eğilimleri kesintiye uğradıktan sonra yine erkeksi bir ideale, gerçekte bir zamanlar sahip oldukları oğlan çocuğu tabiatının kalıntısı olan bu ideale özlem duyma kapasitelerini korurlar.

Bu saptamalar aracılığıyla buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım, bir nesne seçimine giden yolların kısa bir özetiyle sonlandırılabilir:

Kişi:

1) Narsistik tipe uygun olarak

  1. a)       kendisinin olduğu şeyi (yani kendini)
  2. b)      kendisinin bir zamanlar olduğu şeyi
  3. c)       kendisinin olmak istediği şeyi
  4. d)      bir zamanlar kendisinin parçası olmuş bir şeyi 2) Yaslanma tipine uygun olarak
  5. a)       kendisini besleyen kadını
  6. b)      kendisini koruyan erkeği

ve bunların yerini alan bir dizi ikame nesnelerini sevebilir. Birinci tipe (c) şıkkının neden dahil edildiğinin gerekçesi, ancak bu tartışmanın ileri evrelerinde açıklanabilir.

Erkek eşcinselliğinde narsistik nesne seçiminin anlamı başka bir bağlamda değerlendirilmelidir.

Varlığını kabul ettiğimiz, libido kuramımızın varsayımlarından birini oluşturan çocukların birincil narsizminin doğrudan gözlemle kavranması, başka çıkarımlarla doğrulanmasından daha zordur. Sevgi dolu ebeveynlerin çocuklarına karşı tutumuna bakarsak, bunun çoktan terk ettikleri kendi öz narsizmlerinin yeniden canlanması ve yeniden üretilmesi olduğunu düşünmemiz gerekir. Daha önce nesne seçimi durumunda narsistik bir belirti olarak düşündüğümüz aşın değer vermenin oluşturduğu güvenilir işaret, hepimizin bildiği gibi ebeveynin duygusal tutumuna egemendir. Dolayısıyla aklı başında bir gözlemcinin doğrulamak için herhangi bir vesile göremeyeceği her tür mükemmeliyeti çocuğa atfetme ve çocuğun bütün kusurlarını gizleyip unutma zorlanımının etkisindedirler. (Muhtemelen çocuk cinselliğinin inkarı da bununla bağlantılıdır.) Dahası, kendi narsizmlerinin saygı duymaya zorlandığı kültürel kazanımların işlevini çocuk için askıya alır ve kendileri için çoktan vazgeçtikleri ayrıcalıkları onun için yeniden talep etmeye yönelirler. Çocuk ebeveyninden daha iyi bir yaşam sürecek, yaşama egemen olduğunu anladıkları zorunluluklara tabi olmayacaktır. Hastalık, ölüm, hazdan vazgeçme, isteklerinde sınırlanmalar ona dokunmayacak, toplum ve doğa yasaları onun için yürürlükten kalkacak, o bir kez daha gerçekten yaratılışın merkezi ve esası olacaktır: His Majesty the Baby bir zamanlar kendimiz için düşlediğimiz gibi. Çocuk, ebeveynin gerçekleştiremediği bu arzu yüklü rüyayı gerçekleştirecektir. Oğlan babasının yerine büyük adam ve kahraman olacak, kız annesinin düşünün gecikmiş bir telafisi olarak bir prensle evlenecektir. Narsistik sistemin en hassas noktasında, yani gerçeklik tarafından şiddetle bastırılan benin ölümsüzlüğü konusunda güvenlik çocuğa sığınılarak elde edilir. Bu kadar dokunaklı ve temelde bu kadar çocuksu olan ebeveyn sevgisi, nesne sevgisine dönüşse de eski doğasını kesinkes açığa vuran ebeveyn narsizminin yeniden doğmasından başka bir şey değildir.

