Ana Sayfa Edebiyat FRANZ KAFKA: HER ŞEYİ YANLIŞ YORUMLUYORSUNUZ, SUSKUNLUĞU BİLE!

FRANZ KAFKA: HER ŞEYİ YANLIŞ YORUMLUYORSUNUZ, SUSKUNLUĞU BİLE!

Hancı, K.’yı hanın önünde bekliyordu. Kendisine sorulmadan konuşmaya cesaret edemeyeceğinden, K. ona ne istediğini sordu. Hancı yere bakarak, “Kalacak bir yer buldun mu?” diye sordu. “Karın sordurtuyor sana,” dedi K., “ona çok bağımlısın, değil mi?”
– “Hayır,” dedi hancı, “karım istedi diye sormuyorum. Ama karım senin yüzünden çok gergin ve mutsuz, çalışamıyor, yatakta öylece yatarak, sürekli inleyip, yakınıyor.”
– “Yanına gideyim mi?” diye sordu K. “Bunu senden rica ediyorum,” dedi hancı, “aslında seni muhtarın yanından alıp getirmek istedim, kapıyı dinledim, ne var ki konuşuyordunuz, rahatsız etmek istemedim, bir yandan da karım için endişeliydim, koşarak dönüp geldim, ama karım beni yanma sokmadı, böylece seni beklemekten başka seçeneğim kalmadı.”
– “O halde gel gidelim,” dedi K., “onu birazdan yatıştırırım.”
– “Keşke başarabilsen,” dedi hancı.

Aydınlık mutfağı geçtiler; birbirlerinden uzakta, rastgele işlerle uğraşan üç dört hizmetçi K.’yı görünce deyim yerindeyse donakaldı. Hancının karısının inlemeleri daha mutfaktan duyuluyordu. Kadın, ince bir tahta paravanla mutfaktan ayrılmış olan penceresiz bir bölmede yatmaktaydı. Buraya ancak çift kişilik geniş bir yatakla bir dolap sığabilmişti. Yatak, içinde yatanın bütün mutfağı ve yapılan işleri görüp, denetleyebileceği şekilde yerleştirilmişti. Buna karşın mutfaktan bakıldığında bölmenin içi neredeyse hiç görünmüyordu. İçerisi zifiri karanlıktı, yalnızca kırmızı ve beyaz yatak çarşafları hafifçe parlıyordu. İnsan ancak içeri girip, gözleri alıştıktan sonra ayrıntıları seçebiliyordu.

“Sonunda gelebildiniz,” dedi hancının karısı cılız bir sesle. Sırtüstü sere serpe uzanmıştı, güçlükle soluk alıp verdiği belliydi; kuştüyü yorganı üstünden atmıştı. Yataktayken, elbiseleriyle olduğundan daha genç görünüyordu, ancak başına taktığı zarif bir dantelden yapılmış gece başlığı her ne kadar küçük olup, başına oturmasa da, yüzünün çöküklüğü acınası bir durumdaydı. “Nasıl gelebilirdim?” dedi K. usulca. “Beni çağırtmadınız ki!”
– “Beni bunca zaman bekletmemeliydiniz,” dedi hancının karısı, hastalara özgü bir inatla. “Oturun,” dedi sonra, yatağın kenarını göstererek, “ama siz ötekiler dışarı çıkın.” Bu arada yardımcılarla birlikte hizmetçiler de içeri doluşmuşlardı. “Ben de gitmek istiyorum, Gardana,” dedi hancı. K., kadının adını ilk kez duymuştu. “Elbette,” dedi kadın yavaşça; zihni başka düşüncelerle meşgulmüş gibi dalgın bir ifadeyle ekledi: “Hem niye kalacaksın ki?” Herkes mutfağa çekildikten sonra –ki bu defa yardımcılar da hemen söz dinlemişlerdi, çünkü bir hizmetçinin peşindeydiler–, Gardana, burada konuşulanların mutfaktan duyulabileceğini –çünkü bölmenin kapısı yoktu– fark edebilecek kadar uyanıktı; bunun üzerine hepsine mutfağı da terk etmelerini emretti. Dediği derhal yapıldı.

