Ana Sayfa Psikoloji GUSTAV JUNG: YAŞAM BANA HEP KÖK GÖVDEDEN BESLENEN BİR BİTKİYİ ANIMSATIR

GUSTAV JUNG: YAŞAM BANA HEP KÖK GÖVDEDEN BESLENEN BİR BİTKİYİ ANIMSATIR

İç konuşma

Yaşamım, bilinçdışının kendini gerçekleştirdiği öykülerden biridir. Bilinçdışında var olan her şey dışa çıkıp varlığını göstermeye çalışır. Kişilikse, evreler geçirerek bilinçdışı durumundan kurtulup bir bütün (alt türlerin sonsuzluğu) olarak kendi deneyiminden geçmek ister. Kendimi bilimsel bir sorunsal olarak algılayamayacağıma göre, içimde oluşan bu gelişme sürecini izleyebilmek için bilim dilinden yararlanmam olanaksız.

İçsel dünyamızda kendimizi nasıl değerlendirdiğimiz ve insanın, sub specie aeternitatis1 olarak nasıl göründüğü yalnızca, mitler yoluyla ifade edilebilir. Mitler daha bireyseldir ve yaşamı bilime oranla daha kesin ifade ederler, çünkü bilim, bir bireyin yaşamının öznel çeşitliliğini doğru dürüst gösteremeyecek denli genel ölçüler kullanır.

Bu nedenle, seksen üç yaşımda, kendi mitimi anlatmaya çalışacağım. Yapabileceğim, yalnızca yalın ifadeler kullanabilmek, yalnızca “öyküler anlatabilmek.” Bu öykülerin doğru ya da yanlış olmaları önemli değil. Önemli olan, bunların gerçekten “benim” öyküm ve “benim” gerçeğim mi, oldukları sorusu.

Özgeçmiş yazabilmek çok zor bir iş, çünkü kendimizi değerlendirirken bize yardımcı olabilecek ne nesnel bir temelimiz ne de standartlarımız var. Gerçek bir karşılaştırma yapabilme olanağımız da yok. Birçok açıdan, başkaları gibi olmadığımı biliyorum, ama aslında nasıl olduğumu bilemiyorum. İnsan kendini başka hiçbir yaratıkla karşılaştıramaz; o, ne bir maymun ne bir inek ne de bir ağaçtır. Ben bir insanım. Ama bunun anlamı ne? Her bir varlık gibi ben de ölümsüz Tanrı’dan kopmuş olmama karşın kendimi ne bir hayvanla ne bir bitkiyle ne de bir taşla karşılaştırabilirim. Yalnızca mitlere dayanan bir varlık insana oranla daha sınırsızdır. Öyleyse bir insan, nasıl olur da kendisiyle ilgili kesin yargılara varabilir?

Biz denetleyemediğimiz ya da yalnızca bir bölümünü yönlendirebildiğimiz ruhsal bir süreciz. Bunun sonucunda da kendimizle ya da yaşamımızla ilgili kesin bir karara varamıyoruz. Öyle olmasaydı bu durumla ilgili her şeyi bilirdik. Oysa yalnızca bilir gibi yapıyoruz. Bu ruhsal sürecin özünde nasıl oluştuğunu da bilmiyoruz. Bir yaşamöyküsü anımsadığımız kadarıyla bir yerde ve belirli bir noktada başlıyor. Aslında o anda bile aşırı karmaşık. Yaşamın bize neler getireceğini de bilmiyoruz. Bu nedenle, öykümüzün başlangıcı yok; amacı da ancak aşağı yukarı tahmin edilebiliyor.

İnsan yaşamı belirgin olmayan bir deneyim. Yalnızca sayısal açıdan ele alındığında bile olağanüstü bir oluşum. Öylesine uçup gidici ve öylesine yetersiz ki herhangi bir şeyin var olabilmesi ve de gelişebilmesi gerçekten bir mucize. Bu gerçek, beni çok önceleri, henüz bir tıp öğrencisi olduğum zamanlarda öylesine etkilemişti ki zamanı gelmeden yitip gitmemem bile bana bir mucize gibi gelmişti.

Yaşam bana hep kök gövdeden beslenen bir bitkiyi anımsatır. Yaşamın kök gövdesinde saklandığı ve görünmez olduğu doğrudur. Toprağın üzerinde görünense yalnızca tek bir yaz dayanır; sonra da solar gider. Kısa ömürlü bir görüntü bu. Yaşamların ve medeniyetlerin sonu gelmeyen oluşumlarını ve yok olup gidişlerini düşündüğümüzde mutlak bir hiçliğin etkisinden kurtulamayız. Buna karşın ben, hiçbir zaman sonsuz akışın altında yaşayan ve sürekliliği olan bir şeyin var olduğu duygusunu yitirmedim. Gördüğümüz geçici bir tomurcuktur. Kök gövdeyse kalıcıdır.

Sonuç olarak bence, yaşamımla ilgili anlatmaya değer şeyler yalnızca geçici olmayan dünyanın geçici dünyada ortaya çıktığı anlardır. Bu nedenle, en çok içsel deneyimlerimden söz edeceğim. Bunlar gördüğüm düşleri ve imgeleri de kapsıyorlar ve benim bilimsel çalışmalarımın prima materia’sını2 oluşturuyorlar. Üzerinde çalışılması gereken taşın billurlaşabilmek için içinden çıktığı, akıp giden yakıcı lavlardır bunlar.

Diğer tüm geziler, insanlar ve çevrem bu içsel olayların yanında ikincil kalır. Birçok kişi bizim zamanımızın öykülerine ortak oldu ve bunları yazdı. Okuyucu ne olup bittiğini merak ediyorsa en iyisi onların yazdıklarını okusun ya da bu olayları ona aktaracak birini bulsun. Yaşamımın dışsal gerçeklerinin çoğu belleğimden silindi ya da onları hayal meyal anımsayabiliyorum. Oysa öbür gerçek olan, bilinçdışıyla mücadelem belleğime bir daha hiç unutulmamacasına kazındı. Onlarda her zaman zenginlik ve doyum buldum. Gerisi hep arka planda kaldı.

İnsanlara gelince; adları ilk günden beri kader kitabımda varsa, belleğime bir daha hiç silinmemecesine yazıldılar ve onlarla her karşılaşma aynı zamanda belleğimi yenilemek oldu.

İçsel deneyimler, yoluma çıkan dışsal olaylara damgalarını bastılar ve ne gençliğimde ne de daha sonraları değerlerini yitirdiler. Yaşamın sorunlarına ve karmaşıklığına içinizden bir yanıt gelmezse, bu olayların sonuçta çok da fazla bir anlamı olmadığını çok önceleri sezdim. Dış dünya, içsel olanın yerini alamaz. Bu nedenle, dışsal olaylar açısından yaşamım zengin değil. Onlarla ilgili söyleyecek fazla bir sözüm de yok; anlatsam boş ve içeriksiz oldukları duygusuna kapılırım. Kendimi yalnızca içimde olup bitenlerle anlayabilirim. Yaşamamı benzersiz kılanlar onlar ve özgeçmişim de onlarla ilgili.

Carl Gustav Jung
Anılar, Düşler, Düşünceler (Otobiyografi)
Almanca Aslından Çevireniris Kantemir, Can Yayınları


1. (Lat.) Sonsuzluğun kisvesi altında. (Y.N.)
2. (Lat.) Birincil madde. (Y.N.)

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version