Ana Sayfa Felsefe İbrahim’i Övme Söylevi: Kişinin arzusunu terk etmesi yüceliktir – Kierkegaard

İbrahim’i Övme Söylevi: Kişinin arzusunu terk etmesi yüceliktir – Kierkegaard

Hepsi hatırlanacaktır; Kurban olan İshak mı, İbrahim mi? 

Eğer insanda ebedî bir bilinç yoksa, eğer her şeyin dibinde yalnızca vahşî bir kargaşa, karanlık tutkularda şekil değiştirerek yüce ya da önemsiz her şeyi üreten bir güç varsa; eğer her şeyin altında akıl sır ermez, doymak bilmez gizli bir boşluk yatıyorsa, yaşam umutsuzluktan başka ne olacaktır? Eğer böyleyse, eğer insanlığı birleştiren kutsal bir bağ yoksa, eğer ormanın yaprakları gibi bir nesil diğerinin ardından doğuyorsa, bir nesil ormandaki kuşların şarkıları gibi bir diğerinin yerine geçiyorsa, eğer insan soyu dünyadan, denizden geçen bir gemi ya da çöldeki bir rüzgar, düşüncesiz ve meyvesiz bir kapris olarak geçiyorsa, eğer ebedî bir unutkanlık; avı için aç bir biçimde pusuya yatmış bekliyorsa ve onun pençelerinden kendisini kurtaracak kadar güçlü hiçbir güç yoksa -o zaman yaşam ne kadar boş ve huzurdan yoksun olacaktır! Ancak böyle olmadığı için, Tanrı erkeği ve kadını yarattığı için, kahramanı ya da şâiri ya da hatibi şekillendirdi. Şâir ya da hatip kahramanın yeteneklerinin hiç birine sahip değildir; o yalnızca imrenir, sever, kahramanın kahramanlığından mutluluk duyar. Yine de o kahramandan daha az mutlu değildir; kahramanın doğası hayran olunacak kadar iyi ise de, kendisi mutlu değildir, ona duyulan sevgi de ancak imrenme olabilir. O bir anının ruhudur, onun akla getirebileceği tek şey yapılan şeylerdir, onun için yalnızca yapılana imrenir. Kendisinden hiçbir şey almaz, yalnızca etkisini kıskanır. Kalbinin arzusunu izler, ancak aradığını bulduğunda herkesin kapısını şarkısı ve konuşmasıyla çalarak, herkesin kendisi gibi kahramana imrenmesini sağlar, kendisiymiş gibi kahramanla gurur duyar. Bu onun başarısı, onun mütevazî işlevi, kahramanın hanesindeki sadık hizmetidir. Eğer aşkına sadık kalırsa, eğer gece gündüz, onu kahramanından koparacak olan unutulmanın oyunlarına karşı savaşırsa, kahramanıyla birleşir ve karşılığında kahramanı da onu sadakatle sever. Şair için kahramanın üstün doğası, bir hatıra olarak kesinlikle etkisiz olmasına karşın, hatırada olduğu gibi şeklini değiştirip yüceltilir. Bu nedenle yüce olan hiç kimse unutulmayacaktır ve ne kadar uzun sürerse sürsün; hatta o, kahramanı uzaklara götürecek bir yanlış anlama bulutu olsa da, âşığı hâlâ gelecek ve zaman geçtikçe ona daha fazla sadakatle sarılacaktır.

