Ana Sayfa Şairler - Şiirler İlhan Berk: Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da… Sonra diye bir...

İlhan Berk: Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da… Sonra diye bir şey yoktur!

DÜN DAĞLARDA DOLAŞTIM EVDE YOKTUM

Güneş cebimde bir bulut peydahladı. Taş, kördür diye yazdım. Ölüm, geleceksiz.
Şeylerin yalnız adı var. Ve: ‘Ad evdir.’ (Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. Buydu bizim kendine
sonsuz olanı duyduğumuz. Nesneler ki zamanda vardır. Terziler çıracısı Hermüsül Heramise’nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı. Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik.

Ne diyordum, dünyanın düşünceleri yoktur. Otların canı sıkılmaz. Kurşunkalem kendini ağaç sanır. Ufuk, hüthüt kuşu. Seni bilmem, bir söylene dönüşmek içindir dünya.
Onun için başka bir son yok. Bir söylene dönüşmek, bir söylen olmak! Sonsuzluk dediğimiz
budur.

Nerden başlasam yine oraya geliyorum. Ben gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye, çalışacağım.

AĞAÇLARDAN ARKADAŞLARIM OLDU

“Adlarla doldurdum sessizliği.” Şeyleri kodladım. Gökyüzü­nün, ağaçların çocukluğunu bilirim. Ağaçlardan arkadaşlarım ol­du. Hâla da var. Samanyolunu anlamadım. Sayıları da. (Sayılar daha bulunmamış gibi davranıyorlardı.) Yalnız sekizle (5 + 3) içli dışlı oldum. (Kim olmamıştır ki?) Biraz da sıfırla (Sıfırın bulun­ması kolay olmamıştır.) Üç için çok kötü şeyler söylenmiştir. Ni­çin? Bilmem. Bilmek sayıdır. Bir de biri tanıdım. Bir ile düşünül­müyor. Bazı sayılar suçlu doğmuştur. Bir, bunlardan biridir. Anlamadan sevdim taşları. Çakıltaşının adıyla biçimi arasında hiçbir ilişki kurulamamıştır. Oltu taşının geçmişini bulamadım. Olsun. Gizem her şeydir. Kimi sessiz harfleri sökemedim. (Harf­lerin tini sessiz harflerde gezer. Kızılderililer bilir bunu.) Kuşlarla gittim geldim. Kuşlar sayıları bilmez, yusufcuk hariç. Doğu’da at­ların düş görmediğini anladım. (Homeros’da atlar ağlar.) Yürür­ken gördüm dağları. Dağlar yürürken düşünüyorlardı. Tanımak usu durduruyor. Dünya bizimdir! diye konuşuyorlardı araların­da sümüklüböcekler. Anladım diyemem. Anlamadım da. Sümük­lüböcekleri okumalı.

Sen ırmaklardan söz ederken konuşuyor ırmaklar, otlar gözle­rinde. Zaman bir izdüşümdür. Bir yerlere yaz bunu. Tinin dışarıya penceresi olmadığı doğru değildir. İsa’nın hayaleti hala dünya­nın üzerinde dolaşıyor. (Yalnız soruyorum. Sormak için yazar insan.) Gençliğini bilmeyen sabah tökezler. Gül ki adıyla vardır. Taş adını yüzü bulununca aldı. (Duvarcıların avcunda taş bunun için döner durur.)

Ben senin gözlerine dönmek istiyorum. Sonra da … Sonra diye bir şey yoktur. Tarih dışıdır, sonra.

HARFLERLE SESLER

Şihabüddin Fazullah otuz iki harfle konuşmuştur ve tini yok­tu. Harflere inanır, takke dikerek geçinirdi. İnsan yüzünde bütün harfleri gördüğü söylenir. Cavidan ‘ a yazdığı Zeyl’de (ki bulunamamıştır), gökyüzüne A harfini biçmiştir. Suya :C (Su, Tha­les’lidir.); ölüme: U (Ölüm U’dur biraz, eski püskü bir akşamüs­tü biraz da.)
Ateşe: Z.