Çocuğun kökensel narsizminin maruz kaldığı rahatsızlıklar, kendini bunlardan korumak için geliştirdiği tepkiler ve bunları yaparken girmeye hazırlandığı yollar; bunlar, hala araştırılmayı bekleyen önemli bir çalışma alanı olarak şimdi bir yana bırakmayı önerdiğim konular. Bununla beraber bunun en önemli bölümü “hadım edilme (kastrasyon) karmaşası” (oğlanlarda penisle ilgili kaygı, kızlarda penise haset) biçiminde diğerlerinden ayrılabilir ve cinsel etkinliğin erken engellenmesinin etkisiyle bağlantılı olarak ele alınabilir. Psikanalitik araştırma normal olarak, ben içgüdülerinden yalıtıldıklarında bunların karşısında yer alan libidinal içgüdülerin geçirdiği değişmeleri izlememizi mümkün kılar; ama hadım edilme karmaşasının özel alanı söz konusu olduğunda, hala birlikte işgören ve ayrılmaz bir şekilde iç içe olan bu iki grup içgüdünün narsistik ilgiler olarak göründüğü bir dönemin ve ruhsal bir durumun varolduğunu çıkarsamamıza izin verir. Adler hem nevroz hem de karakter oluşumunda neredeyse tek güdüleyici güç konumuna yükselttiği ve narsistik, dolayısıyla libidinal bir eğilimden çok bir toplumsal değerlendirmeye dayandırdığı “erkeksi protesto” kavramını işte bu bağlamda türetmiştir. Psikanalitik araştırma “erkeksi protesto”nun varlığını ve önemini daha baştan anlamış, ama Adler’in tersine bunu doğası gereği narsistik ve hadım edilme karmaşasından türemiş bir durum olarak değerlendirmişti. “Erkeksi protesto”, gelişimine pek çok başka faktörle birlikte katıldığı karakter oluşumuyla ilgilidir ama Adler’in yalnızca ben içgüdülerine hizmet etme tarzlarını değerlendirdiği nevrozlar sorununu açıklamak bakımından tümüyle uygunsuzdur. Erkeklerin nevroz tedavisine dirençlerinin nedenleri arasında ne kadar önde gelirse gelsin, nevrozun gelişimini hadım edilme karmaşasının dar temeli üzerine yerleştirmeyi oldukça imkansız buluyorum. Ayrıca “erkeksi protestocun ya da bizim bakışımızla hadım edilme karmaşasının hiçbir patojenik rol oynamadığı, hatta hiç görünmediği nevroz vakaları biliyorum.

Normal erişkinlerle ilgili gözlem, bunların ilk megalomanilerinin küllendiğini, çocuksu narsizmlerini çıkarsadığımız ayırt edici ruhsal özelliklerin silikleştiğini gösterir. Bu durumda ben libidolarına ne olmuştur? Tamamının nesne yatırımına geçtiğini varsaymak durumunda mıyız? Bu ihtimal, akıl yürütmemizin tüm eğilimine açıkça ters düşer; ama burada bastırma psikolojisinde bu soruya verilebilecek bir başka yanıtın ipuçlarını bulabiliriz.

Libidinal içgüdüsel itkilerin, öznenin kültürel ve ahlaki fikirleriyle çatışmaya girdikleri takdirde patojenik bastırmanın dinamiğinin etkisine girdiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bununla asla, söz konusu bireyin bu tür fikirlerin varolduğuna dair saf bir entelektüel bilgiye sahip olduğunu kastetmiyoruz; bireyin bunları kendisi için bir standart olarak gördüğünü ve kendisinden talep ettikleri şeye boyun eğdiğini kastediyoruz daima. Bastırma benden kaynaklanır demiştik; daha kesin bir ifadeyle bastırma benin kendilik saygısından kaynaklanır da diyebiliriz. Bir insanın kendini bıraktığı ya da en azından bilinçli olarak zihninde işlediği izlenimler, deneyimler, itkiler ve arzular bir başkası tarafından büyük bir tiksintiyle reddedilecek ya da daha bilinç alanına girmeden bastırılacaktır. Bastırmanın koşullandırıcı faktörünü içeren bu ikisi arasındaki fark, libido kuramı tarafından açıklanmasına imkan tanıyacak terimlerle kolayca ifade edilebilir. İnsanlardan birinin kendi aktüel benini ölçtüğü bir ideal’i kendi içinde kurmuş olduğunu, diğerinin ise böyle bir ideal oluşturmadığını söyleyebiliriz. Ben için bir ideal oluşumu, bastırmanın koşullandırıcı faktörü olacaktır.