İbrahim vaad edilen topraklarda bir yabancı haline geldi

Hayır! Bu dünyada yüce olan hiç kimse unutulmayacaktır; ancak herkes kendine göre yüceydi ve herkes sevdiğinin yüceliği oranında yüceydi. Kendisini seven kimse kendisinde yüceleşti ve diğerlerini seven kimse kendisini adaması yoluyla yüceldi; ancak Tanrı’yı seven kimse herkesten yüce hale geldi. Hepsi hatırlanacaktır; ancak herkes beklentisi oranında yücelmiştir. Birisi mümkün olanı bekleme yoluyla yüceldi, bir başkası sonsuzluğu bekleyerek; ancak imkansızı bekleyen herkesten daha yüce hale geldi. Hepsi hatırlanacaktır, ancak herkes uğruna çabaladığının büyüklüğüyle orantılı olarak yüceldi. Dünya için çabalayan dünyayı fethederek yüceldi ve kendisi için çabalayan kendisini fethederek yüceldi; fakat Tanrı’yla birlikte çabalayan herkesten yüce hale geldi. Böylece dünyada şiddetli bir mücadele oldu, insan insana karşı, bir kişi binlere karşı, ancak Tanrı için çabalayan herkesten yüceydi. Böylece yeryüzünde şiddetli bir mücadele oldu; her şeyi kendi gücüyle fetheden vardı ve Tanrı’yı kendi güçsüzlüğüyle fetheden vardı. Kendisine güvenen ve her şeyi kazanan vardı ve kendi gücünde güvenli her şeyi feda eden vardı; ancak herkesten daha yücesi Tanrı’ya inanandı. Kendi gücünde yüce olan vardı ve kendi bilgeliğinde yüce olan ve kendi umudunda yüce olan ve aşkta yüce olan vardı; ancak hepsinden yücesi İbrahim idi. O gücü güçsüzlüğü olan bir güçle yüceydi, sırrı aptallığı olan bilgelikte yüceydi, dışsal görünümü çılgınlık olan umutta yüceydi, kendisinden nefretinden oluşan aşkında yüceydi.

ALİ ŞERİATİ: KURBAN, KOÇ BOĞAZLAMAK DEĞİL, KENDİ İSMAİL’İNDEN VAZGEÇEBİLMEKTİR!

İbrahim bu imanıyla kendi atalarının topraklarını terk edebildi ve vaad edilen topraklarda bir yabancı haline geldi. Geride bir şey bıraktı, diğerini yanına aldı. Geride dünyalı anlayışı bıraktı ve imanını yanma aldı. Aksi halde kesinlikle gitmeyebilirdi, bunu yapmak kesinlikle anlamsız gelebilirdi. Bu imanıyladır ki vaad edilen topraklarda bir yabancı olabildi; ona neyin değerli olduğunu hatırlatan hiçbir şey yoktu, ancak her şeyin yeni oluşu ruhunu hüzünlü bir arzuyla sınadı. Ve o Tanrı tarafından seçildi, Tanrı ondan memnundu! Evet, gerçekten memnundu! Eğer daha önceden reddedilmiş olsaydı, Tanrı’nın lütfundan dışlanmış olsaydı, daha iyi anlayabilirdi. Bu sanki kendisiyle ve imanıyla alay etmek gibiydi. Bir zamanlar atalarının sevgili topraklarından sürgün edilmiş olarak yaşayan bir başkası vardı. Ne o unutuldu ne de içinde kaybettiğini aradığı ve bulduğu üzüntüye ağıt şarkıları unutuldu. İbrahim’den ağıt şarkıları duymuyoruz. Şikayet eden insandır, gözyaşı dökenle birlikte ağlayan insandır. Fakat imana sahip olmak daha yücedir ve inananı görmek daha kutsaldır.

