Ana Sayfa Edebiyat “Herkes senden büyük, senden küçük, senin yaşında!” Çiçekçi Kadınlar – Cafer Yurtsever

“Herkes senden büyük, senden küçük, senin yaşında!” Çiçekçi Kadınlar – Cafer Yurtsever

çiçekçi kadınlar
Kalabalıklar hüzün yüklü. Kalabalıklara baktığımda kalbimin sıkışacağı aklıma gelmezdi. Delikanlılar, senin yaşında, senden büyük, senden küçük; genç kızlar, senin yaşında, senden büyük, senden küçük önümden geçtikçe boğazım daraldı. Yürüyen, konuşan, bakan, gülen bütün insanları kucaklama duygusuyla birleşen, bu duyguyu baskın kılan,  bu insanların dönüş yolundaki hızlı adımlarıydı. Adımlarını geniş ve hızlı atıyorlardı. Özlem vardı bu adımlarda. Kavuşma isteği, bir an önce varma isteği.

Önlerinden geçen insanların arkasından çiçekçi kadınların baktığı gibi bakamazdım. Önümden geçenlere satacak çiçeklerim yoktu. Bütün gün çiçekçi kadınların baktığı yerden bakmıyordum. Birkaç dakika oldu olmadı, oradaydım. Üsküdar’da, Kabataş İskelesi’nin önünde…

Genç bir kadın çiçek sardırdı az önce. Genç kadın elinde çiçek oradan ayrılınca, yan taraftaki çiçekçi kadın; “kocası gezmelere götürüyor” diye bağırdı arkasından. Genç kadın o sırada tam da benim önümden geçiyordu. “Teşekkür ederim” dediğini duydum. Gülümsüyordu. Kısa boylu, topaç olsa da, yüzünden kabul görmüş, sevilen bir gelin hali okudum. Sıcak, sevimli, dost yanlısı, güvenilir biridir notunu verdim. Çiçekçi kadınlara aldanıp, arkasından baktım bir süre.

Bir adam, bir bacağını arkasından taşıyan, arkadan taşıdığı bacağının yerine, koltuk değneği kullanan bir adam, tarlada çalışan ırgatlara su dağıtır gibi kirli, yıpranmış bir poşetle taşıdığı cevizleri dağıtıyordu. Kocasının gezmelere götüreceği genç kadının arkasından çok mu bakakaldım ki, tek bacaklı bu adamın hemen önümde bu işe koyulduğunu göremedim?  Adam önlerine geldikçe her çiçekçi kadın uzun eteklerini kaldırıp torba yapıyor, adamın içine cevizleri boşaltmasını bekliyorlardı. Çiçekçi kadınlar eteklerini kaldırınca eteklerinin rengindeki uzun donları görünüyordu. Çiçekçi kadınların etekleri ve donları aynı renkte olduğu için dolgun bacakları dışında fark eden bir şey yoktu. Kadınlardan biri, az önce çiçek alan genç kadının arkasından bağırıp, “kocası gezmelere götürüyor” diyen kadın,  ceviz dağıtan adamın üzerine yürüdü.

Ulan sen o gün ne öyle, erkekler kadınların memelerini elleyince, hoşlarına gider, diyordun?

Adamın yakasına yapışıp, silkelemesini bekledim. Bunu yapmadı. Eteğini kaldırdı, adamın içine ceviz atmasını bekledi. Adam çok ciddiydi ve ceviz dağıtmak göreviymiş gibi davranıyordu. Çiçekçi kadın eteği kalkık halde geri geri yerine kaydı. Kadının tombul bacakları onun değil de, Marmara’nın bacaklarıydı o birkaç dakika için. Marmara’nın üzerinde deniz motorları ve insan gözleri geziniyordu o sırada. Genç ve güzel bir kadındı. Tombul da yanakları vardı. Gözleri maviye çalıyordu sanki. Yıkansa, paklansa, kokular sürünce, saçlarını tarasa, ensesinden, boynunun iki yanından salsa ne kadar alımlı ve ne kadar çekici bir kadın olurdu kim bilir. Beyaz örtülü bir masada, sağ elide bıçak, sol elinde çatal, ağzındaki lokmayı dudakları kapalı midesine indirmeye çalışırken, karşısındaki genç adama o maviye çalan gözleriyle baksa, adamın yüreğinde kopan telleri toplamak kim bilir ne çok zamanını alırdı. Tombul yanaklı ve tombul bacaklı kadının eteğinden iki ceviz çıktı. Eteğini salınca, eteği ayağına kadar düştü. Aslında adamın iki ceviz vereceğini önceden biliyordu. Eteğini çanak yapmasına gerek yoktu, elini öne doğru uzatması yeterliydi. Adam poşetten çıkardığı iki cevizi kadının avucuna bırakabilirdi ciddi ve umursamaz halini bozmadan. Adamın üzerine yürüyüp şaka veya gerçek aynı sözleri söylemesine engel değildi avuç açması.

