Ana Sayfa Edebiyat İran Edebiyatından Bir Halk Masalı ‘Mücevher’ Derleyen: Muhammedi Mir Kiyani

İran Edebiyatından Bir Halk Masalı ‘Mücevher’ Derleyen: Muhammedi Mir Kiyani

Çok eski zamanlarda Kemalettin adında bir adam yaşarmış. Bu adam, uzun yıllar çalışıp çabaladıktan sonra bir gün Hacca gitmeye karar vermiş. Gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra, bütün mal ve parasını da rahatça taşıyabilmek için bir mücevhere dönüştürmüş. Günlerce süren yolculuktan sonra sağ salim Hacc’a varan Kemalettin, gerekli ziyaretleri yaparak evine geri dönmek üzere kervanla birlikte hareket etmiş.
Yolculuğa çıkarken yanına aldığı mücevheri de üstünde taşıyormuş. Evet, eski zamanlarda yolculuk bu kadar kolay değilmiş. Hırsızlar ve yol kesiciler yollarda pusuya yatar ve yolculara saldırıp mallarını yağmalarlarmış. Bu yüzden, yolculuk yapanların çoğu, paralarını bir mücevher ya da değerli bir taşa dönüştürerek üzerlerinde saklarlarmış. Kemalettin’in de aralarında bulunduğu kervan, dönüş sırasında suları bol, yeşil bir vadide mola vermiş. Sıcak ve susuzluktan dudakları kuruyan kervan halkı suya hücum etmiş.