İbrahim’e yeryüzündeki bütün ulusların onun tohumlarıyla kutsanacağı vaadini kabul ettiren imanıydı. Zaman geçti, olasılık hâlâ duruyordu ve İbrahim imanına sahipti, zaman geçti ve o olasısız hale geldi ve İbrahim imanına sahipti. Bir zamanlar bir beklentisi olan bir başkası vardı. Zaman geçti, akşam yakınlaştı, beklentisini unuttuğu için üzgün değildi, bu nedenle o da unutulmamalıdır. Sonra o üzüldü ve üzüntü onu yaşamın aldattığı gibi aldatmadı; ona yapabileceği her şeyi yaptı ve üzüntünün tatlılığı içinde onun düş kırıklığına uğramış beklentisine sahip oldu. Üzülenle üzülen insandır; ancak imana sahip olmak daha yücedir ve inananı görmek daha kutsaldır. İbrahim’den üzüntü şarkıları duymuyoruz. Zaman geçerken İbrahim yas içinde günleri saymadı, Sara’ya, onun yaşlanmasından korkarak, kuşku dolu bakışlarla bakmadı; Sara’nın kendi beklentisine uyması ve yaşlanmaması için güneşin yürüyüşünde kalmadı; Sara’ya sakinleştirici hüzünlü şarkısını söylemedi. İbrahim yaşlandı ve Sara toprağa karıştı ve o hâlâ Tanrı’nın seçilmişi ve tohumlarında yeryüzünün bütün uluslarının kutsanacağı vaadinin vârisiydi. O zaman İbrahim’in Tanrı tarafından seçilmemiş olması daha iyi olmaz mıydı? Tanrı tarafından seçilmiş olmak ne demektir? Kişinin gençliğinde gençlik arzusunun yaşlılığında büyük gayretle karşılanması için inkar edilmesi midir? Ancak İbrahim inandı ve vaade sımsıkı sarıldı. İbrahim eğer tereddüt etseydi vazgeçebilirdi. Tanrı’ya şunu söyleyebilirdi: “Belki de senin istediğin bunun olması değil; o zaman arzumdan vazgeçiyorum, o benim tek arzum, kutsal neşemdi. Ruhum dimdik, bunu reddettiğin için gizli bir kin taşımıyorum.” Unutulmazdı, sergileyeceği bu örnekle bir çoklarını kurtarabilirdi, ancak imanın babası olamazdı.

Zira kişinin arzusunu terk etmesi yüceliktir, ancak daha yüce olanı onu terk ettikten sonra ona yapışmaktır; sonsuzluğun ipini kavramak yücedir, ancak daha yücesi terk ettikten sonra faniliğe sarılmaktır. Ancak sonra zaman doldu. İbrahim’in imanı olmasaydı, Sara kesinlikle üzüntüden ölebilirdi. Ve İbrahim üzüntüden durgunlaşmış, gerçekleştirmeyi anlama yerine, ona bir gençlik rüyası olarak gülümseyebilirdi. Ancak İbrahim inandı ve bu nedenle O gençti. Daima en iyinin yaşlandığına umut besleyen O, yaşam tarafından aldatıldı ve en kötünün olgunlaşmadan gelen yaşlılık olmasına daima hazırlanan oydu. Ancak onun imanı olduğundan ebedî gençliği korudu. O zaman bütün övgüler bu öyküye! Sara, yıllar boyu hastalık çekmiş olmasına rağmen annelik zevkine göz dikecek kadar gençti ve İbrahim saçlarının kırlaşmış olmasına rağmen baba olmayı isteyecek kadar gençti. Dışsal olarak imanın mucizesi İbrahim ve Sara’nın dileyecek kadar genç olmalarında ve imanın onların dileğini korumasında ve bu dilek aracılığıyla da gençliklerini korumasındaydı. Vaadin yerine getirilmesini kabul etti, bunu inanarak kabul etti ve bu beklentisine uygun ve imanına uygun olarak gerçekleşti. Musa asasını kayaya vurdu, ancak inanmadı.

