Ana Sayfa Edebiyat OĞUZ ATAY: SENİ GÖRMEK İSTİYORDUM, İNSAN GÖRMEKLE BAZI ŞEYLERİN AĞIRLIĞINA DAYANABİLİR

OĞUZ ATAY: SENİ GÖRMEK İSTİYORDUM, İNSAN GÖRMEKLE BAZI ŞEYLERİN AĞIRLIĞINA DAYANABİLİR

Türkiye’de post modern edebiyatın en güçlü temsilcisi olarak görülen Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’dan sonra yayımlanan romanı olan Tehlikeli Oyunlar, bireyin toplum ile  ilişkisini ele alması ve eser başkahramanın kişiliği bakımından Tutunamayanlar ile aynı düzlemde ilerlemesi nedeni ile  Tutunamayanlar’ın bir devamı olarak anılıyor. 

Okurlarıyla ilk olarak 1973 yılında buluşan Tehlikeli Oyunlar, Atay’ın Türk edebiyatındaki sınırları ikinci kez yıkması bakımından büyük bir önem taşıyor. Tehlikeli Oyunlar’da, postmodernist roman akımının dünyadaki öncüleri sayılan James Joyce ve Vladimir Nabokov gibi güçlü yazarların etkisi de hissediliyor olsa da; doğu ve batı arasındaki çelişkileri ile modern toplum yaşamını ve bireyin iç dünyasını da bir şekilde yansıtıyor.

Oğuz Atay’ın gizli otobiyografisi olması ise romanın özgün anlatımını destekleyen bir diğer önemli unsur. 

OĞUZ ATAY’IN TEHLİKELİ OYUNLAR ROMANINDAN ALINTILAR

– Seni görmek istiyordum kısacası. İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmaya devam edebilir. Sen anlamazsın tabi, anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı…

– Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum…

– Ve bütün sözlerimi yarıda kesmesine izin verdim. Ben ki, bu konuda kimseye yetki vermemişimdir.

– Bu yaşantının da sonu kötü bitecek albayım. Bizim gibilerin hayatında güzellikler, kısa süren aydınlıklardır. Bizim gibiler, başkalarının yaşantılarına kısa bir süre için girerler.
-Kendime engel olamıyorum: Yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. İnsan, sevdiğini üzmek pahasına ondan yararlanmağa çalışıyor. Bu arada benim gibi, aşağılık durumlara düşüyor. Çünkü neden? Çünkü yalnızlık ve karanlık onu vahşileştiriyor.

– Gene de gidebilirim istersen: Hiç gelmemişim gibi yaparız.

– Başkalarını mühim bulmayanlar, bir gün kendilerini de mühim bulmayanlarla karşılaşacaklardır; fakat bu hakikat, onların mühim bulmamış olduklarının mühim olduğu manasına gelmez.

-Sevgili Bilge,
Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.

-Bu kalbin, birini sevmeğe ihtiyacı vardı. Ve sen bunu anlamadın. Ve bana eziyet ettin. Ve eziyet ettiğini bilmedin. Göz yaşımı silmedin.

-Mış gibi yapmaktan usandım albayım.

-Bizde unutmuş gibi yaparız. Hiç kırılmamış, ağlamamış gibi.

– Beklenen geç geliyor; geldiği sırada insan başka yerde oluyor.

– Kendimi bir şey sanıyorum onun yanında. Onun benden önce bir şeyler yaşamış olmasına dayanamıyorum. Şimdi de benim dışımda bir şey düşünmesine, hissetmesine katlanamıyorum.

-Törenler ve dilekçelere dayanarak bir insanın öldüğüne nasıl inanırsınız?
-Sonra da beni bırakıp gidecek albayım. Kendi yerine bir şey bırakmadan gidecek.
… Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın?

– Gidenler sevinçliydi. Geride bıraktıklarına ayıp olmasın diye üzgün görünüyorlardı.

– Ben bugüne kadar hiçbir ıstırabımı bilinçaltına itmeyi başaramadım. Bu yüzden çok boş kaldı orası.

-Sevgili Bilge, işte bu yüzden hayal ve gerçek benim onlara verdiğim anlamları kaybetmek üzere. Sen, yaşadığım bir gerçek misin? Yoksa, bir zamanlar yaşamış olduğum bir rüya mısın? Yoksa ikisi de değil misin?
… Oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşantılarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.

– Ne yazık ki, başka insanlara duydukları tepkiden yararlanarak başarıya ulaşmayı yalnız sanatçılar becerebilmiştir.

– Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor.

-Çünkü hayatta başka şeylere önem verilmesi gerektiğini öğrenmiştim. Fakat bunu öğrenmekte çok geç kalmıştım. Neyse, bu mesele de ayrıydı. Bunları insan zamanında görmeliydi.