Bu ideal ben artık, çocuklukta aktüel benin tattığı kendilik sevgisinin hedefidir. Öznenin narsizmi, çocuksu ben gibi, kendini değer taşıyan her türlü mükemmeliyete sahip olarak bulan bu yeni ideal benle yer değiştirmiş olarak ortaya çıkar. Libido söz konusu olduğunda daima olduğu gibi insan burada bir kez daha bir zamanlar zevkine vardığı bir tatminden vazgeçemeyen bir varlık olarak gösterir kendini. Çocukluğun narsistik mükemmeliyetini elden çıkarmaya gönlü yoktur; büyüyüp de bir yandan başkalarının nasihatleri, diğer yandan kendi eleştirel yargısının uyanmasıyla sarsıldığı için mükemmeliyeti artık koruyamaz hale gelince, onu bu kez yeni bir ben ideali biçiminde yeniden elde etmeye çalışır. İdeali olarak kendi önüne yansıttığı şey, kendisinin kendi ideali olduğu çocukluğunun yitirilmiş narsizminin yerine geçer.

Doğal olarak bu ideal oluşturma ile yüceltme arasındaki ilişkiyi incelemeye yöneliyoruz. Yüceltme, nesne libidosunu ilgilendiren bir süreçtir ve içgüdünün kendisini cinsel tatminden başka ve uzak bir amaca yöneltmesini içerir; bu süreçte vurgu, cinsellikten uzaklaşmadadır. İdealizasyon ise nesneyi ilgilendiren bir süreçtir; idealizasyon sayesinde nesne kendi doğasında herhangi bir değişiklik olmadan öznenin zihninde büyütülüp yüceleştirilir. İdealizasyon nesne libidosu alanında olduğu gibi ben libidosu alanında da mümkündür. Örneğin bir nesneye cinsel olarak aşırı değer verilmesi onun bir idealizasyonudur. Yüceltme içgüdüyle, idealizasyon ise nesneyle ilgili bir şeyi tanımladığı ölçüde bu iki kavram birbirinden ayırt edilmelidir.

Ben idealinin oluşması, olguları anlamamızı zedeleyecek şekilde, içgüdünün yüceltilmesiyle karıştırılır sık sık. Narsizmini yüksek bir ben idealine bağlılıkla değiştokuş etmiş birinin bu sayede libidinal içgüdülerini yüceltmede başarılı olması gerekmez. Ben idealinin böyle bir yüceltmeyi talep ettiği doğrudur, ama bunu zorla yaptıramaz. Yüceltme, ideal tarafından harekete geçirilebilen ama bundan bütünüyle bağımsız olarak gerçekleşen özel bir süreç olarak kalır. Ben ideallerinin gelişimi ile ilkel libidinal içgüdülerini yüceltme miktarı arasındaki en büyük potansiyel farklarını tam da nevrotiklerde görürüz. Ve genel olarak bir idealisti libidosunun uygunsuz konumuna ikna etmek, daha sıradan iddiaları olan sade bir insanı ikna etmekten daha güçtür. Dahası, ben idealinin oluşması ve yüceltme, nevrozun ortaya çıkmasıyla oldukça farklı bir şekilde ilişkilidir. Öğrendiğimiz gibi, bir idealin oluşması benin taleplerini artırır ve bastırmaya yol açan en güçlü faktör budur. Yüceltme ise bir çıkış yoludur; bu taleplerin bastırma olmadan karşılanmasını sağlayan bir yol.