Böylece Sara altın düğün günlerinde gelin olduğunda İbrahim’in evinde büyük sevinç vardı.
Ancak böyle kalmadı; İbrahim bir kez daha sınandı. Her şeyi icat eden kurnaz güçle, asla uyumayan rakiple, her şeyden daha uzun yaşayan o yaşlı adamla savaştı- zamanın kendisiyle. Onunla savaşmış ve imanını korumuştu. Şimdi mücadelenin bütün korkunçlukları bir anda yoğunlaşmalıydı. “Ve Tanrı İbrahim’i sınadı ve ona dedi ki… Şimdi çok sevdiğin biricik oğlun İshak’ı al ve onu Moriah diyarına getir ve oradaki dağlardan sana göstereceğimin üzerinde onu yakılmış kurban olarak sun.”
Ve böylece her şeyi kaybetti, bu o zamana kadar olan her şeyden daha kötüydü! Buna göre Tanrı yalnızca İbrahim’le oynuyordu! Bir mucizeyle imkansızı gerçekleştirmişti, şimdi ise tekrar onun hiçbir şey getirmediğini görecekti. Gerçekten de aptalcaydı! Ancak İbrahim, Sara’nın bu vaad ilk açıklandığında güldüğü gibi, buna gülmedi. Hepsini kaybetmişti! Yetmiş yıllık imanlı beklenti, imanının gerçekleşmesinden duyulan kısa bir mutluluk. O zaman yaşlı adamın elinden asayı alan kim, yaşlı adamın kendisinin onu kırmasını isteyen kim? Kır saçlarını mahzun eden kim, onu kendisinin yapmasını isteyen kim? Bu kır sakal için bir merhamet yok mu, ya da bu masum çocuk için? Ve yine de İbrahim Tanrı’nın seçilmişi değil miydi? Ve onu bu sınamaya tabi tutan Tanrı değil miydi? Şimdi hepsi kesin olarak kaybolmuştu! İnsan soyunun şerefli anısı, İbrahim’in tohumlarındaki vaad, bu İbrahim’in şimdi yok etmesi gereken bir kapris, Tanrı’nın anlık bir düşüncesiydi. İbrahim’in kalbindeki iman kadar eski, İshak’tan yıllarca daha yaşlı olan o muhteşem hazine, İbrahim’in yaşamının meyvesi, dualarla kutsanmış mücadeleyle olgunlaştırılmış -İbrahim’in dudaklarındaki kutsama, bu meyve şimdi mevsimi gelmeden koparılacak ve hiçbir anlam taşımayacaktı. İshak kurban edildikten sonra hangi anlam olabilirdi ki? İbrahim’in değer verdiği her şeyi terk etmesi gereken o hüzünlü ancak yine de kutsal saat, mübarek başını bir kez daha kaldıracağı yüz ifadesinin Tanrı’nınki kadar ışıl ışıl olacağı zaman, bütün ruhunu bütün günlerinin neşesini İshak’a vermek için güçle kutsamak üzere yoğunlaştırması gereken zaman- o an gelmiyordu! Evet İbrahim gerçekten de İshak’ı terk edecekti, ancak kalacak olan oydu; ölüm onları ayıracak, ancak kurban İshak olacaktı. Yaşlı adam İshak’ın üzerine elini kutsamak için uzatmayacak, elini yaşamdan yorgun olarak şiddet içinde uzatacaktı. Ve onu sınayan Tanrı’ydı. Evet. İbrahim’in yanına böyle bir haberle gelen haberciye yazıklar olsun! Böyle bir üzüntüye haberci olmaya kim cesaret edebilirdi? Yine de İbrahim’i sınayan Tanrı idi.

Ancak İbrahim’in imanı vardı ve bu yaşama iman ediyordu. Evet eğer onun imanı bir gelecek yaşam için olsaydı, ait olmadığı bu dünyadan aceleyle çıkıp gitmek için her şeyi bir tarafa bırakmak kolay olabilirdi. Ancak İbrahim’in imanı bu türden bir iman değildi; eğer böyle bir iman varsa, bu gerçek bir iman değil, onun yalnızca en uzak olasılığıdır. Böyle bir iman nesnesinin ipuçlarını bilgelik alanının ta ucunda bulan ancak ondan, içinde umutsuzluğun kendi oyununu oynadığı derin bir uçurumla ayrılmış olarak duran bir imandır. Ancak İbrahim bu yaşama inandı, kendi topraklarında yaşlanacağına inandı, insanları arasında şereflendi, kendi soyunda kutsandı, hayatının en değerli varlığı, sevgiyle kucakladığı ve bir babanın oğlunu sevme görevini sadakatle yerine getirdiğini söylemenin, yanında çok zayıf bir ifade olarak kaldığı bir sevgiyle sevdiği İshak’ın şahsında sonsuza kadar hatırlandı. Aslında emirler de bu sevgiye işaret etti: “en çok sevdiğin oğul”. Ya’kub on iki oğula sahipti ve birini sevdi; İbrahim yalnızca bir oğula sahipti ve onu sevdi.

