Ana Sayfa Edebiyat Rüyadan Kâbusa: Tanınmanın Tehlikeleri ve Başarının Karanlık Tarafı – John Steinbeck

Rüyadan Kâbusa: Tanınmanın Tehlikeleri ve Başarının Karanlık Tarafı – John Steinbeck

“Her şeyi bilmek çok zordur. Bu yüzden de insanın kendisine güvenmesi imkânsızdır. Hatta neye güveneceğini bilmek bile imkânsızdır.”

Thoreau’nun parlak başarı tanımını benimsemeye ve yaratıcı iş gücünün dışsal materyal göstergelerinden çok içsel ödüllerini toplama arayışına girmeye heveslendiğimiz kadar; yaratıcılığın ve ticaretin düğümlerinin çözülmesinin gitgide zorlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Yine de, Amanda Palmer’ın zorlu başarı sorunsalını incelerken gözlemlediği gibi,

“bir sanatçı olarak fiilen mutluluk arayışı mücadelesinin bir kısmı, dünyanın geri kalan kısmının başarıyı tanımlama biçiminden farklı bir biçimde başarıyı tanımlamak için yapılan günlük mücadeledir.”

Fakat bu, düşük bir olasılıkla modern bir problemdir.

Thoreau ve Palmer arasındaki zamanda sıkışmış kalmış olan ve Joni Mitchell başarının karanlık tarafını üzüntüyle anlatmadan bir nesil önce var olan – yaratıcı kültürün başka bir ikonu, genel ve ticari zaferin kişisel ve yaratıcı açıdan nasıl olabileceğinin acı gerçeğine karşı bilgi vermişti. 1937 yılına ait Fareler ve İnsanlar adlı eseriyle eleştirel övgü, maddi kar ve tanınmışlık kazandıktan hemen sonra John Steinbeck (27 Şubat, 1902 – 20 Aralık, 1968) kendisine alışılmadık ve şaşırtıcı bir biçimde rahatsız edici bir pozisyon buldu.

US novelist John Steinbeck (1902 – 1968). (Photo by Hulton Archive/Getty Images)

Gazap Üzümleri adlı eserinin ilk taslağının üzerinde yeniden çalışmaya başladığında, kendi tarz ve bütünlük standartlarına uygun olmayan bir yazıyı çürütmek amacıyla yazdığı sıra dışı bir mektubuna “yıllarca yoksulluğu mağlup ettim ve başarının ilk küçük esintisine tekrar inersem ben lanetleneceğim” yazmıştı. Gazap Üzümleri adlı romanı Steinbeck’e 1940 yılında Pulitzer ödülünü kazandırdı ve yirmi yol sonrası için Nobel Ödülü yolunu açtı. Kendisi şaheseri üzerinde çalışmış bile olsa; şöhret şeytanları, tanınmışlık ve ticari başarı da bir taraftan üstüne gitmeye devam etti.

Bir disiplin aracı olan ve kendi kendine duyulan şüpheye karşı bir çit görevi gören günlük tutma eyleminin muhteşem bir belgesi olan Working Days: The Journals of The Grapes of Wrath (Çalışma Günleri: Gazap Üzümleri Günlükleri) adlı eserinde Steinbeck 1938 yılının başlarında yazdığı bir yazı eşliğinde üzüntüsünü ifade ediyor:

Sevdiğim insanlar değişti. Para olduğunu düşünerek, onu istiyorlar. Hiçbir şey istemeseler bile beni izliyorlar ve artık doğal değiller… Bu kötü başarının bana getirmiş olduğu tüm güçlere karşı mücadele etmekten yoruldum. Şimdi saygın bir kitap yazıp yazamayacağımı bilmiyorum. Bu en büyük korku. Bunun için uğraşıyorum fakat bilemiyorum. İçimde bir şeylerin zehirlendiğini hissediyorum.

Steinbeck içsel kargaşasından hareketlenerek, kendi sayfalarına direkt olarak hitap ediyor ve onları günah ve kurtuluş olarak biçimlendiriyor:

Sayfalar – on taneniz birden – hepiniz salya kabısınız – kusmuğu silmek için kullanılan bez parçasısınız. Belki de bu korkuları ve tiksintileri üstünüze yükleyebilir ve sizi yakabilirim. O zaman belki de bu kadar yorgun olmam. Her şeye rağmen böyleymiş gibi davranmak zorundayım.

Fareler ve İnsanlar çok satan bir kitap haline geldiğinde, Holywood Steinbeck’e bir film uyarlaması yapmak için danışmıştı – fakat Steinbeck, ödemesi çoğu insanı şaşırtabilecek olan bir teklif konusunda kararsız değildi. Hatta bu teklife iki kat fazla bir tiksinti ile bakmıştı çünkü bu tür ticari bir iltifatın yüzeysel olmasının, onu, çalışmasının derinlerinde yatan problemlerden uzaklaştıracağını düşünüyordu: Gazap Üzümleri‘ne ilham vermiş olan sefil göçmen işçilerin kaderlerine olan derin ilgisinden.