Ben idealinin sağladığı narsistik tatmini garantiye alma görevini yerine getiren, bu amaçla aktüel beni sürekli izleyip onu bu ideale göre ölçen özel bir ruhsal aygıt bulmuş olsaydık, bu bizi şaşırtmazdı. Böyle bir aygıt varsa bile, karşımıza bir keşif olarak çıkmaz onu ancak tanıyabiliriz; çünkü “vicdan “ımız dediğimiz şeyin gerekli özellikleri taşıdığını düşünebiliriz. Bu aygıtın varlığını tanımak, paranoid bozuklukların çarpıcı semptomları olan ve ayrı bir hastalık biçimi olarak ya da bir aktarım nevrozuyla karışmış olarak da ortaya çıkabilen, “fark edilme” ya da daha doğru bir deyimle gözlenme denen klinik durumu anlamamıza imkan verirdi. Bu tür hastalar bütün düşüncelerinin bilindiğinden, bütün eylemlerinin izlenip denetlendiğinden yakınırlar; bu failin çalıştığından, kendilerinden tipik biçimde üçüncü şahıs gibi söz eden (“Şimdi gene şunu düşünüyor”, “şimdi dışarı çıkıyor”) sesler sayesinde haberdar olurlar. Bu yakınmalar haklıdır; hakikati tarif ederler; bütün niyetlerimizi izleyen, keşfeden, eleştiren böyle bir güç gerçekten vardır. Hatta, normal yaşamda tek tek her birimizin içinde vardır. izlenme hezeyanı bu gücü geriye yönelik bir biçimde ortaya koyar, dolayısıyla ortaya çıkışını ve hastanın niçin ona başkaldırdığını gözler önüne serer.

Çünkü özneyi, vicdanının bekçisi gibi davrandığı bir ben idealini oluşturmaya yönelten şey, ebeveyninin (ona ses aracılığıyla taşınan) eleştirel etkisinden kaynaklanır; zamanla buna, ona eğitim ve öğretim verenler ile çevresindeki sayısız ve tanımlanması güç bütün diğer kişiler akranları ve kamuoyu eklenir.

Böylece özünde eşcinsel tipteki büyük bir miktar libido, narsistik ben idealinin oluşmasına yatırılır ve onu ayakta tutmakta bir çıkış yolu ve tatmin bulur. Vicdan kurumu temelde, öncelik.le ebeveynin, sonra da toplumun eleştirel tutumunun cisimleşmesidir; bu, öncelikle dışardan gelen yasakların ya da engellerin içinden bastırmaya doğru bir eğilim geliştiğinde gerçekleşen şeyde tekrarlanan bir süreçtir. Sesler, tanımsız başka pek çok şey gibi, hastalık tarafından tekrar öne çıkarılır, böylece vicdanın evrimi geriye yönelik bir tarzda yeniden üretilir. Ama bu sansür aygıtına başkaldırı, öznenin (hastalığının temel karakterine uygun bir biçimde) kendini ebeveyninkilerden başlayarak bütün bu etkilerden kurtarma arzusundan ve eşcinsel libidosunu onlardan geri çekmesinden doğar. O zaman vicdanı, geriye yönelik bir biçimde, dışardan gelen düşmanca bir etki olarak karşısına çıkar.

Paranoyakların şikayetleri, temelde vicdanın kendini eleştirmesinin, üzerine kurulu olduğu kendini gözlemeyle çakıştığını da gösterir. Böylece vicdan işlevini üstlenen zihinsel etkinlik, felsefeye entelektüel işleyişi için gerekli malzemeyi sağlayan içsel araştırmanın da hizmetine girmiştir. Bu, paranoyakların spekülatif sistemler kurma yönündeki ayırt edici eğilimleriyle ilgili olabilir. 7

Bu eleştirel olarak gözleyen aygıtın etkinliğininki zamanla yükselerek vicdana ve felsefi içe bakışa dönüşür kanıtları başka alanlar

  1. Sadece bir öneri olarak şunu ilave etmek isterim: Bu gözleyen aygıtın gelişmesi ve güçlenmesi, kendi içinde (öznel) hafızanın ve bilinçdışı süreçlere hiçbir uygulanırlığı olmayan zaman faktörünün gelişmesini içeriyor olabilir.

Burada Herbert Silberer’in “işlevsel olgu” adını verdiği, rüya kuramına yapılmış değeri tartışılmaz az sayıdaki katkıların birinden söz edeceğim. Bilindiği gibi Silberer uyku ile uyanıklık arasındaki durumlarda düşüncelerin görsel imgelere dönüştüğünü doğrudan gözleyebileceğimizi ama bu koşullarda çoğu zaman bir düşünce içeriğinin değil de uykuya direnen kişinin aktüel durumunun (isteklilik, yorgunluk, vs.) bir temsiliyle karşılaştığımızı göstermişti. Benzer şekilde bazı rüyaların sonlarının ya da içerikleri bakımından bazı bölünmelerinin yalnızca rüyayı görenin uyuması ve uyanmasıyla ilgili kendi algısını gösterdiğini ortaya koymuştu. Böylece Silberer rüyaların oluşumunda paranoyağın izlenme hezeyanları anlamında gözlemin oynadığı rolü göstermişti. Bu, değişmeyen bir rol değildir. Onu kaydetmemiş olmamın nedeni muhtemelen kendi rüyalarımda pek önemli bir rol oynamamış olmasıdır; bu, felsefe yeteneği olan ve içe bakışa alışık kişilerde açıkça ortaya çıkabilir.

