EVREN BİR KURULU DÜZEN Mİ, YOKSA RASTLANTISAL MI? – GEORGE MUSSER

    Albert Einstein, 1926’da bir meslektaşına “Ben, her halükarda, Tanrının zar atmadığına ikna oldum” diye yazdı. Yıllar boyunca tekrarlandıkça, onun cümlesinin en önemli kısmı, kuantum mekaniği ve onun kapsadığı rastlantısallığa dair özlü bir küçümseme haline geldi. Daha açıklayıcı analizler, Einstein’ın, sağlam nedenlerle rastlantısallığın doğanın temel bir özelliği olamayacağını düşünüyor olmasına rağmen, kuantum mekaniğini ve onun indeterminizmini reddetmediğini ortaya koyuyor. Bugün çoğu felsefeci, fiziğin göz önünde bulundurduğu gerçekliğin düzeyine bağlı olarak hem deterministik hem indeterministik olduğunu savunuyor.

    Albert Einstein’ın sözlerinden çok azı, onun “Tanrı zar atmaz” lafı kadar yaygın biçimde aktarılmıştır. İnsanlar doğal olarak onun bu nüktesini, rastlantısallığı fiziksel dünyanın içinde var olan (yerleşik) bir özellik olarak gören kuantum mekaniğine dogmatik olarak karşı oluşunun bir kanıtı olarak görmüşlerdir. Radyoaktif bir çekirdek parçalandığında, bu, hiçbir kuralın size ne zaman veya neden olduğunu göstermeyeceği kadar anlık ve kendiliğinden gerçekleşir. Bir ışık parçacığı yarı gümüş bir aynaya çarptığında, ya yansıtılır ya da aynanın içinden geçer; sonuç ışığın çarptığı an kadar belirsizdir. Bu süreçleri görmek için laboratuvara gitmenize gerek yoktur, birçok web sitesi Geiger sayaçları veya kuantum optikleri tarafından oluşturulan rasgele sayı akışlarını gösterir. Prensipte dahi öngörülemeyecek olan bu tür sayılar, kriptografi, istatistik ve çevrimiçi poker için idealdir.

    Standart hikâyenin devamında Einstein, bazı şeylerin belirlenemez olduğunu, sadece gerçekleştiğini ve herhangi birinin nedenini ortaya çıkarmak için yapabileceği çok fazla bir şey olmadığı düşüncesini kabul etmeyi reddetti, akranları arasında neredeyse tek başına, her anın bir sonrakini tetiklediği (belirlediği), mekanik kurallara göre tik tak işleyen klasik fiziğin kurulu evrenine sarıldı. Zar atma meselesi, Einstein’ın hayatının B yüzünün sembolü oldu: Görelilik teorisi ile fizik dünyasını altüst eden bir devrimcinin, kuantum teorisine Neil Bohr’un tabiriyle ahmakça diyen (out to lunch) bir tutucuya dönüşmesindeki trajedi.

    Yıllar geçtikçe, birçok tarihçi, fizikçi ve felsefeci, bu hikâyenin ana temasını sorgulamaya başladı. Einstein’ın aslında ne demek istediğine dalıp, onun belirsizlik hakkındaki düşüncelerinin genel olarak gösterilenden daha köklü ve ince ayrıntıları olduğunu buldular. Notre Dame Üniversitesi’nden tarihçi Don A. Howard, “Hikâyeyi aydınlatmak bir tür görev haline gelmişti” diyor, “Arşivlere girip, alışıldık hikâye ile arasındaki uyumsuzlukları görmek ilginç oldu.” O ve diğerlerinin göstermiş olduğu gibi, Einstein kuantum mekaniğinin indeterministik (belirlenemez) olduğunu kabul etmiştir; hatta kuantum mekaniğinin indeterministik olduğunu keşfeden kişi oydu. Kabul etmediği şey, bu belirsizliğin doğanın temeli olduğuydu. Teorinin yakalamayı başardığı gerçekliğin daha derin seviyelerinden doğan tüm belirtilerini gösterdi. Onun eleştirisi gizemli değildi, fakat bugüne kadar çözülemeden gelen belirli bilimsel problemlere odaklandı.