“Lütfen Kadastrocu Bey,” dedi Gardana, “dolabın hemen önünde bir şal asılı, bana uzatır mısınız, üstümü örteceğim, kuştüyü yorgana dayanamıyorum, güçlükle soluk alabiliyorum.” K. ona şalı getirdiğinde, “Bakınız,” dedi kadın, “ne kadar güzel bir şal, değil mi?” Şal K.’nın gözüne sıradan bir yün örtü gibi görünse de, hatır için bir kez daha dokundu, ancak sesini çıkarmadı. Gardana, “Evet. Güzel bir şal,” diyerek şala sarındı. Şimdi rahat rahat yatıyordu, sanki bütün acılarından kurtulmuş gibiydi, hatta yatmaktan karışmış olan saçlarını anımsadı, kısa bir süre için doğrulup oturdu, başlığın çevresindeki saçlarını biraz düzeltti. Saçları çok gürdü.

Sabırsızlığı artan K., “Kalacak başka bir yer bulup bulmadığımı bana sormalarını istemişsiniz,” dedi. “Sormalarını mı istemişim?” dedi hancının karısı, “Hayır, bu doğru değil.”
– “Ama kocanız bana az önce bunu sordu.” – “İnanırım,” dedi kadın, “ben onunla kavgalıyım. Ben sizi burada istemezken, o sizi burada tuttu; şimdi burada konakladığınız için memnunum, kocam sizi kovuyor. Hep böyle şeyler yapar.” – “Yani,” dedi K., “hakkımdaki fikrinizi değiştirdiniz, öyle mi? Hem de bir, iki saat içinde?” – “Fikrimi değiştirmedim,” dedi hancının karısı yine güçsüz bir sesle, “bana elinizi uzatın. Şimdi tamamen dürüst olacağınıza söz verin, ben de size karşı öyle olacağım.” – “Peki,” dedi K., “ama kim başlayacak?” – “Ben,” dedi hancının karısı. Sanki böyle davranarak K.’ya destek olmak değil, ilk konuşan olmak için can atıyormuş gibiydi.

Kadın yastığının altından bir fotoğraf çıkarıp K.’ya uzattı. “Şu resme bakın,” dedi yalvarırcasına. K. daha iyi görebilmek için mutfağa doğru bir adım attı, ancak orada da bir şey seçebilmesi olanaksızdı, çünkü fotoğraf eski olduğu için sararmış, yer yer kırılmış, buruşmuş ve lekelenmişti. “Pek iyi durumda değil bu,” dedi K. “Ne yazık ki, ne yazık ki,” dedi hancının karısı, “insan yıllarca üstünde taşırsa, olacağı bu. Ancak dikkatle bakarsanız, her şeyi seçebilirsiniz, bundan eminim. Ayrıca size yardımcı olabilirim, kimi gördüğünüzü söyleyin bana; bu fotoğraf hakkında bir şeyler duymak beni mutlu ediyor. Evet, ne görüyorsunuz?” – “Genç bir adam,” dedi K. “Doğru,” dedi hancının karısı, “ne yapıyor peki?” – “Uzanmış sanırım, tahta bir kalas üzerinde gerinip, esniyor.” Hancının karısı güldü. “Bu tamamen yanlış,” dedi. “Bakın şu tahta kalas, adam da şurada yatıyor,” diye görüşünde ısrar etti K. “Daha dikkatli baksanıza,” dedi hancının karısı kızarak, “adam gerçekten yatıyor mu?” – “Hayır,” dedi şimdi K., “yatmıyor, altındaki kalas değil, herhalde ip, genç adam yüksek atlama yapıyor.” – “Hah, şöyle,” dedi hancının karısı sevinerek, “adam sıçrıyor, resmi ulaklar böyle antrenman yaparlar. Seçebileceğinizden emindim. Yüzünü de görebiliyor musunuz?” – “Yüzünü pek göremiyorum,” dedi K., “adamın çok çaba sarf ettiği belli, ağzı açık, gözleri kısık, saçları dalgalanıyor.” – “Çok iyi,” dedi hancının karısı takdirle, “onu şahsen tanımayan biri daha fazlasını seçemez zaten. Ama yakışıklı bir delikanlıydı o. Onu bir kez şöyle bir görmüştüm ve hiç unutmadım.” – “Kimdi ki o?” diye sordu K. “O,” dedi hancının karısı, “Klamm’ın beni ilk kez yanına çağırtmak için yolladığı ulaktı.”