Burada, rüyaların oluşumunun rüya düşüncelerinin çarpıtılmasına yol açan bir sansürün egemenliği altında gerçekleştiğini ortaya çıkardığımızı hatırlayabiliriz. Ne var ki bu sansürü özel bir güç olarak resmetmedik; terimi, bene egemen olan bastırıcı eğilimlerin bir yanını, yani rüya düşüncelere yönelmiş yanını ifade etmek için seçtik. Benin yapısına daha fazla girdiğimizde, ben idealinde ve vicdanın dinamik ifadelerinde rüya sansürü de görebiliriz. Eğer bu sansür uyku sırasında bile belli ölçüde uyanık ise, ileri sürülen kendini gözleme ve kendini eleştirme etkinliklerinin” şimdi düşünemeyecek kadar uykulu”, “şimdi uyanıyor” gibi düşünceleriyle içeriğine nasıl katkıda bulunduğunu anlayabiliriz.

Bu noktada normal ve nevrotik insanlarda kendini beğenme tutumu hakkında bir tartışmaya girişebiliriz.

İlk bakışta kendini önemseme bize benin çapının bir ifadesiymiş gibi görünür; bu çapı belirleyen çeşitli öğelerin neler olduğu önemsizdir. Bir kişinin sahip olduğu ya da başardığı her şey, deneyiminin doğruladığı ilkel tüm güçlülük duygularının bütün kalıntıları bu kendini önemsemenin artmasını sağlar.

Cinsel ve ben içgüdüleri arasındaki ayırımımızı uyguladığımızda, kendini önemsemenin narsistik libidoya özellikle yakından bağımlı olduğunu düşünmemiz gerekir. Bu noktada iki temel olgu bizi destekler: Kendini önemseme aktarım nevrozlarında azalmışken parafreniklerde tartmıştır. Sevgi ilişkilerinde sevilmemek kendini beğenme duygularını düşürürken, sevilme bunları artırır. Daha önce belirttiğimiz gibi narsistik nesne seçiminde amaç ve tatmin, sevilmektir.

Dahası, libidinal nesne yatırımının kendini önemsemeyi doğurmadığını gözlemek kolaydır. Sevilen nesneye bağımlılığın etkisi, bu duyguyu azaltmaktır; seven kişi alçakgönüllüdür. Seven kişi, sözün gelişi narsizminin bir bölümünü kaybetmiştir ve bunu ancak sevildiği takdirde yeniden kazanabilir. Bütün bu açılardan kendini önemseme aşktaki narsistik öğeye bağlı kalıyor gibi görünmektedir.

İktidarsızlığın gerçekleşmesi, yani kişinin zihinsel ya da fiziksel bir hastalık sonucu sevme yeteneğini yitirmesi kendini önemseme üzerinde son derece olumsuz bir etki yapar. Bence bu noktada aktarım nevrozundan şikayetçi hastalar tarafından deneyimlenen, dile getirmeye son derece hazır oldukları aşağılık duygularının kaynaklarından birini aramalıyız. Bununla beraber bu duyguların temel kaynağı, benden çekilen çok büyük miktarda libidinal yatının yüzünden, yani artık kontrol edilemeyen cinsel eğilimler aracılığıyla ben tarafından taşınan yara yüzünden benin yoksullaşmasıdır.