Çiçekçi kadınların uzun eteklerini kaldırıp uzun donlarını göstermelerini iki nedene bağladım. Birinci neden;  bir bacağı iş görmeyen adama göz ziyafeti çektirmek, ikinci neden; sıranın başındaki kadının eteğini çanak yaptığını görmüşler, adamın bol kepçe dağıtacağını sanmışlar belki de. Çiçekçi kadınlar domino taşları gibi davranmışlar. Sadece domino taşları devrilmişti az önce, kadınlar hala ayaktaydı. Aralarında şakalaşıyorlardı. İkinci neden üzerinde fazla ısrar etmemeliyim. Bol kepçeli bir beklenti içinde olsalardı, eteklerinde iki ceviz çıktığında sağlam bacağını da adamın eline veremezler miydi? Bir hırdavatçının sattığı çivileri karşılıksız yola serpiştirmeyeceğini biliyorlardı. Çok şey biliyorlardı. Bütün hayatları ezberlemişlerdi. Bir kocanın karısını gezmelere götüreceğini bilecek kadar her şeyi.

Zamanı öldürme sanatı denilse de buna, zamanı öldürürken bile hayatı doyasıya yaşama arzusu ancak bu şekilde ve ancak böyle sergilenebilirdi. Basit, yavan, birinden başlayıp sonuncusuna varan bir silsile içinde, pırıl pırıl bir arzuyla, yaşama arzusuyla. Tutunma sebebi vardı bu kadınların ve bir bacağını arkasından sürükleyen o adamın… Önümden geçerken, arkasından yapılan dedikoduya bile gülümseyerek, “teşekkür ederim” diyebilen o genç kadının… Kocasının gezmelere götüreceği o kadının…

Boğazımı yakan, çeneme iki parmak kala ki yerde daralan boğazımı düğümleyen o kırağı serinliği, insanların bu iki cevizlik beklentisi de olabilir.

Deniz motorlarından inenlerin arasında bir bacağı iş görmeyen adam kayboldu. Onu ve çiçekçi kadınları takip etmekten vazgeçtim. Barış aradı ikinci kez. İlkinde arabayı park ettiğinde, ikincisinde benim iskelede nerede durduğumu sordu.

Hava kararıyordu. Seçim türküleri, seçim sesleri, sokak lambaları…

Bir adam tekerlekli, bir metrekarelik dükkânını yerleştirmekle uğraşıyordu az ileride. Oraya ne zaman geldiğini bilmediğim adamın, tekerlekli, fark ettiğimde hala içi boş, üstünde ve altında satılacak hiçbir şey olmayan arabasını sabitlemeye çalışan adamın peşine takıldım istemeden. Temiz giyimliydi adam. Sarsıla sarsıla, öne arkaya hızlı hızlı gide gele yerleri süpüren bir makine geldi, adamın yerleştirmeye çalıştığı boş büfenin etrafında dolandı, etrafını sildi süpürdü. Adamın çok kıymetli, çok tanıdık, çok bildik, çok görev sevdalısı biri olduğunu düşündüm. Bir anda ortaya çıkmış, hemen ilgi ve sonsuz bir hoşgörüyle karşılanmıştı meydan sahipleri tarafından. Büfenin içini, altını ve üstünü de birileri dolduracaktı herhalde. Adamın bir koliyi dahi kaldırmayacak apoletli duruşu ile önündeki boş büfeyi bağdaştırmaktan ve onları birbirine yakıştırmaktan vazgeçtim. Sıkıcı ve iç karartıcı bir çemberin, bir taşın suda yarattığı bir halkanın benzeri bir çemberin içinde kaldığımı; bakışlarımın ayaklarıma kaydığını, yanda çiçek satan kadınları unuttuğumu, evlerine dönen genç insanların yüzündeki telaşı, attıkları geniş adımları sevdiklerine bir an önce kavuşma güdüsüne bağlamaktan uzaklaştığımı düşünmektense, adamı kime bilgi taşıdığını bilmediğim etrafını kolaçan eden oynak başlı bir sokak kamerası saydım. Bir makineye bakar gibi son bir kez daha baktım adamdan taraf. Adam  boydan ve yandan tam bir makineydi; bir at seyisi, bir tavuk etli pilav satıcısı veya bir şey değildi.

Seni gördüm abi!” dedi Barış.

Görünmek, bulunmak ve var olmak bir dalın yaz, kış ve bahar demeden günün her saatinde tomurcuk çıkarıp pat pat çiçek açması gibidir. Bir falcının, benden bilgi alıp benim falıma bakmasına benzemez insanın fark edilmesi, bilinmesi ve bulunması. Barış’ın ses tonundan kaybolmuşum da bulunmuşum hissine kapılmadım, tam tersine “varız” ve “buradayız” büyülü bir bohça dizdim kendime.

Yokluğunda bütün sesler coşkulu, bütün hareketler devrimsel geliyor bana artık. Bunun için akla gelmedik çok sebep sıralayabilirim sana evlat.

Doğu Kapısındaki Jonglörkitabının yazarı Metin Kaygalak’ın Beyoğlu Galatasaray Hayriye Caddesi 12’de bizi de karşılaması mesela. Beni ve Barış Kişin’i…

Daha ne çok sebebimiz var bakmaya, görmeye. Evlat, iki ceviz için, eteğini göbek bağı hizasına kadar kaldıran çiçekçi kadınların uzun donlarını görmeye bile değer bu hayat.

Cafer Yurtsever
İstanbul, 27.02.2014
Görsel/ Resim:  Saim Dursun (Çiçekçi Kadınlar)

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version