K. tam olarak kulak veremiyordu, bir cam takırtısı dikkatini dağıtmıştı. Rahatsızlık veren bu şeyin kaynağını çabucak buldu. Yardımcılar dışarıda avluda ayak değiştirerek kar üzerinde hoplayıp zıplıyorlar, sanki K.’yı yeniden görmekten mutlu olmuş gibi yapıyorlardı; mutluluktan K.’yı birbirlerine gösteriyorlar ve durmaksızın mutfak penceresine parmaklarıyla tıklatıyorlardı. K.’nın tehditkâr bir hareketi üzerine bundan hemen vazgeçip, birbirlerini geriye itmeye çalıştılar, derken biri ötekinin elinden kurtulunca yeniden pencerenin önüne geldiler. K. hızlı adımlarla bölmeye girdi; buradan yardımcıları onu göremiyor, o da onları görmek zorunda kalmıyordu. Ne var ki camdaki hafif ve yalvaran takırtı onu oradan da uzun süre rahatsız etti.

“Yine şu yardımcılar,” dedi K. hancının karısına özür dilercesine ve dışarıyı gösterdi. Ancak kadın K.’yla ilgilenmiyordu; K.’nın elinden fotoğrafı çekip almış, bakmış, düzeltmiş ve yeniden yastığın altına sokmuştu. Kadının hareketleri biraz ağırlaşmıştı, bunun nedeni yorgunluk değil, anıların yarattığı yüktü. K.’ya bir şeyler anlatmak istemişti, ancak hikâyeye dalıp bunu unutmuştu. Şalının püskülleriyle oynadı. Kısa bir süre sonra başını kaldırıp, elini gözlerinin üzerinde gezdirerek, “Bu şal da Klamm’dan,” dedi. “Başlık da. Resim, şal ve başlık ondan bana kalan üç anıdır. Ben Frieda gibi genç biri değilim, onun gibi hırslı ve hassas da değilim, o çok hassastır; kısacası ben yaşamla başa çıkmayı bilirim, ama itiraf etmeliyim ki, şu üç şey olmasaydı, buraya bu kadar uzun süre katlanamazdım. Bu üç anı gözünüze az görünebilir, ancak bakınız, Klamm’la uzun süredir ilişkisi olan Frieda’nın elinde tek bir anı yok; kıza sordum, o aşırı coşkulu ve doyumsuz biridir; oysa ben yalnızca üç kez Klamm’ın yanına gitmeme karşın –beni daha sonra hiç çağırtmadı, nedenini bilmiyorum– kısa süreceğini sezdiğim için yanımda bu hatıraları getirdim. Tabii bunu kendiniz yapacaksınız, Klamm kendiliğinden hiçbir şey vermez, ancak orada duran uygun bir şey görürseniz, bunu ondan isteyebilirsiniz.”

Bu hikâyeler onu her ne kadar ilgilendiriyor olsa da, K. bunlardan rahatsızlık duymuştu.
“Bunların üzerinden ne kadar zaman geçti?” diye sordu K. iç geçirerek.
“Yirmi yıldan fazla,” dedi hancının karısı, “yirmi yıldan çok daha fazla.”
“Klamm’a bu kadar uzun süre sadık kalınabiliyor demek,” dedi K. “Hanımefendi, gelecekteki evliliğimi düşündüğümde bu itiraflarınızla derin kaygılara kapılmama yol açtığınızın bilincinde misiniz?”
Hancının karısı, K.’nın kendi sorunlarını burada araya sokuşturmasını yakışıksız bulmuştu; ona öfkeyle ters bir bakış attı.
“Kızmayın öyle, hanımefendi,” dedi K., “Klamm aleyhinde tek bir söz etmiyorum, ancak olayların etkisiyle Klamm’la bir anlamda ilişkiye girmiş bulunuyorum; Klamm’ın en koyu hayranı bile bunu yadsıyamaz. Durum böyle. Bu nedenle Klamm’ın adı geçince elimde olmadan kendimi de düşünüyorum, bunu değiştiremem. Ayrıca hanımefendi,” –K. burada kadının kararsızca hareket ettirdiği elini tuttu– “son görüşmemizin nasıl kötü geçtiğini ve bu defa birbirimizden güzel güzel ayrılmaya çalıştığımızı unutmayın.”