  1. Adler ( 1907), aktif zihinsel yaşamı olan bir kişinin, organlarından birinde bir aşağılık fark ettiğinde, bunun onu adeta mahmuzladığını, aşırı telafi yoluyla onu kendisinden daha yüksek bir başarı düzeyi beklemeye yönelttiğini söylerken haklıdır. Ama Adler’in verdiği örneği izleyerek her büyük başarıyı bir organın kökensel aşağılığı olgusuna bağlamak bütünüyle abartı olur. Ne bütün büyük sanatçıların gözü bozuktur, ne de bütün hatipler başlangıçta bir kekeme. Doğuştan gelen üstün organik yetenekten kaynaklanan pek çok büyük başarı örneği vardır. Nevrozların nedenbiliminde organik aşağılık ve yetersiz gelişme önemsiz bir rol oynar, tıpkı halen aktif algı malzemesinin rüyaların oluşumunda oynadığı rol gibi. Nevrozlar, bütün diğer uygun faktörleri olduğu gibi bu yetersizlikleri de bahane olarak kullanır. Nevrotik bir kadın hasta bize çirkin, şekilsiz veya çekicilikten uzak olduğu, bu yüzden kimsenin onu sevemeyeceği için hastalanmasının kaçınılmaz olduğunu söylediğinde ona inanma eğilimindeyizdir. Ama bir sonraki nevrotik bize daha fazlasını öğretecektir; çünkü ortalama bir kadından daha arzulanabilir görünmesine ve daha çok arzulanmasına rağmen, nevrozunda ve cinsellikten iğrenmesinde ısrar eder. Histerik kadınların çoğu cinslerinin çekici, hatta güzel temsilcileri arasındadır; toplumun alt sınıflarındaki çirkinlik, organik bozukluk ve zayıflıkların sıklığı da nevrotik hastalığın bu insanlar arasında görülme oranını artırmaz.

Kendini önemsemenin erotizmle (yani libidinal nesne yatırımıyla) ilişkileri özetle şöyle ifade edilebilir: Erotik yatırımın bene mi kabul edildiği, yoksa bastırmaya mı maruz kaldığına bağlı olarak iki durum ayırt edilmelidir. İlk (yani libidonun kullanımının bene kabul edildiği) durumda, sevgi benin herhangi bir başka etkinliği gibi değerlendirilir. Kendi başına sevmek, özlemi ve yoksunluğu içerdiği ölçüde kendini önemsemeyi azaltır. Halbuki sevilmek, sevgiye karşılık bulmak ve sevdiği nesneye sahip olmak kendini önemsemeyi yeniden artım. Libido bastırıldığında erotik yatırım benin ciddi bir tükenişi gibi hissedilir, sevginin tatmini imkansızdır ve benin yeniden zenginleşmesi yalnızca libidonun nesnelerinden çekilmesi sayesinde sağlanabilir. Nesne libidosunun bene geri dönmesi ve narsizme dönüşmesi bir kez daha sanki mutlu aşkı temsil eder; öte yandan gerçek mutlu aşkın nesne libidosu ile ben libidosunun henüz ayrışmadığı ilksel duruma tekabül ettiği de doğrudur.

Konunun önemi ve kapsamı, birbirine biraz gevşekçe bağlanan birkaç noktayı daha eklememi mazur gösterecektir:

Benin gelişmesi birincil narsizmden uzaklaşmaya dayanır ve bu evrenin yeniden kazanılmasına yönelik şiddetli bir çabaya yol açar. Bu uzaklaşma, libidonun dışarıdan dayatılan bir ben idealine doğru yer değiştirmesi ve tatmininin bu ideali gerçekleştirmekle elde edilmesi sayesinde gelişir.

Aynı zamanda ben libidinal nesne yatırımlarını dışarıya yollamıştır. Ben, tıpkı ben ideali yararına olduğu gibi bu yatırımlar yararına da yoksullaşır ve idealini gerçekleştirmek yoluyla olduğu gibi nesneyle ilgili elde ettiği tatmin sayesinde bir kez daha kendini zenginleştirir.

Kendini önemsemenin bir bölümü birincildir, çocuksu narsizmin kalıntısıdır; bir başka bölüm deneyimin (ben idealinin gerçekleştirilmesiyle) doğruladığı tüm güçlülükten kaynaklanır; üçüncü bölüm ise nesne libidosunun tatmininden gelir.