    Evrenin bir kurulu düzen mi yoksa kumar masası mı olduğu sorusu, doğanın harikulade çeşitliliğinin altında yatan basit kurallar için bir arayış olması gerektiğini varsaydığımız fiziğin, kalbinde atıyor. Eğer bazı şeyler hiçbir neden olmaksızın gerçekleşiyorsa, bu rasyonel sorgulamanın sınırları olduğunu gösterir. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde evrenbilimci Andrew S. Friedman, “Köklü belirlenemezciliğin bilimin sona ermesi anlamına geleceğinden” endişe duyuyor. Ve yine filozoflar, tarih boyunca indeterminizmin insanın özgür iradesi için bir önkoşul olduğunu varsaydılar. Bir saat mekaniğinin dişlileri olsak ve böylece yaptığımız her şey önceden belirleniyor olsa da veya kendi kaderimizin belirleyicileri olsak da, hangisi olursa olsun, her halükarda evren deterministik (belirlenebilir) olmamalıdır. Bu ikilem, toplumun insanları kendi eylemlerinden nasıl sorumlu tuttuğuna dair çok ciddi sonuçlara yol açmıştır. Özgür irade hakkındaki varsayımlar yasal sistemimizi doldurmuştur; kabahatli olmak için suçlunun bir niyetle hareket etmiş olması gerektiği gibi. Mahkemeler sürekli olarak insanların cinnet, ergen dürtüselliği ya da sosyal arkaplan nedeniyle masum olup olmadığıyla uğraşıyor.

    İnsanlar ne zaman bu ikilem hakkında konuşsa, bunun yanlış olduğunu ortaya koymayı hedefliyorlar. Nitekim birçok filozof, evrenin deterministik ya da indeterministik olduğunu söylemenin anlamsız olduğunu düşünüyor. Bu çalıştığınız nesnenin ne kadar karmaşık veya büyüklükte olduğuna bağlı olarak değişebilir; parçacıklar, atomlar, moleküller, organizmalar, zihinler, topluluklar gibi. Londra Ekonomi ve Politik Bilimler Okulu’ndan filozof Christian List “Determinizm ve indeterminizm arasındaki fark ince bir çizgidir’ diyor, “Eğer belirli bir seviyede determinizminiz varsa, bu hem yüksek, hem de düşük seviyelerdeki indeterminizmle tamamen uyumludur.” Beynimizdeki atomlar, bize hareket özgürlüğü verirken, tamamen deterministik bir şekilde davranabilirler; çünkü atomlar ve failler farklı seviyelerde faaliyet gösterirler. Aynı şekilde, Einstein, kuantum düzeyinin olasılıksal olduğunu inkâr etmeden, deterministik ikincil-kuantum (subkuantum) seviyesini aradı.

    Einstein neye karşı çıkıyordu?

    Einstein’ın nasıl olup da kuantum karşıtı olarak etiketlendiği kuantum mekaniğinin kendisi kadar gizemlidir. Quanta kavramı (enerji paketleri) 1905 yılında onun parlak fikriydi ve 15 yıl boyunca bunu pratik olarak tek başına savundu. Einstein, ışığın garip bir biçimde hem parçacık hem de dalga olarak hareket edebilmesi gibi, fizikçilerin şu an kuantum fiziğinin temel özellikleri olarak tanımladığı çoğu şeyi öne sürdü. 1920’lerde Erwin Schrödinger’in, kuantum teorisinin en yaygın biçimde kullanılan formülasyonunu geliştirmek için kurduğu dalga fiziği de onun düşüncesiydi. Ayrıca Einstein rastlantısallık karşıtı değildi. 1916’da, atomlar foton yaydığı zaman, yayılmanın zamanı ve yönünün rastlantısal olduğunu gösterdi. Helsinki Üniversitesi’nden felsefeci Jan Von Plato, bunun Einstein’in olasılık karşıtı olarak bilinen popüler imajına aykırı olduğunu söylüyor.

