DİN İLE BİLİM: ÇATIŞMANIN KÖKLERİ MİSTİSİZM VE EVRENSEL AMAÇ – BERTRAND RUSSELL

    Bilimle din arasındaki savaş biraz garip bir savaş olmuştur. Her zaman, her yerde -on sekizinci yüzyıl sonu Fransa’sı, Sovyet Rusya bir yana- bilim adamlarının çoğunluğu çağların dinsel görüşünü desteklemişlerdir.

    “Bilim yetersizdir” … bilimin değerler konusunda söyleyebileceği hiçbir şey yoktur, “sevmek nefret etmekten daha iyidir” ya da “iyilik zorbalıktan daha çok istenir” gibi önermeleri tanıtlayamaz. Bilim, isteklerimizi anlayabilmemiz için yollar gösterir bize, ama bir isteğin öbüründen üstün olduğunu söyleyemez.

    Dini desteklemek için, bilimin alanı dışında, özel olarak “esinlenim” diye belirlenebilen bir bilgi kaynağının varlığını kabul etmeli miyiz? Tartışması güç bir sorudur bu, çünkügerçeklerin kendilerine esinlenim yoluyla açıldığını söyleyenler, o gerçeklere, bizim duyularımızla algıladığımız nesnelere tanıdığımız ölçüde bir kesinlik tanırlar. Bir adamın teleskopla bizim hiç görmemiş olduğumuz şeyleri gördüğüne inanırız; ötekiler de aşağı yukarı aynı durumda olduklarını, tıpkı teleskoplu adam gibi tartışma götürmez haberler verdiklerini söyleyerek, kendilerine neden inanmadığımızı sorarlar.

    Bir bilim adamı bize bir deneyin sonucunu söylediği zaman, o deneyin nasıl yapıldığını da söyler; başkaları da aynı deneyi yaparlar. … Bilim algıya, çıkarsamaya dayanır; güvenilir yanı, herhangi bir gözlemcinin de algı sonuçlarını sınayabilmesidir.

    Mistiklerin en büyük dayanağı birbirleriyle uyuşmalarıdır. … Mistikler yaşantılarını dile getirebilme yetileri yönünden büyük ayrılıklar gösterirler, ama en başarılıların hepsi: (1) bütün bölünmelerin, ayrılmaların düşsel, çevrenin bölünmez tek bir bütün olduğunu; (2) kötülüğün bir kuruntu, herhangi bir parçanın başlı başına bir varlık sanılmasından doğan bir kuruntu olduğunu; zamanın düşsel, gerçeğin sonrasız, ölümsüz anlamında sonrasız olduğunu ileri sürerler. … Bu üç önerme onların bütün etkinliklerini özetleyen örneklerdir.

    Açıkça, bizim alıcı bir kafamız olmadığı, bu işler için gerekli alçakgönüllülükten yoksunbulunduğumuz ileri sürülecektir. Mistisizmi temel alan felsefenin Parmenides’ten Hegel’e değin uzayan bir geleneği vardır. Parmenides: “Varolan şey, yaratılmamıştır, yok olamaz; çünkü bütündür, değişmez, sonrasızdır. Hiçbir zaman, ne geçmiştedir ne de gelecekte; şimdi vardır, bütünüyle süreklidir.”

    Hıristiyanlar için, kamutanrıcılıktan (pantheism) kaçma konusu nda buna benzer bir güçlük vardır: dünya bir görünüşten başka bir şey değilse, Tanrı hiçbir şey yaratmamıştır, dünya dediğimiz gerçek Tanrı’nın bir parçasıdır ancak; ama dünya belli bir oranda gerçekse, Tanrı’dan da ayrıysa, her şeyin bir bütün olduğu yolundaki düşünce, mistisizmin bu temel öğretisi, bizce önemini yitirir, dünyanın ger çekliği ölçüsünde dünyadaki kötülüklerin de gerçek olduklarını düşünmek zorunda kalırız. … Birmingham Piskoposunun söylediğine göre: “Kamutanrıcılığın her türlüsü … terslenmelidir bence, çünkü insanın, Tanrı’nın bir parçası olduğu gerçekse, insandaki kötülük Tanrı’da da vardır
    demek.”