Ben ideali libidonun nesneler aracılığıyla tatminine ciddi koşullar dayatmıştır; çünkü sansürü aracılığıyla kendisiyle uyumlu olmadıklarından, bu tatminlerden bazılarının dışlanmasına yol açar. Böyle bir idealin oluşmadığı durumlarda, söz konusu cinsel eğilim kişilikte bir sapıklık biçiminde, yani dönüşüme uğramadan ortaya çıkar. Diğer açılardan olduğu gibi cinsel bağlamda da, tıpkı çocukluklarındaki gibi kendi idealleri olmak, insanların mutluluk hedefleri haline gelir.

Aşık olmak, ben libidosunun nesneye doğru akışını içerir. Bastırmaları kaldırma ve sapıklıkları yeniden yerleştirme gücüne sahiptir. Cinsel nesneyi, cinsel ideale yükseltir. Nesne tipi (veya yaslanma tipi) söz konusu olduğunda aşık olmak sevmenin çocuksu koşullarının gerçekleşmesi sayesinde ortaya çıktığından, bu koşulu sağlayan her şeyin ideal ize edildiğini söyleyebiliriz.

Cinsel ideal, ben idealiyle ilginç bir yardımcı ilişkiye girebilir. Narsistik tatminin gerçek engellerle karşılandığı durumda ikame edici bir tatmin olarak kullanılabilir. Bu durumda kişi narsistik nesne seçimi tipine uygun bir tarzda aşık olacak, kendisinin bir zamanlar olduğu, artık olamadığı şeye ya da kendisinin hiçbir zaman sahip olamadığı mükemmeliyetlere sahip olana aşık olacaktır (c şıkkı). Orada ifade edilene paralel bir formül şudur: Benin bir ideal oluşturmak için eksikliğini duyduğu mükemmeliyete sahip olan kişiye aşık olunur. Bu saptama aşın nesne yatırımı çerçevesinde beni zayıflamış, ben idealini gerçekleştiremeyen nevrotikler için özel bir önem taşır. Nevrotik, narsistik tipe göre ulaşamayacağı mükemmeliyetlere sahip bir cinsel ideal olarak nesnelere müsrifçe harcadığı libidosundan narsizme geri dönecek yolu arar. Bu aşk yoluyla tedavi, nevrotiğin genellikle analize tercih ettiği tedavidir. Gerçekten de herhangi başka bir tedavi mekanizmasına inanamaz; genellikle bu tür beklentilerini tedaviye taşır ve bunları doktorun şahsına yöneltir. Hastanın aşın bastırmalardan kaynaklanan sevme kapasitesindeki yetersizlik, doğal olarak bu tip bir terapi planının yolunu tıkar. Tedavi sayesinde bastırmalarından kısmen de olsa kurtulduğunda amaçlanmayan bir sonuç ortaya çıkar; bir aşk nesnesi seçmek için tedavinin ileri safhalarından çekilir; sevdiğiyle yaşayarak sürdürmek üzere tedaviyi terk eder. ihtiyaç duyduğu yardımcıya sakatlayıcı bir bağımlılık tehlikesi taşımasa, bu sonuçla tatmin olabilirdik.

Ben ideali, grup psikolojisini anlamak için önemli bir yol açar. Bireysel yanına ek olarak bu idealin bir de toplumsal yanı vardır; aynı zamanda bir ailenin, bir sınıfın, bir milletin ortak idealidir de. Bir kişinin narsistik libidosunu bağlamakla kalmaz, bu yolla bene geri dönecek önemli bir miktar eşcinsel libidoyu da bağlar. Bu idealin gerçekleşmemesinden kaynaklanan tatmin yoksunluğu eşcinsel libidoyu serbest bırakır, bu da bir suçluluk duygusuna (toplumsal kaygıya) dönüşür. Kökende bu suçluluk duygusu ebeveyn tarafından cezalandırılma korkusu ya da daha doğru bir ifadeyle onların sevgisini kaybetme korkusudur; sonradan ebeveynin yerini çok sayıda akran alır. Benin yaralanmasının, ben ideali alanında tatminin engellenmesinin paranoyaya yol açması böylece daha iyi anlaşılabilir hale gelir; tıpkı parafrenik bozukluklarda yüceltmenin sönmesi ve ideallerin muhtemel dönüşümünün yanı sıra ben idealinde ideal oluşumu ve yüceltmenin birbirine yakınlaşmasında olduğu gibi.

Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version