    Werner Heisenberg. Einstein, kuantum kuramı karşıtı değil,
    kuantum kuramının Werner Heisenberg’in görüşleriyle belirlenen Kopenhag yorumuna karşıydı.

    Ancak Einstein ve çağdaşları ciddi bir problemle karşı karşıya kaldılar. Kuantum olgusu rasgeleydi, fakat kuantum teorisi rasgele değildi. Schrödinger denklemi, yüzde yüz oranında belirlenebilirdir. Denklem, parçacık dalgalarının doğasını açıklayan ve bu parçacık toplanmalarının oluşabileceği dalgalı modelleri hesaplayan dalga fonksiyonunu kullanarak, parçacığı ya da parçacık sistemlerini tanımlar. Denklem, tam bir kesinlikle, dalga fonksiyonuna, her an ne olacağını tahmin eder. Denklem birçok yönden, Newton’un hareket yasalarından daha deterministiktir. Newton’un yasaları, miktarın sonsuz olduğu ve böylece tanımlanamaz hale geldiği tekillikler ya da hareketin öngörülemez olduğu kaos durumları gibi karışıklıkları öngöremez.

    Schrödinger denkleminin belirlenebilirliğinin aldatıcı kısmı, dalga fonksiyonunun belirlenebilirliğidir ve dalga fonksiyonu, parçacıkların konumları ve hızları gibi, doğrudan gözlemlenebilir değildir. Bunun yerine dalga fonksiyonu, gözlemlenebilir nicelikleri ve her bir ihtimalin olabilirliğini belirtir. Teori tam olarak dalga fonksiyonunun ne olduğu ve asıl itibarıyla dünyadaki gerçek bir dalga gibi alınıp alınmaması konusunda eksik kalıyor. Bu yüzden, aynı zamanda gözlemlenebilir ranstlantısallığın doğanın özü mü, yoksa dış görünüşü mü olduğu da açık kalıyor. İsviçre’deki Cenevre Üniversitesi’nden felsefeci Christian Wüthrich “İnsanlar kuantum mekaniğinin indeterministik olduğunu söyler, fakat bu hızlı bir yargıdır” diyor.

    Kuantum mekaniğinin bir diğer öncüsü Werner Heisinberg, dalga fonksiyonunu potansiyel varoluşun belirsizliği olarak düşünüyordu. Eğer fonksiyon, parçacığın yerini kesin olarak belirlemekte başarısız oluyorsa, bu aslında parçacık herhangi bir yerde bulunmadığındandır. Sadece parçacığı gözlemlediğinizde, bir yerde görünür. Dalga fonksiyonu geniş bir alana yayılmış olabilir, fakat gözlemin yapılma anında, aniden tek bir pozisyona doğru yığılır ve birdenbire belirir. Parçacığa baktığınızda deterministik bir şekilde davranmayı bırakır ve bir sonuca varır, tıpkı koltuk kapmaca oyununda bir çocuğun yaptığı gibi. Hiçbir kural çöküşü yönetmez, bunun için herhangi bir denklem yoktur, sadece gerçekleşir.

    Çöküş, Bohr’un entitüsünün bulunduğu ve Heisinberg’in ilk çalışmalarının çoğunu yaptığı şehrin adı verilen kuantum mekaniğinin Kopenhag yorumunun ana unsuru oldu. (İronik olarak, Bohr dalga işlevinin çöküşünü asla kabul etmemiştir.) Kopenhag, kuantum fiziğinin gözlemlenen rastlantısallığını ön değer olarak alır, daha öte bir açıklamayı yapamaz. Çoğu fizikçi bunu kabul eder, sadece psikolojik bir tespit etkisinden dolayı olsa dahi, bu yeterince iyi bir hikâye ve ilk olanıdır.

    Einstein bir kuantum karşıtı olmasa bile, kesinlikle Kopenhag yorumu karşıtıydı. O, ölçüm hareketinin, fiziksel sistemin sürekli evriminde bir kırılmaya neden olması gerektiği düşüncesinden uzak durdu. Bu, ilahi zar atmadan şikâyet etmeye başlamasının kaynağıydı. “Özellikle işte bu, Einstein’ın 1926 yılında yakındığı şey ve determinizmin mutlak gerekli bir koşul gibi metafizik bir iddia örtüsü olmadığıydı” diyor Howard. “O özellikle dalga işlevinin çöküşünün süreksizliği getirip getirmediği üzerindeki tartışmaların tam ortasındaydı.”