Ancak İbrahim’in imanı vardı ve kuşku duymadı. Tuhaf olana inandı. Eğer İbrahim kuşku duysaydı -o zaman başka şeyler yapacaktı, yüce ve şerefli başka şeyler. Zira İbrahim’den yüce ve şerefli olmayan bir şey nasıl beklenebilir ki? Moriah dağına yürüyebilir, odunları keser, ateşi yakar, bıçağını çekerdi- Tanrı’ya feryat ederdi: “Bu kurbanı küçümseme, bu sahip olduğum en iyi şey değil, bunu iyi biliyorum. Zira vaad edilen bir çocukla karşılaştırıldığında yaşlı bir adam nedir ki? Ancak verebileceğim en iyi şey bu. İzin ver
İshak asla bilmesin, böylece gençlik yıllarında kendini rahatlatabilir.” Bıçağı kendi göğsüne saplayabilirdi. Tüm dünya ona hayran olabilirdi ve onun adı asla unutulmazdı; ancak yalnızca hayran olunması bir şey, acı çekenleri kurtaran bir kılavuz yıldız olmak başka bir şey.

Ancak İbrahim’in imanı vardı. Kendisi için Tanrı’yı etkilemek için yalvarmadı. Yalnızca bir kez Sodom ve Gomore üzerine cezaya hükmedildiğinde, İbrahim dualarıyla ileri çıkmıştı.
Kutsal kitaplarda okuyoruz: “Ve Tanrı İbrahim’i sınadı ve ona dedi ki; İbrahim, İbrahim neredesin? İbrahim cevap verdi: Buradayım.” Benim hitabım sanadır, ne oldu sana? Uzaklardan ağır kaderin yaklaştığını gördüğünde dağlara “beni saklayın” demedin mi? Kayalara “benim üstüme düşün” demedin mi’ Ya da eğer daha güçlü olsaydın ayakların yol boyunca sürüklenmeyecek miydi? Ayakların eski izlerine geri dönmeye can atmadı mı? Çağırıldığında cevap verdin mi vermedin mi? Belki de hafifçe ve fısıldayarak? İbrahim böyle yapmadı. Yüreklice, isteklice inançla yüksek sesle cevap verdi: “Buradayım”. Okumaya devam ediyoruz: ‘Ve İbrahim sabah erkenden kalktı’. Bir törene gidiyormuşçasına acele etti ve sabahın erken saatinde belirlenen yerde, Moriah dağındaydı. Sara’ya hiçbir şey söylemedi, Eleazaı’a da. Zaten onu kim anlayabilirdi ki? Sınama kendi doğasıyla ona sessizlik yemini ettirmemiş miydi? “… İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üstüne yatırdı. Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.” Ey işitenim! Bir çok baba çocuğunun kaybını dünyada sahip olduğu en değerli şeyin, geleceğe ilişkin bütün umutların kaybı olarak hissetti; yine de hiçbir oğul İshak’ın
İbrahim için ifade ettiği anlamda bir vaad edilmiş çocuk değildi. Bir çok baba çocuğunu kaybetti; ancak o zaman Tanrı’nın, her şeye kadir olanın değişmez ve gizemli isteği vardı, alan onun eliydi. İbrahim için böyle değildi. Onun için daha zor bir sınav saklanmıştı. Bıçakla birlikte İshak’ın kaderi de verilmişti İbrahim’in eline. Ve orada durdu, yaşlı adam ve onun tek umudu! Ancak hiç kuşku duymadı, sağına ya da soluna ıstırap içinde bakmadı, dualarıyla gökyüzüne meydan okumadı. Onu sınayanın her şeye kadir olan Tanrı olduğunu biliyordu, bunun ondan istenebilecek en ağır özveri olduğunu biliyordu; ancak o ayrıca Tanrı isteğinde hiçbir özverinin imkansız olmadığını da biliyordu -ve bıçağını çekti.