    Evrensel Amaç
    Modern bilim adamları arasında dille düşman ya da ilgisiz olmayanlar, daha önceki kör inançların yıkıntıları ortasında ayakta kalabileceğini umdukları bir inanca dört elle sarılmışlar dır. Bu, Evrensel Amaç inancıdır. … ,u öğreti değişik biçimlere sokulmuştur, ama hiç değişmeyen ortak yanı, evrimin ahlak bakımından değerli bir amaca doğru geliştiği, bir bakıma bütün evrim sürecinin bir nedene bağlana -“‘ bileceği düşüncesidir. Öğretinin üç biçimi vardır: birinciye tanrıcı (theist), ikinciye kamutanrıcı (pantheist), üçüncüye de “açığa vurma” (emergent) adını verebiliriz.

    Kamutanrıcı biçimde, Tanrı evrenin dışında değildir, bir bütün olarak görülen evrenin ta kendisidir. Bundan dolayı, bir yaratma eylemi var olamaz, yalnız, evrende yaratıcı bir güç vardır, her şey bu yaratıcı gücün belirlediği bir düzen uyarınca gelişir. “Açığa vurma” biçiminde, amaç daha belirsizdir. Evrende hiçbir güç sonradan olacak şeyleri önceden göremez, ama evrenin işleyişinde daha gelişmiş biçimlerin varolmalarını sağlayacak değişikliklere yönelen sürekli bir kör itilim vardır, bundan dolayı sonuç, kör bir anlamda da olsa, az çok bellidir önceden. “Tanrı yalnız bizim dışımızda bir varlık değil, kişiliklerin kişiliği olarak hem içimiz dedir hem de bizi dıştan kuşatandır.”

    Son bir düşünce de, bize iç rahatlığı kazandıracak bir düşüncedir, tek gerçek olan şey Tanrı’dır, bundan çıkarılan sonuca göre, yoksullar yoksulluk larına pek aldırmamalıdırlar. “Geçici anların gerçek olmayan gölgeleri, örneğin hiç de gerekli sayılamayacak şatafatlı bir yaşam” ardında koşmak aptallıktır. “Yoksulların gerçek değeri zenginlerinkinden çok daha büyük olabilir.” Anlaşılan, “tek sonrasız gerçeğin, Tanrının varlığını düşünmekle ulaşacağımız ruhsal ve kişisel gerçek olduğunu” anımsamak, açlıktan kırılan kimselerin yüreklerine su serpecektir.

    Zaman -bütün kamutanrıcıların inandıkları gibi- değişmez bir gerçek değilse, neden dünya tarihinde en iyi şeyler önceden değil sonradan ortaya çıkıyorlar? Bunun tersi bir düzenin işleyişi de aynı olmayacak mıydı? Olaylara verilen tarihler bir kuruntudan-başka bir şey değilse, bu ancak Tanrı’nın bileceği bir işse, neden Tanrı hoşa gidecek olayları sona, hoşa gitmeyecekleri de başa koymuştur?

    Dost ya da düşman, gizli bir insan dışı gücün varlığı yolundaki inanç, uygar toplumlardan daha çok ilkeller de büyük önem taşır. Gerçekte, din bu duygunun özdeşi ise, insan gelişmesindeki her adım, dinde bir gerilemeyi gerektirmiştir.

    Diyorlar ki, evrim üç basamaktan geçmiştir: Madde,yaşam, zihin. Açığa vurma felsefesi geleceğin önceden kestirilemeyeceğini söylerken çok haklıdır, ama bunu söylemekle geleceği kestirmeye yeltenmiş oluyor. İnsanlar “Tanrı” sözcüğünden vazgeçemezlerse de bu sözcüğün bu güne değin dile getirmiş olduğu anlamdan kolayca vazgeçebilirler. Açığa vurma öğretisini benimseyen evrimciler Tanrının evreni yaratmamış olduğuna iyice inandıklarından, evrenin Tanrı’yı yaratmakta olduğunu söylemekle yetinirler. Ama böyle bir Tanrı’nın, şimdiye dek kendisine tapılmış olan nesneyle, adından başka hiçbir ortak yanı yoktur.
    “Ölümlü varlıkların olduğu gibi, evrenlerin de sonu mezardır.”

    Bertrand Russell
    Din İle Bilim
    Bölüm Çatışmanın Kökleri

    Yorum Yok

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Exit mobile version