    Einstein, çöküşün gerçek bir süreç olamayacağını düşünüyordu. Bu belli bir mesafede anlık eylem gerektirir; diyelim ki gizemli bir mekanizma bunu sağlıyor, dalga fonksiyonun sol tarafı ve sağ tarafının her ikisi de, onları koordine eden hiçbir güç olmasa bile, dar bir sivri uca çöker. Sadece Einstein değil, zamanının bütün fizikçileri de böyle bir sürecin imkânsız olacağını düşündüler; sürecin ışıktan daha hızlı işlemesi gerekirdi ve bu görelilik teorisinin açık bir ihlaliydi. Aslına bakılırsa, kuantum mekaniği size sadece oynayacağınız bir zar vermez. Vegas’ta ya da herhangi bir yerde sallasanız dahi, her zaman çift gelecek bir çift zar verir. Einstein’a göre zarın hileli -sonuçları önceden düzelten gizli bir özelliğe sahip olduğu- aşikârdır. Fakat Kopenhag, zarın uçsuz bucaksız uzay boyunca bir diğerini gerçekten etkilediğini ima ederek, böyle bir şeyi reddeder.

    Einstein’ın başı Kopenhag’ın ölçümü uyumlulaştırma gücüyle daha da çok belaya girdi. Bu arada, ölçüm nedir? Sadece bilinçli varlıklar veya kadrolu profesörlerin yapabildiği bir şey midir? Heisenberg ve diğer Kopenhagçılar bunları detaylandırmakta başarısız oldular. Bazıları, onu gözlemlediğimizde bir gerçeklik yarattığımızı önerdiler; kulağa şairane gelen bir iddia, belki biraz fazla şairane… Einstein kuantum mekaniğinin tamamlandığını ve son teorinin yerine asla bir başkasının geçirilemeyeceğini iddia etmenin Kopenhagçılar için bir küstahlık olduğunu da düşündü. O, kendisininki de dahil olmak üzere, tüm teorileri daha büyüğü için bir sıçrama tahtası olarak değerlendirdi.

    Aslında Howard, Einstein’ın kaygılarına değindiği sürece, indeterminizmle uğraşmaktan mutlu olacağını savunuyor, mesela birisi ölçümün ne olduğunu ve parçacıkların belli bir mesafede hareket etmeden nasıl senkronize kaldığını ayrıntılı bir şekilde açıklayabilirse. Einstein’ın indeterminizmi ikincil bir kaygı olarak düşündüğünün kanıtı olarak, Kopenhag’a alternatif olan diğer determinist görüşlere de aynı taleplerde bulundu ve onları da reddetti. Başka bir tarihçi, Washington Üniversitesi’nden Arthur Fine, Howard’ın Einstein’ın indeterminizmle ilgili yeni fikirlere açık olmasını abarttığını düşünüyor, fakat insan düşüncesinin fizikçi kuşağını varsaymaya iten zar atma konusundan çok daha sağlam bir zemini olduğu düşüncesine katılıyor.

    Rastlantısal düşünceler

    Einstein, Kopenhag’ın yanıtlanmamış sorularını devam ettirirseniz, kuantum rastlantısallığının fizikteki diğer tüm rastlantısallık türleri gibi olduğunu bulmalısınız diye düşündü. Einstein, güneş ışığı demetindeki toz taneciklerinin dansının, görünmeyen hava moleküllerinin karmaşık hareketlerini açığa vurduğunu ve çekirdeğin radyoaktif bozunmasının ya da bir fotonun emisyonunun benzediğini gösterdi. Onun görüşüne göre, kuantum mekaniği doğanın yapıtaşlarının genel hareketlerini açıklayan, fakat münferit örnekleri kapsama kararlılığında eksik kalan yüzeysel bir teoridir. Daha derin, eksiksiz bir teori, hareketi tam anlamıyla hiçbir gizemli sıçrama olmadan açıklamalıydı.