Bu arada Kemalettin, içinde mücevherin bulunduğu keseyi sarığından çıkarıp yanına koymuş ve elini, yüzünü yıkadıktan sonra diğer yolcular gibi suyu seyre dalmış. Bir süre de dinlendikten sonra kervan halkıyla birlikte memleketine dönmek üzere yoluna devam etmiş. Biraz yol aldıktan sonra kesenin kendisinde olmadığını farketmiş.
Sağına bakmış, soluna bakmış keseden bir eser bulamamış. Biraz düşündükten sonra, onu su kenarında unuttuğunu hatırlamış. Hemen mola verdikleri yere dönmüş. Ama kesenin yerinde yeller esiyormuş. Çok üzgün bir halde geri dönüp kervana yetişmiş. Uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra evine varan Kemalettin, başından geçenleri karısına anlatmış. Çok anlayışlı bir kadın olan karısı: – Olanlar olmuş bir kere. Bunun için üzülmeye değmez. Yine de çok şükür sen sağ salim döndün ya! Allah’ın iziniyle kaybolan mücevheri yeniden buluruz, diye teselli etmiş. Uzatmayalım, ertesi gün Kemalettin şehre inip çalışmaya başlamış. Ama ne kadar çok çalışsa da kazancı az oluyormuş. Çok geçmeden alacaklılar da bir bir kapısına dayanıp paralarını istemeye başlamışlar. Ama Kemalettin’den kimse bir şey alamamış. Çünkü zavallının hiçbir şeyi kalmamış.
Bu durum karşısında üzüntüden ip gibi erimiş olan karısını yanına çağırarak:
– Hanım! Gördün mü ne hallere düştüm? Doğrusunu istersen artık dayanacak gücüm kalmadı. Sabrım taştı. Utancımdan alacaklıların yüzlerine bakamıyorum, demiş.
Karısı sormuş:
– Peki bir çözüm yolu var mı? Ne yapmayı düşünüyorsun?
Kemalettin:
– Yetti artık! Çektiğimiz bu rezillik yeter… Çabuk pılımızı pırtımızı toplayıp bu şehirden gidelim, demiş.
Karısı:
– Peki nereye? Alacaklıların parası ne olacak? diye sormuş.
Kemalettin cevap vermiş:
– Ben borçlarımdan kaçmak için değil, utancımdan dolayı bu şehirden gitmek istiyorum. En kısa zamanda para biriktirip borçlarımızdan kurtulmalıyız.
Sonunda Kemalettin ve karısı eşyalarını toplayıp bilmedikleri yerlere doğru yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, adını bile bilmedikleri çok uzak bir şehre varmışlar. Hem de herkesin uykuda olduğu gecenin çok geç bir saatinde. Karı-koca, şehrin sokak ve mahallelerinde sığınacak bir yer ararken, kadın birden hıçkırarak ağlamaya başlamış. Bunun üzerine Kemalettin:
– Ne oldu, hanım? Senin de mi canın sıkıldı? diye sormuş.
Kemalettin’in karısı inleyip ağlarken:
– Aklın nerede be adam? Hamile olduğumu ve çok yakında doğuracağımı unuttun mu? demiş. Kemalettin bu sözleri duyunca, başına vurarak:
– Eyvah! Bunu hiç düşünmemiştim. Şimdi ne yapacağız? Burada hiçbir tanıdığımız yok, demiş.
Ay ışığında gözüne bir harabe ilişen kadın:
– Bak, çocuğumu orada doğurabilirim, demiş. Karısını harabeye götüren Kemalettin, elleriyle temizlediği bir köşeye, orada bulduğu eski bir hasır parçasını sermiş ve:
– Söyle, şimdi ne yapayım? diye sormuş. Kadın, eşya pohçasını göstererek:
– Ş uradan bir kâse al, içine yağ ve bal dök, getir, demiş.
Karısının bu sözlerine gülmek mi ağlamak mı gerektiğini anlayamayan Kemalettin sormuş:
– Ciddi misin hanım? Nerede olduğumuzu bilmiyor musun?! Kendini evinde mi sandın? Yağ nerede?! Kimden alayım? Nereden getireyim?
Karısı cevap vermiş:
– Sen kâseyi al, yola çık. Gerisi Allah’a kalmış. Kemalettin, “Bunları acaba rüyâda mı görüyorum” diye düşünürken yola çıkmış ve şehrin sokaklarında yağ ve bal aramaya başlamış. Bir süre dolaştıktan sonra gözüne bir bakkal dükkanı ilişmiş. Kapıyı yumruklamaya başlamış. İçeriden yaşlı bir adam:
– Ne oldu? Niye kapıya öyle vuruyorsun? diye sormuş.
Kemalettin, kâseyi göstererek:
– Allah aşkına, şu kâseye biraz yağ, biraz da bal dök, demiş.
Yaşlı bakkal:
– Sen deli misin be adam? Gecenin bu vaktinde insanın canı yağ ve bal yemek ister mi? diye bağırmış.
Az kalsın gözünden yaşlar akacak olan Kemalettin, harabeyi göstererek:
– Bu nasıl söz? Ben deli değilim. Şu harabede yağ ve balı bekleyen bir hasta var. Çabuk ol! Geç kalırsam elden gidebilir, demiş.
Bir kandil yakan yaşlı bakkal kapıyı açmış ve kâseye bir testiden biraz bal, bir tulumdan da biraz yağ dökmüş ve:
– Beş dinar yapıyor, demiş.
Bütün ceplerini yoklayan Kemalettin beş dinardan fazla parası olmadığını görmüş. Onu hemen bakkala uzatmış ve mutluluktan uçacak bir halde, karısını bir hasırın üzerinde yatırdığı harabeye doğru koşmaya başlamış. Harabeye varmasına bir kaç adım kalmıştı ki karanlıkta ayağı bir taşa takılıp yere düşmüş. İki parçaya bölünen kâsedeki yağ ve bal da yerlere dökülmüş.
Başına gelen bu felâketten dolayı Kemalettin’in gözlerinde dünya kararmış. İki eliyle başına sert bir şekilde vurmaya ve ne yapacağını bilmediği bir halde bilinçsizce bağırıp koşmaya başlamış. Bu gürültüden uyanan mahalle halkı, ne olduğunu öğrenmek için heyecan ve korkuyla evlerinden fırlamış. Herkes Kemalettin’in etrafında toplanarak sorular sormaya başlamış. Nihayet aklı başında bir adam ilerleyerek diğerlerini kenara çekip şöyle demiş:

– Adamın başında öyle toplanmışsınız ki kim olsa korkar. Durun bakalım konu neymiş, başına neler gelmiş.