Ben bütün oyunların, çocuklukla birlikte sona ereceğini bilseydim, muhakkak oynardım işte: Haini oynardım, korkağı oynardım, fakat oynardım; kimse beni sahneden çıkaramazdı.

-İçimde bir boşluk var; perşembe sabahları, okula gitmek istemediğim sırada duyduğum korkuya benzeyen bir boşluk.

-Bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. Mesela, karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur, albayım? Siz hiç görebildiniz mi?

– Oysa ben, bütün cümlelerin baş tarafını kaçırdığımı çok iyi biliyordum; oyuna geliyordum.
… Çünkü bütün gücüme rağmen oyuna geliyordum. Kendime kızıyordum: Çünkü oyuna geliyordum, anlıyor musun oğlum Hidayet? oyuna geliyordum. Oyuna gelmemeliydim, bana oyun oynanmamalıydı. Bütün gücümle uyanık kalmalıydım; başkalarının rüyalarını görmemeliydim.

– Dünyada çok yalan var albayım! Dünyaya katılmaya devam edersek bu yalanlardan kurtulamayız.

-Bazı sözler vardır, oğlum Hidayet, insan onlarsız edemez. Ölü noktaya gelmiş olan bir oyun, onlarla birden canlanır; akıcı, sürükleyici bir duruma gelir.

– Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiçbir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için. Yeni yaşantılar için.

-Birbirlerini sevmeyen evli çiftlerin de görünüşü böyledir. Dağınık yaşantılarında hiçbir güzellik yoktur. Tek başına düşünme katılığının kokusu her tarafa sinmiştir. Ağır bir günün, bunaltıcı, öfkelendirici yaşantısı bitince eve dönen evli ve yalnız bir erkek ne yapacağını bilemez; horgörülmelerin, aşağılanmaların intikamını alma susuzluğuyla yanarken çevresinde yatıştırıcı en küçük bir ayrıntıyla karşılaşamaz. Hırsla çekiştirerek çıkardığı elbiselerden alır intikamını.

-Yalnız bir erkeğin giyinişindeki acımasız sertliği beceremezsin. Hitler’e bak, Mussolini’ye bak: Kılıkları ne kadar beceriksiz ve zevksiz bir düzen içerisindedir. İhmalcilikleri ne kadar gerçekçidir. Elbiseleri üstlerinden sarkar. Evlerini bile ne vahşi bir görgüsüzlükle döşerler. Yalnızlığın görgüsüzlüğüdür bu. Sınıflarını bulamamış insanların derbederliği içindedirler.

-Kimseden karşılık beklemiyorum. Ben monologdan yanayım. Sevgisiz acımaya karşıyım.
… Eski düzene isyan ediyorum ve eski düzenin değişmesine karşıyım..
… Kalbimden ona da yaprak açardım. Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.

– Bazı insanların, bazı şeylere hiç hakları yoktu: ne var ki, insanlar da en çok bu hiç hakları olmayan şeyleri yapıyorlardı.

– Hayır, kelimeler aldatıcıydı; kelimeler, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı.

– Onlar da yalnız kaldılar. Bu, sözün gelişi bir yalnızlık değildi: Kelimenin sözlükteki anlamıyla bir yalnızlıktı: Yanlarında başkaları bulunmuyordu.

-Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman.
… Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.

– Önce ben konuşurum. Sonra, gene ben konuşurum. Soldan girerim albayım. Akşam olmaktadır albayım. Bütün güzel oyunlarda, heyecanı arttırmak için akşam olur albayım: Işıklar yavaş yavaş söner. Güneş demek istiyorum albayım. Parantez içine yazılır albayım ‘hava kararmaktadır’ diye.

– Her geçen gün yeni suçlar öğreniyor insan. Okudukça, düşündükçe, yeni insanlar tanıdıkça sadece günahlarının arttığını hissediyor.

-Her hareketin bir anlamı var. İnsan, benim gibi hareketten vazgeçerse, bu anlamları daha iyi hissediyor.

– Göründüğüm kadar rahat değilim albayım. Fakat kimseye dinletemiyorum. Beni ciddiye almıyorlar.
… Hayallerimde bile yenik düşüyorum.

– Biz her şeye hayret eden bir millet olduğumuz için albayım, sevinç ve şaşkınlıkla ellerimizi çırpıyoruz. Zaten biz her zaman alkışlarız. Beğensek de, beğenmesek de, oyumuzu versek de, vermesek de, her şeyi oyun sandığımız için durmadan ellerimizi çırparız.

– Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.

– Ben bütün hikâyelerin başka türlü olmasını isterim aslında.

– Yalnızlığımızın ve hoşgörülmüşlüğümüzün bütün şiddetiyle hepinizi, yerden yere vuracağız.

Oğuz Atay
Tehlikeli Oyunlar

İletişim Yayınları

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version