“Haklısınız,” dedi hancının karısı başını öne eğerek, “ama beni yormayın. Diğer insanlardan daha alıngan değilim; hatta aksine, herkesin hassas noktaları vardır, benimkisi yalnızca bu işte.”
“Ne yazık ki benimki de bu,” dedi K., “ama kendime kesinlikle hâkim olacağım; hanımefendi bana yalnızca şunu açıklayın: Eğer Frieda da sizin gibiyse, Klamm’a karşı beslenen bu korkunç sadakate nasıl katlanabilirim?”
“Korkunç sadakat mi?” diye homurdanarak tekrarladı hancının karısı. “Sadakat mi bu? Ben kocama sadığım, ama Klamm’a? Beni bir zamanlar metresi yaptı, bu payeyi bir daha yitirebilir miyim? Frieda’nınkine nasıl mı katlanacaksınız? Ah, Kadastrocu Bey, kimsiniz ki bunu sormaya cesaret edebiliyorsunuz? ”
“Hanımefendi,” dedi K. uyaran bir tonda.
“Biliyorum,” dedi hancının karısı boyun eğerek, “ama kocam hiç böyle sorular sormadı. Hangimizin daha talihsiz olduğunu bilemiyorum, o zamanlar ben mi, yoksa şimdi Frieda mı? Bile bile Klamm’ı terk eden Frieda mı, yoksa Klamm’ın bir daha çağırtmadığı ben mi? Gerçek boyutuyla henüz anlayamamış gibi görünen Frieda’dır belki de. O günlerde kafamın içi talihsizliğimle dopdoluydu, çünkü kendime durmadan sorular soruyordum; aslında sorular sormayı bugün de bırakmış değilim; bunlar neden oldu? Klamm seni üç kez çağırttı, bir dördüncü kez bir daha asla olmadı! O zamanlar beni bundan daha çok meşgul eden başka ne olabilirdi? Bu olaydan kısa bir süre sonra evlendiğim kocamla bundan başka ne konuşacaktım? Gündüzleri zamanımız olmazdı, bu hanı perişan durumda devralmıştık ve ayağa kaldırmak zorundaydık, ama geceleri? Yıllar boyunca, geceleri yaptığımız konuşmalar yalnızca Klamm ve fikrini neden değiştirdiği üzerineydi. Kocam bu sohbetler sırasında uyuyup kaldığında, onu uyandırırdım ve konuşmamıza kaldığımız yerden devam ederdik.”
“Şimdi izin verirseniz,” dedi K., “çok kaba bir soru soracağım.”
Hancının karısı ses çıkarmadı.
“O halde sormamı istemiyorsunuz,” dedi K., “bana bu kadarı da yeter.”
“Elbette,” dedi hancının karısı, “size bu kadarı da yeterli, özellikle de bu. Her şeyi yanlış değerlendiriyorsunuz, sessizliği de. Başka türlüsü elinizden gelmiyor. Sormanıza izin veriyorum.”
“Her şeyi yanlış değerlendiriyorsam, bu durumda belki kendi sorumu da yanlış değerlendiriyorumdur, belki o kadar da kaba değildir. Kocanızla nasıl tanıştınız ve bu hana nasıl sahip oldunuz, yalnızca bunu merak etmiştim.”
Hancının karısı alnını buruşturdu, ancak istifini bozmadan konuştu: “Bu çok basit bir hikâye. Babam demirciydi, şimdiki kocam Hans da bir toprak ağasının yanında at bakıcısıydı, sık sık babamın yanına gelirdi. Klamm’la son görüşmemden sonraydı. Çok mutsuzdum, aslında böyle hissetmemem gerekirdi, çünkü her şey olması gerektiği gibi gelişmişti, artık Klamm’ın yanına gidemeyecek olmam da Klamm’ın kararıydı. Yani olması gerektiği gibiydi, ne var ki nedenleri müphemdi, bunları araştırmama engel yoktu, ama mutsuz olmamam gerekirdi; ama ben yine de mutsuzdum, çalışamıyor, gün boyu evimizin önündeki küçük bahçede oturuyordum. Orada Hans’ı gördüm; bazen gelip yanıma otururdu; ona yakınmazdım, ama o derdimi bilirdi, iyi bir delikanlı olduğundan benimle oturup ağladığı da olurdu. Hanın o zamanki sahibi zaten hayli yaşlı bir adamdı, karısı öldüğü için işletmeyi devretmek istiyordu, bir gün bizim bahçenin önünden geçerken ikimizi orada otururken görünce durdu ve lafı dolandırmadan hanı bize kiralamayı önerdi; bize güvendiği için peşinat istemedi ve kirayı çok düşük tuttu. Babama yük olmak istemiyordum, gerisi umurumda değildi; böylece hanı ve yeni, belki de olanları biraz unutmamı sağlayacak olan işi düşünerek Hans’ın evlenme teklifini kabul ettim. Hikâye budur.”