Steinbeck, kar için çalışma eylemini, sanatçı açısından bir hayal gücü başarısızlığı olarak gördüğünü tekrar ve tekrar belirtiyor – yaratıcı çalışmanın hitap etmesi gereken büyük insan meselelerinden uzaklaştıran hevesin küçüklüğü. Aynı günlük yazısında, Holywood’un ve kendisinin gerekçeleri arasındaki bağlantısızlığa bir tepki veriyor. Kendi gerekçeleri ise narin bir kaygı ile ortaya çıkıyor ve bu kaygının nedeni de böyle ticari bir çalışmayı benimsemenin kendi yaratıcılığını yavaş yavaş zehirleyebileceği ihtimali:

Hareket eden resimleri umursamıyorum. Gerçekten umursamıyorum – fakat açlıktan ölen insanlar var – onlar için ne yapılabilir? Ve her türden tedavi sağlayan insanlar. Adınızı şuna ya da buna ödünç verir misiniz? İsmimle ilgili umursadığım şey nedir? Yıpranmış ve tamamen biçimsiz kalmış. Hiçbir anlamı yok ve benim de bir anlamım yok. “Şansa bak.” Şansım yok. “Yüz dolar gönder.” Şans! Bunun şans olduğunu düşünüyor. Fakir ve benim zengin olduğumu düşünüyor. Şansımı görmüş. Bu ucuz karmaşa içerisinde şansımı görmüş. Nasıl olduğunu anlayamayacağı yıkımımı görmüş. Yunanlıların şans ve yıkım arasındaki bu karanlık ilişki hakkında bilgileri vardı. Her şeyi bilmek çok zordur. Bu yüzden de insanın kendisine güvenmesi imkânsızdır. Hatta neye güveneceğini bilmek bile imkânsızdır.

Steinbeck, şöhretin getirdiği gelirden bilinçli olarak mutlu olmuş gibi gözükse de – bir yazısında “bir imza [karşılığında] demir kapı aldım” dese de – sonbahar dönemine doğru aşağılayıcı bir çekicilik eşliğinde, başarısının özel hayatına olan etkisini gözlemliyor. 11 Ekim’de yazdığı bir yazıda, şöyle söylüyor:

Grace adlı kuzenimden gelen mektup – 22 yıl içerisinde gelen ilk mektup… Ve ilginin tek nedeni tanınmışlık. Bu herkesi etkilemiş gibi görünüyor. Artık bundan çok önceki ilişkiyi reddedecek. Herkes reddedecek. Çalışmayı.

Birkaç gün sonra, akıllara Susan Sontag’ın “Tanınmışlık genel olarak çok tahrip edici bir şeydir, herhangi bir sanatçı için” ifadesini getiren bir yazısında Steinbeck, Kierkegaard ile eşit düzeyde bir can sıkıntısıyla, çözüme ulaşıyor:

Bu sabah gelen posta – bir istek yığını. Beni delirtiyor… Tıpkı konuşmaya direndiğim gibi, bazı şeylere katılmaya da direnmem gerektiği gitgide belirgin bir hal alıyor. Posta, benim adımı kullanmak için yazılmış isteklerle dolu. Başka bir istek ancak suni güvercin olabilir. Bu aleni şeylerden hiçbirisini yapmayacağım. Yapamam. Bu benim tabiatımda yok ve kendimi buna zorlamayacağım. Bu yüzden bir direniş gerçekleştirmeliyim ve politikadan uzak durmalıyım. Şu anda bu ikisi benim üzerime gelmeye çalışıyor.

İdeal günlük rutin hakkında konuşurken gözlemini “mutlu bir yaşama sahip olmak için bir insanın neredeyse hiç postasının olmaması gerekir” diyerek ifade eden C.S Lewis’ı da bu konu bağlamında düşünmemek elde değil. Fakat Steinbeck için bu bir mutluluk meselesinden çok, ruhsal bir mücadele konusuydu.

Steinbeck’in Gazap Üzümleri eserini yazmaya harcadığı ayların döneminde yakınıp durduğu bu istek salgını, roman yayınlandığında yükselen bir hal almıştı. Roman hızlı bir şekilde satılmıştı ve Steinbeck’e, beklentilerinin de ötesinde bir şöhret ve ün getirmişti. Hayalini kurduğu bir şeyin meyvelerini görmeye başladığında yaşadığı heyecan duygusu ile arkadaşı Elizabeth Otis’e yazdığı mektupta şöyle demişti; “daha önce tek bir yerde bu kadar fazla [para] gördüğümü hatırlamıyorum.” Fakat rüya kâbusa dönüştükçe, heyecanın yerini de kızgınlık almıştı.

Bu istek yağmuru – sayısız komite davetleri, teklifler, para isteyen yabancılar – o kadar boşunaydı ki, tüm bunlar Steinbeck’in, kitabın yayınlanmasından birkaç ay sonra bir ABD Haber Ajansına verdiği röportajda hiddetlenmesine sebep oldu:

Neden bir yazarın, yalnızca yazabildiği için, iyi bir yemek sonrası konuşmacısı ya da kulüp komite üyesi ve hatta sözcü olacağını düşünüyorlar? Ben bir sözcü değilim ve olmak da istemiyorum. Hatta tamamlanmış bir yazar bile değilim, zanaatımı henüz öğrenmedim.

Belki de Sontag’ın ifadesinde belirttiği şey de buydu – herhangi bir tür konu dışı sorumluluk, sanatçıyı ilk aşamada istenen herhangi bir şey için cazip kılan zanaat pahasına vardır. Böyle tanıtım isteklerine evet olarak verilen her cevap; sanatın inşa edildiği azimli işgücünün günlük talepleri içerisinde binlerce hayır cevabına dönüşür. “Meşguliyetin bir karar olduğunu” fark etmek ve “günlerimizi geçirme biçimimizin aslında hayatlarımızı geçirme biçimimiz olduğunu” hatırlamak için büyük bir inanç berraklığı ve yaratıcı bir amaç gerekir.

Steinbeck’in Working Days (Çalışma Günleri) adlı eseri, nadir bulunan bir dâhiliğe ve bütünlüğe sahip bir sanatçının günlerini nasıl geçirdiğini – disiplin aracılığıyla şüphelerini nasıl yendiğini ve dışsal şeyler yerinde kaleminde nasıl büyük bir tutku bulduğunu – okuyuculara sunuyor.

Brain Pickings by Maria Popova
Çeviren: Gözde Zülal Solak (tabutmag)

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version