İbrahim’in koluna güç veren kimdi? Onun sağ elini havaya kaldıran ve böylece çaresizce yere düşmesini önleyen kimdi? İbrahim’in ruhuna kuvvet veren, böylece gözlerinin ne İshak’ı ne de koçu göremeyecek kadar bulutlanmış hale gelmesini önleyen kimdi? Bunu gören herkes kör olabilirdi. Ve yine de hem felçli, hem de kör olanlar yeterince nadir olmakla birlikte, daha da nadir olanı hikâyeyi anlatabilen ve onun hakkını verebilenlerdir. Bunu biliyoruz, hepimiz biliyoruz -bu yalnızca bir sınama idi.

Eğer İbrahim, Moriah dağında ayakta dururken kuşkulansaydı, kararsızlıkla etrafına bakınsaydı, eğer bıçağı çekmeden önce kazaen koçu görseydi ve Tanrı’nın koçu İshak’ın yerine teklif etmesine izin verdiğini bilseydi -o zaman evine gidebilirdi, her şey eskisi gibi olabilirdi, Sara’ya sahip olabilirdi, İshak’ı elinde tutabilirdi ve her şey ne kadar değişirdi! Onun geri çekilmesi bir kaçış, onun kurtarışı bir kaza, onu,n ödülü onursuzluk, onun geleceği belki de lânetleme olacaktı. O zaman kendi imanına ve Tanrı’nın merhametine değil, Moriah dağına seyahatinin ne kadar korkunç olduğuna tanıklık edecekti. İbrahim unutulmayacaktı… Dağda. Ancak Nuh’un gemisinin yere indiği Ararat dağı gibi söz edilmeyecek, İbrahim’in kuşkulandığı yer olması nedeniyle bir dehşet yeri olarak söz edilecekti.

Saygıdeğer İbrahim Babamız! Sen evinden Moriah dağına seyahat ettiğinde, kaybettiklerinden dolayı seni avutacak hiçbir övücü konuşmaya gereksinim duymadın, zira aslında sen her şeyi kazandın ve İshak’ı elinde tuttun. Öyle değil mi? Tanrı bir daha İshak’ı senden asla almadı, çadırında sofraya onunla birlikte mutluluk içinde oturdun, bundan sonra sonsuza kadar yapacağın gibi. Saygıdeğer İbrahim Babamız! O günlerden bu yana binlerce yıl geçti, ancak senin hâtıranı unutulmanın gücünden kurtaracak geç kalmış bir sevene gereksinimin yok. Zira her bir anadil senin anını kutluyor -ve hâlâ seni seveni herkesten çok daha şerefle ödüllendiriyorsun. Bundan sonra onu kutsayacaksın, gözlerini ve kalbini burada ve şimdi yaptığının mucizeliğiyle büyülersin. Saygıdeğer İbrahim Babamız! İnsan soyunun ikinci babası! Tanrı’yla mücadele etmek yerine, öfke verici elementler ve yaratılış güçleriyle korku dolu mücadeleyi ilk gören ve tanıklık eden sensin. Ulu tutkuyu dinsizlerin hayran kaldığı kutsal çılgınlığın kutsal, saf ve gösterişsiz ifadesini ilk bilen sensin29 -seni övmek için konuşacak olan eğer bunu doğru yapmazsa onu affet. O kalbinin arzusunu görerek gösterişsizce konuştu, gerektiği gibi özet konuştu; ancak yaşlılığında oğluna kavuşmak için yüz yıla gereksinim duyduğunu, her türlü beklentiye karşın, İshak’ı elde tutmanın önünde bıçağını çektiğini asla unutmayacak. Yüz otuz yılda imandan daha ileri gitmediğini asla unutmayacak.

Soren Kierkegaard
Kaynak: Korku ve Titreme

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version