Kısa bir süre sessizlik oldu, ardından K., “Hancının yaklaşımı güzelmiş,” dedi, “ama tedbirsiz davranmış, yoksa ikinize güvenmesinin özel nedenleri mi vardı?”
“Hans’ı iyi tanırdı,” dedi hancının karısı, “Hans’ın amcasıydı.”
“Şimdi oldu,” dedi K. “Hans’ın ailesi onun sizinle hayatını birleştirmesini çok istiyordu demek.”
“Olabilir,” dedi hancının karısı, “bilmiyorum, bununla hiç ilgilenmedim.”
“Mutlaka öyle olmuş olmalı,” dedi K., “aile böyle bir fedakârlık yaptığına ve hanı güvencesiz sizin ellerinize bıraktığına göre!”
“Tedbirsizlik edilmediği zamanla anlaşıldı,” dedi hancının karısı. “İşe giriştim, güçlü kuvvetliydim, demircinin kızıydım, hizmetçi ya da uşağa ihtiyacım yoktu; birahane, mutfak, ahır, avlu demeden her yere yetişiyordum, çok iyi yemek yapardım, Beyler Hanı’nın müşterilerini bile ayarttım. Öğle saatlerinde salona gelmediniz, öğle yemeği müşterilerimizi bilmezsiniz, o zamanlar daha da kalabalıktılar, çoğu zamanla uzaklaştı. Bunların sonucunda kirayı zamanında ödemekle kalmadık, hanı birkaç yıl sonra tümüyle satın aldık ve bugün neredeyse hiç borcu kalmadı. Bir diğer sonucu da bunları yaparken kendimi harcamam oldu; kalp hastası yaşlı bir kadın oldum. Siz belki Hans’tan çok yaşlı olduğumu düşünüyorsunuz, oysa o benden yalnızca iki ya da üç yaş küçüktür ve asla yaşlanmayacaktır, çünkü onun yaptığı işlerle; pipo içmek, müşterilerin konuşmalarına kulak kabartmak, ardından pipoyu temizlemek ve arada sırada gidip bira getirmekle yaşlanmaz insan.”
“Hünerleriniz hayranlık uyandırıcı,” dedi K., “buna hiç kuşku yok, ama biz sizin evlenmeden önceki günlerinizi konuşuyorduk; Hans’ın ailesinin yüklüce bir parayı gözden çıkararak ya da hanı size devrederek böylesine büyük bir risk almaları ve sizi evlenmeye zorlamaları, Hans’ın çalışma azmine sahip olmadığını bilmelerine karşın sizin nasıl olduğunu henüz bilmedikleri çalışma azminize umut bağlamaları o yıllar için tuhafmış doğrusu.”