    Bu görüşe göre, dalga fonksiyonu kolektif bir tanımdır, tıpkı hilesiz bir zar tekrar tekrar atıldığında, her yüzünden yaklaşık olarak aynı sayıda geleceğini söylemek gibi. Dalga işlevinin çökmesi fiziksel bir süreç değildir, bir bilginin edinimidir. Altı köşeli bir zarı sallarsanız ve diyelim ki dört gelirse, 1’den 6’ya kadar olan aralık, asıl sonuç olan 4’e çöker. Zarı etkileyen tüm atomik detayları ve ellerinizin zarı masa üstüne gönderme şeklini tam olarak izleyebilen Tanrımsı bir iblis, hiçbir zaman çöküşten bahsedemeyecektir.

    Einstein’ın sezgileri, statik mekanik olarak bilinen fizik dalı tarafından incelenen ve kendisinin, vurgulanan gerçekliğin deterministik olduğu zaman bile fiziğin olasılıksal olabileceğini ispat ettiği, erken dönemlerinde yaptığı moleküler hareketin kolektif etkileri üzerine bir çalışmayla desteklenmiştir. 1935’de Einstein filozof Karl Popper’a “Tezinizde haklı olduğunuza inanmıyorum, deterministik bir teoriden istatiksel sonuçlar çıkarmak imkânsızdır. Klasik istatiksel mekaniği düşünmeniz bile yeterli (Gaz teorisi ya da Brown’ın hareket teorisi)” diye yazdı.

    Einstein’ın düşünme biçimindeki olasılıklar Kopenhag yorumundakiler kadar nesneldi. Hareketin temel yasalarında görünmemesine rağmen, onlar dünyanın diğer özelliklerini ifade ettiler; yalnızca insan cehaletinin eseri değillerdi. Einstein Popper’a bir daire etrafında sabit hızla hareket eden bir parçacık örneği verdi; parçacığı dairenin verilen bir yayında bulma şansı parçacığın yolunun simetrisini yansıtır. Benzer şekilde, bir zarın verilen tarafa düşme olasılığı 1/6’dır, çünkü zar 6 eşit yüze sahiptir. Howard “O, istatiksel mekanik olasılıkların detaylarında, kayda değer bir fiziksel içerik var olduğu zaman daha iyi anlardı” diyor.

    Özgürlüğümüz bir yanılsamadan mı ibaret,
    doğa kanunlarının kuklası mıyız?

    İstatiksel mekanikten çıkarılan diğer bir ders, gözlemlediğimiz niceliklerin daha derin bir seviyede var olmalarının gerekli olmadığı oldu. Mesela, gazın bir sıcaklığı vardır, fakat tek bir gaz molekülünün yoktur. Einstein buna benzeterek, ikincil-kuantum (subkuantum) teorisinin, kuantum mekaniğinden radikal bir kopuşa işaret etmesi gerektiğine inanmaya başladı. 1936’da “Kuantum mekaniğinin, gerçeğin zarif bir unsurunun dayanak noktasına el attığına şüphe yoktur. Fakat, kuantum mekaniğinin bu temelde başlangıç noktası olacağına inanmıyorum, tıpkı, tam tersi olarak birinin termodinamikten mekaniğin temellerine gidemeyeceği gibi” diye yazdı. Daha derinleri doldurmak için, Einstein parçacıkların, parçacıklara hiç benzemeyen yapılardan elde edildiği bir birleşik alan teorisi aradı. Kısacası, Einstein’ın kuantum fiziğinin rastlantısallığını reddettiğine dair geleneksel bilgi yanlıştır.

    Elinizden geleni yapın

    Einstein’ın genel projesi başarısız olmasına rağmen, rastlantısallık hakkında yaptığı temel sezgi hâlâ geçerlidir: İndeterminizm determinizmden doğabilir. Kuantum ve ikincil-kuantum seviyeleri ya da doğanın hiyerarşisinde herhangi bir diğer seviye çifti, farklı yapı türlerinden oluşur, yani farklı kural tiplerine dayanırlar. Altındaki yasalar tamamen güdümlü olsa bile, bir seviyeye hükmeden yasalar rastlantısallığın hakiki unsurundan ayrılabilir. Cambridge Üniversitesi’nden filozof Jeremmy Butter “Deterministik bir mikrofizik deterministik bir makrofiziğe yol açmaz” diyor.

