Ana Sayfa Edebiyat NAZIM HİKMET: “YAHYA KEMAL ANAMA SEVDALIYDI SANIRSAM”

NAZIM HİKMET: “YAHYA KEMAL ANAMA SEVDALIYDI SANIRSAM”

Evde şiirlerini okurdu anama. Bahriye mektebinde tarih öğretmenimdi şair. Kız kardeşimin kedisi üstüneydi yazdığım şey. Yahya Kemal’e gösterdim kediyi de görmek istedi ve şiirimde anlattığım kediyi gördüğü kediye o kadar benzetmedi ki, bana, “Sen bu pis uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın”dedi.

Niçin şiir yazıyorum? Bunu başka türlü sormak daha doğru: Şiir yazmaya neden, nasıl başladım?
Hatırlamaya çalışayım.
13 yaşlarındaydım. İstanbul’daydık. Büyükbabam şairdi, ama şiirlerini hâlâ anlamam. Dilini, Osmanlıca dediğimiz, yüzde yetmiş beşi Arapça, Farsça sözlerle ve Arap, Fars gramer kaidelerine uygun bir Türkçeyle yazardı. Bunlar didaktik, dogmatik, dini şiirlerdi. Anlamıyordum onları. Ama ben şair bir büyükbabanın torunuydum. Anam Lamartin’e bayılırdı. Fransızca okurdu. Bir kere, o zamanlar Lamartin Türkçeye çevrilmiş, birkaç şiir de Osmanlıcaydı, anam Fransızcayı çok iyi bilirdi, ama Osmanlıcayı bilmezdi. Benim gibi.
Büyükbabam, Mevlevi Nâzım Paşa şairdir, anam Lamartin’e bayılırdı. Evimizde, babamın edebiyatla ilgisizliğine bakmaksızın, şiir baş köşedeydi.
Karşımızdaki evde yangın çıktı. Yangını ilk görüşüm. Şaştım, korktum. Büyükbabam, yangın bize atlamasın diye pencereden Kur’an’ı tuttu karşıdaki alevlere. Yangın söndü. Kur’an gücüyle, hatta itfaiye gücüyle de değil, ama yaktığı evi kül ederek söndü kendiliğinden ve ben bir saat sonra ilk şiirimi yazdım: “Yangın” Vezni, büyükbabamın yüksek sesle okuduğu aruzla yazılmış şiirlerinden kulağımda kalan ses taklitleriyle yapılmıştı. Yani ne aruzdu, ne heceydi, serbest vezindense haberim yoktu, uydurmaydı. Dili de öyle, Osmanlıca taklidiydi. Konusuysa şu:
Yanıyor yanıyor
Medhiş terrakeler
Çekiyor aguşuna bu advi beşer
Haneler, fakirler, yetimler…”

Şimdi bunları yazarken bir şeyin farkına vardım. Büyük babamdan çok Edebiyat-ı Cedide’nin, Fikret’in meselâ etkisindeymişim. Neden? Bilmiyorum. Belki de hiç şiir sevmeyen, ama Tevfik Fikret’i –o da bir çeşit Osmanlıcayla yazardı– iki kere yüksek sesle yanımda okuyan babamın yüzünden mi? Belki de.
İkinci şiirimi 14 yaşımda yazdım sanırsam. Birinci Dünya Savaşı içindeydik. Dayım Çanakkale’de şehit olmuştu. Dehşetli yurtseverdim. Savaş için bir şiir yazdım. Ne tuhaf, yazdığımı çok iyi biliyorum da, hatta artık Osmanlıcayla değil, okulda okuduğumuz şair Mehmet Emin’in takır tukur ama Arapçası, Farsçası az Türkçesiyle yazdığımı biliyorum da tek satırı aklımda değil.

YAHYA KEMAL’İN NAZIM HİKMET’İN ANNESİNE YAZDIĞI ŞİİR

Sonra üçüncü şiirimi galiba 16 yaşımda yazdım. Büyük bir Türk şairi, Türk şiirini ve o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemal anama sevdalıydı sanırsam. Evde şiirlerini okurdu anama. Bahriye mektebinde tarih öğretmenimdi şair. Kız kardeşimin kedisi üstüneydi yazdığım şey. Yahya Kemal’e gösterdim kediyi de görmek istedi ve şiirimde anlattığım kediyi gördüğü kediye o kadar benzetmedi ki, bana, “Sen bu pis uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın”dedi.
17 yaşımda galiba ilk şiirim basıldı. Yani “Serviliklerde”, yani mezarlıklarda ağlayan hayatında sevmiş ölüler üstüneydi. Yahya Kemal düzeltmişti birçok yerini.

Sonra kızlara tutuldum, şiir yazdım. Sonra Antant İstanbul’u işgal etti, onlara karşı ve Anadolu savaşını tutan şiirler yazdım. Vicdan nedir, namus nedir filân diye düşündüm, şiir yazdım. Ama artık dilim temizceydi ve hece vezniyle ve doğru dürüst kafiyelerle yazmasını öğrenmiştim.
Anadolu’ya geçtim. Millet sıska atları, Nuh’tan kalma silâhı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim, bayıldım ve bütün bunları başka türlü yazmak gerektiğini sezdim, ama yazmadım. Daha büyük bir sarsıntı gerekti… (Ve o gün bugündür şiir yazmadan edemiyorum.)

Kaynak:
Nazım Hikmet – Asım Bezirci

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version