“Evet ama,” dedi hancının karısı, “lafı nereye getirmeye çalıştığınızı ve ne kadar yanıldığınızı biliyorum. Bütün bunlarla Klamm’ın zerre kadar ilgisi yoktu. Bana neden yardım edecekti ki, daha doğrusu nasıl yardım edebilirdi ki? Hakkımda bildiği bir şey yoktu. Beni artık çağırtmıyor olması, unuttuğuna işaretti. Eğer çağırtmıyorsa, tamamen unutmuş demektir o. Frieda’nın yanında bundan söz etmek istemedim. Konu yalnızca unutulmak değil, çok daha ötesi. Çünkü insan unuttuğuyla yeniden tanışabilir. Klamm için bu olanaksızdır. Eğer birini çağırtmıyorsa, onu yalnızca geçmiş değil, gelecek için de bütünüyle unutur. Çok çaba sarf edersem, sizin gibi düşünebilirim; sizin anlamsız, geldiğiniz yaban ellerde belki geçerliliği olan düşüncelerinizi anlayabilirim. Belki düşünceleriniz, Klamm’ın ileride bir gün beni çağıracak olursa fazlaca engelle karşılaşmaması için beni Hans gibi biriyle evlendirdiğini aklınıza getirmek gibi bir çılgınlığına kadar varabiliyordur. Saçmalığın daha ileri boyutu olamaz. Klamm bana bir işaret yolladığında benim ona koşmamı engelleyebilecek bir koca mı var? Saçmalık, baştan sona saçmalık, böylesi saçmalıklarla uğraşmak kafa karıştırır.” “Hayır,” dedi K., “niyetimiz kafa karıştırmak değil, düşüncelerimde sandığınız kadar ileri gitmemiştim, ama doğruyu söylemek gerekirse oraya doğru ilerliyordum. Şimdilik beni şaşırtan yalnızca bir şey var: Akrabalar bu evlilikten çok şey beklemişler ve bu beklentiler sizin kalbiniz ve sağlığınız pahasına hakikaten gerçekleşmiş. Bu olaylarla Klamm’ın bağlantısı bulunabileceği düşüncesine kapıldıysam da, bu sizin ifade ettiğiniz şiddette olmadı, ya da henüz olmadı, ama anlaşılan beni bir kez daha terslemenize yaradı, çünkü siz bundan zevk alıyorsunuz. Buyurun zevkinizi alın! Oysa benim düşüncem şuydu: Öncelikle Klamm belli ki evlilik nedeniydi. Klamm olmasa mutsuz olmaz, boş boş bahçede oturmazdınız; Klamm olmasa, Hans sizi orada göremezdi, siz üzgün olmasaydınız o ürkek Hans sizinle konuşma cesareti asla gösteremezdi; Klamm olmasa, Hans’la oturup ağlaşmazdınız; Klamm olmasa iyi kalpli, yaşlı hancı amca, Hans’la sizi birlikte sakin sakin otururken göremezdi; Klamm olmasa yaşama karşı umursamaz olmaz, yani Hans’la evlenmezdiniz. Yani bütün bunlara Klamm yeterince dahil olmuş diye düşünüyorum. Ancak devamı var. Eğer unutmaya çalışmasaydınız, kendinize bu kadar haksızlık ederek çalışmaz ve işletmeyi bu kadar büyütemezdiniz. Burada da Klamm var yani. Ancak bunun dışında, Klamm aynı zamanda hastalığınızın da nedeni, çünkü yüreğiniz evlilikten önce de bu ümitsiz aşkla yorgun düşmüştü. Şimdi tek bir soru kalıyor: Hans’ın akrabalarını bu evliliğe çeken neydi? Klamm’ın metresi olmanın yitirilemeyecek bir paye anlamını taşıdığını siz söylemiştiniz, demek ki onları çeken buydu. Hem ben ayrıca, sizi Klamm’a götüren şansın –tabii bunun bir şans olması koşuluyla, ama siz öyle olduğunu savunuyorsunuz– size ait olduğuna, yani sizde kalması gerektiğine ve Klamm’ın yaptığı gibi sizi kısa zamanda ve ansızın terk etmeyeceğine inanıyorum.”
“Bütün bunlarda ciddi misiniz?” diye sordu hancının karısı.
“Ciddiyim,” dedi hemen K., “ama şuna inanıyorum, Hans’ın akrabaları umutlarında ne bütünüyle haklı ne de haksızdılar, ayrıca sizin yaptığınız hatayı da bulduğumu düşünüyorum. Dışarıdan bakıldığında her şey başarılmış gibi görünüyor; Hans’ın geçimi yolunda, kapı gibi bir karısı var, saygı görüyor ve işletmenin borcu yok. Oysa tam bir başarıya ulaşılmış değil; Hans, ilk büyük aşkının kendisi olacağı sıradan bir kızla çok daha mutlu olurdu; Hans, sizin onu suçladığınız gibi kimi zaman barda yitik biçimde öylece duruyorsa, bunu kendini gerçekten yitik hissettiği için yapıyordur –ama bundan mutsuzluk duymuyordur, bunu anlayabilecek kadar tanıdım onu–; bir o kadar kesin olan diğer şey de şu: Bu yakışıklı, anlayışlı delikanlı başka bir kadınla daha mutlu olurdu, yani bununla demek istiyorum ki, daha kendi ayaklarının üstünde durabilen, daha çalışkan ve daha erkek biri olurdu. Hem siz de mutlu değilsiniz, kendiniz söylediniz, o üç anı olmasa yaşamak bile istemeyecektiniz, üstelik bir de kalp hastasısınız. Bu durumda akrabalar beklentilerinde haksız mıydılar? Hiç sanmıyorum. Bereket başınızın üstündeydi, ama bundan nasiplenmeyi bilemediler.”