Kemalettin anlatmaya başlamış:
– Beş dinar verip yağ ve bal aldım. Ben yere düşünce kâse kırıldı, yağ ve bal da yere döküldü. Bu sözleri duyan adam:
– Hangi akıllı adam beş dinarlık yağ ve bal için şehrin altını üstüne getirir? diye sormuş. Yavaş yavaş kendine gelen Kemalettin:
– Beş dinar için değil. Ben bir süre önce Hacc’dan dönerken tek varlığım olan mücevheri kaybettiğimde bu kadar üzülmedim. Şu harabede doğum yapmak üzere olan karıma yağ ve balı ulaştıramadığım için üzüldüm, diye cevap vermiş.
Bu sözleri duyan adam:
– Niye daha önce söylemedin? Biz seni deli veya sarhoş sandık, demiş.
Adamın evinden birkaç kadın harabeye doğru koşarak Kemalettin’in karısını evlerine almışlar. Nihayet bir saat sonra Kemalettin’in karısı bir kız çocuğu dünyaya getirmiş. Bu sırada Allah’a şükürler ederek, istirahat etmek için bir divana uzanan Kemalettin, ertesi gün ne yapacağını ve bu adamın kendisine niçin yardım ettiğini düşünüyormuş. Sabah olunca, Kemalettin namaz kılmış ve karısı ile kızını ölümden kurtardığı için Allah’a şükür secdesini edâ etmiş. Kahvaltıdan sonra ev sahibi Kemalettin’in yanına gelerek önüne bir kese koymuş ve:
– Bu kesede üçyüz dinar var, şehre git, bu sermayeyle bir iş yap. Karın iyileşinceye kadar bizde kal. Ne olacağını sonra düşünürüz, demiş. Kemalettin hayretle sormuş:
– Ey Allah’ın kulu! Sen beni hiç tanıyor musun? Neye güvenerek bu parayı bana veriyorsun? Ev sahibi cevap vermiş:
– Merak etme. Bu senin hakkın. Sana sadaka vermiyorum. Yakında anlarsın… Şimdi kalk, helal rızık kazanmaya çalış. Bunların gerçek mi, rüya mı olduğunu anlayamayan Kemalettin, üçyüz dinarı adamdan almış ve bir iş yapmak için şehre gitmiş. İki üç gün çalışmış, bu parayla mal alıp satmış. Üçüncü gün karısı, Kemalettin’e:
– Bey! Artık gitmeyi düşünmeliyiz. Allah’a şükür her şey yolunda gitti. Çocuğumu sağ sâlim doğurdum. Artık eşyalarımızı toplayıp buradan gitmekten başka işimiz kalmadı. Sonuna kadar bu adamın evinde kalamayız, demiş. Kemalettin biraz düşündükten sonra:
– Akşam yemeğinden sonra ev sahibinin odasına oturmaya gideriz. Onunla konuşuruz, üçyüz dinarı da kendisine nasıl ödeyeceğimi kararlaştırırız, demiş.
Kısacası o gece Kemalettin karısıyla birlikte ev sahibine oturmaya gitmişler. Her konudan konuşmuşlar, sohbet etmişler. Nihayet söz uzamış ve Kemalettin’in mücevherini kaybedip perişan düştüğü noktaya gelmiş. Bu sırada ev sahibi ayağa kalkmış, raftan küçük bir kese alıp Kemalettin’in önüne koymuş ve:
– Söyle aziz kardeşim, o vahada unuttuğun kese bu değil miydi? diye sormuş.
Kemalettin, kesenin ağzını açıp içine bir göz atınca şaşkınlık ve heyecandan ağzı açık kalmış. Sonra ev sahibine dönerek:
– Rüya mı görüyorum? Mücevherim burada ne arıyor? İnanamıyorum, diye bağırmış.
Ev sahibi gülümseyerek:
– Dünya hali bu. İnsan bazen bir yerde hiç beklemediği birşeyle karşılaşıyor. Peki bu mücevherin elime nasıl geçtiğini ve senin ona nasıl tekrar kavuştuğunu sormayacak mısın? demiş.
Mutluluktan içi içine sığmayan Kemalettin:
– Bu da sorulur mu? Haydi hikayeyi bana anlat, demiş.
Ev sahibi anlatmaya başlamış:
– Ticaret yapmak üzere bir kervanla birlikte yolculuğa çıkmıştım. Beraberimizde bol miktarda mal götürmüştük. Yolda aniden bir kum fırtınasına yakalandık. Kervan halkı birbirini kaybetti. Belki de bazıları tonlarca kumun altında diri diri gömüldü. Gözümü açtığımda, uçsuz bucaksız bir çölde belime kadar kuma gömülmüştüm. Belki bir kurtuluş yolu bulurum diye yürümekten başka çarem yoktu. Umutsuzca yürüyüp inlerken uzaktan bir kervan gördüm. Yeniden canlandığımı hissettim ve koşmaya başladım. Kervandakiler beni görünce her biri birşey söylemeye başladı. Derdimi paylaştılar. Ancak benim güçsüz ve azıksız olduğumu gören kervanbaşı:
– Sen söyle; güçsüz, gece gündüz yiyeceye ihtiyacı olan ve elinde hiçbirşey bulunmayan birini yanıma nasıl alabilirim? Sen yerimde olsaydın aynı şeyi yapmaz mıydın? dedi.
Ben kervanbaşına yalvardım. Eline ayağına kapandım, ama hiç oralı olmadı. Yoluma tek başıma devam etmekten başka çarem olmadığını anladım. Bir vahaya varıncaya kadar çölde yürüdüm. Vahaya gelince biraz umutlandım. Çünkü kervanların su alıp istirahat etmek için mutlaka buraya geleceklerinden emindim. Birileri gelinceye kadar orada beklemeye karar verdim. Suyun kenarına gidince küçük bir kese buldum. Kesenin ağzını açınca içinde bir mücevher olduğunu gördüm. Aceleyle suyumu içip biraz istirahat ettikten sonra hemen vahadan uzaklaştım. Çünkü oraya hırsızlar ve yolkesiciler gelirse, mücevheri almak için beni öldürebileceklerini biliyordum. Kısacası, daha önce gördüğüm kervanın peşinden gitmeye karar verdim ve ona yetişinceye kadar koşmaya başladım. Hâlâ kurtulacağıma inanamıyordum. Kervanbaşına bir mücevher sahibi olduğumu söyleyip söylememede tereddüt ediyordum. Çünkü o kervanda da mücevheri almak için kanımı dökebilecek bazı kişilerin bulunmasından korkuyordum. Ben bunları düşünürken kervanbaşı yanıma geldi ve gülümseyerek:
– Sen kervanımızdan uzaklaşınca bir kaç devemiz kaçıp kayboldu. Senin kalbini kırıp geri çevirdiğimiz için başımıza bunların geldiğini düşündüm. Bu yüzden başımıza başka birşey gelmesin diye seni yanımıza almak için peşinden geliyorduk, dedi.
Kervanbaşının bu sözlerini duyunca onlara katıldım. Haftalarca zahmet ve mihnetten sonra şehrime ulaştım. Evime hoşgeldine gelen ilk kişiler, benden alacaklı olanlardı. Ama tufana yakalandığımı duyunca her biri birşeyler söyleyip çıktı. Dostlarımdan sadece birisi sözlerime inandı. O da bulduğum mücevheri gördüğü için. Ona, isteseydim mücevheri satıp bütün borçlarımı ödeyebileceğimi, ama sahibi bulununcaya kadar onu saklamaya kararlı olduğumu söyledim. Bunun üzerine dostum, borçlarımı ödeyip işlerimi bir düzene koymam için bana borç para verdi. Ben de bugüne kadar senin ortaya çıkmanı bekledim. Bunun üzerine Kemalettin:
– Çok garip bir hikaye! Peki beni gördüğün o ilk gece mücevheri senin bulduğunu niçin söylemedin? diye sormuş.
Ev sahibi cevap vermiş:
– Birader, böyle birşey doğru olur muydu? Senin başına büyük belalar gelmişken, mücevherinin bende olduğunu aniden söyleseydim, mutluluktan belki de kalbin dururdu. Bunu sana yavaş yavaş söylemem gerekiyordu. Allah seni eziyetlerden kurtarmak için bir vesile hazırlamış. Mesela o kervanbaşı beni geri çevirmeseydi, o vahaya hiç gitmeyecektim, sen de şimdi mücevherine kavuşmayacaktın. Veya ben bu mücevheri bulmasaydım, doğru söylediğimi ve hilekâr olmadığımı nasıl ispatlayacaktım? Doğrusu en iyi yardımcı yaratandır.

Uzun Gece Masalları 
Muhammed-i Mîr-kiyânî
Türkçesi: Doç. Dr. Ali Güzelyüz

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version