    Atomik düzeyde bir zar düşünün. Bu göze tamamen ayırt edilemez görünen, zilyonlarca atomik biçimden oluşabilir. Küp yuvarlandıkça, eğer bu biçimlerden herhangi birini izlerseniz, bu belirli bir sonuca yol açacaktır. Bazı biçimlerde, zar bir noktayı göstermeyle sonuçlanır, bazılarında iki ve böylece devam eder. Bu nedenle, tek bir makroskopik durum (yuvarlanıyor oluşu) birden çok olası makroskopik sonuca yol açabilir (altı kenardan birini gösterir.) Fransa’daki Cergy- Pontoise Üniversitesi’nden matematikçi Marcus Pivato ile birlikte seviyelerin uyumu hakkında çalışan List “Zarı makro düzeyde tanımlarsak, bunu objektif şansa olanak tanıyan olasılıksal bir sistem olarak düşünebiliriz” diyor.

    Üst seviyeler, alt seviyelerin üzerine ekleme yaparak geliştiriliyor olsa da, otonomdur. Zarı tanımlamak için, zarın var olduğu seviyede çalışıyor olmanız gerekiyor ve bunu yaparken atomlarını ve onların dinamiklerini ihmal edemezsiniz. Eğer bir seviyeyi diğer bir seviyeyle kesiştirirseniz, bir tonbalığı sandviçinin siyasal bağları hakkında soru sormak gibi bir kategorik hata yanılgısına düşersiniz. List “Çoklu seviyelerde açıklanabilecek bir fenomenimiz olduğunda, bu seviyeleri karıştırmamakta kavramsal olarak çok dikkatli olmamız gerekir” diyor.

    Bu nedenle, küpün yuvarlanması yalnızca görünüşte rastlantısal değildir, insanların bazen söylediği gibi, tamamen rastlantısaldır. Bir Tanrımsı iblis, ne olacağını tamamen bilmekle böbürlenebilir, fakat bildiği şey sadece atomlara ne olacağıdır. Küpün ne olduğunu bile bilemez, çünkü bu daha üst düzeyde bir bilgidir. İblis ormanları asla göremez, sadece ağaçları görebilir. Bu aynı, Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in kısa öyküsü “Bellek Funes”deki “Funes, the Memorious” her şeyi hatırlayan fakat hiçbir şeyi kavrayamayan başkahraman gibidir. “Düşünmek bir ayrımı unutmak, genellemek ve soyutlamaktır” yazıyor Borges. Şeytanın küpün hangi tarafının geleceğini bilmesi için, neyi arayacağını (neye dikkat edeceğini) ona söylemek zorundasınız. List “Eğer fiziksel seviyeleri nasıl parçalara ayırdığımızın tarifi şeytana iblise verilmiş olsaydı, iblis sadece daha üst seviyede bir tarihten çıkarsama yapabilecekti” diyor. Aslında, iblis de pekâlâ bizim ölümlü perspektifimize imrenecek hale gelebilir.

    “Özgür olmak için, indeterminizme parçacık düzeyinde değil,
    insanlık düzeyinde ihtiyacımız var.”

    Seviye mantığı da diğer bir şekilde çalışır. İndeterministik mikrofizik deterministik makrofiziğe yol açabilir. Bir beyzbol topu rasgele davranan moleküllerden yapılmış olabilir, fakat yine de uçuşu tam olarak tahmin edilebilir; kuantum rastlantısallığının ortalaması alınabilir. Aynı şekilde, gazlarda son derece karmaşık ve etkin biçimde indeterministik hareketler sergileyen moleküllerden oluşur, ama sıcaklıkları ve diğer özellikleri, çok basit olan kuralları takip eder. Daha spekülatif olarak, Stanford Üniversitesi’nden Robert Laughlin gibi bazı fizikçiler, alt seviyenin tamamen alakasız olduğunu öne sürdüler. Yapıtaşları herhangi bir şey olup, hâlâ aynı kolektif davranışı üretebilir. Sonuç olarak bütün çeşitleriyle sistem, su molekülleri, galaksideki yıldızlar ya da otobandaki araçlar gibi, sıvı akışının aynı kurallarına uyar.