“Ne kaçırılmış peki?” diye sordu hancının karısı. Şimdi sırtüstü sere serpe yatmış, tavana bakıyordu.
“Klamm’a danışmak,” dedi K.
“Böylece yine sizin konunuza dönmüş olduk,” dedi hancının karısı.
“Ya da sizinkine,” dedi K., “meselelerimiz birbirlerine çok yakın.”
“Klamm’dan ne istiyorsunuz peki?” diye sordu hancının karısı. Yattığı yerden doğruldu, otururken yaslanmak üzere yastıkları kabarttı ve K.’nın gözlerine dik dik baktı. “Size kendi hikâyemi açıkça anlattım, bundan bir şeyler öğrenebilirdiniz. Şimdi siz de bana Klamm’a ne sormak istediğinizi aynı açıklıkta söyleyin. Frieda’yı odasına çıkıp, orada kalmaya güçlükle ikna edebildim, çünkü onun yanında yeterince açık konuşmayacağınızdan endişe duyuyordum.”
“Benim gizlim saklım yok,” dedi K. “Ama öncesinde dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var. Klamm hemen unutur, demiştiniz. Birincisi, bu bana hiç mümkünmüş gibi gelmiyor; İkincisi kanıtlanabilir değil; bu, anlaşılan, o sırada
Klamm’ın gözdesi olanların kız akıllarıyla uydurdukları bir söylence yalnızca. Böyle basit bir uydurmacaya inanmanıza şaşırdım.”
“Söylence değil,” dedi hancının karısı, “deneyimlerden çıkartılmıştır.”
“Demek ki yeni bir uydurmacayla çürütülebilir,” dedi K. “Ayrıca sizin vakanızla Frieda’nınki arasında bir fark var. Klamm’ın Frieda’yı bir daha çağırmaması gibi bir durum olmamış, hatta Klamm onu çağırmış, ama Frieda denileni yapmamış. Klamm onu hâlâ bekliyor bile olabilir.”
Hancının karısı sesini çıkarmadı. K.’yı süzen bakışlarını yukarıdan aşağıya onun üstünde gezdirdi yalnızca. Ardından, “Söylemek istediğiniz her şeyi sessizce dinleyeceğim,” dedi. “Ancak beni kırmamaya çalışmayın, açık konuşun. Yalnız tek bir ricam var: Klamm’ın adını kullanmayın. Ondan ‘O’ diye ya da başka bir şekilde söz edin, ama adını anmayın.”
“Memnuniyetle,” dedi K., “ama ondan ne istediğimi açıklamak güç. Önce onu yakından görmek istiyorum, sonra sesini duymak ve evliliğimiz hakkında ne düşündüğünü kendisinden öğrenmek istiyorum. Ondan belki bir ricada bulunabilirim, ama bu görüşmenin akışına bağlı. Pek çok konu gündeme gelebilir, ama benim açımdan en önemlisi, onunla karşılaşmaktır. Çünkü gerçek bir memurla henüz hiç yüz yüze konuşmadım. Bu sandığımdan daha zor gibi görünüyor. Ama şimdi sivil bir şahıs olarak onunla görüşmek zorundayım, bence bunu sağlamak daha kolay. Bir memur olarak onunla olsa olsa girilemeyen ofisinde ya da şatoda görüşebilirim ancak, ya da biraz şüpheli olsa da, Beyler Hanı’nda. Oysa sivil olarak binanın her yerinde, sokakta, yani ona rastlayabileceğim her yerde bu mümkün. Tabii yanı sıra memur kimliği de karşımda oturacaktır, bunu seve seve kabul ederim, ne var ki ilk hedef bu değil.”