Dünya harfti, suretlerdi. Sophokles gibi resim yapmasını bil­meyen Pythagoras da harfti, ağustosböceği de, Muhammed de harfti.

Muhammed (Muhammed’i biliyoruz, yirmi sekiz harfle konuşmuştur ve tini vardı ve de hiçbir kuş onun uçtuğu yere uçama­mıştır.) kulağını seslere verdi. Yalnız onları dinledi. Sesti her şey. Sesti cennet, cehennem. Bir tavus kuşu sesti. Pirinç Lapası Da­ğı’na mı gidiyordu atını otlatmaya Tu Fu, sesti. Bunun için tiniyle suretler arasında hep bir boşluk duymuştur. Bundan eli yazıya uzanmadı. Niçin uzansın? Dil, yalnızdır. Konuşmaz. Evren biz­den daha konuşkandır, diyordu. Daha yapraklı. Güneş imgelerle konuşur. Gürültüyle çalışır bir ağaç. Gürültüyle, taş. Gece, gürültüyle iner. Sestir evren.

Alfabe tacirdir.

DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUM

Bu dünya kadar eski bir şey yok. Gök sayrılı .Güneş sıradan.
Ağaçlar acemi. Her sabah devesiyle işe gidiyor. bir Bedevi. Her akşam kuşunu dolaştırıyor iki Çinli.

Bir yinelemedir dünya. Bin yıl, sonrayı görüyor bir ağaç. Bin yıl sonrayı bir dinazor. Gazali, kendini 7’ye benzetirdi. Homeros her sabah yürürdü…

Göz için yeni bir şey yok.

Korkunçluk bunda.

Zaman benim tarlamdır mı diyordu Goethe? Bilmek istemi­yorum. Oturduğu yerden Montevideo’yu görüyor bir ev. Sandal­ye kentsoylu. Pencere feodal. Su, belleksiz çıktı. Tin yalnız. Ben çocukken ırmak olmak istedim. Irmaklar hep çağırdı beni. Dü­şünmek istemiyorum. Dünya benim yerime düşünüyor.

Söz öldü.

Tunç: Monarşik.

Demir: Demokratik.

Bir akşam durup dururken dünyanın yaşlandığını gördüm.

Görmek yordu beni.

BENZETMELER

Eskilere göre ağaçlar alfabeydi. Bütün harfler ağaçlardı. A, köknar; C, melengeç; O, elma; M, selvi; P, zeytin.*

Gerçek benzetmelerde yatar. Hiçbir şey bundan kurtulamaz.

Bundan yeryüzünü bildik bulmamız.

“Ağaçlar som balığıdır!” diye bağırıyordu, duydumdu bir gün bir Eskimoğlu, yattığı yerden.**

Benzetmelerin bu dünya!

Ağaçlarla harflerin (ağaçlar benzetmelere güler) ne düşündü­ğü bilinmez. Ne ki, ağaç ağaç olmak ister, harf de harf.

Hem biliyoruz ağaçlarla harflerin tanınmak, bilinmek diye bir sorunları yoktur. Tebdil gezen nice nehirler, dağlar, ovalar (ova­lar İbn Batuta okuyordu) gördüm; yeryüzünde olmak yetiyordu. Ağaçların konuştuğu unutulmuştur hem. Eskiden unutmak bilin­miyordu. Bölünmemişti zaman. Geçmiş, gelecek birdi. Bir saydamlığın adıydı zaman: Bakınca görülürdü.

Benzetmelerin sonu dünyanın sonudur.

Hepimiz bir yanımızla ordayız.***


(*) Bırakalım harfler içini döksün.
(**) Gün gelecek, benzetmeler yerküredeki bütün sesleri bulup getirecekler. O gün birden saçlarımızın uzadığını göreceğiz.
(***) Tam bu değil demek istediğim: Ama bir tümce de kendince anlam üretir.

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version