    Sonuçta özgürüz

    Seviyeler açısından düşündüğünüzde, indeterminizmin bilimin sonunu işaret ediyor olabileceği endişesi yok oluyor. Evrenin yasalara saygı gösteren yığınlarını, anarşi ve anlaşılmazlığın ötesinde kuşatacak herhangi bir büyük duvar yok etrafımızda. Bunun yerine, dünya determinizm ve indeterminizmin katlı bir pastasıdır. Dünyanın iklimi, örneğin, Newton’un deterministik hareket yasalarını izleyerek meydana gelir, fakat mevsimsel ve uzun dönemli iklim değişiklikleri tahmin edilebilir olduğu halde, kısa dönemli hava tahminleri olasılıksaldır. Biyoloji aynı şekilde, deterministik fiziği izleyerek meydana gelir, fakat organizmalar ve ekosistem farklı tanımlama modellerine ihtiyaç duyar, tıpkı Darwinyen evrim gibi. Tufts Üniversitesi’nden filozof Dainiel C. Denneth, “Determinizim her şeyi açıklamaz” diyor. “Neden zürafalar var? Olacağı önceden belirlendiği için mi?”

    İnsanoğlu bu katlı pastanın içine yerleştirilmiştir. Güçlü bir özgür irade hissine sahibiz. Sıklıkla öngörülemeyen şeyler yaparız ve hayati kararlarımızın çoğunda, başka şekilde yapıyor olabilseydik hissine kapılırız (ve sık sık keşke yapsaydık deriz). Binlerce yıl boyunca, sözde felsefi özgürlükçüler -siyasi olanlarla karıştırılmamalı- insan özgürlüğünün parçacık özgürlüğünü gerektirdiğini tartıştılar. Kuantum rastlantısallığı ya da bazı antik filozofların düşündüğü, atomların katlanabildiği isteksizlikler gibi bir şey, olayların deterministik akışını kesmeli.

    Bu düşünce zincirindeki problem, parçacıkları serbest bırakıp, bizi köle kılacak olmasıdır. Kararınız büyük patlamadan önce belirlenmiş ya da asi parçacıklar tarafından verilmiş olsa da olmasa da, sizin kararınız değildir. Özgür olmak için, indeterminizme parçacık düzeyinde değil, insanlık düzeyinde ihtiyacımız var. İnsan ve parçacık düzeyleri otonom olduğundan dolayı bu mümkündür. Yaptığınız her şey önceki olaylara bağlanabilse de, kendi eylemlerinizin yazarı olabilirsiniz; çünkü ne siz ne de eylemleriniz madde seviyesinde vardır, sadece zihnin makro seviyesinde vardır. “Bu mikrodeterminizm üzerinden devam eden makroindeterminizm özgür irademizi güvenceye alabilir’ diyor Butterfield. Makroindeterminizm kararınızın sonucu değildir, kararınızdır.

    Bazıları hâlâ, özgürlüğümüzün bir yanılsamadan ibaret olduğundan ve doğa kanunlarının bir kuklası olduğumuzdan şikâyet ediyor olabilir. Yanılsama-illüzyon kelimesinin kendisi, bir çöl serabı veya yarısından kesilmiş kadınlar gibi gerçek olmayan şeyleri çağrıştırıyor. Makroindeterminizm böyle değildir. Oldukça gerçektir, sadece temelli değildir. Hayatla karşılaştırılabilirdir. Bireysel atomlar tamamen cansızlardır, fakat çok büyük atom yığınları yaşayabilirler ve nefes alabilirler. “Failler, onların kasıtlı konumları, kararları ve seçenekleri ile ilgili yapacak bir şey yok; temel fiziğin kavramsal repertuvarında bu özelliklerin hiçbiri yoktur, fakat bu, bu olguların gerçek olmadığı anlamına gelmez” diyor List. “Bu sadece, bunların daha üst seviye olgular olduğunu gösterir.