“Peki,” dedi kadın, ayıp bir şey söylercesine yüzünü yastıklara gömerek, “Görüşme ricanızı ilişkilerim sayesinde Klamm’a ulaştırabilirsem eğer, yukarıdan yanıt gelinceye kadar kendi başınıza hiçbir girişimde bulunmayacağınıza dair bana söz verebilir misiniz?”
“Ricanızı ve kaprisinizi yerine getirmeyi çok istesem de,” dedi K., “buna söz veremem. Çünkü konu çok acil, özellikle de muhtarla yaptığım görüşme olumsuz sonuçlandığı için.” “Bu itiraz geçerli değil,” dedi hancının karısı, “muhtar oldukça önemsiz biridir. Fark etmediniz mi bunu? Her işi idare eden karısı olmasa, o konumda bir gün bile kalamazdı.” “Mizzi mi?” diye sordu K. Hancının karısı başını salladı. “O da yanımızdaydı,” dedi K.
“Bir şey söyledi mi?” diye sordu hancının karısı.
“Hayır,” dedi K., “bunu yapabilecek biriymiş gibi gelmedi bana.”
“Zaten,” dedi hancının karısı, “buradaki her şeyi böyle yanlış değerlendiriyorsunuz. Her ne olursa olsun, muhtarın sizinle ilgili yaptığı düzenlemenin hiçbir geçerliliği yok; ben kadınla bir ara konuşurum. Klamm’dan bir hafta sonra yanıt geleceğine ben size burada söz veriyorsam, sizin buna uymamanız için bir nedeniniz kalmıyor.”
“Bunların hiçbiri önemli değil,” dedi K., “kararım kesindir ve olumsuz bir yanıt gelecek olsa bile bu kararımı uygulamaya çalışacağım. Niyetim peşinen böyle olduğuna göre, görüşmek için öncesinde birilerini ricacı olarak araya koymam uygun olmaz. Ricada bulunmadan belki yürekli ve iyi niyetli bir çaba olan şey, olumsuz yanıttan sonra açık bir itaatsizliğe dönüşecektir. Bu tabii çok daha kötü olur.” “Daha mı kötü?” dedi hancının karısı. “İtaatsizlik olacağı kesindir. İstediğiniz gibi davranın. Bana ceketimi uzatır mısınız?”
Kadın K.’ya aldırmadan ceketini giyip aceleyle mutfağa gitti. Yemek salonundan epeyce bir süredir huzursuz sesler geliyordu. Kapıdaki gözetleme deliğine tıklatılmıştı. Yardımcılar pencereyi iterek açmışlar, içeriye doğru acıktıklarını haykırıyorlardı. Orada başka yüzler de belirmişti. Hatta alçak sesle söylenen çok sesli bir şarkı da duyuluyordu.
K.’nın hancının karısıyla görüşmesi öğle yemeğinin pişirilmesini elbette çok geciktirmişti, yemek hazır değildi henüz, ama müşteriler birikmişti. Yine de hancının karısının yasağını delip, mutfağa girmeye kimse cesaret edememişti. Gözetleme deliğinden bakanlar hancının karısının geldiğini şimdi haber verdiğinden, hizmetçiler hemen mutfağa koştular; K. yemek salonuna girer girmez, köylü gibi değil, ancak taşra usulü giyinmiş, sayıları şaşılacak kadar yüksek olan kadınlı erkekli yirmiden fazla kişi önünde toplaştıkları gözetleme deliğinden uzaklaşıp, yer kapabilmek için masalara doğru koştular. Yalnızca bir köşede duran küçük bir masada birkaç çocuklu bir karıkoca oturmaktaydı; ak saçları dağınık, sakallı, mavi gözlü, güler yüzlü adam, ayakta çocuklara doğru eğilmiş, onlara alçak sesle söyletmeye çalıştığı şarkılarına bıçakla tempo tutuyordu. Adam belki de şarkı bahanesiyle çocuklara açlıklarını unutturmaya çalışıyordu. Hancının karısı birkaç üstünkörü sözle müşterilerden özür diledi, onu suçlayan da olmadı. Kadın hancıya bakındı, ama adam sıkıntılı durum karşısında belli ki çoktan kaçmıştı. Kadın sonra yavaşça mutfağa girdi; aceleyle Frieda’nın odasına doğru koşturan K.’yı görecek halde değildi.

Franz Kafka
Sato (Altıncı Bölüm)
Almancadan çeviren: Regaip Minareci

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version