    Kararlarımızı, beynimizdeki atomların mekaniği olarak tanımlayıp, tamamen aydınlatılmamış kısımlardan bahsetmemek, bir kategori hatası olurdu. Onun yerine, psikolojinin tüm kavramlarını kullanmanız gerek: arzu, olasılık, niyet. Neden şarap yerine suyu tercih ediyorum? Çünkü bunu istedim. Arzularım eylemlerimi açıklıyor. “Neden?” diye sorduğumuz çoğu zaman, fiziksel arkaplanından ziyade, dürtüleri, güdüleri harekete geçiren şeyleri arıyoruz. Psikolojik açıklamalar List’in bahsettiği indeterminizm türünü farz ediyor. Örneğin, oyun kuramcıları, seçenek aralığını düzenleyerek ve eğer mantıksal davranıyorsanız hangisini seçeceğinizi göstererek, insan kararlarını modelliyorlar. Belirli bir opsiyonu seçme özgürlüğünüz, o opsiyonu desteklemeseniz bile, seçiminizi yönlendiriyor.

    Şüphesiz, List’in argümanları özgür iradeyi tam olarak açıklamıyor. Seviyeler hiyerarşisi psikolojiyi fizikten ayırarak ve bize beklenmeyen şeyleri yapmak imkânı sunarak, özgür irade için bir alan açıyor. Fakat fırsatı kaçırmamak zorundayız. Örneğin, eğer tüm kararlarımızı yazı-turaya göre verseydik, hala makroindeterminizm sayılırdı, fakat anlamlı herhangi bir şekilde özgür irade olarak nitelendirmek zor olurdu. Bazı insanların karar vermeleri o kadar zayıflatılabilmiştir ki, özgürce hareket ettikleri söylenemez.

    Determinizm hakkında bu şekilde düşünmek, Einstein’ın 1955’de ölümünden sonraki yıllarda geliştirilen kuantum teorisinin bir yorumunu anlamlandırıyor: Çoklu evren yorumu. Savunucuları, kuantum mekaniğinin paralel evren topluluklarını, yaygın olarak deterministik davranan, fakat bize, tek bir evren görebileceğimizden dolayı indeterministik görünen bir çoklu evreni tanımlar. Örneğin, bir atom sağa veya sola bir foton yayabilir, kuantum teorisi sonucu açık bırakır. Çoklu dünyalar yorumuna göre, bu zilyonlarca paralel evrende aynı koşulların oluşmasından dolayıdır; bazılarında deterministik olarak sola gider, diğerlerinde sağa. Bu evrenlerin hangisinde bulunduğumuzu söylemeye muktedir değiliz, ne olacağını tahmin edemeyiz, bu yüzden durum içeriden açıklanamaz gibi görünüyor. “Evrende safi bir rastlantısallık yoktur, fakat olaylar seyircinin gözüne rastlantısal görünebilir” diyor, bu görüşün ileri gelen savunucularından Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden kozmolog Max Tegmark. “Rastlantısallık, kendi yerinizi bulmanızdaki yetersizliğinizi yansıtır.”

    Bunun, “Küp ya da beyin, sayısız atomik biçimlenmelerden herhangi birinden oluşturulmuş olabilir” demekten farkı yoktur. Biçimlenmeler, bireysel olarak deterministik olabilir, fakat hangisinin bizim küpümüze ya da beynimize uyumlu olduğunu bilmediğimizden dolayı, sonucu indeterministik olarak düşünmek zorundayız. Paralel evrenler, evrendeki egzotik bir fikir değildir. Vücudumuz ve beynimiz küçük çoklu evrenlerdir ve bu, bize özgürlüğü sağlayacak olasılıkların çokluğudur.

    George Musser 
    Scientific American Dergisi Yardımcı Editör
    Çeviri: Bilim ve Gelecek Dergisi  140. Sayı 2015

    Yorum Yok

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Exit mobile version